Cevaplar.Org

TERCÜMAN-I AHVALDEN GÜNÜMÜZE MEDYA VE TESİRİ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... Hassan bin Sabit (Radıyallahu Anh)’den rivayetle Rasûlullah (Sallâllahu Aleyhi Vesellem) ona: “Ey Hassan Rasûlullah’dan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (yani benim tarafımdan o müşriklere) cevap ver. Allahım onu Ruhulkuds (olan Cebrail (aleyhisselam) ) ile kuvvetlendir.” (Buhari, Bed’ül Halk: 6)


Ali Haydar Çetintürk

cetinturkalihaydar@gmail.com

2020-12-01 16:28:53

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Hassan bin Sabit (Radıyallahu Anh)'den rivayetle Rasûlullah (Sallâllahu Aleyhi Vesellem) ona: "Ey Hassan Rasûlullah'dan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (yani benim tarafımdan o müşriklere) cevap ver. Allahım onu Ruhulkuds (olan Cebrail (aleyhisselam) ) ile kuvvetlendir." (Buhari, Bed'ül Halk: 6)

''Tarihte bugün'' penceresini aralayarak içerisinde bulunduğumuz zaman dilimine tevafuk eden, ilk özel gazete olan Tercümân-ı Ahvâl gazetesini ve bu sebeble medyanın gücünü ve insanlar üzerindeki tesirini günümüzden ve Asr-ı Saadet den misaller vererek anlatmaya bizi muvaffak kılan Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun.

İlkler her zaman hatırlanır. 1831'de çıkarılan ilk resmi gazete Takvim-i Vekâî'dir. İlk tıb dergisi ise 1849 da Vekâyi-i Tıbbiyye'dir. 1852 yılında çıkarılan ilk atasözü derlemesi olan Müntehabât-ı Durûb-i Emsâl'i, 1859 daki ilk manzum ve nesir çevirisi olan Tercüme-i Manzum ve Muhaverat-ı Hikemiye takip etmiştir. Fakat 1860 yılında çıkarılan Tercümân-ı Ahval gazetesini ön plana çıkaran şey, ilk özel gazete olmasıdır.

22 Ekim 1860 ve 11 Mart 1866 yılları arasında 799 sayı yayımlanan Tercümân-ı Ahval, Yozgatlı Çapanzade (çapanoğlu) Ömer Hulusi efendinin oğlu 1832 Sorgun doğumlu Âgâh efendi ile ünlü şair İbrahim Şinasi'nin (Do; 1826 Öl; 1871) beraberce çıkardıkları bir gazete olup, Takvim-i Vekâî ile Cerîde-i Havâdis gazetelerinden farklı olarak, içeriği zengin bir gazetecilik örneği sayılmış ve ciddi bir kamuoyu oluşturmuştur.

Yayın ekibi olan yazar ve şair Ziya Bey, ünlü tarihçi ve lisan uzmanı Ahmed Vefik paşa, Hasan Suphi efendi, daha sonraları kendi edebiyat gazetesi olan Mirat'ı çıkarmaya başlayan gazeteci Mustafa Refik bey ve diğer genç yazarlar gazetenin çok kısa zamanda üne kavuşmasına sebeb olmuşlardır.

Önceleri sadece pazar günleri çıkan gazete, sonra haftada üç gün çıkarken, Cerîde-i Havâdis gazetesiyle rekabet edebilmek için yayınını beş güne çıkarmıştır.

Ağzında bal olan arının kuyruğundaki iğne değişmez bir hakikattir. Şinasi'nin ballı edebiyatı yanı sıra Ahmed Vefik Paşa, Ziya Paşa, Refik bey'in, Osmanlının geri kalma nedenlerini tartıştıkları iğneli yazıları da Tercüman-ı Ahval'in hakikatı olarak karşımıza çıkıyordu.

Eğitim sistemini sert bir şekilde eleştiren iğneli bir yazıdan sebeb, Mayıs 1861'de iki hafta süreyle gazetenin kapatılması, ülkemizde yayın durdurmanın ilk örneği olarak tarihe kaydoldu.

İngilizce, İtalyanca ve özellikle çok iyi Fransızca bilen, Bâb-ı Âli deki tercüme odasında memurluk yapan, Sultan Abdülmecid'in emriyle posta nâzırı olan ve ilk özel Türk gazetesinin sahibi olması sebebiyle gazetecilik mesleğinin kurucusu sayılan Âgâh efendi, bir aksiyon adamıydı. Şinasi ise teori insanıydı. Âgâh efendi sabırsız, Şinasi ise sabır timsaliydi. Karakter farklılıkları 24. sayıdan sonra bu iki zatın, yollarını ayırmasına sebeb oldu.

Şinasi'nin ayrılmasıyla %50 küçülüp pazar, salı ve perşembe günleri çıkan gazete, Refik beyin gayretiyle bir sene daha yürüdü. Refik beyin ölümünden sonra Namık Kemal'in yazı yardımları ve Hasan Suphi'nin gayretleriyle biraz daha devam etti. Fakat onun da Halep'e memur edilmesi üzerine yavaş yavaş söndü ve kayboldu.

Böylece Tercüman-ı Ahval, Âgâh efendinin 1885'de Atina'ya elçi olarak gönderilip, aynı sene vefat etmesinden tam bir yıl sonra kurucusu gibi hayata gözlerini yumdu.

ASR-I SAADET VE MEDYA

Medya denilince televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve türevleri yani kitle iletişim araçları akla geliyor. Peki, bunların olmadığı asırlarda, özellikle asr-ı saadette kitle iletişimi nasıl sağlanıyordu?

Bunun en güzel örneği ve kitle iletişim aracı, insanların birbirini etkilemek için kullandıkları şiirlerdi. Öyle ki, bir şiir Evs ve Hazrec gibi iki toplumu silaha sürüklediği gibi, yine başka bir toplumun imanına sebep olabiliyordu.

''Seması berrak olan coğrafyada yaşayanların zihni ve zekâsı da berrak olur '' gerçeği, en güzel olarak asr-ı saadette vücud bulmuştur.

''O kadar güzel konuşuyor ki; adeta büyülendim '' sözü, Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Muhakkak sözün bir kısmı sihir (gibi) dir." (Buhari) Hadis-i şerifinden anlaşılan, sözün insan üzerindeki etkisinin harf olarak cümle kalıbına dökülen itirafıdır.

Yine;

 "Kılıçların (mızrakların) açmış olduğu yaralar ki onların ilacı vardır, (fakat) lisanın açmış olduğu yara iyileşmez" mısraının bize fısıldadığı gerçek; sözün menfi yönden tesir edip, kapanması zor olan yaralara sebeb olduğu hakikatidir.

Hassan bin Sabit (Radıyallahu Anh), Ka'b bin Züheyr (Radıyallahu Anh), Abdullah bin Ravaha (Radıyallahu Anh), Amir bin Ekva' (Radıyallahu Anh) vb. zevat asr-ı saadetin göz ardı edilemeyecek değerlerinden sadece bir kaçıdır.

2. Akabe biatının ardından 60 yaşında Müslüman olup, vücud zafiyetinden dolayı Bedir'e katılamayan fakat (günümüzde savaş zamanında çalınan marşlar misali) müslümanları cihada teşvik eden şiirler yazdığı için Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Hassan'ın beytleri düşmana ok darbesinden daha tesirlidir" sözleriyle taltif ettiği Hassan bin Sabit (Radıyallahu Anh) o zamanın kitle iletişim aracı olan şiirleriyle, lisan ile yapılan cihad'a çok güzel bir örnek teşkil etmiştir.

Mescidi Nebi'de Hassan'ın (Radıyallahu Anh) müstakil bir minberinin olması ve Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emriyle Ebu Bekri Sıddık'dan (Radıyallahu Anh) bilgi alarak muhatabını hicvetmesi (yermesi), kitle iletişimde doğru bilgiye ulaşma adına bilen bir danışmana da ihtiyaç olduğunu gösteren bir gerçektir.

Hicret'in 9. yılında Medine'deki esirlerini almak için gelen müşriklerin içerisinden Utarid'in yaptığı edebi bir konuşmadan sonra Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Sabit bin Kays'a: "Kalk bunun konuşmasına cevap ver" buyurdu. Ardından müşrik bir şairin okuduğu şiire karşılık da: "Kalk ya Hassan, bunun şiirine karşılık ver" buyurdu. Bunun üzerine Akra' bin Hâbis: "Yemin ederim ki; Muhammed'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hatibi ve şairi, bizim hatibimiz ve şairimizden daha üstündür. Sesleri de seslerimizden daha canlı ve gürdür" dedikten sonra Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına sokulup kelime-i şehadet getirerek Müslüman olunca, kavmi de onunla beraber Müslüman oldu ve esirler de onlarla beraber salıverildi.

Bu hadise bizlere sözün etkisini ve insanları müsbet yönde nasıl yönlendirdiğini gösteren bir vâkıadır.

Aynı şekilde Bedir'de ölen müşrikleri övmek için yazılan bir şiire, Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emriyle Hassan bin Sabit'in (Radıyallahu Anh) verdiği cevabın tesiri ve baskısı sebebiyle şair Ka'b bin Eşref'i Mekkeli müşriklerden hiç biri evinde misafir etmeye cesaret edememiştir.

Hazrec kabilesinden olan Hassan bin Sabit (Radıyallahu Anh) 682 de, 120 yaşındayken Medine-i Münevverede vefat etmiştir.

Müzeyne kabilesinden babası ve kardeşi gibi şair olan, Rasûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hırkasına malik olmuş, Kaside-i Bürde sahibi, 645 de Şam'da vefat eden Ka'b bin Züheyr de (Radıyallahu Anh) bu mevzunun örneklerinden biridir.

Hayber gazasında diz kapağından aldığı kılıç darbesiyle şehadete uçan Amir bin Ekva'nın (Radıyallahu Anh) toplulukları galeyana getirip, tesiri altına aldığı Arabî şiirlerini burada okumayı çok isterdim fakat vicdanıma gelen sesden dolayı Abdullah bin Ravaha'dan (Radıyallahu Anh) misal vermek istiyorum.

Rasûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devesi Kusva'nın yuları elinde Hareme girerken şöyle sesleniyordu İbn-i Revaha (Radıyallahu Anh):

Ey kâfirler çekilin, Peygamberin yolundan

Ki Allah-u Teâlâ, ona gönderdi Kurân

Her hayır ve iyiik, vardır onun dininde

Bu din için ölmektir, en hayırlı ölümde

Gerçek Rasulullahtır, kabul ettim yürekten

Her sözüne inandım, kabul ettim şimdi ben

Ey kâfirler Kurân'ın, Allâh-u Teâlâ'dan

İndiğini siz inkar, eylediğiniz zaman

Nasıl indirdik ise, darbeleri aniden

Ve nasıl ayırdıksa, başınızı gövdeden

Onun manasına da, inanmazsanız eğer

İner aynı şekilde, başınıza darbeler.

Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh): "Ey İbn-i Revaha! Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) önünde, Harem-i şerifde nasıl şiir okuyabiliyorsun" deyince, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ya Ömer! Mani olma! Düşmana karşı oklardan daha tesirlidir Abdullah'ın sözleri. Devam et ey İbn-i Revaha!" dedikten sonra Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) sustu, Abdullah ibn-i Revaha (Radıyallahu Anh) tebliğ, tebşir ve tehdit barındıran sözlerini müşrik topluluğa iletmeye devam etti. Zira o gün en tesirli iletişim, o toplumda ezberi en zayıf olan insanların bile ezbere bildiği, Kâbe'nin duvarında asılı, onlarca kıta'dan ibaret olan, Muallakat-ı Seb'a denilen yazılı yayınların içerisindeki şiirlerden ibaret idi.

ASR-I DALÂLET VE MEDYA

Bugün medya, toplumları etkilemek bakımından birinci etkili yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Napoleon Bonaparte'nin: "Ben üç gazeteden, yüz bin süngüden daha çok korkarım'' sözü bu manayı ifade etmektedir. Zira bir ağızdan çıkan bin ağıza yayılır ve şerbetli yalancılar sebebiyle kötü bir gazete, bir çuval dolusu zehirden daha fazla zehirleyici hale gelir.

Mumu yatsıya kadar yananlar, İslam karşıtı kokuları teneffüs edip, kalemlerini o kokulu mürekkebe bulaştırdıkları için; 'İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlarda koklaşa koklaşa anlaşır' atasözünü aklımıza getirmektedir.

Rüzgâra doğru tükürenler aslında kendi yüzlerine doğru tükürmüş olurlar. Antik Yunan'da komedi yazarı Aristophanes'in dediği gibi: "Bir yengece, doğru yürümesini asla öğretemezsiniz." Çünkü onun fıtratı bunu gerektirir. Fakat yengeçlerle beraber yürümek zorunda da değiliz. Gel gör ki, yabancılar girmesin diye evlerimizin kapılarını sıkı sıkı kapatırken, yüzlerce medya kanalından bize doğru yan yan yürüyen yengeçlerle yan yana yürüdüğümüzün bilmem farkında mıyız?

قُلْ هُوَ نَبَأٌ عَظِيمٌ

 "De ki: O (Kur'an) çok büyük bir haberdir." (Sad: 38/67)Kavl-i şerîfiyle Kur'an'ın büyük bir haber olduğunu bildiren Rabbimiz, Kur'an'ın ve müslümanların aleyhine olunca (kendi tabirleriyle) 'haber patlatan', işlerine gelmeyince de (aynı tabirle) 'haber atlatan' fasıkların verdiği haberlerin araştırılmasını emir buyurarak,(Hucurat: 49/6) müslümanları temkinli olmaya mecbur kılmıştır.

Gutzkow'un dediği gibi: "Gazeteciler zamanın ebesi ve mezarcısıdır." Yani istediklerini yüceltir, dilediklerini de cüce yaparlar. Haberleşme vasıtaları çoğalırken ruhen birbirinden kopuk olan insanların bu mezarcıların küreğine sap olduklarını gördükçe, haberin insan üzerindeki etkisi bakımından 'kar mı soğuk, söz mü soğuk' atasözü aklımıza geliyor ister istemez.

HATİME

Her şeyin basitleştirilip, magazinleştirilerek, eğlence showları haline getirilmesiyle yapılmak istenen, acaba düşünemeyen bir toplum üretmek midir?, bilemem fakat, medyanın insanlar üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri herkes tarafından malumdur. Buna yüzlerce misal vermek mümkündür. İyilerin azlığını göz önünde bulundurarak birkaç hoş olmayan (haber kaynaklı) misal vermenin yerinde olacağı kanaatindeyim.

Mesela kriminal şiddet olaylarıyla medyanın kurgusal programlarının dikkat çekici benzerliği ve o programların insanı etkilemesine, "B... İ......." adlı sinema filminde tecavüz sahnesinin ardından pek çok gencin bunu taklit ederek tecavüze yeltenmesi ve bu sebeble filmin gösterildiği kanal olan NBC televizyonu aleyhine kamu davası açılmış olması tipik bir (haber) örneğidir.

Medyada kadın imajının sıkça kullanılması neticesinde ''kendimi durduramıyorum'' diyerek, 8 kız çocuğuna tecavüz eden ve 17'sine de tecavüze yeltenen Ümraniye sapığı daha dün gibi hafızalarımızda saklı duruyor.

Bugün hâlâ müslümanları yobaz olarak gören bazı kesimin ''Vurun Kahpeye'' adlı İslam'ı karalayan filmi referans olarak göstermeleri, medyanın insanları nasıl etkilediğinin bir başka kanıtıdır.

Gezi parkı olaylarıyla galeyana getirilip, sokağa dökülen gençlik, bu maymunist medyanın eseridir. Okullardaki ders kitaplarında gencecik filizlere darwinizm doğruymuş gibi okutulmasaydı bugün antidarwinizm olmadığı gibi, maymunistlere cevap vermek zorunda da kalmayacaktık.

11 Eylül 2001 sonrası, medyanın Müslümanları yerleştirdiği konum sebebiyle her Müslümana potansiyel terörist gözüyle bakanlar da, yine akıllarını bu medyaya kiraya verenlerden başkası değildir.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

Necm,28

GÜNÜN HADİSİ

SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ

Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI