Cevaplar.Org

MUHAKEMAT NOTLARI-14

Ders: Muhakemat-14.Ders, (1.Makale, 8. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Bediüzzaman hazretleri bu mukaddimede iki meseleyi değiniyor; 1-Asırlara ve çağlara Batı bakış açısı ile İslami bakış açısı


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-06-22 10:33:23

Ders: Muhakemat-14.Ders, (1.Makale, 8. Mukaddime)

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*Bediüzzaman hazretleri bu mukaddimede iki meseleyi değiniyor;

1-Asırlara ve çağlara Batı bakış açısı ile İslami bakış açısı

Batılı tarih bilimcilere göre tarih iki kısma ayrılıyor; Tarih öncesi çağlar, yazının bulunmasından önceki devirler, bu devirlerde tarih efsanelerle ve usturelerle karışmış.

Bir de yazının bulunmasından sonraki devirler var. Yazının bulunmasından 476 tarihinde Batı Roma devletinin yıkılmasına kadar geçen zamana "ilk çağ", Batı Romanın yıkılmasından 1453 İstanbul'un fethine kadar olan devre "ortaçağ", İstanbul'un fethinden 1789 Fransız ihtilaline kadar olan döneme "yeniçağ", 1789'dan günümüzde de devam eden olan zaman dilimine "yakınçağ" denilmiş.

Not: İslam âlimlerine göre ise durum farklıdır. Evvela şunu ifade etmek gerekir, Metin Karabaşoğlu beyin dediği gibi; "Tarih cennet ehli bir insanla, bir müminle, bir peygamberle başlamaktadır. Tesadüfî evrimleşmelerin sonucu olan maymunumsu bir geçmişle değil." (Metin Karabaşoğlu, Gece Yürüyüşü, sh:41, Karakalem Yayınları-İst.1998) İkinci olarak da "Kur'an'ın ışığında insanlığın devrelerine baktığımızda, üç devir karşımıza çıkar:

1-Kurun-u ûlâ (ilk devir). Hz. Âdem'den Hz. Musa'ya,

2-Kurun-u vustâ (orta devir). Hz. Musa'dan Peygamberimize,

3-Kurun-u uhrâ (son devir). Peygamberimizden kıyamet kopuncaya kadar.

Bu tasnif,

وَلَقَدْ آتَيْنَ مُوسَى الْكِتَابَ مِن بَعْدِ مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَى

 "Kurun-u ulâ'yı helak ettikten sonra, Musa'ya Kitab verdik" (Kasas, 43) âyetinden hareketle yapılmıştır. Şüphesiz bu devirlerin her birinin de kendi içinde farklı dönemleri bulunmaktadır."(Prof. Dr. Niyazi Beki https://sorularlarisale.com/kurun-u-ula-kurun-u-vusta

Değerli hadis âlimi, merhum Kâmil Mîras efendi de şöyle yazmaktadır; "Kur'an-ı Mübin'e göre, Firavun'un helaki ve Musa'nın galebesiyle cihan tarihinin ilk devri sona eriyor, orta devri başlıyor. Peygamber Efendimiz'in nübüvveti ve Kur'an'ın nüzulü ile ahirzaman dediğimiz son devir başlıyor." (Kâmil Mîras, Tecrit Tercemesi ve Şerhi, cilt: 9 s. 144 D.İ.B Yayınları, Ankara, 7. Baskı)

Elmalılı Hamdi Efendi de "Kur'an lisanında kurun-u ûlâ(ilk çağlar), Firavun'un helâkıyla hitam bulmuştur" (E. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt, 4, s. 3327, Matbaa-i Ebu Ziya, İst. 1936) ve;

"Firavun'un helakından ve Tevrat'ın nüzulünden İslam'ın zuhuruna kadar kurun-u vusta(ortaçağlar) oluyor, İslam'ın zuhuruyla da ahirzaman yani kurun-u uhrâ(son asırlar) başlıyor. Demek ki Hazret-i Musa'nın bi'seti ile kurun-u ûlâ kapanıp kurun-u vusta açıldığı gibi, biset-i Muhammediyye ile de kurun-u vustaya nihayet verilip, kurun-u uhrâ açılıyor.

Ancak Hazret-i Musa'nın bi'setinden Firavun'un garkına kadar olan müddet, kurun-u ûlâ'ya mahsub edilmiş olduğu gibi, biset-i Muhammediyye'den hicret-i seniyyeye kadar olan müddet de, kurun-u vustaya mahsub edilerek, tarih-i İslam hicretten başlamıştır." (E. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt, 5, s. 3739, Matbaa-i Ebu Ziya, İst. 1936) demektedir.

Üçüncü olarak, Üstad, Lem'alar'da diyor ki; "Tarih-i beşerî, muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim'in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane, ya gayet muhtasar gidiyor."(Lem'alar, s. 109)

*Üstad bu makalede İslam âleminin ve batının duraklama dönemlerinin ayrı olduğunu dile getiriyor. Buna göre, geçmiş zaman: gayr-ı müslimler açısından hicrî onuncu asırdan(1600 miladilerden) önceki zaman dilimlerini kapsayan ilk ve orta çağlardır. Bundan sonra batıda reform ve Rönesans hareketleriyle –maddi olarak- bir ilerleme görülmüş ama bu ilerleme dini ve dini değerleri elinin tersiyle itmiş, beşeri cehennemi bir hayata mahkûm etmiştir.

Müslümanlar açısından hicrî beşinci asırdan on ikinci asrın sonuna kadar devam eden bir zaman süreci, duraklama sürecidir ki, üstad bu dönemleri "mazi" olarak tabir etmiştir. Bu dönem 1900'lere kadar sürmüştür. Ondan sonra batılı işgalcilerin de tetiklemesiyle İslam âlemi çapında uyanış ve ihya hareketleri kendisini göstermeye başlamıştır..

Not: Ali Mermer Bey bu hususta şunları yazıyor; "Said Nursi, Anadolu Selçukluların başından Osmanlının sonuna kadar olan dönemi yani miladi 1100 yılından 1900 yıllarına, hicri olarak da 5. asırdan 12. asra kadar olan dönemi mazi olarak tanımlar.

Nursi, ebna-yı maziyi 11. asırla 19. asır arasında İslam'ın mazi dönemi olarak yaşandığını, ebna-yı müstakbel denilen dönemin ise 19. asırdan sonra İslam'ın gelecek zamanı olarak yaşanacağını söyler. (bkz. Hamim.org)

Not: 2: Bu makaleyi daha iyi anlayabilmek için Batı ve İslam dünyasının geçirdiği tarihi ve fikri devirleri iyi analize etmek gerekiyor âcizane kanaatimce. Fakir bu hususta hemen kütüphanemden Ebul Hasan en Nedvi merhumun "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti", "Yeniden İslam'a(özellikle İslam Tarihinde Med-Cezir konferansı), İslam Ülkelerinde İdeolojik Savaş" adlı eserleriyle, merhum Emir Şekip Arslan'ın "Müslümanların Gerileme Sebepleri" adlı eserlerini hazır ettim. Daha başka eserler de sayılabilir.(Salih Okur)

Not: 3: Niyazi Beki Hocamız, Üstadın bu makaledeki görüşünü veciz olarak özetlemiş, onu vermek isterim; "Buna göre, Ebna-yı Mazî (Geçmiş Nesiller)de hâkim olan duygular bir derece temiz olmakla beraber, gayr-ı münevver olan fikirlerine galebe edip, onları kendi istekleri doğrultusunda istihdam ederek bilimsel egoizmi ve duygusal despotizmi meydana getirmiştir. Bunun bir sonucu olarak da her tarafta ihtilaflar ve şahsî garazlar boy göstermeye başlamıştır. Ebna-ı Müstakbel (Gelecek Nesiller)de, bir derece münevver olan fikirleri, hevâ ve hevesle kirlenmiş duygularına galebe çalarak hâkimiyeti ele almıştır. –Ki, ileride bu fikirler, dizgini tamamen ele alacaktır.- Bunun bir sonucu olarak da hak ve hukukun üstünlüğü prensibi kabul gördüğünden gerçek insanlık ortaya çıkmaya başlamış ve ileride tamamen ortaya çıkacaktır."

Ali Mermer Bey de şunları dile getirmektedir; "Sekizinci Mukaddeme'de esas vurgulanmak, hissiyat veya efkârdan hangisinin hâkim olduğu meselesidir. Hissiyatın, tarafgirliğin hâkim olduğu yerde gerileme, ümitsizlik söz konusudur. Efkârın hâkim olduğu dönemlerde ise bir ümit parladığını görürüz. 20. Asrın başından itibaren âlem-i İslam'da efkâr dönemi olan fikirlerin çarpışması ve araştırmalar başlar; körü körüne taklit biter. Neden üstün olduğunu sorgulamadan "Biz üstünüz" iddiasıyla eline kılıç alıp dünyaya meydan okuma tavrı bir kenara bırakılır. Bu sadece Osmanlıda ya da Anadolu'da vuku bulmuş bir yönetim biçimine indirgenmemelidir.

Bütün âlem-i İslam'da bir açılma vardır ve bir fikriyatın hâkim olması dönemi başlar. Fikriyatın hâkim olmasını, medrese-i efkâr tabiriyle eğitime, sorgulamaya, araştırmaya açık olmak şeklinde izah edilebilir." (bkz. Hamim.org)

Not; Kısaca mazi denilen o zaman diliminde İslam âleminde hâkim unsurları şöyle sıralayabiliriz;

1-Akıl yerine kalb, hissiyat ve duygular ki, "hatabi üslup" denilen ve duygu ve hissiyatlara hitap eden ateşin vaazlarla kitleleri idare ve etkilemek mümkündü. Üstad bu zamanda bunun değiştiğini "Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işba' etmiyor. Bürhan isteriz. (Muhakemat, s. 36) ifadeleriyle anlatıyor. Niyazi Beki hocamız diyor ki; "Hissiyat döneminde ise taklit ve taassup ön planda idi. Ama ilmin terakkisi ile bu hissiyat dönemi yerini akliyata bırakıyor. Artık herkes delil ve ispat ile bir şeyi kabul ediyor. Bu değişim ise İslam'ın lehine bir gelişmeydi. Zira İslam dininde akliyata zıt ve muhakemeye düşman bir unsur bulunmuyor.

Özet olarak, bilim ve tekniğin gelişmesi İslam'ın terakkisine ivme veren önemli bir faktördür. İnşallah ileride ispat ve ilim sayesinde taşlar yerine oturup, her unsur hak ettiği mevkii elde edecektir."

2-Tarafgirlik ve taassup duygusu çok hâkimdi eski zamanlarda..İdare istibdadıyla birlikte ilmi istibdad da çok yaygındı. Bu meseleye bir misal vermek gerekirse, 14. Yüzyılda yaşamış büyük Şafii âlimi Tacuddin es Sübki, Tabakat-üş Şafi'iyye adlı eserinde şunları yazıyor: "Tarihle uğraşanlar, eserlerini yazarken bazı insanları yücelttiler, bazılarını ise aşağıladılar. Bunu da ya taassuplarından, ya da cehaletlerinden yaptılar. Yahut ta, güvenilir olmayan kaynaklardan rivayet ettikleri için bu hataya düştüler. Bu şekilde hata yapmayan çok az tarih kitabı gördüm. Mesela hocamız olan ez- Zehebi'nin- Allah onu affetsin-tarihi ifrat derecede taassuplarla doludur. Şafii ve Hanefi âlimlerinden bahsederken bunlara fena bir şekilde dil uzatmıştır. Bu büyük âlim ve hafız böyle yaparsa artık siz başkasını düşünün." 

3- Eski devirlerde "kuvvet" fikrini önüne geçmişti. Üstad buna da şöyle değinir; "Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlub eylemiş idi" (Muhakemat, s. 37) ve "Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.(Divan-ı Harb-i Örfi s. 57)

Üstad'ın dediği gibi "Her zamanın bir hükmü var."(Lem'alar s. 13) Merhum Kırkıncı Hocamız ne güzel der; "Neden eski peygamberler çok? Çünkü son devrin insanları koyun ise, eski devrin insanları medeniyette keçi gibiydiler. Keçileri idare zordur. 1000 koyuna bir çoban yetiyorken, elli keçiye bir çoban ancak yetiyor."

4-Eski zamanlar şahıs zamanlarıydı, yeni dönem ise şahs-ı manevi zamanlarıdır. Üstad buna müteaddit yerlerde değinir;

"O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş."(Kastamonu Lahikası, s. 7)

"Hem eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cem'iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradî galib olduğundan, cemaatin sıfât-ı azîmesi ve büyük harekâtı o cemaatın başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle; o şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acube cisim ve müdhiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş. (Şualar, s. 582)

"Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassıs, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûralar o ruhu temsil eder.(Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 38)

"fakat bu zaman şahs-ı manevî zamanı olmasından ..(Emirdağ Lahikası-1, 267 )

*Artık fikirlerin muvazene edileceği bir dönem giriyoruz. Bu ise İslam âleminin lehine bir gelişmedir. Merhum seyyah-ı şehîr Abdürreşid İbrahim ne güzel der; "Bu gün batı filozoflarının büyükleri bizim en ufak, en bayağı mutasavvıflarımızın hayranıdırlar. Bu biçareler büyük mutasavvıflarımızın felsefesinden katiyyen habersizdirler. Ah, ya Rabbi! Hadis-i şeriflerden olan felsefeleri hakkıyla şerh ve izah edecek olursak bizim önümüze kim çıkabilir?"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

"Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kurban kesme ibadeti koymuşuzdur. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. Allah'a itaat e

Hacc:34

GÜNÜN HADİSİ

İslam hakkında.

"İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak" Buhari-İman:1

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI