Cevaplar.Org

BAKIŞ AÇISI-6

Bir kimsenin Ehl-i Sünnet olup olmadığı, özellikle onun itikadî görüşlerine bakılarak bilinir. İtikadî sahada Ehl-i Sünnet çizgiyi benimsemiş olan bir kimse, Fıkhî/amelî sahada dört mezhep dışında kalan bir mezhebi iltizam etmiş olabilir; ya da müstakil mezhep sahibi olduğunu ileri sürebilir.


Ebubekir Sifil(Doç. Dr)

esifil@yahoo.com

2020-07-01 07:06:32

Bir kimsenin Ehl-i Sünnet olup olmadığı, özellikle onun itikadî görüşlerine bakılarak bilinir. İtikadî sahada Ehl-i Sünnet çizgiyi benimsemiş olan bir kimse, Fıkhî/amelî sahada dört mezhep dışında kalan bir mezhebi iltizam etmiş olabilir; ya da müstakil mezhep sahibi olduğunu ileri sürebilir. Onun bu iddiasını tartışmak ayrı bir konudur; itikadî tercihi ile bu nokta birbirine karıştırılmamalıdır. Söz gelimi İbn Cerîr et-Taberî'nin müstakil mezhep sahibi olduğu, kaynaklarda nakledilegelen bir husustur; yani o, dört mezhepten birine bağlı değildir. Bununla birlikte et-Taberî'nin Ehl-i Sünnet olmadığını söyleyen bir âlimin mevcudiyetinden ben şahsen haberdar değilim. İbn Hazm da bu noktada ilgi çekici bir örnektir. Fıkhî görüşleri hayli tartışılmış olmakla birlikte onun da Ehl-i Sünnet olmadığının söylendiğini bilmiyorum. Son olarak Celâluddîn es-Süyûtî örneğini zikredebiliriz. Müstakil içtihad seviyesine ulaştığını bizzat kendisi söylemiştir; ama onu da Ehl-i Sünnet dışında gören kimse yoktur... Milli Gazete - 19 Haziran 2004

Bugünün Avrupa'sı ise Mâturîdîler'in yukarıda zikrettiğim ilkesi doğrultusunda bile mazur değildir. Zira Avrupa'da bildiğimiz kadarıyla 10 milyon civarında Müslüman nüfus bulunmaktadır. Şu halde herhangi bir Avrupalı, istediği zaman İslam hakkında bilgi sahibi olabilir Milli Gazete - 24 Haziran 2004

Tekfir (bir kimsenin herhangi bir söz veya fiilden dolayı küfre girdiğine hükmetmek), yerli yerinde işletilmediği zaman dünyevî ve uhrevî çok büyük sıkıntılara yol açabilecek bir müessesedir. Günümüz şartlarında bir şey ifade etmeyebilir; ama İslam tarihi, tekfir meselesinden dolayı bu Ümmet'in yaşadığı büyük acı ve sıkıntılarla doludur.

Bu sebeple ulema, bir kimseyi tekfirde alabildiğine hassas davranmış, hatta maddi-manevi ağırlığı sebebiyle herhangi bir kimsenin tekfiri konusunda ağzını açmama kararı alanlar olmuştur. Milli Gazete - 26 Haziran 2004

Bu noktada "küfr-i lüzumi" ile "küfr-i iltizami" ayrımına dikkat etmek gerekir. Bir kimseden, bilerek-isteyerek küfre girmeyi kasd etmeksizin sadır olan "elfaz-ı küfür", "küfr-i lüzumi" grubuna girer. Yani insanları iman-küfür sınırına riayet konusunda titiz olmaya teşvik için "Şu şu sözleri söylemek küfürdür" denmiştir. Bir kimse küfre girmeyi niyet etmeksizin –mesela kızgınlıkla veya sürçü lisan ile– bu sözlerden birisini söylemiş olursa, hemen tekfir edilmemelidir. İşte soruda ifade edilen husus bu durumda söz konusu olur.

Ancak bu sözler bir kimseden bilerek-isteyerek sadır olsa ve kişi, bu sözlerin, sahibini küfre düşüreceğini biliyorsa, burada "küfr-i iltizami" gündeme gelir... Milli Gazete - 26 Haziran 2004

Selef'in yakîn ve teslimiyeti, müteşabihata tevilsiz iman etme konusunda herhangi bir problem çıkmasını engellemiştir.

Ancak zamanla Ümmet fertlerinin iman ve yakîninin zayıflaması ve teşbih/tecsim inancının yayılma eğilimi göstermesi üzerine müteşabihatın, akla, muhkem nasslara ve Arap dili kurallarına aykırılık teşkil etmeyecek tarzda tevili kaçınılmaz olmuştur. Halef uleması (müteahhirun) bunu yaparken de, müteşabihata tevilsiz imanın asıl olduğunu da belirtmiştir. Milli Gazete - 26 Haziran 2004

Sakal ve sarık sünnettir. Ebû Cehil'in veya diğer herhangi bir inkârcının sakallı-sarıklı olması, bunları sünnet olmaktan çıkarmaz. Milli Gazete - 26 Haziran 2004

Günümüzde nefis tezkiyesinin, sanki sadece Tasavvuf'a intisap etmiş olanların iltizam ettiği, sadece onları bağlayan, diğer mü'minler için adeta "lüks" olan bir şey gibi tasavvur edildiği görülebilmektedir. Bu düşünce kesinlikle doğru değildir. Milli Gazete - 1 Temmuz 2004

Namazı müteakip cemaatin birbirine herhangi bir şey söylemesi gerekmez. Namazların ardından, dua tarzında "Allah kabul etsin" denebilirse de, alışkanlık haline getirilmesi, zamanla sünnet olduğu zehabına yol açabileceğinden, terk edilmesi daha uygundur. Milli Gazete - 6 Temmuz 2004

Cemaatla kılınan namazdan sonra mescidin önüne sırf musafaha etmek için dizilmek bid'attir. Böyle davranmaksızın cemaatin birbiriyle musafaha etmesinde, Selef'ten nakledilmiş bir uygulama olmasa da, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bir sakınca yoktur. Esasen musafaha namaz sonrasına mahsus değildir. Birbiriyle karşılaşan mü'minlerin musafaha etmesi sünnettir. Dolayısıyla namazdan sonra da birbiriyle yeni karşılaşan mü'minlerin musafahası da sünnettir. Ancak bunu törensel bir havaya sokmak ve namazdan sonraya mahsus hale dönüştürmek sünnet olmaktan çıkarıp bid'at sınırına sokmak anlamına gelir. Milli Gazete - 6 Temmuz 2004

Bir kimse, küfrü niyet etmeksizin kendisinden elfaz-ı küfür nevinden bir şey sadır olduğunda hemen tekfir edimemelidir. Milli Gazete - 6 Temmuz 2004

Burada meseleyi iyi kavramak çok önemlidir. "Âlemde Allah Teala'dan başka hakiki varlık sahibi yoktur; diğer varlıklar, varlığını O'ndan alır; onların varlığı izafi ve fanidir. O'nun varlığı ise mutlak ve bakidir. Bütün varlıklar O'ndan gelmiştir ve yine O'na dönecektir. O halde gerçek varlık tekdir ve O'dur" anlamında Vahdet-i Vücut inancı Ehl-i Sünnet'e zıt değildir. Her şeyde Allah Teala'nın kudret ve azametini görmek, âlemi O'nun sıfatlarının yansıması/tecellisi olarak telakki etmek niye Ehl-i Sünnet'e zıt olsun ki? Denebilir ki İmam-ı Rabbânî Vahdet-i Vücud'a itiraz ederek Vahdet-i Şuhud'u savunmuştur. Doğrudur; ancak Vahdet-i Vücut ile ilgili bir karar vermeden önce, bu konuda birbiriyle çelişkili muhtelifi "okumalar" yapılabildiğini akıldan çıkarmamak gerekir. Milli Gazete - 6 Temmuz 2004

Sıddıklık makamının daha üstün olduğu muhtelif kaynaklarda geçmektedir. Bunun izahı –Allâhu a'lem– şudur: Sıddıklık makamı, yaşarken elde edilir. Kalbî ve amelî hayatı rıza-i ilahî doğrultusunda son derece titiz bir şekilde düzenlemek, zühd ve takvanın zirvesinde bulunmak suretiyle elde edilir. Şehitlik ise ölüm anında elde edilen bir makamdır. Milli Gazete - 6 Temmuz 2004

Usul-i Hadis uleması keşif yoluyla hadis tashihine cevaz vermemiştir. Her ne kadar ilke olarak keşif yoluyla hadislerin tashih/taz'ifi mümkün ise de, bu yolla elde edilen bilginin Şer'î kaidelere aykırı düşmemesi kaydıyla sadece keşif sahibi bununla amel edebilir; başkalarının böyle bir bilgiyle amel etmesi caiz değildir. Zira keşifle elde edilen bilginin "muttarit" bir kaideye bağlanması mümkün değildir. Hatta Muhyiddîn İbn Arabî (k.s) dahi –keşfî bilginin yanılmazlığının kesin olduğunu söylemesine rağmen– keşif sahibinin keşfedilen şey hakkında verdiği hükmün yanlış olabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla keşif yoluyla yapılan tashih/taz'if Ümmet'i bağlamaz. Bu konuda ileri sürülen naklî deliller de münferit birkaç örnekten ibarettir. Milli Gazete - 8 Temmuz 2004

Mirac'ın ruh ve beden birlikte ve uyanıkken vuku bulduğu, Ehl-i Sünnet'in çoğunluğunun görüşüdür. Her ne kadar konuyla ilgili pek çok eserde Hz. Aişe (r.anha) validemiz, Hz. Mu'âviye (r.a) ve Tabiun'dan Hasan-ı Basrî (rh.a)'nin, Mirac'ın ruhen gerçekleştiği görüşünde oldukları rivayet edilmiş ise de, bu görüşün onlara nisbeti tartışılmıştır (bkz. İbn Dıhye, "el-İbhâc", 68-9; İbn Hacer, "Fethu'l-Bârî", VII, 197 vd.; Ali el-Karî, "Şerhu'ş-Şifâ", I, 410 vd., el-Kevserî, "Makâlât", 517) Bazı alimler, –burada ayrıntılarına giremeyeceğim– gerekçelere binaen çoğunluğun benimsemediği kanaatler ileri sürmüştür. Bu durumu dikkate aldığımızda, Mirac'ın sadece ruhen gerçekleşmiş bir hadise olduğuna inanmanın, kişinin itikadî durumuna tesir eden bir yönü olmadığını söylememiz gerekiyor.

Ancak burada bir noktanın tasrih edilmesi gerekir: Çoğunluğun görüşüne aykırı kanaatte olan ulema, tamamen tercihe şayan buldukları naklî deliller sebebiyle böyle davranmıştır. Günümüzde Miraç olayının ruh-beden birlikte vuku bulduğunu söylemenin "akla" –o hangi akılsa?!– aykırı olduğunu ileri sürenlerin tutumuna söz konusu alimlerin tercihleri gerekçe teşkil etmez. Zira o âlimler nazarında Mirac'ın ruh-beden birlikte cereyan ettiğini söylemenin akla aykırı bir yönü yoktur. Dediğim gibi onlar sadece "naklî" deliller arasında tercihe şayan bulduklarını esas aldıkları için o kanaate sahip olmuştur. Bu noktaya dikkat edilmelidir. Zira sırf "aklî" gerekçelerle Miraç olayının rüyada veya ruhen yaşandığını ya da hiç yaşanmadığını söylemek kişiyi fasık yapar. Milli Gazete - 8 Temmuz 2004

Recm hükmünün zikredildiği (eş-Şeyhu ve'ş-şeyhatu... şeklindeki) ifadenin hadis mi, yoksa metni mensuh bir ayet mi olduğu tartışmalıdır. Ancak bu tartışmanın, söz konusu hükmün sübutuna herhangi bir tesiri yoktur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) dönemi de dâhil olmak üzere tarih boyunca uygulanmış bir hükmün Sünnet/hadisle mi, yoksa metni mensuh ayetle mi sabit olduğu önemli değildir.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu hükmü Tevrat'ı esas alarak uyguladığını söyleyenler ya ilgili rivayetlerden habersiz kimselerdir, ya da mugalata yapmaktadırlar. Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi'nin 1. cildinde (11 ve 12 numaralı yazılar) bu konuyla ilgili detaylı bilgi mevcuttur.

Öte yandan dinî herhangi bir hükmün –özellikle de muhkem nasslara ve sabit uygulamaya dayananların– "vahşet" vs. tarzında nitelendirilmesi son derece tehlikelidir. Hangi hükmün hangi ölçüye göre değerlendirileceği iyi tesbit edilmezse, bizzat Kur'an nassıyla sabit olan pek çok hüküm de böyle keyfî nitelendirmelere konu yapılabilir! Bu da vahiyle –Sünnet'in de vahiy kaynaklı olduğu malumdur– sabit ahkâmın tartışılması demektir ki, aklı başında olan bir mü'minden böyle bir şeyin sadır olması mümkün değildir... Milli Gazete - 10 Temmuz 2004

Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz" rivayetinin uydurma olduğu söylenmiş ise de, doğrusu onun zayıf olduğudur. Abdülfettâh Ebû Gudde merhum Fethu Bâbi'l-İnâye'ye yazdığı ta'likler meyanında bu rivayet üzerinde durmuş (I, 13) ve uydurma olmadığı sonucuna varmıştır. Milli Gazete - 10 Temmuz 2004

-devam edecek

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

BAKIŞ AÇISI-23

BAKIŞ AÇISI-23

*Aslında aklın fonksiyonu ve yetkisinin sınırları konusunda –yaygın kanaatin aksine– Mu'te

BAKIŞ AÇISI-22

BAKIŞ AÇISI-22

"Mademki Batı'dan geri kaldık, öyleyse dinin tarihte ortaya çıkmış olan tezahürü ile dinin

BAKIŞ AÇISI-21

BAKIŞ AÇISI-21

Modernizm yeni bir bilinç oluşturma peşindedir. Alışılagelmiş kabullerden, düşünce kalıpl

BAKIŞ AÇISI-20

BAKIŞ AÇISI-20

Artık dönemini doldurmuş, tekrarlana tekrarlana aşınmış, eskiye ait olan, bugüne hitap etmey

BAKIŞ AÇISI-19

BAKIŞ AÇISI-19

Kur'an müslümanlığı, Gerçek İslam, Yeniden yapılanma gibi kalıplar, bir önceki maddede kı

BAKIŞ AÇISI-18

BAKIŞ AÇISI-18

Hatta Kur'an ve Sünnet'in titizlikle teşvik ettiği "Şûra" ilkesine hayat veren de "farklı gör

BAKIŞ AÇISI-17

BAKIŞ AÇISI-17

Dînî hassasiyet insanlarda mezhep anlayışının zayıflamasıyla zayıflamaya başlıyor. İşte

BAKIŞ AÇISI-16

BAKIŞ AÇISI-16

Misyonerliğin, sömürgeleştirme hareketlerinin bir öncü kuvveti olduğunu biliyoruz. İkinci Va

BAKIŞ AÇISI-15

BAKIŞ AÇISI-15

A-k-l" kökünden türeyen bazı fiiller mevcut olmakla birlikte, Kur'an'da "akıl" formunun geçmed

BAKIŞ AÇISI-14

BAKIŞ AÇISI-14

Ümmetimin âlimleri Beni İsrail'in nebileri gibidir." Bu rivayetle ilgili olarak bu yılın 13 M

BAKIŞ AÇISI-13

BAKIŞ AÇISI-13

Mezhep" bir anlama sistemidir. Yaşadığımız hayatın ibadetten muamelata kadar her veçhesi hakk

Kim Allah'a ve Rasûlü'ne îman etmezse, (bilsin ki) biz inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.

(Fetih, 13)

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Diğer bir kişi katılmaksızın, iki kişi aralarında fısıldaşmasın.

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI