Cevaplar.Org

SÄ°NEMA

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... Sinema ve icâdından bahsetmeye çalışacağımız bu makaleyi, Altın Portakal Film Festivali'nin yapıldığı Antalya’dan yazıyorum.


Ali Haydar Çetintürk

cetinturkalihaydar@gmail.com

2021-01-04 08:36:04

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Sinema ve icâdından bahsetmeye çalışacağımız bu makaleyi, Altın Portakal Film Festivali'nin yapıldığı Antalya'dan yazıyorum.

Çok iyi bildiğim bir konu olmamakla beraber, yılların hatırlattıklarını yazacak olursam, mevzûnun sonunu sanki görüyor gibi oluyorum.

Yani, yüzme bilmesek de aynalı sazan taklidi yapmadan suda kalmayı başarmaya çalışabiliriz.

Mazideki "küçüktük ufacıktık, top oynadık acıktık" cümlesinin ifâde ettiği çocukluğumuzda bize izlettirilen filmlerden birer satır yazacak olursak, bu makaleyi tamamlamış oluruz.

Fakat, önce kısa olarak sinema tarihine bir atf-ı nazarda bulunalım. Buyrun.

TARİHİ SÜREÇ

1824 yılında, Peter Mark Roget'in Londra'da çizdiği resimleri bir disk üzerine yapıştırarak döndürmesiyle başlayan sinemanın baş döndüren serüveni, soluksuz bir şekilde döne döne yuvarlanıp, günümüze kadar gelmiştir.

Tarih 1860'ı gösterdiğinde diskdeki çizimlerin yerini fotoğraflar almış ve 1890 lara gelindiğinde ise o yüzyılın insanları selülozik filim şeridi ile tanışmışlardı.

1894 senesinde Thomas Edison'un geliştirdiği kineskop'u, 1895 de Paris'de Lumiére'nin sinematografi'yi bulması takib etmişti. Bu buluş ile tatminkar bir düzeye gelen görüntüler, 1903 yılında sanat ve ticaret ortamına hızlı bir giriş yapmıştı.

1912 yılına kadar devam eden sessiz filmler, 1923 senesinde seslenip, 1927'de ise sesli filmlere tam geçiş sağlanınca, renkli film hayallerinin peşinde koşan mühendisler bu hayallerine kavuştuklarında tarih 1939'u gösteriyordu.

Sinemaskop tekniğinin bulunuşunu, 1952'de üç boyutlu stereoskopik 3-D sinema tekniği takip etti.

Günümüze kadar teknolojinin ilerlemesiyle yerinde duramayan sinema sektörü de insanların başını dâima döndürüp durdu.

Bilgisayar ve internetle tanışıldığında ise, kompütere giren virüslerden bahseder olduk. Fakat 100 yılı aşkın hayatımıza nüfûz eden virüslerden bir türlü kendimizi muhafaza edip, koruyamadık.

Röntgen de aslında bir filimdir! Ancak röntgenini çekemediğimiz kimselerin, hastalıklı iç âlemlerini göremediğimiz için, yaldızlı dış âlemlerinin peşinden sürüklenip durduk.

Filmleri meydana getiren resimlerin, dijital ortamda yakınlaştırıldığında kalitelerinin düşerek, görüntülerinin bozulduğuna şahit oluyoruz.

Aynı şekilde kendisine değer verilen bazı insanlarında yaklaştıkça kalitelerinin düşerek, görüntü kirliliğine yol açtıklarına tanık oluyoruz.

Binlerce filme zahmetsizce ulaşılan 21. yüzyılda, "bedavaya sadece güneşin doğacağını" tasavvur edemeyenler, her türlü iyi niyetin î'tina ile sûistimal edildiği kirli fiber optik sokaklarında gezinmeye maalesef devam etmektedirler.

Gıybet, iftira ve alçaklığın kol kola girip halay çektiği "Vurun Kahpeye" adlı filmin gayesi neydi? Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde tarihi taş mektepte çekilen filimdeki karakterleri ve özellikle câhil ve yobaz hoca karakterini göz ardı etmemek lazımdır. Bu ve benzeri filmlerle bir dönem insanların beyinlerini yıkamaya çalıştılar ve maalesef bunda da başarılı oldular. Filmdeki yobaz hoca karakterine kim bilir kimleri yakıştırıp, alay konusu yaptılar. 1983 yıllarında o alaydan ve filmdeki iğneli sözlerden biz de nasibimize düşen payı aldık maalesef.

Boşalınca vâdî olunca hâlî,

Hemen tilki olur orada vâlî

Boş kalan vadilerde, kendisini oranın valisi zanneden tilkiler ve çakallar, arslanlar gelene kadar, yakın tarihimizde din ve mukaddesat tanımadan volta atmaya devam ettiler.

(Hâşâ,) "Allah baba" gibi ifadelerin sıkça kullanıldığı eski Türk filmleri, bu tilki ve çakalların voltalarına verilecek en basit misallerden sadece birisidir.

Bir zamanlar Yeşilçam'ın yakışıklı çocuklarının filmlerde gösterdiği performansın hülyası ile, kendisini pamuk prenses zanneden genç kızlar, turşu kurar gibi hayal kurmaya başlayınca, önüne gelen her hıyarla kurulan turşunun yenilemeyeceğini tecrübe ederek öğrendiler.

Yeşilçam'ın boş kozalaklarının, insanımıza iyi örnek olmadığı, gün gibi aşikârdır. Aslında sâhici olmayan insanlara hitâben "artistlik yapma" sözünü sarf edenler de, rol yapan artistin, gerçek hayatta karşılığının olmadığını çok iyi bilirler. Tıpkı, burnunun üzerine yumruk yiyene kadar kendisini Bruce Lee zanneden her ergenin bunu yaşayarak öğrenip, bildiği gibi.

Silah icâd oldu mertlik bozuldu. Patlayan flaşlarla kadraja giren rambolardan sebeb, Koca Yusuflar unutulur hale geldi.

Hele hele boyalı ve süslü nisâları izleye izleye hanımlarından elektrik alamayanlar kaçak elektirik kullanmaya başlayınca faturalarını ödeyemez hale geldiler. Yani filim çekenler kazanırken, o filimi izleyenler hep kaybetmeye devam ettiler.

Şarlo'dan Starwars'a kadar insanlara verilen en tehlikeli mesaj ise 25. karede saklıydı! Jean-luc Godard'ın "fotograf gerçektir. Sinema ise saniyede 24 kere daha gerçektir" dediği gibi saniyede 24 karenin peş peşe dizilmesiyle meydana gelen harekete bir 25. kare daha resmedildiğinde o son kare gözlerimizden kaçsa da, arka planda beynimize takılıp kalmaktadır. İtina ile seçilen 25. karelerden sebeb insanlar tanıyıp bilmediği şeylere karşı ülfet eder hale gelmişlerdir.

Çizgi filmlerde bile insanlık, ateizm propagandasıyla karşı karşıya kalmıştır.

25. Kareye yerleştirilen çıplak bir kadının gözle görülmesi mümkün değildir. Ancak arka planda iz bırakan o kareden dolayı kişinin arka planda gördüğü şeylere meyletmesine şaşırmamak lazımdır.

Yıllardır propaganda aracı olarak kullanılan sinema, günümüzde de farklı versiyonları ve müştemilât'ı ile yüklendiği misyonunu yerine getirmeye devam etmektedir.

ABD ve Rusya arasında, uzay çalışmalarıyla alakalı rekâbet sebebiyle, aya ilk ayak basan insan resimleri ve videolarının birer aldatmacadan ibâret olduğu, birileri tarafından hep söylenip duruldu.

Acaba o birilerinin söyledikleri şeyler doğru olabilir miydi? Olur mu olur! Bu ABD'nin bir adım önde gözükmek için yaptığı bir hile olabilirdi. Eğer bu söylenenler doğru ise ABD gerçekten de bir adım önde gözüktü ve bunu da o zamanın sinema tekniği ile başardı denilebilir. Bu bir varsayım olsa da, ucu sinema tekniğine dayanan bir varsayımdan ibaretdir.

Vietnam'da kaybeden Amerika'yı kazanan pozisyonunda gösteren şey neydi? Zorbalığına ve zırvalığına karnımızın tok olduğu, alçaklığın zirvesindeki Amerika'yı, dünyaya demokrasi götüren, mazlum ve insancıl olarak gösteren şey neydi?

"Hoh, hoh, hoh" diyerek kırmızı elbisesiyle bir hırsız gibi damdan, bacadan ve camdan giren Noel babayı halkın gözünde bu kadar sempatik yapan şey neydi?

Hey gidi Hollywood! Cüneyt abi sizde olsaydı, herhalde dünyada onu tanımayan hiç kimse kalmazdı.

Aslında Hollywood'un CIA ile olan bağlantısını da sorgulamak lazımdır. Bütün kareleri birleştirdiğimiz zamanda da bir actirist olan Angelina Jolie'nin Ortadoğu'ya yaptığı insancıl (!) gezileri de sorgulamadan edemiyoruz. İnsanlığın sahile vurduğu bu yüzyılda batı bağlantılı her bir yardıma da maalesef şüphe ile bakar hale geldik.

Çünkü batı hiç bir zaman Müslümanlar hakkında hayırlı rüyalar görmemiştir. Müslümanlar ise harıl harıl çalışan batıya karşı horul horul horlamaya devam ettikleri için, hırlayanlara hoşt bile diyemez hale gelmişlerdir.

Peki, İslam'ı, iyiyi, güzeli ve doğruyu tebliğ etmek adına iyi şeyler yapılamaz mı? Mustafa Akad'ın yıllar evvel yaptığı Çağrı'dan bu yana yapılmış ve yapılmakta olan şeylere baktığımızda, yapılanların az ve yetersiz olduğunu görüyoruz. Eskisi kadar derin uykularda olmasa da, bazı müslümanların artık horlamadığını görüyoruz.

"Konuş ki seni görebileyim" cümlesinden anlaşılıyor ki; bir insanın fikirlerini görebilmek için o insanın konuşması icab eder. Görülmeye değer fikirlerimiz olmasa da konuştuğumuz şeyler hakkında fikirlerimizin olması icab eder.

Büyük sîmâlar ağlayarak değil anlayarak anılmalıdırlar. Sinema dünyasında ağlayarak veya anlayarak anılması gereken büyüklerin (!) (şayet varsa) büyüklüğünü anımsamak isteyenler buyursun anımsasınlar!

Hayallerle hakikatlerin içiçe geçtiği filme benzeyen hayatın içerisinde o kadar çok figüranlar var ki, kırk yıllık hatıra sebep olan kahveler bile fayda vermiyor onlara. Ama kim ne derse desin biz rol yapmadan ve her dâim korkmadan doğruları söylemeye devam edeceğiz. Sonucu dokuz köyden kovulmak bile olsa.

Az laf hoşa gider, çok laf boşa gider.

"Tatlı söz dinletir, tatsız söz esnetir." kâbilinden sözlerimin boşa gitmemesi temennisi ile satırlarımı bir şiir ile burada sonlandırıyorum.

Sahte imiş hayaller, hakikatler doğalmış.

Hayat filme benziyor, rol yapanlar çoğalmış

Gerçeklerin ardında, doğal olmanın yolu,

Mümkün, fakat her taraf, figüranlarla dolu.

Bitmez benim yurdumun, hatırnaz kahveleri.

İçildikçe artıyor, kırk yıllık kahpeleri.

Yazmak isterdim inan, burada iyi ÅŸeyler.

Rol mü yapayım şimdi? Affedin beni beyler.

Sözlerim umûmadır, ister kız ister beğen.

Dokuz köyden kovulur, doğruları söyleyen.

Vesselam.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız."

Mâide, 2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kurban hakkında

"Kim gönül hoşluğu ile,sevabını Allah'tan umarak kurbanını keserse,o kurban onu ateşten koruyan bir perde olur"Tergib ve Terhib:2/155

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI