Cevaplar.Org

PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-15

İbn-i Haldun İbni Haldun Mehdi’nin zuhuruna işkilli ve inkâr alûd bir mesele olarak yaklaşmıştır. Mehdi’yi dolaylı olarak reddetmesinin nedeni Mehdi-i Fatimi’nin asabiyetinin seyyidler topluluğuna dayanmasıdır. Onların ise İslam âleminde ve toplum içinde dağınık vaziyette olmaları nedeniyle içtimalarının ve bir araya gelmelerinin zorluğuna ve hatta imkânsızlığına inanmasıdır


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-08-17 07:27:12

Ä°bn-i Haldun

İbni Haldun Mehdi'nin zuhuruna işkilli ve inkâr alûd bir mesele olarak yaklaşmıştır. Mehdi'yi dolaylı olarak reddetmesinin nedeni Mehdi-i Fatimi'nin asabiyetinin seyyidler topluluğuna dayanmasıdır. Onların ise İslam âleminde ve toplum içinde dağınık vaziyette olmaları nedeniyle içtimalarının ve bir araya gelmelerinin zorluğuna ve hatta imkânsızlığına inanmasıdır. İbni Haldun meslek olarak mekaniktir ve değişim ve dönüşüm sebepleri arasında manevi amilleri ve dinamikleri hesaba katmaz. Bundan dolayı da Mehdi meselesini inkâra meyletmiştir. Bu onun yönteminin ve tezinin bir sonucudur. Bediüzzaman ise seyyidler topluluğunun asabiyetinden ve birleştiriciliğinden bahseder ve özellikle Mehdi ve misyonunun parçasıdırlar. İbni Haldun'un imkânsız gördüğünü Bediüzzaman imkân dâhilinde ve dairesinde görür.

* İbni Haldun'un kimi seleflerinden menkul bir biçimde bütün meşreplerin İslam kumaşını parçalayarak üzerlerine yamalık yaptıklarını ve herkesin İslam kumaşının kendinde olduğunu söylemesini ifade etmesi gibi.. Kur'an buna 'Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.' demektedir (Rum: 32).

Halid-i BaÄŸdadi

 Yazar Ahmet Kubat'ın Mevlana Halid-i Bağdadi adlı eserini okuyorum. Orada on ikinci yüzyılın müceddidi Halid-i Bağdadi'nin cübbesinin nasıl Bediüzzaman'a intikal ettiği konu ediliyor. İlginçtir, Ömer Bin Abdulaziz'in kademi üzerine hem Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman prensipte hediye kabul etmemektedirler. Onun izini takip etmektedirler. Halid-i Bağdadi'nin halifelerinden Küçük Aşık'ın torunu Asiye Mülazimoğlu kaderin bir cilvesi ve remziyle Halid-i Bağdadi'nin dedesine hediye etmiş olduğu cübbeyi hediye kabul etmediği için utana sıkıla Bediüzzaman'a takdim ediyor. Elbette bu tuhfe-i rabbani. Maddi değil manevi bir hediye. Reddi kabil değil. Böylece hediye kabul etmeyen Halid-i Bağdadi''nin cübbesi hediye kabul etmeyen Bediüzzaman'a bu şekilde intikal etmiş oluyor.

Halife Hafter(Libyalı)

Sisi garip halleriyle Nasır'dan daha ziyade onun şakirdi olan Kaddafi'ye benzemekle birlikte Arap dünyasında heveskârlara kötü bir örnek oldu. Darbe heveslilerini ve siyasi macera düşkünlerini cesaretlendirdi. Bu heveskârlardan birisi de adı yakında 'darbe çılgınına veya kaçığına' çıkacak olan Halife Hafter. Son sıralarda Halife Hafter Sisi benzeri açıklamalar yaptığından dolayı Sisi'ye benzetilir oldu. Evet! Sisi'ye benzemeye hevesli ama aynı imkânlara haiz değil. Bakmayın süslü askeri kıyafetler giymesine; kendisi muvazzaf değil emekli bir asker! Ama askercilik oynuyor! Bu nedenle de Sisi-Hafter benzetmesi kıyas maalfarik ( tutmayan eksik benzetme) seviyesinde kalıyor. Kendisi olsa olsa kifayetsiz bir muhteris. Elbette profesyonel yalancı olduğunu söylemeye gerek yok. 'Kerame' ve 'Temizlik' sloganı veya kampanyasına karşılık Bingazi'de varlık gösteremedi, sadece bir kaç milisinin 'temizlenmesine' neden oldu. 'Libya'yı İslamcılardan temizleyeceğim' gibi iddialı sloganlarına rağmen sahada bir başarı sağlayabilmiş değil. Bingazi'ye yapmış olduğu savlet ve hamleden geriye sadece oraya buraya serpilmiş cesetler kaldı. Etrafına 70 bin civarında asker topladığını söylüyor. Libya'daki bütün asker varlığını toplasanız o kadar eder mi? Tartışılır. Libya'ya heybetini ve saygınlığın iade etmek isteyen Hafter sahte bir saygınlığın peşinde. Yalanlarla Libya'ya değil kendine saygınlık kazandırmak istiyor. Libya'ya kötülük yaptığı aşikar. Kargaşayı körüklemekten başka bir işe yaramıyor. Mısır'da doğan ve kendi beyanıyla 1973 savaşında Mısırlılarla omuz omuza çarpışan Hafter kendisini bir Mısırlı olarak telakki ediyor. Sisi'ye özendiği de kesin. Bununla birlikte Libya açısından tamamlanmamış bir Sisi modeli olduğundan dolayı Sisi'nin Nasır'a benzediğini ama kimsenin Sisi'ye benzemediğini söylüyor. Böylece başarılı oluncaya kadar bu benzerliği mahfuz tutuyor, askıda bekletiyor! Zahir akıllılık ediyor! Başarılı olursa Sisi benzerliğini daha rahat ilan edebilecektir. Erken benzetme ile kendisiyle birlikte Sisi'yi de yakmak istemiyor!

Halis Çelebi (Suriyeli düşünür)

Halis Çelebi hilafet gibi meselelerin dinde yeri olmadığı görüşünde. Keyfi yorumları var. 

*Burada sadece Afra Çelebi'den bahsetmek meseleye kısır bakmak olacaktır. Babasının ve dayısının temsil ettikleri yöntem ideal olmakla birlikte dünyanın gerçeklerinden kopuk. Hatta aykırı. Bu kopukluk zaviyesinden dünyanın gerçeklerini kendi yöntemlerine hapsetmek istiyorlar. Bunu yaparken de haksızlık ediyorlar. Anti şiddet yöntemi, Hazreti Peygamberin Medine'ye hicretlerinden sonra yaşadığı 8 yıllık tarihi görmemezlik olur. Peygamberimiz 8 yılını cihat düzeninde geçirmiştir. Bu tarihi yok farz etmek, İslam'ı heva ve hevesine uydurmak olur.

* Halis Çelebi İstanbul fethinin gereksizliğini savunmaktadır. Bu çarpık anlayışının bir sonucudur.

* Halis Çelebi Türkiye'de Cevdet Said kadar tanınmıyor. Lakin günlük makaleleri üzerinden Arap âleminde Cevdet Said'den daha fazla tanınmaktadır. Popüler bir yazardır. Elbette derinlikli yazıları var; ilim ile iman arasında köprü kuruyor. Fakat anti şiddet tarzı ve yöntemi takıntı haline gelmiş ve onun bakış açısını perdeliyor. 

* Amacımız kimseyi taşlamak değil. Ama Halis Çelebi ve benzerlerini daha yakın plandan tanımaya ihtiyaç var. Benim mülahazam şu: Bazıları kendi yöntemini en doğru kabul ediyor ve bunu takıntı haline getirdikçe başka yöntemlere ve mensuplarına yabancılaşıyor.

*Cevdet Said'in çizgisini sürdüren Suriye asıllı çerkeszade Halis Çelebi de devrim günlerinde İran'a gitmiş (1979 sonrasında) ama gördüğü çarpıklıklar nedeniyle devrimle ilişkisini üç talakla boşamış bir adamdır. Suriye rejimine de kökten karşıdır. Doğrusu Arap yazarlar arasında en fazla okuduklarım arasında Halis Çelebi ve yazdıkları gelmektedir. Elbette bazı çekincelerle birlikte. Bilgi olarak kendisinden yeni şeyler öğrendiğim gibi tahlilleri de az çok bana yakın gelir ve isabetli bulurum. Bununla birlikte onların yöntemiyle fazla barışık olmadım. Sivil itaatsizlik (Civil Disobedience) meselesi bana daima arızalı görünmüştür. Ya da meseleye hiçbir zaman kategorik olarak bakmadım.

* Tarafsızlık kategorisinin ikinci şıkkında Cevdet Said ekolünden Halis Çelebi yer almaktadır. Halis Çelebi Esat'a kesin karşı ve muhalefete kesin taraftardır. Bununla birlikte muhalefetin silah kullanmasına, yöntemi gereği baştan beri karşı çıkmıştır. Bu tarafsız bölgede Halis Çelebi ile Buti'yi aynı görme ve mukayese etme imkânı var mıdır? Öldürülmesini onaylamasa bile Halis Çelebi, Buti'nin tutumuna baştan beri karşıdır. 

* Cevdet Said ekolünden olmasına ve eylemsizliğe ve şiddet aleyhtarlığına inanmasına rağmen Halis Çelebi'nin yazılarında en fazla temas ettiği menfi isimlerden birisi Muhammed Said Ramazan el Buti olmuştur. Buti'yi Rasputin'e benzetmiştir. Saltanat vaizinden öte aile vaizi haline gelmiştir. Buti'yi bu acı akıbete sürükleyen husus aile ile yakın ilişkiler içine girmesidir.

* İslam âlimleri IŞİD'in iddiasını fantezi ve hurafe olarak nitelendirirken Şiddetsizlik Ekolünün Cevdet Said ile birlikte önemli iki sima ve isminden bir diğeri olan Halis Çelebi bizzat hilafetin kendisini hurafe olarak nitelendirmektedir. Hatta 1990'lı yıllardan beri aynı minvalde yazılar yazmaktadır. En son yazılarından birisini buna tahsis etmiş ve Suud gazetesi eş Şuruk'ta 'Hilafet devletinin hurafe olması' başlıklı bir makale kaleme almıştır. Tahmin edilebileceği gibi inkara dayalı bir makaledir (http://www.alsharq.net.sa/2014/07/29/1194889 ). Sadece makalelerinde değil mülakatlarında da sürekli olarak hilafetin inkârını müjdelemektedir! Mısır'ın eski içişleri bakanlarından Zeki Bedr de aynısını 1987 yılında 36 İhvan vekilin karşısında Meclis kürsüsünden yapmış ve şöyle demiştir: Übeşşirikum biella hilafe/ Sizi hilafetsizlikle müjdelerim…"

* Halis Çelebi'nin 30 yıllık ilk hilafet dönemine nasıl baktığını fazla bilmiyorum. Lakin bugün hilafeti müjdeleyen hareketlerle alay etmektedir. Başta Hizbu't Tahrir ve Müslüman Kardeşler olmak üzere çağdaş hilafeti tebşir eden bütün hareketleri karalıyor ve tezyif ediyor. Vaktiyle Müslüman Kardeşlerden ayrılan Halis Çelebi haklı haksız Risale-i Nur ve benzeri hareketlere de eleştiri okları göndermektedir. Bunlardan bir kısmı elbette beşeri kusarlardandır ve doğrudur. Lakin varmak istediği nokta yanlıştır. Bununla birlikte önemli bir çelişkiye de imza atmaktadır. Bu çelişki saplantısından ve zorlamalarından veya inandığı meşrebin tutarsızlığından kaynaklanmaktadır. Allah, ' insanı yaratacağım' dediğinde Melekler ' kan döken bir cinsi mi yaratacaksın?' diye istifhamda bulunmuşlardı. Allah ise ' hikmetini ben bilirim, siz bilmezsiniz' diyerekten kan döken cinsi yaratmış ve bu cinsin en yüce mertebelerinden birisini de din yolunda kanını sebil edenlere tahsis etmiştir. Şehitleri sıddıklarla birlikte anmıştır. Halis Çelebi de kan dökülmesine karşı olduğundan dolayı Şiddetsizlik Teorisine inanmıştır. Şiddete yol açan dini ve İslami her şeye de karşıdır. İslam'da devleti reddettiği gibi aynı zamanda İslam fıkhını da siyasi bir fıkıh olarak nitelendirmekte ve fıkhın yenilenmesini istemektedir. Kadim fıkhı siyasi görmektedir! Kendisini Hazreti İbrahim'in Batı'ya giden bir muakkibi olarak anmaktadır. Hasan Turabi, Humeyni gibilerini haklı olarak eleştirirken, haksız olarak Abdullah Abdullah tipli gri liderlerden olan Bosnalı Haris Sladziç gibi laiklik vurgulamasında bulunan liderleri tezkiye etmektedir. Din adına yanlışlık yapmak başka, din adına yanlışlığı kabul etmek daha başkadır. Humeyni ve Turabi din adına yanlış yapmışlardır. Nefislerinden tecerrüt edemeyen veya yanlış dini anlayışlarını dayatan yapılar ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Haris Sladziç gibiler Batı fikri vesayetini kabul etmişlerdir. Halis Çelebi'nin hoşuna giden de bu yönleri olsa gerek.

 Hilafeti ütopya veya hurafe gören bir anlayışın şiddetsizliği bir vakıa olarak görmesi gülünçtür! Şiddetten uzak kalmak elbette ideal olandır. Lakin bu ideal üzerinden cihadı ve harbi inkâr etmek başka bir şeydir. Bu modern doktrinlerden İslam'a ilke ve prensip devşirmektir. Bundan dolayı kendi ütopik şiddetsizlik doktrini adına tarihi bütün gelmiş geçmiş İslami uygulamaları karalıyor. Silahı put olarak tasvir ediyor. Suriye devrimi şiddete bulaştığı için ona karşı mesafe koymuş ve bu gidişle iç kargaşanın onlarca yıl daha süreceğini ve düzelmeyeceğini ifade etmektedir.

Merhum Mısırlı yazar Mustafa Mahmut gibi şok edici fikirleri var. Ama sadece şok edici! Bunlardan birisi de şudur: "Kur'an peygamberimize indi ama insanlığa hala inmedi." Yani insanlığın Kur'an toplumu olma seviyesine hala yükselemediğini ve ulaşamadığını söylemektedir. Elbette bunlar çarpıcı cümleler ama bunlar arasında haksız hükümler de var. Arap Baharının fiili bir devrim olmadığını belki bir irhasat ve doğum sancısı belki de bir kanama olduğunu ifade etmektedir. Bütün umutları onlarca yıl sonrasına talik etmektedir. O, ütopyasını bu dünyada inşa etmeye çalışıyor ama geçmişte ulaşılan hilafete gelecekte ulaşılmasına hurafe diyor. Peki! Ümmetin iki yakası hangi formülle bir araya gelecek? 

* Ona başkalarını eleştirme hakkı doğduğu gibi başkalarına da kendisini eleştirme hakkı doğmuştur. Hilafet gibi yaşanmış bir gerçeğe ütopya derken kendisi yaşanmamış bir ütopya olan şiddetsizliğe bel bağlamıştır! Bu hevasından olmalıdır.

Hz. Hamza(r.a)

Bu arada kahramanlığıyla da ve çağlara vuran gölgesiyle Hazreti Hamza içimizde yaşıyor. Seyyidü'ş şüheda Hazreti Hamza'yı anmamın mühim bir sebebi var. O da söndürülmeye çalışılan Arap Baharının rol model şahsiyeti olmasıdır. Arap Baharı bir Hamza destanı ve aynı zamanda Hamzalar devrimlidir.

Harun Yahya(Adnan Oktar)

Bir zamanlar çoklarımız bir biçimde Harun Yahya denilen adamın grubunun iftarlarına vesaire gittik. Hâlbuki yakinen bilinmese bile çizgisinin kırılgan olduğu malum ve emareleriyle sabitti. Hastalığın en tehlikelisi en gizli olanı ve en az anlaşılır olanıdır.

*Günümüzde kendisini Risale-i Nur dairesinde tanımlamaya çalışan Mehdiyet odaklı bir hareket kendi hizmeti adına Masonluğu kabul etmiştir. Hatta canlı yayında Masonluk beratını almış ve adeta tekris edilmiştir. Siz buna Mason vaftizi de diyebilirsiniz. Önemli olan her şeyin ayan beyan olması ve insanların tasannu ve riya ile kandırılmamasıdır. Ama yine de batıl teville masonların arasında tebliğ etmek için Masonluğu girdiklerini varsayıyorlar. Bu hareket kendisine göre Risale-i Nur'u Masonluğa alet etmek istese de aslında Risale-i Nur'un malı değil, Bahaîliğin malıdır. Veya onun tarzını benimsemiştir.

* Masonluğun ve Bahaîliğin ortak köprüsü nedir? Ya da Bahailik gibi Mehdici veya Mesiyanik bu hareket tevil üzerinden Risale-i Nur'u Masonluk ve Bahaîliğe nasıl alet etmektedir? Bediüzzaman ve kimi âlimlere göre Mehdi müçtehit olacaktır. Büyük bir âlim olacak ve içtihat ehliyeti bulunacaktır. Bakın malum ve mahut grup bu meseleyi nasıl çarpıtıyor ve ve dini temelinden dinamitliyor? İsmaililer gibi fasit kıyasları veya tevilleri şudur ki, Bediüzzaman'ın bu ifadesini salınıma alan bu Masonik ve Bahaici grup Mehdi'nin mezhepleri kaldıracağını ileri sürmektedir. Zımni olarak da dinleri veya en azından hukuk kısmını ortadan kaldıracağını ifade etmektedir. İfadelerinden anlaşıldığına göre, keyfe ma yeşa bir içtihatta bulunacaktır. Hiçbir Peygamberin yapmadığını yapacak ve pozitivizmi din yerine ikame edecektir. Olsa olsa bu Mehdiliğe değil Deccalizme kapı aralar. Mehdilik iddiasıyla Deccalizmle köprü kurmaktır. Deccalizm zaten Mehdilik iddiası değil midir? Bu tevilde iç içe birçok hata barınmaktadır.

Birincisi: Mehdi'nin müçtehit olması başka, mezhepleri kaldırması daha başkadır.

İkincisi: Risale-i Nur'u alet eden veya kendisine basamak eden bu Masonik yapı Mustafa Kemal gibi ayrıca içtihatların birbirini nakzeden şeyler olduğunu söyleyerek mezheplerin kaldırılmasına haklılık kazandırmaya çalışmaktadır.

Üçüncüsü: Bediüzzaman Mizan-ı Şarani'ye başvurarak içtihat farklılıklarına dair musavibe ve muhattie kanatlarının görüşlerine bakar ve 'kulluhum min resulillahi mültemisin/Hepsi Resulullah'dan alınmadır' noktasına gelir. Allah'ın Resûlünün, Ahzab gününde "Sakın herhangi bir kimse ikindi namazını Benî Kureyza'ya varmadan kılmasın" buyruğunda sahabelerin ihtilaf etmesi ve Peygamberimizin taraflardan ikisini de meşru görmesi bunun ispatıdır. İçtihat farklılığı Resullullaha dayanmaktadır. Mezhepler de bu farklılıklardan oluşmuştur. Ümmet bu ihtilafı rahmet vesilesi ve genişlik olarak görmüştür.

Dördüncüsü: Bediüzzaman Mehdi'nin müçtehit olacağını söylerken mezhepler aleyhine bir tek kelime bile etmemiştir. Sonra niye etsin ki? Ama onun ifadelerin tevil eden grup mezhepleri kaldırma gerekçesi olarak aradaki ihtilafları gösterir! Birçok farklı koldan hadis nakli olduğuna göre bu tabiidir. Zaten İmam Malik buna istinaden Muvatta'nın tamimine karşı çıkmıştır. Hanefi ve Şafii fıkıhlarını veya hepsini birbirine yakınlaştırma işlemi Şah Veliyyullah Dehlevi'den beri yürüse de somut bir sonuca ulaşmamıştır. Burada önemli olan psikolojik sonuçtur ve Müslümanların bu fıkhi ihtilafları ayrılık vesilesi olarak görmemeleridir. Mezheplerde ihtilaf arayanlar önce kendi hallerine bir baksınlar!

* Yahudilik, Masonlık ve Kemalizm konusunda birkaç yıl içinde dört dönen topluluk hangi tutarlılık üzerinden başkalarını hesaba çekmektedir? Söz konusu topluluk sadece sevgi ve ahlak üzerinden yeni bir din paradigması inşa etmekte ve herkesi buna çağırmaktadır. Buradaki ahlak ne ahlakıdır? Komün ahlakı mı yoksa harem ahlakı mı? Hedonizmin ahlakı mı olur? Şeriat-ı garra nerede?

* Bahailerin ve Masonların temel felsefesi şeytan namına eklektik bir biçimde dinlerin birleştirilmesidir. Bu dini hareketler masonlarla aynı vazifeyi deruhte etmektedir. Bahailiğin ilk aşaması olarak kabul edilen Babilik'in en temayüz eren vasıflarından birisi Zerrin Taç isimli daiyesidir. Bu bayan propagandist bilahare Kurretü'l Ayn olarak şöhret bulmuştur. Risale-i Nur'a musallat olmuş bir tahrif hareketi olan ve Bahailiğin yeni versiyonu olmaya yatkın bu hareket de Kurretü'l Ayn gibi bayan daiyeler kullanmaktadır. Mezdeke sayelerinde dini bir harekete bürünmüştür.

* Söz konusu Mehdici veya Mesiyanik bu hareket aynen Bahailik gibi batıl ve fasit tevil ve kıyaslara başvurmaktadır. Sözgelimi 'semavat elinde dürülmüştür 'ayetinden Mirza Hüseyin Ali, Bahailiğin İslam da dâhil kendisinden önceki yedi dini nesh ettiği tevilini yapmaktadır. Keza Allemehu'l beyan ayetindeki Beyan'dan kendi kitabı olan Beyan kitabını çıkarmaktadır. İngilizlere muhabbet dini kuran Gulah Ahmet Kadiyani de Mescid-i Aksa'nın Kadıyan'da yani kendi doğduğu köyde olduğunu ileri sürmüştür.

* Günümüzde ise Mehdi'nin müçtehitliği üzerinden bütün ahkâm-ı Kur'aniye tatil ediliyor. Zaten bunu Mustafa Kemal yapmadı mı? Ama o tevil ederek değil pozitivizm adına yaptı. Bunlar ise Batini tevillere başvuruyorlar!

* Şimdi de Türkiye'de kendisine Risale-i Nur'u perde veya kalkan eden birileri teville birlikte Mehdi veya Mesih'i İsrail'in hizmetine sunmaya çalışmaktadır. En iyisi bu ekran Mehdilerinin burasının bu misyona uygun olmadığını anlayarak Bahaîler gibi merkezlerini Hayfa'ya taşımaları. Orada daha koordineli çalışırlar. Ondan sonra ne kadar akıl fukarası varsa; ağlarına çekebilmek için oltalarını atabilirler. Allah şerlerinden ümmeti halas etsin.

* Hak üzerinden şahısları tanımak ise bizi yanılmalardan kurtarır. Aksi ise yani kişiler üzerinden hakka ulaşmak isi bizi hataya düşürebilir. Bu itibarla, Türkiye'de hoca olmadığı halde 'Hoca' lakabıyla anılan bir kişi ve klik, hidayete erdirdiği varsayılan insanları hidayet öncesi durumlarından daha geriye götürmüştür. Maazallah.

*Ramazanın arifesinde seviye giderek düşüyor. Birkaç misal vermek istiyorum. Bunlardan birisi, youtube üzerinden dikkatimi çekti. Bildiğimiz, Nimetullah Hoca H. Yahya lakabıyla bilinen bir şahsı ziyaret ediyor ve onu elinden öpüyor. Rahmetli Kıbrıslı Şeyh Nazım da söz konusu çevre ile içli dışlı idi. Çarpılmışa döndüm. Nutkun tutulduğu anlardan birisiydi. Kusurlu olana iltifat edilmemelidir. İltifat onun bir biçimde yanlışında temadi etmesini sağlar. Yanlışa doğru kisvesi giydirilir. Müslümanın görevi elinden geldiğince emri bilmaruf ve nehyi ani'l münker yapmaktır. Hadis diliyle de töhmet getiren yerlerden kaçınmak müminin feraseti gereğidir.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Nâhl Suresi;128

Şüphesiz ki, Allah, takvaya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.

Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI