Cevaplar.Org

MUHAKEMAT NOTLARI-22

Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz İzah edilen kısım: Hatime ve devamı..


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-12-22 10:05:15

Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam)

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

İzah edilen kısım: Hatime ve devamı.. 

*"Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkâr ve duhûl ile huruc haram oldukları gibi"(Muhakemat, s. 52) Tarihte her şeyin sahtesi görüldüğü gibi sahte seyyidler de türemiş. Çünkü İslam devletleri seyyidlere çeşitli imtiyazlar tanımış. Bunun için "nakıb-ul eşraf"lık denen bir müessese oluşturulmuş.

Not: Nakîbül-eşrâf adı verilen kişi, bu soydan gelenler arasından seçilir ve Hz. Peygamber (s.a.s) neslinden gelenlerin işlerine bakar, neseplerini kaydeder, doğumlarını ve ölümlerini deftere geçirir, gelişigüzel mesleklere girmelerine engel olur, fey ve ganimetlerden kendilerine ait paylarını alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine mani olurdu. Bu açıdan nakîbül-eşrâf, Peygamber (s.a.s) hanedanı mensuplarının umumi bir vasisi hükmünde idi. (Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, II, 647).

Bu imtiyazlardan yararlanmak isteyen bazı açıkgöz kimseler de kendilerine "seyyid" diye iddia etmişler ki teseyyüd denilen mesele budur. Bu kelime tefaül babındandır. Arapçada tefaül babı, bazen fiile, olmayan bir şeyi olur gibi göstermek anlamı verir. Mesela tecahül. Bildiği halde bilmezden gelmek, demektir. Bunun gibi teseyyüd kelimesi de aslında seyyid olmadığı halde seyyid olduğunu iddia etmek anlamına gelir.

Üstad bunu misal olarak veriyor. Yani nasıl Seyyid olanın "değilim" demesi ve olmayanın da bu iddia da bulunması gibi "hadîs ve Kur'an'da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu'dur.(yasaktır) (Muhakemat, s. 52) Hadis ve Kur'an'a ondan olmayan bir şeyler katmak, hadis uydurmak da yasaktır.

*"Fakat ziyade etmek, nizamı bozduğu ve vehme kapı açtığı için daha zararlıdır (Muhakemat, s.52) Mesela Şakk-ı Kamer mucizesine "Ay ikiye ayrıldıktan sonra yere indi ve Peygamber(aleyhissalatu vesselam)'ın cebine girdi" gibi bir uydurma ilave etmek daha zararlıdır. Çünkü hadisenin aslını da inkâra kadar götürür. "Acaba aslı da mı vehim" derler.

Not: Prof. Dr. Yaşar Kandemir Bey diyor ki; "Din düşmanlarının uydurduğu sözde hadislerin diğer bir zararı da, dini kabule mütemayil olanları veya gerçek İslam'ı anlamayan cahil Müslümanları dinden soğutmuş olmasıdır. Bunun böyle olmasında, hadisin sahihini mevzuundan ayıramayan ve din düşmanlarının çirkin uydurmalarını vaaz kürsülerinde sermaye olarak kullanan cahil vaizlerin ve dikkatsiz müelliflerin büyük tesirleri olmuştur."(Prof. Dr. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, s. 191, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1987, 4. Baskı)

*" Noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur değildir."(Muhakemat, s. 52) Dinde olan bir şeyi bilmemeye bir derece özür vardır. Nice Müslümanlar Kur'an ve hadiste neler olduğunu tek tek bilemeyebilir. Ama dine ilavede bulunmak ilim ile olur. Âlim olan ise mazur değildir.

*"Kezalik dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir.(Muhakemat, s.52) Dinde olan bir şeyi dinde yok göstermek veya tam tersi olarak olmayanı var göstermek ikisi de caiz değildir.

"Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder." Muhakemat (s. 53)

Bu paragrafı Prof. Dr. Şadi Eren Bey şöyle açıklıyor; "İslam dini gayet kıymetli bir hazineye benzer. Bu hazinede elmas akidesi, şeriat cevheri, ahkâm incileri bulunur. Bunlar arasına uydurma bakır hikâyeler, yaldızlı İsrailiyat şeklen parlak ama içi boş teşbihler koymak, o hazinenin kıymetini düşürür. Gerçeği arayan müşterisini hayal kırıklığına uğratır." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 183, İzmir, 2014)

Not: Bu konuda Rizeli merhum şair-âlim Hafız Edhem Mollaömeroğlu'nun(1914-1994) "Hurafeler" adlı yazısından bir alıntı yapmak isterim. Merhum şöyle yazmış; "Hele şu Ahmediye gibi bir kitaba sokulmuş bir hikâye var. Ne kadar berbat. İslamiyet'e, dine lekeden başka bir şey değil. Güya Peygamberimize bir kadın gelmiş. "Ya Rasulullah! Ben bir günah işledim. Sana onu demeye sıkılıyorum. Hem de korkuyorum. Ne edeceğim?" diye.

Peygamberimiz;

-Hele söyle bakalım demiş.

Kadın;

-Ben zinadan bir çocuk doğurdum. Kimse görmesin diye bunu sirke küpünde boğdum. Sonra da o sirkeyi sattım. Şimdi benim cezam nedir?

Bunun üzerine güya Peygamberimiz ona demiş;

-Ben zannettim ikindi namazının sünnetini geçirdin, o bir şey değil!"

Şu hale bakın. Bu nasıl çirkin bir iftira? Kadın bir defa zina etmiş, büyük günah. Recm olması lazım. İkinci de; çocuğu doğurmuş, katil olmuş, daha büyük kebair. Sonra da, o murdar sirkeyi millete yerdirmiş, o da ayrı bir günah.

Bu kadar suçu işleyen bir kadına peygamberimiz demiş; "bir şey değil." Hâşâ ve kella. Bu ne büyük yalan. Bunu kitaplarda okumuştum. Çok da kimselerden duymuştum. Kulak vermezdim…

Bugünlerde Yeni Cami musluklarında iki kişi bunun anlatıyor. Hem de yaşlı adamlar. Öyle de inanmışlar ki, sanki Peygamberimizin ağzından kendileri duymuş gibi. Dedim;

"Arkadaş, böyle çirkin, yalan, iftira kelimeleri ağzınıza almayın, günahtır. Bu sözler Peygamberimize hakarettir." (Hafız Edhem Güler, Mollaömeroğlu, Hafız Edhem'den Şirin Sözler, s. 180-181, Toker Matbaası, İst. 1972)

*Üstad bundan sonra Hatime'nin hatimesinde değişik bir konuya giriyor. Akgündüz Hoca da buna girizgâh yapıyor. Kısaca o girizgâhı nakledelim; İnsanoğlu farklı kabiliyetlerde yaratılmış. Bir kısmı ilim adamı olmaya kabiliyetli yaratılmış. Bir kısmı da bakan olmaya, siyasetçi olmaya, bir kısmı dekan olmaya, bir kısmı genel müdür olup, emir vermeye müsait yaratılmış. Orada gitsin, başarılı olsun.

Ben nice adamlar biliyorum, hep masada hüküm vermek ister. Sen şimdi ilim kabiliyeti olmayan bir adamı getirir akademisyen yaparsan, orada da başarılı olamaz. Ama hâkimiyetini orada da göstermeye çalışır. Biz Yüksek İslam Enstitüsünde okurken tefsir dersimize giren bir tefsir doçenti hocamız vardı. Rahmetli oldu. Sıfırdı. Adam tefsir doçenti olmuş ama onu nasıl doçent yapmışlar acaba? Mesela Fatiha suresinin Celaleyn'den tefsirini bile okuyamazdı. Bu kadar ibare okumakta zayıftı. Adam daha sonra koskoca Profesör oldu.

Allah selamet versin Yusuf Ziya Kavakçı vardı, o âlimdi, akıllıydı. Mesela bir hata ettiği zaman "Akgündüz(veya başka bir arkadaşa seslenerek) yanlış mı okuduk" derdi, haddini bilirdi o.

Ama diğeri öyle değil. Bu, birisi ses çıkarsın-yanlış okuduğunu bildiği için- "sus, ezerim kafanı" derdi. Allah rahmet eylesin. Neden? Adam ağalık için yaratılmış, ilim adamı olmak için değil.

*"Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir."(Muhakemat s.53) Bir insanın kabiliyetli olduğu dalda değil de ehil olmadığı bir alanda çaba ve gayret içerisine girmesi kâinatta konan tekvini yasalara aykırıdır.

Not: Prof. Dr. Şener Dilek Bey şöyle diyor; "her fıtrat kendi kabiliyet ve özellikleri doğrultusunda serpilir, gelişir, tekâmül eder. Kimde hangi "istidad-ı fıtri" varsa, o istidadın tefeyyüzü, yani açılım, inkişaf ve tezyidi ancak o sahaya ciddi teveccüh göstermesiyle olur. Çünkü bu açılım bir sünnetullah kanunudur, yani istidat ilimle, sanatla intişar eder, kemâlini bulur. Mesela bir gencin spor dalları içinde yüzmeye istidadı varsa onu o sahaya yönlendirmek lazımdır ki, istidadı o sahada açılsın. Ta ki yaptığı işten zevk alsın; o telezzüz tefeyyüze hatta tekeyyüfe dönsün. Çünkü istidat inkişaf ettikçe zevk ve lezzet de artar, kemale yükselir, zirveye tırmanır. (Prof. Dr. Şener Dilek, Risale-i Nur'da Derinleşme, s: 139-140, Feyza Yayıncılık-İst. 2012)

Nasıl? "Zira şanı odur ki; istidadı san'atta intişar ve tedahül ve san'atın mekayisine ihtiram ve muhabbet ve nevamisine temessül ve imtisal.. Elhasıl, fena fi-s san'at olmaktır."(Muhakemat, s.53)

Not. Bu kısmı Şener beyin bir dersinde maddeler halinde not almıştım, onu burada nakletmeyi uygun gördüm;

1-Bir insanın hayatında başarıya giden yol, o insanın istidat ve kabiliyetlerini bilmesi ve ona göre hareket etmesidir.

Bütün dünya okullarında(Türkiye'de yeni başladı) evvela yapılan şey, çocukların istidat ve kabiliyetlerini keşfetmek ve ona uygun meslek dallarına yönlendirmektir.

2-İkinci olarak yapılması gerekli şey, o işin içine girmek ve o iş içerisinde istidatların gelişmesini temindir. Yoksa eşofmanı giyen ama mindere girmeyen kimse güreşçi olamaz.

3-Başarı yolunda üçüncü husus, o meslek veya sanatın genel geçer, tecrübeyle sabit temel esaslarına uymaktır.

4-Başarı yolunda dördüncü husus, mesleğe muhabbettir. Son devrin hattatlarından Hamid Aytaç beyi(1891-1982) son zamanlarında bir gurup arkadaş ziyaret etmiştik. Kendisi bizlere yazmış olduğu hatlardan örnekler gösterirken, birisi münasebetsiz bir soru sordu; "Ya sen bu kadar sene yazı yazdın, hiç usanmıyor musun?" Hamid bey ona dönerek dedi ki ; "Benim zevkim bu.. benim hayatım bu.. Sen ne konuşuyorsun, ben bir başladım mı, sabaha kadar yazarım, muhabbetle yazarım."

İnsan neye meylettiyse, meylettiği şeyde büyür, meylettiği şey onda inkişaf ve inbisat eder. İstidad inbisata girdiği vakit, ruha yorgunluk vermez. Hatta beden de yorulmaz.

5- Başarı yolunda beşinci husus, o sanatın kanunlarına, prensiplerine tam yapışmak ve fena fi's sanat olmaktır. O sanatla bütünleşmektir."

*Fedakârlık olmadan, o ilim ve sanat dalına kendini tam vermeden o iş olmuyor. Tahdis-i nimet olarak başımdan geçen bir meseleyi anlatayım. Sene 1972-73. Gaziantep'te Devlet parasız yatılı okulunda okuyorum. Öte yandan o sırada Gaziantep'te olan merhum Hafız Taha Gültekin hocamdan dört aydır Arapça okuyorum. Cebimde para olmadığı için 45 dakika yol yürüyorum. Geri döndüğümde de yemek bittiği için, 47 gün akşam yemeği yiyemeden yatmıştım.

Bayram yaklaşıyor. Memlekete gideceğim. Cebimde 2.5 lira para var. Onu memlekete gitmek için saklıyordum. Yürüyerek bilet almak için giderken yolda İslam Kitabevi(dersaadete) uğradım. Baktım Kitabul Fıkh alel Mezahib-i Erbaa kitabı gelmiş. "ne kadar" dedim, Dedi; "2.5 lira." O yol parasını o kitaba verdim. Ve o bayram memlekete gidemedim.

"Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla san'atın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu san'ata olan meyliyle; teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî san'atın suretini çirkin eder. Zira bilkuvve olan meyil ve bilfiil olan san'atın imtizaçsızlığı için bir keşmekeş olur. Bu sırra binaen pek çok adam meyl-ül ağalık ve meyl-ül âmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna(üstünlük duygusuna)vesile-i cebr ve ta'nif(zorlama ve azarlamasına vesile) eder" (Muhakemat, s.53 )

Not: Prof. Dr. Şener Dilek Bey bu paragrafı izah ederken diyor ki; "Fıtrata mutabık bir giydirme olmazsa, neticede o kişiler yüklendikleri işleri yapamamaktan gelen bir psikoloji ile keşmekeşin içine düşerler. Hz. Üstadın beyan buyurduğu gibi; ilmin şanından olan teşvik, irşad, nasihat ve lütfu terk ederler. İç dünyalarındaki o keşmekeşlik, o boşluk, o perişaniyet bu sefer ya amiriyet manasına döner ya da maalesef ağalık, beylik ekâbirlik ve keyfilik şeklinde tecelli eder." (Prof. Dr. Şener Dilek, Risale-i Nur'da Derinleşme, s: 139-140, Feyza Yayıncılık-İst. 2012)

Böyle olunca da o kişi "ilme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen vezaif, ehil olmayanın ellerine geçti. Bahusus medaris, bunun ile indirasa(yıkılmaya) yüz tuttu"(Muhakemat, s. 53) Şu anda bu durum Türkiye Üniversitelerinde aynen cari. Ehliyete bakılmıyor, süresi dolan Profesör oluyor.

Not: Üstadın yıkılmaya yüz tutan medreseler ifadesinden, Hind alt kıtasında 19. asrın sonunda kurulan Nedvetu'l Ulema ve "Doğunun Kurtubası" ünvanını alan ve 20 bin civarında şubeleriyle parlayan Diyobend medreselerini çıkarmak gerekir kanaatındayım. Ayrıca bu medrese meselesinde aykırı ve orijinal bir yorum için İsmail Kara beyin "Şeyh Efendi'nin Rüyasındaki Türkiye" adlı eserinden(Dergâh Yayınları) "Medreseler Yürümüş, Tekkeler Çürümüş müydü?" adlı bölümün okunması gerekir diye âcizane düşünüyorum. Bir de, kendisi de medrese mezunu olan değerli hocamız Prof. Dr. M. Halil Çiçek'in "Şark Medreselerinin Serencamı" adlı kıymetli eserinin 184-185. sayfalarına bakılabilir.(Beyan Yayınları, İst. 2009)(Salih Okur)

* Bediüzzaman'ın bu mukaddimede asıl tenkit ettiği husus, Fatih'ten sonraki Osmanlı medrese sistemidir ki, Bediüzzaman "Ulûm-u medarisin tedennîsine ve mecrâ-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye (اٰلِيَه)maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye (عَالِيَه) mühmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zaptederek, asıl maksut olan ilim ise tebeî kalmakla beraber, ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkât, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir."(Muhakemat s: 54) diyor.

Öyle bir âlim tipi yetiştiriyorlar her ilimde söz sahibi olsun. Mümkün değil ki bu. Maalesef medreselerin yıkılmasına ve Osmanlının gerilemesine sebep başta bu geliyor. Çok acıdır bu..

… Tabii, talebeler bütün ilimlerin üstesinden gelemeyince, " bari şeriat ilimlerini ihmal etmeyelim" demişler. Son zamanlarda medreselerde şeriat ilimleri dışında ilimler okutulamaz hale gelmiş. Tabii, bir adam hem hadisçi, hem fıkıhçı, hem tıpçı olamaz. Bu sefer kitapları küçültme cihetine gitmişler.

Not: Bu meselede merhum İskilipli Atıf Efendi'nin medreselerin gerileme sebeplerine değindiği bir yazısından bir pasaj nakletmek isterim:

1- Osmanlılar zamanında, ilim tahsili hususunda Seyyid(Cürcani) ve Sadeddin(Taftezani) mesleği, yani allamelik davasında bulunmak için her ilmi, her fenni öğrenmek ve bilmek usulü takip olunup, daha faydalı, daha semereli olan mütekaddimin ve eslaf mesleği yani ilmi şubelerinde birinde ihtisas kesbetmek usulünün terk olunması…

2- İlmin kaynakları mesabesinde bulunan eslafın eserlerini terk ve ihmal ederek, müteahhirin ulemanın kısa ve muğlak kitaplarının medreseler programında kabulü ile maksatlarını anlamak için şerh, haşiye, haşiyet'ül haşiye tedris olunarak, talim ve terbiyede suubet(güçlük) gösterilmesi

3-Ulum-u aliye(alet ilimleri denilen dilbilgisi dersleri) ve ibarelerin lafızlarının tahlilleri ile lüzumundan fazla vakit harcanıp, dini ilimler ve faydalı hakikatlere pek az iştigal olunması ve ilimlerin göğüslerde değil, satırlarda muhafazasına çalışılması.. (İskilipli Atıf Efendi, Mahfil Mecmuası, 21. Sayı)

Not: 2. 1892 senesinde Mısır Ezher Üniversitesini ziyaret eden Hindli allame merhum Mevlana Şibli Numani, Seyahatnamesinde şunları yazmaktadır; " Uğruna bir ömür harcanan İslam hukukunun ve Arapça dilbilgisinin eğitimi de araştırıcı, derinliklerine ulaştırıcı ve üstün yetenekli kimseler yetiştirici tarzda değil. Normal bir dilbilgisi kitabı olan Kafiye ve benzerlerinin şerhleri, şerhlerinin şerhleri ve onların da daha geniş şerhleri okutulup ezberletiliyor. Şeyh Taban diye ünlü bir bilgin varmış. Yakın zamana kadar yaşamış. Onun yaptığı şerhe o kadar değer verilmektedir ki, bunun da şerhleri, hatta şerhlerinin kenar notları ders kitabına girmektedir. Bunların hepsinin sırası ile ezberlenmesi büyük bir başarı ve ilimde, kültürde, dilde yüksek noktaya ulaşma olarak kabul edilmektedir. Ben kendim Ezher'de (misafir olarak) kaldığım için genellikle öğrencilerle görüşür, sohbet ederdim. Onların son derece basit, böyle önemsiz küçük işlerle meşgul olduklarını gördükçe çok üzüldüm. Böyle lüzumsuz, faydasız eğitimin etkisi iledir ki; maalesef uzun bir süreden beri Ezher, yetenekli, değerli bir âlim ve yazar yetiştirememiştir." (Şibli Numani, Anadolu-Suriye Mısır Seyahatnamesi-terc: Yusuf Karaca- Risale Yayınları-İst. 2002)

Not: 3: Üstad, Münazarat 'ta medreselerin zamana göre ulema yetiştirememesinin üç sebebini sıralıyor;

1-İntizamsızlık

2-Tefeyyüz eksikliği

3-Mahreç bulunması..

Not: Bu meselelerin genişçe izahı için Prof. Dr. Şener Dilek beyin "Tarihten Bir Sayfa; Eski Said'in Medreseler Hakkımda Bir Değerlendirilmesi" adlı yazısına bakılabilir. (Prof. Dr. Şener Dilek, Risale-i Nur'da Derinleşme, s: 132-161 Feyza Yayıncılık-İst. 2012)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.

Hac, 50

GÜNÜN HADİSİ

“Âdemoğlu, kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir amelle Allâh’a yaklaşabilmiş değildir.

İ. Mâlik, Muvatta’, Kur’an 24; Tirmizî, Edâhî, 1; İbn-i Mâce, Edâhî, 3)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI