SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
Tasavvufu gelişimi itibarıyla dört devreye ayırmak mümkündür. Birinci devrede, tasavvuf tabiri gelişinceye kadar –ki, ikinci hicri asra tekabül etmektedir- kalbi hayat için zühd kavramı tedavülde ve kullanılmaktadır. Zühd insanı manevi ve kalbi hastalıklardan arındırıp yakine isal etmektedir.
Tasavvufu gelişimi itibarıyla dört devreye ayırmak mümkündür. Birinci devrede, tasavvuf tabiri gelişinceye kadar –ki, ikinci hicri asra tekabül etmektedir- kalbi hayat için zühd kavramı tedavülde ve kullanılmaktadır. Zühd insanı manevi ve kalbi hastalıklardan arındırıp yakine isal etmektedir.
İkinci devrede ise bizzat tasavvufun ıstılah haline geldiğini ve taifeyi ifade eden bir kavrama dönüştüğünü görmekteyiz. Dördüncü hicri asırdan sonra nasıl ki, içtihad devrimin sona erdiği ilan edilmiş ve mezhepler kurumsallaşmışsa, aşağı yukarı aynı dönemlerde de tasavvuf da kurumsallaşmış ve kurumsallaşan tasavvuf şubelere ayrılarak tarikatlara dönüşmüştür. Bu anlamda tasavvuf fıtri alanı temsil etmektedir. İnsan fıtri olarak sufidir. Ama her sufi, ehl-i tarik değildir. Tasavvufun kurumsallaşmış haline tarikat diyoruz. Tarikatlar da 13'üncü hicri yıla kadar varlığını sağlıklı bir biçimde devam ettirmiş lakin Kuşadalı İbrahim Halveti, İbni Acibe gibi şahsiyetlerin de haber verdikleri gibi tasavvufun geliştiği ve üzerine yükseldiği ve boy attığı saha olan Şeriatın alanının daralmasıyla birlikte tarikatlar adeta kendilerine hayat veren oksijenden mahrum kalmışlardır. Dolayısıyla 14'üncü yüzyıla gelindiğinde kurumsallaşma dönemi de sona ermiş ve tarikatlar ciddi bir daralma yaşamışlardır.
Tarikatlara hayat veren ulema ve arifler de azalmış ve kurum ciddi bir sarsılma geçirmiştir. Lakin tasavvuf fıtri olduğundan dolayı kurumsallığın dışında da varlığını korumuş ve özüne ve kabuğuna çekilerek hayatiyetini devam ettirmiştir. Lakin bu alanda ciddi bir tecdit ihtiyacı da hâsıl olmuştur. Zira kurumlar bir enkaz yığını haline gelmiştir. Yeni döneme uygun olarak tasavvuf alanında tecdit gerekmektedir. Bu alana Tuğrul İnançer gibi bazıları tecdit yerine içtihad alanı dese de yeni dönemde bu alanda tecdide ihtiyaç hâsıl olmuştur.
Bu alanda üç zat tecditde bulunmuştur. Bunlardan birisi Halidiyye kolunun bendelerinden ve bağlılarından olan Hamalı Şeyh Muhammed Hamid'dir. (v. 1969)Yeni dönemde altyapı kalmadığından dolayı teberrük şeyhlerinin kaldığı ve insanın bu eksikliği selatu selam evradıyla kapatabileceğini söylemiştir. Ondan ve benzerlerinden ilhamla ve İhvan'ın yöntemiyle de cem ederek Said Havva(1935-1989) bir tecdit denemesinde bulunmuş ve yeni bir dille ve üslupla Terbiyetüna'r-Ruhiyye kitabını kaleme almıştır.
İkinci zat ise Muhammed Said Ramazan el Buti'nin babası Molla Ramazan'dır.
İmam Rabbani ve izindekilerden sonra geçen yüzyılda Şeyhül Hind Mahmud Hasan ile birlikte her alanda kapsamlı bir tecdit hareketi başlatan Hekim el ümme lakaplı Eşref Ali Tehanevi özellikle tasavvuf alanında büyük inkişafa mazhar olmuştur.
Eşref Ali Tehanevi, Şeyh Muhammed el Hamid ile tasavvuf alanındaki yenileme faaliyetlerinde benzeri sonuçlara ulaşmıştır. Şeyh Hamid'in tesiriyle Said Havva Ruhi Terbiyemiz adlı kitabını yazarken, Eşref Ali Tehanevi'nin tesiriyle de talebesi Abdulbari Nedevi, "Tasavvuf ve Hayat" kitabını kaleme almış ve gerçekten de bu kitabında tasavvuf anlayışında ilcaat-ı zamana göre ayarlama ve uyarlama ve yenilikler yapmıştır.
Hamalı Muhammed el Hamid'e göre, ilim tasavvufun amiri ve emiridir. Eşref Ali Tehanevi ise bunu kendi üslubuyla şöyle ifade eder: "Tarikat Şeriat'a bağlı ve ona hadimdir." Dolayısıyla şeriatı tarikata tercih etmiştir. Hâlbuki bilinir ki genellikle sufiler arasında şöyle bir ifade yaygındır: Tasavvuf öz ve şeriat ise kışır ve kabuktur.
Bununla birlikte, Bediüzzaman tasavvufun kemalat anlamında meyve olduğunu söylemiştir. Peki, bu durumda hangisi doğrudur? Bu sözler çelişkili mi yoksa birbiriyle kabil-i telif midir? Elbette bu sözler farklı makamlarda söylenmişlerdir. Söylenilen makamlar anlaşılınca arada varsayılan işkal veya çelişki de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Şöyle ki, temellere temas ettiği oranda tasavvuf da temel ve belki öz haline gelir. Ve İslam'ın özü olarak adlandırılır. Lakin şahsi kemalata hizmet ettiği oranda tekmiliyet yani tamamlayıcılık vasfı kazanır ve bu durumda da meyve olarak anılır. Önce bu hususta Bediüzzaman'ın sözlerine kulak verelim: "Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar..."
Bu hususta Bediüzzaman'ın iman ifadesi yerine Tehanevi kesb-i insaniyeti koyar ve kesb-i insaniyetin kesb-i velayetten önce olduğunu söyler. Kesb-i velayetin vucup derecesinde olmadığını söyler. (Muhammed Rahmetullah en Nedevi, Eşref Ali Tahanevi, Hekim el Ümme, Daru'l Kalem, S: 196).
Bazı sufiler 'sadıklarla beraber olunuz' ifadesinden tarikatlara tevessül etmenin vucubiyetini çıkartırlarsa da, Tehanevi bu hükme katılmaz. Lakin bununla birlikte, kemalat-ı insaniyet için sadece mücerret okumanın yetmeyeceğini ve salih insanlarla da düşüp kalkmanın şart olduğunu söylemiştir.
Sufi olmasına rağmen sufilerden ayrıldığı nokta şudur: Bazı sufiler belki kâmil ve salih insanların ancak tasavvuf cihetiyle kemalat tahsil ettiğini düşünürler. Lakin yine sufilerin dediği gibi Allah'a giden yollar nefeslerin sayısıncadır. Dolayısıyla burada bir tekel kurmak ve oluşturmak meslek ve meşrep taassubu olarak tezahür ediyor. Kesb-i velayet kavramı yerine tasavvuf hakkında batini tezkiye ifadesini de kullanır. Mesele kalbin temizlenmesine taalluk ettiği nispette tasavvuf Tehanevi'nin nazarında İslam'ın özü mertebesine yükselir. Zira Allah bizden kalb-i selim istiyor. Kalb-i selim ise imanı selimden kaynaklanır. Temelsiz bir kalb-i selim düşünülemez. Lakin talebesi Abdulbari Nedevi'nin ifade ettiği gibi, her tezkiye de tasavvuf değildir. Tasavvufi tezkiye müteşerri olmak zorundadır. Tasavvuf şeriattan müstakil ve bağımsız olamaz. Tahanevi zikrin hakikati ile suretini birbirinden ayırır. Zikrin hakikati Allah ile birlikte olmak sureti ise telaffuzuyla birlikte olmaktır. Tahanevi amellerin en büyüğü olarak zikri görmektedir. Bundan dolayı zikrin hakikatine ermeyen evrad ve zikir şeyhlerinin asla ıslah şeyhi olamayacaklarını söylemiş ve bu gibi kimselerin zikirlerinin gırtlaktan kalbe intikal etmediğini de ifade etmiştir. Duanın zikirden de efdal oluğunu belirtmiştir. Tarikatın şekliyatının bir vesile olduğunu ifade etmiş ve tam da bu noktada Bediüzzaman gibi bir tespitte bulunmuştur: "Zikir ve tarikat sonucu elde edilen haller(ahval) ise tasavvufun meyvesidir ki gerekli değildir. Meyvelerin zahir olması gerekmez. Ve meyveleri elde etmek de ne vacip ne de matluptur." (Eşref Ali Tahanevi: Hekimü'l ümmet ve Şeyhü Meşayihi'l Asri'l Hadis, s: 258, Daru'l Kalem). Dolayısıyla mesele tavazzuh etmiştir.
Bediüzzaman gibi muakkiplerince müceddit olarak anılan ve sayılan Tahanevi de İslami ilimleri gıdaya, akli ilimleri de ilaca ve devaya benzetir. Bir başka tanıma ve benzetmeye göre de fakihler doktor ve muhaddisler eczacılara benzer.
Hulasa demek ki, tasavvuf kalbi ıslaha yöneldiğinde İslam'ın özü ve şahsi kemalatın peşine düştüğünde ise meyvesi olur. Elbette kalbi tezkiye ile şahsi kemalat arasında bağ varsa da her zaman aynı istikamette seyretmezler. Birisi kitleye hizmete dönüşürken diğeri şahsi kemalatı tahsile yönelir.
Mustafa Özcan
2010
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN

Hekim gözü ile Ramazan perhiz ayıdır. Bir çok hastalıklara karşı tıbbın tavsiye ettiği im
HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

“Paris'in büyük hayat sıtmasına tutulduktan sonra(1) yapmaya hiç vakit bulamayacağım bir zi
YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU

Fransız yazar Claude Farrare, Çanakkale’de bir köyde, 1900’şerin başında yaşadığı çok
BİZ DE RAHATSIZIZ

Elinize bir kalem alsanız ve siyasette, ticarete, sanatta, eğitimde en fazla isim yapmış insanla
"BANA KUR’AN YETER!”

Bana Kur'an yeter!" cilerden beni sevdiğini söyleyen biri, kendisi Hadisleri kabul etmeyerek doğr
MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ

Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indiğinden Kur’an’da geçen her kelimenin o günkü manaları
MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR

Hak mezheblerde akıl ve mantığın tasdik etmediği hiçbir mes’ele yoktur. Çünkü onların n
‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?

Halk arasında Kadir gecesinin bin aya eşit olduğu şelinde bir anlayış vardır. Bu yanlıştır
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
- “OKUMADAN OLMAZ”
- İBRETLİ BİR HATIRA
- NAZIM HİKMET “MUHTEŞEM ÜSTÜ MUHTEŞEM BİR ŞAİRDİ!”
- NÂZIM HİKMET PUTU
- NAZIM HİKMET’E SAYGI
- BEDİÜZZAMAN FOBİSİ
- BAZI ORYANTALİSTLERİN VE ONLARIN TAKİPÇİLERİNİN DÜŞTÜĞÜ FAHİŞ HATALAR
- HER ŞEY KUR’AN’DA OLDUĞUNA GÖRE, ÂLİMLERE NE İHTİYAÇ VAR?

Şüphesiz Biz Seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Fetih, 8
GÜNÜN HADİSİ
Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin
250 Hadis, s.27
SON YORUMLAR
- Rabbimiz gani gani rahmet eylesin…...
- Yahudi propagandası için uydurulmuş yalan bir hikâyeyi bu güzel siteye yak...
- Selamun aleykum hocam seyda molla nadirın yanında ıcazesını alanlardan...
- Receb bey o rüyayı kaydetmedik, o rüyanın risalelerle alakası yoktu, ama o...
- Güzel paylaşım, kaynak belirttiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. :)))...
- 18 Nisan 2021,tarihinde rahmetli oldu.....
- Allah razı olsun. "kısmetse diğeri de gelecek haftaya." kısmında yer alan ...
- Cenab-ı Allah ( cc) Salih rüya sahiplerinin sayısını artırsın....
- Makalede kullanılan " Kıskançlık " sıfatı, Ehli sünnet akidemize göre," ...
- İstifade etmek istiyorum....
TARİHTE BU HAFTA
*Sultan Abdulaziz Han Şehid Edildi.(4 Haziran 1876)
*Kırım'ın Fethi(6 Haziran 1475)
*Süleymaniye Camii İbadete Açıldı(7 Haziran 1557)
*EFENDİMİZ'İN (s.a.v.) DÂR-I BEKA'YA İRTİHALİ(Vefatları)(8 HAZİRAN 632)
*Hz.Ebubekir (r.a.)Halife Seçildi(9 Haziran
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...