Cevaplar.Org

MUHAKEMAT DERSLERİ-7

Ders: Muhakemat Dersleri (7.Ders), Birinci Makale, İkinci Mukaddime İzah: Prof. Dr. Şener Dilek “Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir. Şöyle tahakkuk etmiştir. Âlemde meyl-ül istikmal vardır.” (Muhakemat, s. 16)


Serkan Çakır

serkancakir82@hotmail.com

2020-09-01 08:17:22

Ders: Muhakemat Dersleri (7.Ders), Birinci Makale, İkinci Mukaddime

İzah: Prof. Dr. Şener Dilek

"Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir. Şöyle tahakkuk etmiştir. Âlemde meyl-ül istikmal vardır." (Muhakemat, s. 16) 

Dün bilmediğimiz, görmediğimiz, idrak ve intikal edemediğimiz hatta mazide hayal dahi edemediğimiz birçok hakikatler bugün gerçek olmuş. Bin sene geriye gidin; o günden bugüne bakın, insanlar üç saatte İstanbul'dan Mekke'ye gidecek, o zamanlar hayal dahi kabul etmez. Bütün dünya küçülecek, işte internet, bir anda dünyanın binlerce yeri ile aynı anda konuşulacak, işte telefon. Tıp, teknoloji, ulaştırma, uçak sanayi, ticaret, sanat, her cephesiyle dün bizim meçhulümüz olan, idrakimizin tartmakta aciz kaldığı, hatta hayalimizin dahi yetişmekte ulaşamadığı noktalara bugün ulaştık mı, demek dün mazi sayfasında meçhul, örtülü ve kapalı olan bir mesele istikbalde çok bedihi ve açık olabilir mi, olabilir. Bunu her yerde görüyoruz; ilimde, sanatta, teknolojide, beşerin bu manada istidatlarının açılımı var.

*"Bizim bir Kürd demiştir:

Her zerrede temayül ayandır tekâmüle

Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile

Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,

Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.(Kahriyyat} (Muhakemat, s. 16) 

Kahriyyat kimin kitabıdır? Çok enteresan ki, Allah akıbetimizi muhafaza buyursun, Kahriyat, Abdullah Cevdet'in kitabı. Abdullah Cevdet Kürt oğlu, şark insanı, babası da hoca. Hoca bir ailenin çocuğu. İstanbul'a geldiği zaman İttihat Terakki'ye ilk defa girmek istediği zaman, çok dindar ve mutaassıp diye almamışlar. Sonra İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiyeyi bitirmiş. Osmanlıyı perişan eden bütün menfi ateist fikirlerin ilk çıkış merkezi; Mekteb-i Tıbbiye-yi şahane. Bir Alman feylesofu ile Osmanlının münevverlerini zehirlemişler. Abdullah Cevdet de o zehiri içenlerden.

Beşir Fuat var, bu da ateist, "her şeyi deneyle görürüm, pozitivist deneyle olursa kabul ederim, olmazsa red ederim" zihniyetinde. "Ölümü de deneyle kabul edeceğim" demiş, eline kalemi almış, bıçakla şah damarından kesmiş, ölüm anını yazıyor. Otuz beş yaşında geberdi gitti.

Osmanlının son döneminde ateistliği, dinsizliği tamim edenler tıbbi askeriyenin mezunları. Demek milli eğitimin ve maarifin ne kadar önemi var. Nereden nereye düşülmüş.

Ziya Gökalp bidayette ırkçılık fikrini gündeme sokmadan yazdığı makaleleri var; çok güzel, çok hakimane.. Sonrası fena. Kafasına kurşun sıktı, öldü. Bunalıma girdi.

Tevfik Fikret'in oğlu papaz. Ne oldum değil de, ne olacağım noktasında insanın kendi hayatını ciddi murakabe etmesi lazımdır. Hadis-i şerif var ya; "hikmet müminin yitiğidir, nerede bulsa alır." [Tirmizî, İlm 19, (2688).]  Üstad Mektubat'ta bir mektubunda "fena ve fani bir adamın güzel ve baki bir sözü" var diyerek Tevfik Fikret'in bir şiirine yer verdiği gibi, işte burada da Abdullah Cevdet'in bir şiirini almış.

Cenab-ı Hak her şeyin fıtratında o şeyi kemalata ulaştıracak unsurları da yaratmış. Hilkatte kemal, terakki ve tasaffi, maksat ve matluptur. Fıtratların açılımı yani fıtratlar kuvveden fiile çıkacak, fakat bu açılım şarta tabidir. Mesela her çekirdekte kuvvede ağaç olma istidadı vardır ama çekirdeğin kemale gitmesinin sünnetullah noktasından cihet ve cephesi vardır. O çekirdeği toprağa sokacaksın, ayrık otlarını temizleyeceksin, muzaheret edeceksin, etrafını çitle döneceksin. Sünnetullah kanunlarına göre açılıyor; üç beş yıl sonra kemale ulaşıyor. Önce filiz, aynı insan gibi, çocukluk, gençlik kuvveti… Tezahür ve tecelli… işte ağaç meyvesini, semeresini verdi. Sünnetullah kanunu içerisinde çekirdeğin açılımı ve külliyet manasında meyveye yükselişi gibi, fıtratlarda da bu var mı, var. Her insanın fıtratında kemale medar nüveler var ama bunları eğitimle, sebatla, şevk ve gayretle, metodoloji ile, yönlendirme ile açıp inkişaf ettirmek gerekir. Allah bütün insanların istidat ve kabiliyetini cennete müsait bir tarzda yaratmış, bizim koordinatlarımız bu.. Ama üstadın bir tabiri var; insan çendan bütün esmaya mazhardır fakat nefis var, enaniyet var, rehavet var, tembellik ve miskinlik var. Ve daha pek çok sebebler var… Bütün bunlar kemalat-ı külliye-yi kamilenin önündeki engeller. Askeriyede komandoların sahası var ya, oraları atlamak için ne lazım? Ter dökeceksin, fizik ve kondisyonunu, cehd ve gayretini geliştireceksin.

"İnsan ise; âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meyl-ül istikmalden bir meyl-üt terakki mevcuttur." (Muhakemat, s. 16)

Marifetullah noktasından düşünürsek, her bir esmaya medar insanda açılım var. Belki şuunat-ı ilahiyeye medar da bir açılım var ama, aması çok. Kemalat-ı külliyeyi kamileyeye medar her fıtratta yol var. Ama yolu kapatmışız, örtmüşüz, duvar örmüşüz. Şevk eksik, hamiyet eksik, gayret eksik, dava ruhu eksik, aşk-ı İslamiyet eksik, onlar dumura uğramış…

Bütün kâinat nokta-yı kemâle doğru yürüyor. Hayatın standartlarının yükselmesi tek kelime ile kemaldendir. Hatta hayatın tanziminde, içtimai rabıtaların tesisinde temelde esas ölçü kemâldir. Ortaokulu bitirdikten sonra sağlık meslek okuluna gidersen oradan sağlık memuru çıkarsın. Bak kemâl değil… Tıp fakültesini okursun, pratisyen doktor olursun. Ama yine kemâl değil. Uzmanlığa ulaşırsın, dâhiliyede profesör olursun. Ama tıbbın diğer konularında sen gene tufeylisin, senin sözün, senin reçeten, teşhisin o diğer dallarda esas alınmaz.

Bugünkü hayatta kemâlin arkasında diploma var, diploma kemâli gösteriyor. Çocuk ilkokula gittiği zaman, a ile b yi tefrik edemiyor. Ama yirmi sene sonra fizik mühendisi, atom mühendisi oluyor…

Bu sırra mebni, hakikat noktasından bakıldığında şu mana akla görünmektedir: Cenab-ı Hak yerleri ve gökleri tanzim etti. Bütün nimetleri hayata bağladı. Niye? Şu kâinat esma-yı ilahinin mektebidir, biz esma-yı ilahinin mektebinde terakki, tasaffi ve tekâmül için yaratılmışız. Bu sırra mebni Esmadaki payını ne kadar artırırsan, senin Allah indindeki kadir ve kıymetin, itibar ve şerefin o kadar yüksek olur. Bu kanundur, onun için "iki günü müsavi olan ziyandadır" buyurulmuştur.(Bu hadisi Deylemi Hz. Ali'den merfu olarak -zayıf bir senetle- rivayet etmiştir.

Aliyyulkari, bu hadise "el-Mevduatu'l-Kübra" adlı eserinde yer vermiştir.

Bu ifade tarzı daha çok Abdulaziz b. Ruvvad adlı bir zatın rüyada Peygamber Efendimiz (asm)'den işittiği belirtilmiştir. (bk. Aclunî, Keşfu'l-Hafa, 2/276)

"İnsan ise; âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meyl-ül istikmalden bir meyl-üt terakki mevcuddur. (Muhakemat, s. 16)

 Her şeyin içinde kemale medar bir nüve var mı, var. Üstad çekirdek için "ukde-i hayatiye" diyor ve "meyelan-ı nümuv" diyor. Çekirdekteki o nüve açılıyor ve o açılış kanunu, onu kemalata götürüyor. Bakınız bu cihette de bizim mesuliyetimiz vardır. Şimdi insandaki bütün istidatlar çekirdek gibidir, herkesin kendini bu manada sorgulaması lazımdır; idrak çekirdeğini ne kadar açtın, kalbini ne kadar açtın, ruhundaki inbisatı ne kadar inkişaf ettirmeye çalıştın? Üstad hazretleri enbiyayı, asfiyayı, evliyayı anlatırken, evliya için ne diyor? "münevver kalpler" diyor. Evliya istidat-ı insaniye haritası içinde zikir esası üzerine gittikleri için, evliyada açılan; münevver kalpler. Asfiya için "müstakim akıllar" ifadesini kullanıyor. Asfiyada açılan; idrak pergeli… Hatta Üstad, Sıddıklar için de, "akıllı Sıddıklar" diyor. Sıddıkları akılla tavsif ediyor. Ya peygamberler? Onlar için kullandığı ifade; "nurani ruhlar" Bütün ruhlar içerisinde en nuranisi, en latif, en berrak, en şeffaf olanı, külliyete en ziyade mazhar olanları peygamberlerdir.

Bütün azaların bu cihete bir açılımı vardır. Bir dava adamı, bir gönül adamının âleminde bunların açılması lazım. Camiiyet sırrı ile ruhunu inbisatla açmak, aklını mantık ve muhakeme, delil ve hüccetle açmak, kalbini zikirle, tesbihle, Allah'a tazimle açmak. Her bir aza böyledir. Mesela hafıza, neyi doldurdun hafızana? Mesela hayal; sahabeler hayallerini dahi israf etmemişler. Hayallerinin açılımı ila-yı kelimetullah. "Allah'ın dinini dünyanın ta en uç köşelerine nasıl götürebilirim?"

Merak ilmin hocası ama şimdi merak nereye dönmüş? Korku, sevgi, muhabbet, endişe, azm, gayret, himmet, hamiyet, şefkat… Bütün bu sıfatların açılımı var. Her sıfatın bir nokta-yı kemâli var. Bakınız burada ince bir nükte var; şimdi önümüzde bir tane hurma var. Yanında da limon var, yanında greyfurt var. Limonda ve greyfurtta meyve şekeri var mı, var. Ama bakın greyfurtun mizacı ekşi. Şurada hurma var, hurmada şeker var mı, var. Peki, niye hurma tatlı, limon ekşi? Burada bir sır karşımıza çıkıyor: "Hangi tat fıtrata galebe ederse, onun mizacı o vasıfla tavsif edilir." Hurmada şeker var, ama şeker hurmanın fıtratına galebe ettiği için hurma hükmiyet noktasından tatlıdır, limonun da tadına ekşilik hükmettiğinden dolayı içinde şeker olmakla beraber ekşidir. Bu bir kanun ve kaide… Müslümanın kendini tatlandırması lazım, limon gibi abus bir yüz değil.

Yani şu sıfatları fıtrata galip etmek lazım. İşte bu galebe manası esma noktasından, ahlak noktasından, muamelat noktasından hayata hükmederse, o Müslüman kâmil bir Müslüman olur. Camiiyete mazhar bir Müslüman, kâmil bir evliya, Allah'ın hâlis bir kulu olur.İnşallah…

Evet, şefkat hiddete, ilim cehle, sehavet cimriliğe galebe edecek. Bu galebenin de git gide bir nokta-yı kemâli, bir zirvesi, bir tacı vardır. Bir Müslümanda bu sıfatlarda herhangi birisi öne çıksa, o Müslüman o sıfatın önderliği içerisinde bütün Müslümanlara çok güzel bir örnek olur. Mesela, Hz. Osman'da (r.a) Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi cenk ve cidal edecek ne fiziği ve nede kılıç kullanma kabiliyeti yok. Ama Hz. Osmanda(r.a) edep ve hayâ da öyle yükselmiş ki, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam onu gördüğünde ayaklarını toplardı. Hz. Osman'ın bu sıfatı kemâle geldi. Kıyamete kadar bütün İslam âleminde edep ve hayâ deyince aklımıza Hz. Osman(r.a) geliyor. Adalet deyince akla ilk gelen Hz. Ömer(r.a) oluyor. Sıddıkiyet arşında ise, sadakatin pir-i münevveri Hz. Ebubekir(r.a) hemen akla geliyor.

Bu noktada herhalde şöyle bir tesbit yapmak mümkün: "Seni düşündüğümde aklıma ne geliyorsa, sen O sun. Belki bir cihette o kadarsın."

Evet, her sıfatın kemâli var Her sıfat kemâle gelse o sıfat hizmet eder ve müthiş hizmet eder; belki onun hizmeti dünya çapında hizmet olur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Hiç kimsenin malı bana Ebu Bekir'in malı kadar vayda vermedi." Hazret-i Ebubekir bu sözlere gözyaşları içinde şu cevabı verdi: "Ben ve malım sana feda olsun ya Rasûlallah." (Ahmet bin Hanbel; Fedailu's-Sahabe; C. I; s. 78.)

Üstadımızın işaret ettiği gibi bu asırda "fikirde istikamet" çok önemlidir. Bir Müslüman hâlistir, hasbidir, samimidir ama fikirde istikameti olmazsa ya ifrat ya da tefrite düşer. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam; "Yahudiler yetmiş Bir fırkaya, Hristiyanlar yetmişi ki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır" (Ebû Dâvûd, Sünne, I; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Müstedrek, IV,430). Hâkim bu hadis için "Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir" der. Bu hadisi Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den on sahabi rivâyet etmiştir..)

O yetmiş iki fırkada amelden ayrılan giden hemen hemen yok, hepsi fikirde ve itikatta sapmışlar. Fikirde istikamet fevkalade önemlidir.

Risale-i Nur Külliyatında fikirdeki istikamete azim tahşidat yapılmıştır. Hem tevhid ve akaid noktasından hem de hizmet düsturları noktasından istikametin önemime azim dikkatler çekilmiştir. Üstad hazretleri Risale-i Nur'da, yaklaşık olarak % 60 tevhid hakikatlerini işlemiş. %30 unda da meslek ve meşrebini çizmiş. %10 da mahkeme müdafaalarına yer vermiştir.

Evet, bu asrın dehşet ve şiddeti içerisinde hakimane istikametle, ifrat ve tefrite girmeden yürümenin metodolojisi, tarzı, usulü, üslubu, esası Külliyatta mevcuttur. Bu çerçeve üzerine gidersek, ayağımız kaymaz, inbisatla hizmet büyür ve inkişaf eder. Ama bu mihverden, kulvardan çıktın mı, hem kendin gidersin, hem de arkana takılanları da alır götürürsün. Hâl-i âlem bunu açıkça ortaya koyuyor. Cenab-ı Hak, hepimizi hıfz ve muhafaza buyursun. Ayağımızı kaydırmasın.

Not: Bu kısımda

سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ

Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar" ayetinin(Fetih: 29) bu mesele ile alakası soruluyor, burası o sorunun izahı);

Her fıçı içindekini dışa vurur, bu bir kaide, kanundur. Fıçının içinde ne varsa, o şey mahiyet ve özelliğini dışa vurur. Bir insanın içi bulanıksa, ala külli hal gider gider, bir noktada o pisliğini dışa vurur.

İbadet güzelliği, marifet güzelliği, hüsn-ü ahlak güzelliği de yansır, simaya vurur, simada okunur. Kendini şerh eder, gösterir. Tıpta nasıl ki dil mideden haber veriyorsa, göz de kalpten haber veriyor. Sima salahatten haber verir, burun günahtan haber verir. Hz. Ali(r.a) demiş ki; "bir insan benim yanıma gelse, hiç konuşmasa onu ben bir iki gün içinde keşfederim." Lisan mizan-ı insandır, insanın büyüklüğü dilinin altındadır. İnsan konuşurken haberi olsun ya da olmasın arkasında beyin haritasının çerçevelerini gösterir. Ehl-i tahkik, onun kaç ayar olduğunu anlar. Mihenge vurur. Hani derler ya "bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." Kelam da öyle… İnsanı faş eder. Turnusol kağıdı gibi, ne renkte olduğunu gösterir, şerh eder.

İdrak önemlidir. İdrak pergeli açıldı mı, kemalata medar açılımlar da büyüyor. Bir adamın içi bozuksa illa bir yerde çıkar. Mecaz olarak ifade edersek, arabaların plakası vardır, ruhların da plakası var, ya saiddir, ya şaki. Dünya zıtların cevelan sahası olduğu için, bazen said şakinin içerisinde yaşar, çevresi şaki olur. Ateist, dinsiz, imansızların içerisinde yaşar. Ama saiddir. Onun ruhu altın gibidir. Altın toprağa girse, çamura girse paslanmaz. O insan bir gün gelir, bir olay ile civcivin yumurtayı gagası ile kırması gibi, oradan kurtulur, saidliğini gösterir. Bazen de şaki, hâlis insanların içerisinde yaşar. On- yirmi sene sonra gene bir olay olur, o da içindeki pisliği döker. Herkes içini yansıtır. Cenab-ı Hak kimseye zulm etmez, herkese müstahakkını verir.

Bizim itikadımızda bir esas vardır; Allah kimseyi küfre zorlamaz. Allah adil-i mutlaktır. Allah akıl ve şuur vermiş, on beş senede mühlet veriyor. Sen robot değilsin, akıl, irade ve tercihin var. Akıl noktasında yavan olsan ayrı, zira aklı olmayanın dini olmaz. Aklı olmayan tekliften otomatikman düşmüş oluyor. Aklın ve muhakemen varsa, sen hakkı bulabilirsin, yeter ki ara. Allah sana yol gösterir. Zaten Allah yol göstermiş; yüz yirmi dört bin peygamber göndermiş. İşte Kur'an-ı Kerim, İslam âlimleri, İslam medeniyeti ve çevremiz. İnsan tercihini hak ve hakikatten yana kullanması gerek. Zira din tercih olayıdır. Dolayısıyla insan fiilinden tamamen mesuldür.(burada sorunun izahı bitti)

"Bu meyl ise telahuk-u efkârdan istimdad ile neşv ü nema bulur. Telahuk-u efkâr ise; tekemmül-ü mebadi ile inbisat eder. Tekemmül-ü mebadi ise; fünun-u ekvanın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka' ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neşv ü nema bulur.(Muhakemat, s. 16)

 Bu insandaki hakka ve hakikata olan meyil nasıl inkişaf ediyor? Fikirlerin biri birine kuvvet vermesi ile, birikim ile. Bugün beşer ilim ve teknolojide kat ettiği zirveye çıktığı yol ve bunun bidayetinde yazının icad edilmesi, tekerin dönmesi, ateşin bulunması birbirine kuvvet vere vere, sınama deneme ile bu günlere geldi. Hayat mektebinde bütün beşerin ilmi; kümülatif ilim. O ilim derece derece, yüksele yüksele bu noktaya gelmiş. Şimdi bugüne gelmekte bütün beşerin katkısı var mı var. Tıptaki katkı sadece ilaç sanayi değil, makine teknolojisinin de katkısı var. Belki on sene sonra tamamen robot tekniğine dönüşecek, uzaktan kansız bıçaksız ameliyatlar olacak, oraya doğru gidiliyor. Şimdi bu yürüyüşte elektrik olmasaydı olur muydu? Allah x ışınlarını yaratmasaydı tıp bugün neredeydi? Röntgeni nasıl çekecektin? Tıp yeni kullandı, kanserli hücreyi gama ışını ile yok ediyor. Allah gama ışınını yarattı ama yüz, iki yüz sene önce bundan milletin haberi yoktu. Kâinatta ne kadar mikrodalgalar, elektrik dalgaları var, hiçbirinden haberimiz yoktu. Daha neler neler. Bunlar buluna buluna, ilim kemal noktaya gidiyor. Bundan yirmi otuz sene önce doktorun yaptığı ameliyat, bir de şimdi bakıyoruz, farklı. Eskiden anjiyo çıktığında olalım mı olmayalım mı, adres değiştirir miyiz, değiştirmez miyiz diye düşünüyorduk. Şimdi öyle değil ki, bir saat içinde operasyonu oluyor ve hastaneden çıkıyor.

"Tekemmül-ü mebadi ise; fünun-u ekvanın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka' ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neşv ü nema bulur." (Muhakemat, s. 16)

 Her şeyin mektebi var, basamağı var, kademe kademe. Bir çocuk matematik profesörü olacak diyelim. Önce sayıları öğrenecek, beş yaşında ona kadar öğreniyor, sonra yüzleri öğreniyor. Sonra dört işlem yapacak, sonra çarpım tablosu. Sonra fonksiyonlar teorisi, limit türev, diferansiyel denklemler, integral mühendislik..

Her şeyin mebdesi, bidayeti vardır. Bu sünnetullah kanunudur. Bu sünnetullah kanunlarına göre ilimde, teknolojide onları atlayarak geçemezsin, onları okuyarak, anlayarak, yaşayarak, hissederek geçersin. Yoksa ilim kulaktan dolmakla alınmaz. O ilme, o işe zihnini, zamanını, fikrini, enerjini vereceksin, sonra kademe kademe belli bir noktaya yükseleceksin.

Ocak ayında, Şubat ayında dünyanın en güzel tohumunu getir. Al tarlaya ek. Tohum gider, emeğin zail olur ve fıtrat sana red tokadını vurur. Manevi hizmetler de böyledir, hayatın intişarına medar hareketler de böyledir. Türkiye bu gibi sıkıntıları çok yaşadı. Adam zemherir ayında gül istiyor. Öyle bir türkü var ya; 'zemheri ayında gül ister benden, sanki mor sümbüllü bağım var." Adam geliyor, parti kuruyor. Müslümanların partisi. Kardeşim zemheri ayı, şubat soğukları var. Diyor ki; "ama "ve hüve ala külli şeyin kadir, Allah her şeye kadirdir değil mi?" Diyorsun ki; "Mesela nasıl kadir? İnsanlar tam rey atarken Allah onların kalblerini bir anda çevirir, her şey süt liman olur mu? Hikmete mutabık mı? Sen hikmeti çiğnedin, neyi bekleyeceksin? Cemreyi bekleyeceksin."

Elhamdülillah şimdi cemre toprağa da düştü, suya da düştü, havaya da düştü. Arkasından bahar, sonra yaz gelecek inşallah. Sünnetullah kanunu bu. Bu sünnetullah kanunlarına riayet etmeyen fıtrattan dehşetli bir tokat yer.

"Bu zamanda bedihiye ve ulûm-u âdiye sırasına girmiş pek çok mesail var; zaman-ı mazide gayet nazarî ve hafî ve bürhana muhtaç idiler(Muhakemat, s. 16)

Osmanlının son döneminde dünya yuvarlak mı düz mü, onun münakaşası yapılmış Şimdi dünya yuvarlak mı düz mü, beş yaşındaki çocuğa sorsak ne der, dünya yuvarlaktır. Şimdi ilkokula giden herkes biliyor. Artık şimdi kameralar teleskoplar ile herkese bedihi olan hakikat bundan iki yüz sene öncesinde tartışılıyordu. İlimde ve teknolojide açılım var.

"Zira görüyoruz: Şimdilik coğrafya ve kozmoğrafya ve kimya ve tatbikat-ı hendesiyeden çok mesail var ki: Mebadi ve vesaitin tekemmülüyle ve telahuk-u efkârın keşfiyatıyla, bu zamanın çocuklarına dahi meçhul kalmamışlardır. Belki oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Hâlbuki İbn-i Sina ve emsaline nazarî ve hafî kalmışlardır. Hâlbuki hikmetin pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zekâ ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikmet ve vüs'at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce hükemasıyla müvazene olunsa, tereccuh edip ağır gelecektir. (Muhakemat, s.17 )

İbn-i Sina demiş ki; "bütün bu kütüphaneyi yaksalar, hafızamdan hepsini tek tek yazabilirim" Böyle bir felsefi deha içeri şimdi girse, şu kameraya bir baksa, "bu ne diyecek" mikrofon baksa "bu ne diyecek" gece gelse, burası karanlık, birisi düğmeye bassa, elektriği görse, şaşıracak, "bunun fitili yok, odunu yok" deyip, şaşıracak.

"Noksaniyet İbn-i Sina'da değil; çünki ibn-i zamandır. Onu nâkıs bırakan, zamanın noksaniyeti idi (Muhakemat, s. 17)

İbni Sina'yı böyle nâkıs ve noksan bırakan, zamanın tesiri. Her insan zamanının çocuğudur. İbn-i Sina'ya desek ki; "sabah Çin'de idim, öğleye Türkiye'ye, ikindide Hollanda'ya gittim. Yatsıda da İngiltere'ye döndüm." "sen melek misin nesin" diyecek. Niye? Uçağı, teknolojiyi bildiği, gördüğü yok. Kafasını kaldırıp bu asrın gidişatına baksa, şaşırır, kalır. Bu nedir, beşerdeki maddi ilimlerdeki faideli terakkinin tezahürü ve tecellisidir.

Hz. Âdem'den(a.s) iki bin yılına kadar ilim ve teknolojideki gelişmeyi terazinin bir kefesine koyun, iki binden bugüne kadar 20 senelik teknoloji o zamandan bu zamana gelen teknolojiden daha büyük. Müthiş bir açılım var, yarın ne olacak, beşer bunu alıyor, hayatının tekmilinde, refahının teşekkülünde fıtrata kanunlarını alıyor, açıyor ve kullanıyor.

O asırda o koordinatlarda yaşandı. Şimdi Mekke'ye, Medine'ye gidelim. Mekke'de müthiş bir faaliyet var. Bittiğinde, dört saatte bir milyon insan tavafını bitirmiş olacak. Sekiz saatte iki milyon insan demek. Bir günde hacıların tümü farz tavafını bitirmiş olacak. Öyle bir vüs'at.. Şimdi bu proje tamamlandığında, hayalen mezaristandan bir sahabi çıkıp Mekke'ye baksa, şaşırır. Kâbe'den maada hiçbir şey onun âleminde yok. Kâbe'yi de örtüsünden tanır.1400 senede nereden nereye gelmiş.

"Acaba bedihî değil midir ki, Kolomb-u Zûfünun'un sebeb-i iştiharı olan Yeni Dünya'nın keşfi, faraza bu zamana kadar kalmış olsa idi; hiç kaptan arasında kıymeti olmayan bir kayık sahibi de Yeni Dünya'yı eski dünyaya komşu etmeye muktedir olacaktı(Muhakemat, s 17)

Bugüne kadar keşfedilmeseydi; bugün birisi bir sandalla Alaska'dan Amerika'ya geçerdi. Bugün öyle çılgın insanlar var ki, yelkenle okyanusu aşmak istiyor. Bu kişi için bugün bu çok basit. Bugün buradan Amerika'ya gitmenin fazla esprisi yok.

Fikir derinliği, harita bilgisi ile adam ne demiş; "ısrarla doğuya gidersen, aynı noktaya gelirsin" Kristof Kolomb Amerika'yı keşfetmiş. Sonra gelmiş İspanyol kralı ona çok iltifat etmiş ve onu asiller heyetine almış. Bu gemici cevval, aktif, heyecanlı bir insan. O aristokrat insanlar rahatsız oluyorlar; "Kral bir gemiciyi veya maceraperest bir adamı aldı, aramıza soktu" diyorlar. Sonra krala "niye bunu buraya dâhil ettin" deyip tenkitler olunca, kral da Kolomb'u çağırıp, bir kahvaltı sofrası kurduracağını, sonra asilerin kendisine çatacaklarını ve kendisini müdafaa etmesini istiyor. Sofra kuruluyor. Kolomb mutfaktaki aşçılara beş on tane yumurta haşlamalarını ama kabuğunu soymamalarını söylüyor.

Asiller geliyor, başlıyorlar; "sen ne yaptın? Senin yaptığını biz de yaparız" deyince yumurtayı eline alıp diyor ki; "bu yumurtayı alın ve masaya dik tutun" Dik durduğunda tabii düşüyor ve yapamıyorlar. "Sen yap" dediklerinde, yumurtayı alıp hafif dibini vurup, masaya oturtmuş. Asiller gülmeye başlamış, demişler ki; "onu biz de yaparız." O da demiş ki "evet, ben yaptıktan sonra siz yaparsınız."

Her şeyin ilki o şeyin orijinalidir. Yüz sene düşünseler onu düşünemezler. İlk defa Amerika'yı keşfetmek orijinal. Ondan sonra yol açılıyor, herkese kolay. İlkini yapmak Einstein 'in izafet teorisi vardır e=mc2 Bu Einstein 'in formülünü bilmek için beşer 6000 sene beklemiş, o formüle ulaşmış. Biz lisedeyken dalga geçiyorduk; "bilim adamları ne yapmış, mimi cime vurmuş, onu ben de yaparım." Aha m, aha c, bir araya getirdik. Oldu mu, olmadı. Beşer 6000 sene o hakikati beklemiş ve gözlemiş. Şimdi, bir iş olduktan sonra ortaya çıktı mı, o kolaydır.

Hakikat ve marifet de öyledir. Mesela Risale-i Nur okuyorsun, bir cümleye takıldın, eviriyor çeviriyorsun anlayamıyorsun. "Allah Allah, ya abi bu cümleden ne anlıyorsun" diyorsun. O da "bak kardeşim, bu budur şu da şudur" diyor. "bu ne kadar kolaymış" diyorsun kendi kendine. Ben şerh ettikten sonra sana kolay. Bildin mi gayet kolay, bilmedin mi gayet zor.

Adamın birinin arabası yolda kalmış. Kaportayı açıyor, marşa basıyor, araba çalışmıyor. Ne yapsam diyor, usta çağırıyor. Usta sanayiden geliyor, kaportayı açıyor, tornavidayı almış, bir civatayı sıkmış, ondan sonra çekici alıp motorun bir yerine vurmuş, araba çalışmış. Adam memnun, zira yolda kalmış. Borcunu sorunca, "1010 lira" demiş. Böyle deyince, "usta bu 1000 lira tamam da, bu on lira nereden çıktı" demiş. Usta "o on lira o cıvatayı sıkmanın parası, 1000 lira da o motora çekiç vurmanın maliyeti" deyince, adam "motora bir darbe vurmanın maliyeti 1000 lira olur mu" deyince usta demiş ki; "ben o çekici vermek için 20 sene eğitim aldım."

"Mesail iki kısımdır: Birisinde telahuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasıl ki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır Kısm-ı diğerîde esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasılki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vâhid birdir. Teavün faide vermez." (Muhakemat, s. 17)

Bir kısım meseleler vardır ki orada fikri birikim kuvvet verebilir, tecrübe esastır. Birikim çok ehemniyetlidir. Mesela bir taşı kaldıracaksınız, burada hafriyat var. Taş büyük. Bir kişinin gücü ile olmuyor. Veya adamın arabası yolda kalmış, itecek adam lazım. "Hasan, Mehmed gel itelim, kaldıralım" diyoruz. Bir kişi ile olmuyor, orada teavün esastır.

İkinci meselelerde fikri teavün, fikri birikim esas değildir. Bazı meseleler var ki, orada fikri tetebbuat esas olmaz. Fikri birikim esas değildir. Orada binle birin farkı yoktur. Şurada bir hendek var, atlanacak. Burada herkes hep beraber atlasa, içine düşerler. Herkes performansını gösterip, fırlayıp hendeği geçmesi lazım. Orada bir ile bin arasında farkı yoktur. Çünkü herkesin o hendekten karşıya atlayıp geçmesi lazım.

Birçok maddi ilimlerde bu esas teavün kaidesi geçerlidir. Her ilmin mebadisi var, başlangıcı var. Sınama denemeyle tıp bu noktaya gelmiş, sanat bu noktaya gelmiş, fikirlerle ve faaliyetlerle bu noktaya gelmiş. Burada teavün esastır. Fikir fikre kuvvet verir, maddi ilimlerde bu geçerlidir.

Bazı ilimler de var ki, bunların tekemmülü defi ve anidir. Nedir peki bu? İlahiyattır. Din aklın ürünü değildir. Semavi dinler aklın ürünü değildir. Semavi dinler sınama deneme yolu ile ortaya çıkmış değildir. Def'i ve anidir. Düşünce, felsefe ile sen din üretemezsin, o din olmaz, o ideoloji olur. O, fıtrata ters olduğu için, onun da maliyeti ağır olur. Beşerin işini bitirir, helak edersin. "Beş on kişi bir araya gelip bir din ihdas edelim" bu olmaz. Akılla bu yol alınır mı, alınmaz. Maneviyata ait ilimler böyledir.

"Bu kıyasa binaen fünunun bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulûm-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı, ikinci misale benzer. Tekemmülü def'î, yahut def'î gibi olur. Bu ise, ağlebi maneviyat veya ulûm-u İlahiyedendir. Lâkin eğer çendan telahuk-u efkâr bu kısm-ı saninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir. (Muhakemat, s. 17)

Peki, bu dinlerin intişarında ve inkişafında aklın tecrübenin de bir hissesi var mıdır, vardır. Ama şarta tabidir. Dinin mahiyetini tagyir ve tebdil etmeyecek şekilde olur. Yani Kur'an'ın vaz olduğu mana ve hakikatleri sen ayetin üzerinde tebdil ve tagyir edemezsin. Peygamberimizin hadislerini kendi kafana göre yorumlayamazsın. Usul-u fıkıh, usul-i hadis, usul-i tefsirde İslam uleması ölçüleri koymuşlar. İslamiyet'in getirdiği hakikatlara mutlak referans olan, kitab ve sünnetin hakikatlarını tagyir ve tebdil etmemek kayt ve şartı ile senin tefekkürün, senin fikrin, tecrüben bu hakikatın zihinlere intikal etmesinde, tebliğinde, anlaşılmasında, yaşanmasında faydası var mıdır, vardır. Ulema bunu yapıyor, bu caizidir. Ama aklını getirip ayatı tenkit, kaldırmak ve tebdil etmek, doğrudan doğruya dine ihanet etmektir. Akıl mesleğini açığa çıkartır, netleştirir, delillendirir, hikmettarane hakikatı sana, senin idrakine yakınlaştırır.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÜNÜN HADİSİ

Gece içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman olan herhangi bir kimse, dünya ve ahiret hususlarında Allah'dan bir hayır isterken duasını ona denk düşürürse, Allah; muhakkak istediğini kendisine verir.

Müslim, Ravi[Cabir (r.a.)]

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI