Cevaplar.Org

BAKIŞ AÇISI-4

İslami kesim"de saman alevi gibi bir yanıp bir sönenler kadar, uzun yıllar boyunca başarılı bir yayın çizgisi sürdürerek kalıcılık elde edebilen dergilerin varlığı da bir realite


Ebubekir Sifil(Doç. Dr)

esifil@yahoo.com

2020-06-15 08:16:28

İslami kesim"de saman alevi gibi bir yanıp bir sönenler kadar, uzun yıllar boyunca başarılı bir yayın çizgisi sürdürerek kalıcılık elde edebilen dergilerin varlığı da bir realite. Milli Gazete - 10 Ocak 2004

Ulema, Sünnet'le sabit olup, Kur'an'da lafzen yer almayan hususların Kur'an'ın Sünnet'e yaptığı göndermeler dolayısıyla amele konu edilmesi gerektiği gerçeğinden hareketle bu gibi hükümleri birer "problem" olarak değil, "dinî hüküm" olarak telakki etmiştir ve işin aslı da budur. Öte yandan böyle önemli bir metodolojik konuda Kur'an'ın, "Sünnet'in Kur'an'a arzı" noktasında "çağdaş" anlayışı destekler tarzda açık ve kesin bir direktif içermemesi kadar, çağdan çağa değişen bir "Kur'an'a uygunluk/aykırılık" söylemiyle karşı karşıya bulunuyor oluşumuz da üzerinde ayrıca durulmasını hak eden önemde... Milli Gazete - 15 Ocak 2004

İrtidat ve zina suçlarına verilecek ceza ile ilgili rivayetlerin "uydurma" oldukları iddiasına tarih içinde rastlamıyor oluşumuzu nasıl açıklayabiliriz? Sahabe döneminden başlayarak Tabiun, Etbau't-Tabiin ve onları izleyen kuşaklar boyunca hiç mi Allah korkusu, insaf ve vicdan sahibi biri yaşamamıştır da bu uygulamalara ve bu uygulamaların "hadisleştirilmesine" karşı çıkan olmamıştır? Bu cezalar uygulanırken niçin Hz. Peygamber (s.a.v)'in aksi doğrultudaki bir hareket veya sözü nakledilmemiştir? Milli Gazete - 15 Ocak 2004

Sözün özü, Sahabe döneminden başlayarak hadislerin cem, tedvin ve tasnif dönemlerine kadar İslam toplumunun, "yabancı" etkisine bu kadar açık olduğu tezi ilmî ve tartışmasız bir şekilde isbatlanmadıkça ve dahi uydurma olduğu iddia edilen her rivayet için "kim, niçin, ne zaman ve nasıl" sorularının cevabı net olarak verilmedikçe, "çağdaş hadis antipatizanları"nın iddialarının ciddiye alınma şansı olmayacaktır... Milli Gazete - 15 Ocak 2004

Batıdan ithal edilmiş "okuma" ve yorum yöntemlerinin etkisiyle İslam'ın temel kaynakları hakkında en "uçuk" fikirlerin ortalıkta serbestçe dolaştığı böyle bir ortamda hangi gerekçelere dayandırılırsa dayandırılsın, "sem'iyyat" üzerine kurulu itikad sistemi bir bütündür ve bu sahada ancak sem'î delillerle konuşulabilir. "Nüzul-i İsa (a.s)" hakkında delalet ve sübut bakımından "kesinlik arz eden sem'î delil"e dayanmayan her türlü aykırı yorum ve kanaat merduttur ve ortada böyle bir sem'î delil de yoktur. Milli Gazete - 31 Ocak 2004

Medyatik tartışma platformlarının, manipülasyona dönük bir yüzü olduğu ve özellikle son yıllarda İslamî kabullerin toplum bilincindeki yerinin sarsılmasına hizmet ettiği gerçeğinden hareketle rahatça söyleyebiliriz ki, "Nüzul-i İsa (a.s)" meselesinin sık sık gündeme getirilmesinden ve tartışılmasından elde edilen netice, "tevatür" olgusunun da "tartışılabilirler" kategorisine sokulmasıdır. İslamî bilgi kaynaklarının vazgeçilmezlerinden olan "tevatür"ün böylesi bir fluluğa büründürülmesi operasyonu sonucunda Sünnet ve hatta Kur'an bilincinin yara almaması düşünülemez. Milli Gazete - 31 Ocak 2004

Günümüzde özellikle bir kısım akademik çevrelerde yaygınlaştığı görülen modernist yaklaşımın temel karakteri, herhangi bir hususun "İslamî" olup olmadığını belirleyen ölçütlerin tartışılmasına yönelmiş olmasıdır. Her kadar bu yapılırken ortaya konmuş özgün bir bilgi felsefesinden ve sistemden bahsetmek mümkün değilse de, yapılanların, bütün eksiklik ve yetersizliklerine rağmen sokaktaki insanın kafasını karıştırmak için yeterli olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Söz gelimi "eğer Hz. İsa yaşıyorsa nerededir, ne yer, nasıl barınır?" gibi –İslamî bilgi ve inanç sistemi bakımından– hiçbir değeri olmayan absürt bir soru bile halkın bazı kesimlerinin "acaba" demesine yetmektedir. Milli Gazete - 31 Ocak 2004

Ancak Modern dönemde, gerek Ehl-i Sünnet akidesini güçlü bir şekilde savunacak yetkin alimlerin azalmış olması, gerekse İslam dünyasını iç muhasebeye iten siyasal, ekonomik, askerî vd. alanlarda yaşanan olumsuzlukları "akide sorgulaması"na gerekçe yapmak gibi "ölümcül" bir hata yapan Modernistler'in önüne açılan geniş alan dolayısıyla günümüzde "hangi itikadî sistemi benimsemeli?" sorusu (daha basit seviyede ve fakat daha yaygın olarak "kimi okumalı?" tarzında karşımıza çıkan soru da bu problemin bir tezahürüdür) yukarıda işaret ettiğim kesimler nezdindeki ağırlığını gittikçe daha fazla hissettiriyor. Milli Gazete - 7 Şubat 2004

Meselenin hükmü Kur'an'da mücmel, âmm veya mutlak olarak yer almış ve Sünnet tarafından tafsil, tahsis veya takyid edilmiş ise o mesele için "Kur'an ve Sünnet'le sabittir" denir. Bu ifade Sünnet'in, Kur'an'daki hüküm hakkında, "beyan-ı tağyir" tarzındaki bir beyanla tasarrufta bulunması durumunda da kullanılır. Ancak bu defa hükmün aslının Kur'an'da, ondan muradın veya onun nihai uygulama tarzının ise Sünnet'te mevcut olduğu kastedilir. Milli Gazete - 12 Şubat 2004

Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum Makâlât'ında, "Selef'in nasslardan anladığı neyse, anlaşılması gereken odur" der. İlahî dinlerin tahrif ediliş süreci, peygamber terk-i dünya ettikten sonra insanların zaman içinde dinî nassslara kendi anlayışlarını söyletmeleri şeklinde yaşanmıştır genellikle. Yaşadıkları çağın hakim zihniyeti, dünya görüşü ve "moda" akım(lar)ı neyse, onu dine ve dinin nasslarına tasdik ettirme gayreti, "tahrif"in öbür adıdır. Milli Gazete - 14 Şubat 2004

Son ilahî dinin varlığını kıyamete kadar sürdürmesi, hükümlerinin ancak Efendimiz (s.a.v)'in tebliğ ve beyan buyurduğu aslî şekliyle muhafasazı yoluyla olacaktır. İhbar-ı Nebevî ile hiçbir asrın kendilerinden hali kalmayacağını bildiğimiz Mücedditler'in temel fonksiyonu da işbu "muhafaza"nın temininden başkası değildir. Milli Gazete - 14 Şubat 2004

Bu dinin sahih ve inkıtasız bir şekilde anlaşılıp yaşanması noktasında bir "ana damar"ın her zaman varlığını korumuş ve devam ettirmiş olduğu gerçeği üzerinde sarf-ı mesai edildiğinde Modernizm'in oluşturmaya çalıştığı son derece önemli bir boşluğun kendiliğinden dolacağını idrak etmemiz gerekiyor.

İşte İcma bu noktada kendisine bilincimizde bir yer açıyor. Peygamberi terk-i dünya etmiş bir dinin "olmazsa olmazları"nın, ilk kuşaktan itibaren kesintisiz biçimde nesilden nesile aktarılması vakıası karşısında iki şey söylenebilir: Ya İslam Hz. Peygamber (s.a.v)'den hemen sonra tahrif olmuştur, ya da Sahabe'nin üzerinde bulunduğu çizgi sahih İslamî anlayışın biricik ifadesidir.

 Birinci şıkkı ilmî ve tarihsel olarak isbat etmek mümkün değildir. Zira o zaman bizzat Kur'an dahil olmak üzere "din" adına elde ne varsa hepsinden kuşku duymak bir "hak, hatta "görev" olur. Temel kaynakları böyle bir kuşkunun muhatabı olmaktan kurtulamamış bir dinin bize gerçeği nasıl söyleyeceği sorusu, bu şıkkı benimseyenlerin cevaplaması gereken bir sorudur ve hala muallakta beklemektedir Milli Gazete - 14 Şubat 2004

Değişim" temelli retoriği benimseyenler açıkça dile getirme dürüstlüğünü ve cesaretini gösteremeseler de, ülkemizde –ve genelde İslam dünyasında– görülen kitlesel değişim taleplerinin temelinde dinî, felsefî, ahlakî, yani "ciddi" bir kaygı ve çaba bulamazsınız. Bütün şamata konforu ve etiketi yükseltmek içindir; yani "ekonomi" için. Ha, bir de "adam yerine konma kaygısı" var ki, zilletin katmerlisi...

Bir taraftan inkârcıların çoğunun iman etmeyeceğini bildiren bir Kitab'ın mü'mini olduğunu söylerken, diğer taraftan bu çoğunluk arasında –eşik önünde de olsa– bir yer bulabilmek için mutlak hakikati "kurtulunması gereken bir ar" telakkisiyle fırlatıp atmanın yollarını arayan bu tavır tam da peygamber gönderilesi kavimlerin durumunu andırıyor. Dejenerasyon süreci binyıllardır aynı tarzda işliyor... Milli Gazete - 11 Mart 2004

Değişim" sloganıyla esen Batılılaşma rüzgârının önünde Cebriye'nin "kuru yaprağı" gibi savrulmanın adı "çağdaşlık" olsa da, sosyolojide Darwinci, ekonomide Marxist bir "çok doğrulu kırılma"yla karşı karşıya olduğumuz açık. Kimileri bu savrulmaya "Neo İ'tizal" demeyi tercih etse de, en azından Tabiiyyun, Dehriyyun, Zenadıka, Ehl-i Kitap... gibi gruplara karşı Tevhid'i savunmak için verdikleri fikrî mücadele hatırına ben burada Mu'tezile'yi tenzih etmek gerektiğini düşünüyorum... Milli Gazete - 11 Mart 2004

Büyük Ortadoğu projesi"nin servise konduğu şu günlerde dünyayı önüne katmış sürükleyen bu "seyl-i huruşan" karşısında akıntıya kürek çekmek beyhude bir çabadan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Hakikatin temsilcileri, bu akıntıya karşı "yürek" çekmek zorundadır. Milli Gazete - 11 Mart 2004

Rahmetli Cemil Meriç'in Daniel de Foe'den alıntıladığı şu tesbit, söylemek istediklerimi oldukça çarpıcı bir şekilde ifadelendiriyor: "Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın, "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?" Milli Gazete - 13 Mart 2004

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız"

Bakara, 183

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"

Müslim, Birr, 11-13 (2552);

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI