Cevaplar.Org

MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-29

Türkiye *Türkiye’nin en büyük eksiği her alanda ciddiyet ve disiplin. Bu iki mesele yakalanmadan, cemiyet ve devlet düzeni çöker. Sonrasında ah vah etmenin bir faydası yok.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-03-22 19:06:04

Türkiye

*Türkiye'nin en büyük eksiği her alanda ciddiyet ve disiplin. Bu iki mesele yakalanmadan, cemiyet ve devlet düzeni çöker. Sonrasında ah vah etmenin bir faydası yok. 

*Türkiye'yi terbiye ve işbirliğine angaje etmek için içeride ve dışarıda pazarlanan iki argüman var. Bunlardan birisi dünyanın yeni haydut örgütü IŞİD'e gizli kapaklı destek sunmak! Büyümesine hizmet etmek. İkinci olarak da Hamas'a kol kanat germek ve İsrail'in suyunu bulandırmak. Türkiye'yi suçlama konusunda uluslar arası bir korunun kendi aralarında paslaştıklarını görebiliyoruz. Sözgelimi Mısır'ın darbeci Paşası Abdulfettah Sisi Türkiye ve Katar'ın bölgeyi karıştırdığını ileri sürmüştür (http://www.jpost.com/Middle-East/Egypts-Sisi-says-Qatar-and-Turkey-are-spending-millions-to-spread-chaos-in-Arab-lands-372332 ). Haklıların ve seçilmişlerin yanında durması bile onlar için bölgeyi karıştırmak anlamına geliyor.

*Şimon Peres biraz daha ileriye giderek bölgesel terörü finanse etmekle suçladığı Türkiye ve Katar'ın cezalandırılmasını istemiştir. Sisi'den kopya çektiği ve buna bazı ilaveler yaptığı anlaşılıyor. Şimon Peres, Terörle Mücadele Enstitüsü'nce Herzliya'da düzenlenen 14. Uluslararası Konferans'ın açılışında 'Terör, Arap dünyasını parçalıyor' uyarısında bulunmuş ve sözü Katar ve Türkiye'ye getirmiştir. 'Terörü finanse ettikleri için Katar ve Türkiye'ye sert ekonomik yaptırımların uygulanmasını" istemiştir. Sonrasında söz sırası Amerikan Kongresine geldi; sazı eline alarak kalan yerden Türkiye'yi suçlamaya devam etti. Kongre, Şimon Peres'den kopya çekmiş yahut ilham almış olmalı.

*Haçlı Savaşları tarihçilerinden olan Süheyl Zekkar'ın Daru'l Fikir tarafından neşredilen 'Medhal ila tarih hurub es Salibiyye' başlıklı eserinde Araplar arasında dilden dile dolaşan ve aktarılan bir darb-ı mesel dile getirilmektedir. Bu darb-ı mesel, Arapların kolektif belleğinden hiç çıkmamıştır. 700-800 yıllık bir geçmişi vardır ve şu mealdedir: "Arap diyarlarında hüküm Türk'ün eline geçmeden devlet işleri düzelmez ve ıslahı kabil olmaz, olsa da kalıcı ve daim olmaz( Süheyl Zekkar'ın El Medhal adlı eseri s: 16-17, ikinci basım 1973).." Ve Araplar, 1967 bozgunundan sonra bu darb-ı mesele daha sık atıfta bulunmaya başlamışlar." Şimdi bu sıra bu müjdeleri kuvveden fiile çıkarmaya geldi. Bu da ak saçlıların duasına ve dindar gençliğin gayretine düşüyor. 

*Türkiye'nin yalnızlığı politikalarından değil konumundan. Bölgede çoğunluğu temsil etmesinden dolayı azınlık politikası izleyen Batı bloğu ve Rusya tarafından pek tercih edilmiyordu. Onlar konumları gereği azınlığı temsil eden Şii mihverini tercih ediyorlardı. Türkiye'nin yalnızlığını kırması için bağımsız değil de uydu olmayı tercih etmesi ve Esat ve baş molla Ali Hameney'in arkasından gitmesi gerekirdi. Zira Batılılar bizi azınlıklar parantezine atmak istiyorlardı. Türkiye ise onurunu ve doğru olanı tercih etti. Temsilsiz çoğunluğun ve kimsesizlerin temsilcisi olarak sivrildi.

*İran'ın Şiicilik yapmasını içten içe onaylayan ve İsrail'in İsrail adını taşıyan devleti Yahudi devleti olarak tanımlama çabalarına karşı çıkmayan ABD ve onun Yahudi babaları mezhepçilik suçlaması üzerinden Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. 

*Ümmet ve millet olarak fitne denizlerinden geçiyoruz ama gemimiz rotasında nihai limana doğru ilerliyor. Onun rotasını hiçbir fitne bozamaz. Bayrak yeniden bayraktarına dönüyor. Yeni döneme göre kendilerini dönüştüremeyen ve yeniden yapılandıramayanlar tarih sahnesinden silinecektir.

*Suriyeli yazar Ahmet Muvaffak Zeydan, Obama'nın Suriye meselesinde ve bölge meselelerinde Türkiye'yi aşmak istediğini ama aşamayacağını ve bu girişimlerinin geriye tepeceğini söylemektedir. Nitekim Mısırlı devrimcilerinden ve devrim rehberlerinden Şeyh Abdulmaksut, Türkiye'nin mazlumlara kucak açtığını ve kimsesizlerin küresel yurdu haline geldiğini ifade etmiştir.

*Obama gibiler, Körfez şeyhleri veya İran Türkiye'yi aşmak istese de hepsi teker teker veya külliyen hüsrana uğrayacaktır. Türkiye aşılmaz bir faktördür. Türkiye'nin bir başka özelliği de yine bölgenin köşe taşı (hacer ez zaviye) olmasıdır.

*Türkiye'nin zorlu bir sayı yani aşılamaz bir faktör olduğunu yazanlardan birisi de Suudlu yazar Mehna el Hubeyl olup; Arapların Türkiye ile ortaklığı ihmal etmelerinin sonucunda İran'ın bölgesel nüfuzunu artırdıklarını hatırlatmaktadır. Bu boşlukta Tahran'ın dört Arap başkentini kontrolü altına aldığını ifade etmektedir.

*Ortadoğu'nun aslanı Türklerdir ve Churchill'in vasiyetini uygulayan dünyanın yeni ve eski efendileri bölgenin aslanı Türkiye'yi Suriye'de İran çakalına boğdurmak istemektedirler. Hala Esat'ın yerinden sökülememesi ve ırgalatılamaması bundandır.

*İkinci Dünya Savaşına katılmamamız ise isabetli idi. Yerinde bir davranıştı. Farz edelim ki, katılsaydık ve muzaffer tarafta yer alarak topraklarımızı genişletseydik, bu kafa ile genişletilen toprakları nasıl idare edecektik? Dolayısıyla bu fetret çağında veya Tih yolculuğunda bize muzaffer olmak da mağlup olmak da yasaktı. Bundan dolayı İkinci Dünya Savaşını statükoyu koruyarak atlattık. Muzaffer olsaydık misyondan ve vizyondan yoksun bir ülke olarak kader ortaklarımızı nasıl sevk ve idare edecektik? Mağlup olsaydık, saklı ve mahfuz misyonumuzu da kaybedebilirdik. Bundan dolayı kader bizi kenarda tuttu. Şimdi ise harekete geçmenin vakti geldi ve Allah'ın izniyle hiçbir güç de bizi atıl tutamaz. Sadece aktör olmayanlar sevk-i kaderle kenara itilirler.

*Şimdi silkinme ve hamle yapma zamanındayız. Birinci Dünya Savaşını düşmanlar dayatmıştı. Şimdi ise rolümüzü devralmaya tarih ve ilahi misyon zorluyor, dayatıyor. Arap Baharı bunun yolunu döşedi. Arap Baharı bölgeyi çalkaladı ve yapılar tamamen pelteleşti ve eski sistem yıkıldı. Eski sistem askeri darbelerle toparlanmaya çalışıyorsa da gidebileceği bir yer yok. Eski sistem önümüzdeki yıllarda bütün kurumlarıyla çökecektir. Hak ile yeksan olacaktır. Haritalar havada uçuşurken Türkiye'nin başını kuma gömme lüksü yoktur. 

*Gezi olaylarıyla başlayan sürecin ardı arkası kesilmiyor. Belli ki toplum olarak; siyasi olarak yeni bir milada gebeyiz. Yeni bir dönemin arifesindeyiz. Yılları görmek bir tarafa ayları ve hatta haftaları bile görebilmek çok zor. Çalkantı başladığında istikrar gider. Sendelemeye gör, her yerden darbeler yağar.

*Yeni Safeviler Araplarla Türklerin arasını bozmak ve Arapları kuşkuya sevk etmek için yeni Osmanlıcılığı bahse açıyor. Hâlbuki Türkiye şu anda yumuşak gücü temsil ediyor, istese de 'fetihçilik' yapacak pozisyonda değil.

*Türkiye fiilen olmasa bile potansiyel olarak birliği, kurtarıcılığı ve fetihi sembolize ediyor. 

*İslam düşmanları, İslam dünyasıyla kenetlenerek kanatlanma imkânına sahip Türkiye'yi acil ve büyük tehlike olarak görmekteler. Türkiye'de imparatorluk mayası vardır.

*Türkiye Suriye'de İran kadar aktif olmasa da yine de Beşşar'ın zaferini engelleyen faktörler arasında. Bu kritik zamanda Türkiye'yi zayıflatmak İslam dünyasını zayıflatmaktır.

*Resmiyette Türkiye, NATO ülkesi ama potansiyel gücü ve rolü nedeniyle NATO veya ABD'nin gerçekte hedefi ve düşmanıdır.

*Hiçbir şey sıfır bedelle veya bedelsiz olmaz. Çevremizi yani dış çekirdeğimiz savunmayarak iç kalemizi ve çekirdeğimizi de tehlikeye atmadık mı? Avrupalılar AB bizi oyaladıkları gibi bir kez daha Arap Baharı sonrasında arkaik ve aşiret ve işbirlikçi Arap rejimleriyle birlikte bizi Ortadoğu'dan dışlamaya kalkışıyorlar. Ulusalcılar da buradan onlara alkış tutuyorlar. İdeolojik körlüğe iman etmişler.

*Kemalizm'in çocukları, sıfırlaştırdıkları ilişkilerin faturasını sıfır sorun politikasına kesiyorlar. Maliki ve Esat'a sırt dönerek sorunları sıfırlaştırmak yerine ilişkileri sıfırlamışız! Bunun hesabını niye Kemalizm'den sormazlar ki? İlişkilerin gerilemesini Maliki'nin veya Esat'ın azınlık diktatörlüğüne ve mezhepçiliklerine bağlamıyorlar da, Erdoğan'ın Sünnicilik veya mezhepçilik politikasına bağlıyorlar! Mezhepçilikten sıyrılmak için herhalde Ali Hamaney'e biat etmek gerekiyor! Bunu kendileri niye yapmazlar acaba? Utanmaz, sıkılmaz ve arlanmaz herifler..

*Bosna'dan Suriye'ye uluslar arası topluluğun nifakı bir kez daha zahir olmuştur. Lakin millet olarak okumuyor, takip etmiyor ve düşmanımızı tanımıyoruz. Bu yüzden de hep bu yönümüzden vuruluyoruz. ABD ise dostluk yaftasıyla 1991 yılından beri altımızı oyuyor. Onun milli benliğinden ve egoizminden başka bir dostu yoktur.

*Brzezinski'nin daha önce kaleme almış olduğu Out of Control adlı eserinde dile getirdiği gibi İslam âlemi ise yekpare değildir. Merkeziyetini kaybetmiştir. Merkezi Türkiye'dir ve o da toparlanamamaktadır. Önüne açılan Arap Baharı parantezi de kapanmış bir haldedir. Debray'ın dediği gibi Batı'nın merkezi var. Brzzezinski'nin dediği gibi İslam âleminin merkezi yok. Merkez ve kenarları devşirilmiş ve uydular haline getirilmiştir. Uydular Batı çıkarlarına bizzat kendisinden daha fazla sadıktırlar. İran'ın cesaretini ve İsrail saldırganlığını artıran İslam dünyasının merkeziyetini kaybetmiş olmasıdır. Bu merkezin yeniden inşa edilmemesi için de İran, İsrail, Batı ve Rusya İslam dünyasına İngilizlerden kalma Türk nefretini aşılamaya devam ediyor. Lakin biz de kendimizin ve temsil ettiğimiz merkezin farkında değiliz. Çünkü başımıza Cemil Meriç'in ifadesiyle Batılılaşma ideolojisi gibi bir delice gömlek giydirilmiştir.

*Artık Türkiye'yi siyasi merkez edinmenin ve etrafında kenetlenmenin zamanı geldi. İslam âlemi Türkiye'ye, Türkiye ise İslam âlemine sahip çıkmalıdır. Kitleselleşen bu eğilim bana Osmanlı'nın son demlerinde Hindistan'da yapılanan ve varlık gösteren Hilafet Hareketini hatırlattı. Bu Osmanlı hilafetine ölüm kalım anında ve zor zamanında sahip çıkma bilinci ve hareketiydi. Zira Müslümanların siyasi kaderleri bir biçimde Osmanlı ile merbut ve ona bağlı idi. Şimdi bu eğilim yeniden canlanıyor. Zira Türkiye İslam âleminin kutup yıldızıdır ve kanatların da ifadesiyle ağabeyisidir. Bu bizim iddiamız değil, onların tespitidir. Zaten mesele iddia makamında ele alınacak bir mesele değildir.. Teorik olarak hep böyle idi ve bugün fiiliyata geçiyor.

*Türkiye İslam âlemi çapında bir hizmet yeri ve nöbet alanıdır. İslam âleminin merkez üssüdür. İslam âleminin miftahı burasıdır. Şimdi âlem-i İslam'da bunu yakinen anlamıştır. Türkiye 1952 yılından beri NATO'nun kanat ülkesi olarak anılmaktadır. AB'ye girsek veya alınsak bile kanat ülkesi kalmaktan başka şansımız yoktur. Lakin Türkiye potansiyel olarak İslam âleminin merkez üssü ve merkezidir. Bunu hep birlikte aktif hale getirmek ümmet olarak boynumuzun borcudur. Kanatlar uyanmıştır. Himmet ve gayret hepimizi bekliyor. Birileri merkezi yıkmak istese de kanatlarla birlikte merkez diriliyor.

*Seçim sonrasında, Türkiye'nin siyasi altyapısı ve düzeni ile birlikte manevi altyapısı ve düzeninin de gözden geçirilmesinin vakti gelmiştir. Türkiye'nin temellerinin gözden geçirilmesi ve bu temellerin yenilenmesinin vakti gelmiştir. Zira çürüme zahir olmuş ve devletin çivisi çıkmıştır. Bu temellerden birisi de manevi dinamiklerimizdir.

*Batı ortaklığı one minute'ü hak ediyor. Bunu sadece sözde değil özde de söylemenin vakti gelmiştir.

*Musul'dan A'zamiyeye kadar Irak halkı bizim ortağımızdır. IŞİD arızı bir meseledir. Türkiye pekâlâ kendi başına gelişmeleri sağlıklı olarak değerlendirebilir. Arap Baharı ile birlikte potansiyel olarak Halep üzerinden Deraa'ya kadar önümüz açılmıştır. Keza Sünni kabilelerin son hamlesi ile Musul üzerinden de A'zamiye ve Dicle'nin kuzeyi önümüze serilmiştir. Bu duruma 'kime niyet kime kısmet' derler. Nizamettin Taş bölgede yeni bir Çaldıran süreci yaşandığını ifade ediyor. İran Çaldıran'da ortak olarak gördüğü Kandil, Esat ve Maliki'yi ayakta tutmaya çalışıyor. Bir de aramızı Sünni kitlelerle bozmaya çalışıyor. Asla bu oyuna düşmemeliyiz.

*Tarih durdurulduğu noktadan yeniden akışa ve kalkışa geçti. Tarih yazan topraklar ahirzaman coğrafyasında yeniden diriliyor. Rehberlik görevi Türkiye'dedir. Kaçtıkça tarih üzerine gelecektir. Tarihten ve görevden kaçılmaz.

*Arap Baharının darbelerle tersyüz olmasından sonra Türkiye'nin yalnızlığa gömülmesi içte ve dışta birilerinin derdi haline gelmiş ve faturasını hükümete kesmeye kalkışmışlardı. Bunun üzerine İbrahim Kalın, hükümeti savunma sadedinde bu yalnızlığın adını ' değerli yalnızlık' olarak koymuştu. Bu da muhalefeti kesmemiş, yalnızlık teranesiyle hükümeti sıkıştırmaya çalışmışlardı. Onlar hükümeti Irak konusunda da suçlamışlardı ama kimin haklı olduğu ortaya çıktı. Şapa oturan onlar oldu. Aslında Türkiye'nin yalnızlığını 'değerli yalnızlık' olarak ifade etmek bile doğruyu dillendirmekte kifayetsiz ve yetersiz kalır. Türkiye'nin ve benzerlerinin yalnızlığı doğrunun ve haklının yalnızlığıdır. Değerli olmaktan öte Peygamber tarafından (S.A.V.) müjdelenmiştir. Bunu alternatifi, çakallarla ve alçaklarla birlikte aynı sofrayı veya masayı paylaşmaktır. Arapçada 'maidetü'l liam/ alçaklar sofrası' diye bir tabir var. Yalnız kalmak istemezseniz alçaklar veya vicdansızlar kulübüne buyuracaksınız! Orada yerinizi alabilir ve kendinize bir yer ayırtabilirsiniz.

*Malezyalılaşıyorsunuz, İhvanlaşıyorsunuz IŞİD'leşiyorsunuz' mavallarıyla milim sapmalara dahi müsaade etmiyorlar. Ellerindeki basın kamçısıyla sürekli bizi dövüyorlar. 'Artık AB'ye girmeye bile gerek yok, yeter ki normlarına adapte olalım' diyorlar. Bizi Tih Çölü mecnununa çevirdiler. Hâlbuki Batı'nın nifakından gayri ne gördük? Mısır'da demokrasiyi yok ediyorlar. Türkiye'den daha fazla demokrasi istiyorlar! Demokrasi bu adamların terbiye ve kendileri dışındaki ülkeleri gütme ve zayıflatma aracıdır. Arap Baharını otoriter ve totaliter güçlerle birlikte söndürme gayretleri Batılıların en azından bize karşı bir norm ve ilkelerinin olmadığını göstermektedir. Bize karşı sadece çıkarlarından bahsedilebilir. Bunun dışında söyleyen hem yanılır hem de yanıltır.

*Ecevit Avrupa Birliği'nin ruhunu çok iyi keşfetmişti. 'Onlar birlik, biz pazar' sözleriyle çok veciz bir biçimde konumumuzu izah etmişti. Avrupa Birliği ile ilişkiler Türkiye açısından ufuk tutulması, ufuk daralması, kararması olarak nitelendirilebilir. AB ile ilişkilerimiz böyle iken ABD ile ilişkilerimiz de askeri ve NATO şemsiyesine bağlıdır. Buradaki denklem de pek farklı değil. NATO'nun Batılı üyeleri ortak biz ise askeriz. Bunu nereden anlıyoruz? Sanki gayri iradi onların aleti durumundayız. George Soros daha önce ' Türkiye'nin en kıymetli ihraç ürünü Mehmetçik'tir' demişti. Adamlar kan ticareti yapıyorlar. Suriye'ye yönelik olarak iki Patriot füzesi göndermekte bile nazlandılar, çekmek için de bin bir dereden su getirdiler. Masrafı çokmuş. Şimdi ise 2003 yılında yapmak istedikleri gibi bizi cephe ülkesi yapma niyetindeler. Hürriyet gibi gazeteler de buna gazetecilik babından teşne oluyorlar. Demek ki çıkarları aynı. Veya aynı mahfillerin sözcüleri. Onlar da Hürriyet kanalını kullanıyorlar. Nitekim, Pentagon Sözcüsü Tuğamiral John Kirby Hürriyet gazetesinden Tolga Tanış'a konuşmasında net mesajlar veriyor :", "Sırf coğrafya nedeniyle bile Türkiye bu çabada bir ortaktır, ortak olacak ve ortak olmak zorundadır." Adamdaki yüksekten bakışa ve atışa bakın!

*Türkiye tarihin en büyük mülteci akınlarından birisine sahne oluyor. Türkiye gelenlerle baş etmeye çalışırken bir de sağdan soldan uğradığı tarizlerle acısı ikiye katlanıyor. Herkes Türkiye'ye kendisinin yapmadığı uluslar arası insani yükümlülükleri hatırlatıyor. Ciğerlerin yağlanması gibi tıpta bazı arazlar veya hastalıklardan bahsedilir. Bir de manevi hastalık var. Yüzün kızarmaması gibi. Onların da artık yüzleri yağlanmış ve kızarmıyor. Sizin kızarıyor ama onların kızarmıyor. Basınımız da bize ve hakka hizmet etmiyor. Düşmanlarımızın hizmetinde. Göbekten bağlı olduğu Batı'nın çıkarlarına hizmet ediyorlar. Tolga Tanış'ın yazılarını geriye doğru gidip incelediğinizde bunu açıkça görüyorsunuz. Nedense Washington'ın suyunu içen huyunu kapıyor. Zaman'dan veya Hürriyet'ten olmanız fazla bir fark getirmiyor.

*Türkiye ile Batı arasındaki makas giderek açılıyor. Bu da Türkiye'ye daha bağımsız bir politika gütmesi imkânı veriyor. Putin de bunu kayda değer buluyor. İnönü'nün dediği gibi 'yeni bir dünya kurulur, biz de içinde yer alırız' yaklaşımının bugün ufukta pek bir karşılığı yok. Balkanlar'da dünya çapında siyasi bir denge oluşturabilecek potansiyel ortaklar yok. Buradaki rejimler kırılgan bir yapısı arz ediyor. Ortadoğu'ya gelecek olursak; Arap Baharından sonra zemin daha kaygan rejimler daha kaypak hale gelmiştir. Ayağına kurşun sıkan rejimlerle iş tutmak mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye Rusya ile taktik ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Elbette siyasi vizyonlarımız, buna bağlı çıkarlarımız farklı. Bununla birlikte ekonomik alanda ve ötesinde ortak sanayi ve savunma sanayi alanında işbirliği alanı açık. Bu hususta Batı'nın bize ders verecek hali de yok. Bize Rusya'dan uzak durun derse önce kendisinin Suriye'de Rusya'dan uzak durması gerekir. İran da bugün Batı'ya açılırken Rusya-Çin mihverini ihmal etmemektedir. Rusya ile işbirliği elbette çok zevkli ve keyifli bur durum değil elbet. Zorunlu bir duruma tekabül ediyor. Bununla birlikte Batı'nın karaktersizliği ve konjonktürel manada hala İslam dünyasının birinci düşmanı olması, diğer seçenekleri zorlamamızı gerektiriyor.

*Türkiye'de maalesef iki şeyin eksikliğini çekiyoruz. Kural ve ceza! Dini değerler zayıfladığı için, toplumsal değerler çöktüğü gibi, aynı zamanda kural ve ceza ya yok ya da işlemez halde!. Toplumsal hayata kuralsızlık ve cezasızlık hâkim. Bu da hayatımızın maddi ve manevi kalitesini düşürüyor. Kural tanımazlık karşısında kural koymaya yeltendiğinizde veya var olan kuralları işletmeye kalkıştığınızda, karşınıza özgürlük yaftasıyla dikiliyorlar. Türkiye'de eksiklik özgürlük değil, kuralsızlıktır. Hatta özgürlük alanı ibahiye alanına dönüşmüştür.

*Batılıların hayatında nizam muhkemdir. Biz de ise özgürlük adına düzensizliği telkin eder ve desteklerler. Düzeni özgürlüğün karşıtı olarak gösterirler. Züppe frenkmeşrepler de buna çanak ve alkış tutarlar. Başı dönen bir takım dindar zevat da ibahiye gemisine binmiş durumdalar. Bunlar da özgürlük bahanesiyle Batı'nın batıl değerlerini terviç ediyorlar. Kural koymak veya konmuş kuralları tatbik etmeye sıra geldiğinde birilerinin özgürlük alanını ihlal etmiş oluyorsunuz! Buna ibahiye alanı demek daha doğru olur. İbahiyeyi kural altına almak istediğinizde özgürlük adına önünüzü kesmeye çalışıyorlar. Twitter veya facebook veya YouTube'a kural getirmek isteğinizde nodul yemiş gibi zıplıyorlar. Sosyal medya gibi daha önce de Türkiye'de özel kanalların işleyişine kural getirilmemiştir. Belki kısmi olarak denetim getirilmiş, ama kural getirilmemiştir. YÖK gibi kurullar da öyle. Bunun son yansımalarından birisini sanal âlemde görebiliyoruz. Ahlaki kaygılar güdülmüyor ve dikkate alınmıyor. Siyasi kaygılar üzerinden ahlaki kaygılar geçiştiriliyor. Başbakan Erdoğan bu hususta kararlı olduğunu şu sözleriyle ortaya koymuştur:"Kardeşlerim ne dedik? Bu Twitter'ı biz kapatacağız. Twitter'ı kapatacağız. Özgürlüklere tahammülsüzlükmüş. Kim olursa olsun dinlemiyorum. Dünya karşımıza dikilse, ülkemin güvenliğini tehdit eden her saldırıya karşı tedbir almak durumundayım." Başbakan bu tür sanal araçların ailevi değerleri çürüttüğünü ve siyasi istikrarsızlığa alet edildiğine parmak basmıştır. Bu tür araçlar bilgi kirliliği pompalamaktadır. Bu sanal alanda, ibahiyet sınırları meşru hürriyet sınırlarına çekilmelidir.

*Pers ve Rus imparatorluğu potansiyel olarak güçlü olan lakin fiiliyata geçemeyen Osmanlı projesine hasımdır. Ne yazık ki Osmanlı potansiyelinin kuvveden fiile çıkmaması için İsrail-Batı ittifakı da diğer iki projeye şöyle veya böyle destek vermektedir. Fiiliyat bunun ispatıdır. Washington Post sonunda gidişata teşhis koydu ve Türkiye-Batı arasındaki 60 yıllık ittifakın "çatırdadığını" yazdı. Siz bölgeyi Pers ve Rus projeleri arasında taksim edin sonra da Türkiye ile ittifak zemininden bahsedin! Buna kargalar bile güler. ABD Suriye halkının düşmanı ve Esat'ın dostu olduğu gibi Rusların ve İran'ın da dostu, bizim de can düşmanımızdır. Vakıa bunu ispatlamaktadır. İttifak lafı göz boyamadır.

*ABD Türkiye'yi düşmanlarıyla ortak ve kardeş yapmak istiyor. Aslında Batı ile ortaklığımız bu zeminde yürümüyor mu? Görüntüde dost alttan alta düşman.

*Türkiye Suriye meselesiyle eninde sonunda yüzleşmek zorundadır. Bugün olmazsa yarın mutlaka. Bu iş yarım kalamaz. Bu böyle gitmez. Elini taşın altına koyacaktır. Böylece bir taşla birçok kuş vurulacak madalyonun yüzü ve öteki yüzü (Harici ve Şii yayılmacılık)bertaraf edilecektir. Bunun için bedel ödemeye değer. Bedel ödemekten kaçıldıkça, bedelin ağırlığı da artmaktadır. Mesele dünyayı kuşatır hale geldi. Türkler İslam'ın bahadırı, Sünniliğin de muhafızı ve kalesidirler. Tarihte saklı misyonumuz budur.

*Türkiye'de güçlü olmadan güç merkezleriyle ve güçlülerle hesaplaşmak ve onlara kafa tutmak zor. Lakin güçlenme şeridi de veya güçlenme yolları da insanları veya yapıları bozuyor. Sonuçta mücadele ettiğiniz yapıya dönüşüyor ve ikizi oluyorsunuz. Yine de güç edinmek yerine güçlüleri irşat veya nasihat yoluna gidilse belki de daha selametli bir yol tercih edilmiş olurdu. Zira güç edinerek güçlülerle hesaplaşma yolu veya yöntemi netice olarak dindar kesimleri de bozmuş, anlayışlarını ve yapılarını aşındırmıştır. Türkiye'deki meriyette olan ekonomik model küresel bir modeldi ve bize ait değildi. Biz onu kendi kadrolarımız üzerinden içselleştirdik ve bünyeye devşirdik. Lakin çapı ne kadar genişlerse genişlesin sonuçta yanlış, yanlış olarak kalacaktır. Doğru da doğru olarak kalacaktır. Batılın yayılma ve genişleme potansiyeli büyük olsa da tedafüü (itişme ve birbirini bloke etme) kanunuyla bir yere kadardır. Dolayısıyla bugün Türkiye'de yaşanan yöntem yanlışlarının ve neden olduğu icraatların birikmesinin bir patlamasıdır. Lakin bunun kendi elimizle ve kuralsız bir biçimde yapılması keder ve talihsizliğimizi artıyor.

*28 Şubat sürecinde ramazanlar bir işkence ayı halini almıştı. Ayın kutsiyetini gölgelemek için insi şeytanlar cinni şeytanların boşluğunu dolduruyorlardı. 28 Şubat sürecinde dini mühendislikle yapılan işleri içimiz kaldırmıyordu. Şimdi biz Beni İsrail gibi mühendislik işleri içselleştirmiş olarak yapıyoruz. Abdulvehhab Mesiri buna 'yapısal laikliğin etkileri' diyor. Kurallarını olmasa bile hayat tarzını içselleştirmiş durumdayız .

*Taha Akyol, AKP'nin dindar halkı ve kitleleri sekülerleştirdiğine değiniyor. Bunu yapısal laiklik kavramı çerçevesinde teorize etmek de mümkündür. Farkında olmadan bazılarımız 'her işi yaparım' diyerek seküler hayatı kanıksamış ve bu hayat tarzını fiili olarak deruhte etmektedir. Bununla birlikte, bu suçu sadece AKP'ye boca etmek haksızlık olur. Hepimizin müşterek payı ve kabahati var. Sözgelimi bu tespiti yapan Taha Akyol fiili hatta teorik olarak dindarların sekülerleştirilmesi kampanyasına ve projesine hizmet etmemiş midir? Oğlu ile kendisinin yaptığı, nihai tahlilde budur. Elizabeth Özdalga ile birlikte kalkıştıkları başörtüsünün emansipasyonu/ gelenekten özgürleştirilmesi projesi başörtülülerin fiziki olarak olmasa bile metafiziki olarak başörtüsüzleştirmedir. Başörtüsünden manevi olarak arındırılmasıdır. Başörtülü ile başörtüsüz arasında manevi sınırların kalkmasıdır. Kasım Emin'in çığırının bir başka şekle büründürülmesi ve başka bir kalıpta yürütülmesidir. Şimdi yollar ayrıldı diye bütün kabahati AKP'ye yıkmak dürüstlük olmaz. Bununla birlikte elbette iktidar partisinin de bu süreçte kendi çapı kadar sorumluluğu vardır.

*Şimdi nasihatin ve emr-i bi'l maruf ve nehyi ani'l münkerin bittiği bir dönemdeyiz. Dolayısıyla nasihat işlemiyor. Aksine nasihat olaylar veya felaketler üzerinden geliyor. Bu nedenle 'bir musibet bin nasihatten evladır' denmiştir. Keşke yol yakınken yanlışlardan dönebilsek ve dönebilseydik. Dolayısıyla nasihat ibretler üzerinden gelecek. İbretler de olaylar zincirinden sadır olacaktır. Olayların yakıtı da biz insanlar olacağız. Allah kötülüğü tedafü kanunuyla yani birbirimizle def ederek savıyor. Sınırlarımızda mayalanan ve gelişen olaylar sıranın bir biçimde bize de geldiğini gösteriyor. Sınırımızı döven olaylardan etkilenmemek ve uzağında kalmak mümkün değil. Elbette Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın ifade ettiği gibi Türkiye meseleyi en az hasarla atlatmak istiyor. Bakalım az bir hasarla atlatabilecek mi? Yoksa kemiğe mi dayanacak?

*İçeride ve dışarıda Türkiye, İran ve yandaşlarını bloke etmelidir. Balyoz gibi üzerlerine çöreklenmelidir. Belki bu sayede ruhumuzu geri kazanırız.

*Gerileme çağının merkez üssü ülkesi Türkiye olmuştur. Büyük darbeler yemiştir. Bundan dolayı Ebu'l Hasan en Nedevi gibilerin siyanet kanatları ve inayet gözleri Türkiye üzerine yoğunlaşmıştır. Bizlere hep: 'Sizin ayakta kalmanız İslam'ın payidar olmasıyla mümkündür' mesajını vermiştir. 'Ayakta tut, ayakta kal' sırrı. Ebu'l Hasan en Nedevi seyahatlerini ve konuşmalarını bilahare kitaplaştırmıştır. "İslam'ın Mücahit Milleti Türkler" İstanbul'da Mescid-i Selam'da yaptığı Urduca bir konuşmanın bilahare yazıya geçirilmiş halidir. Kitap Urduca, 'Türki ki Mücahid-i Milleti İslami' adıyla yayınlanmış ve metni de daha önce konuşmasını tercüme eden Hayri Demirci tarafından Türkçeye aktarılmıştır. Türkler arasından ikinci bir fetih nesli ve Fatih'in çıkmasını intizar etmekte idi.

*Son sıralarda Batılı ülkeler IŞİD yakar topunu Türkiye'nin üzerine atıyorlar. IŞİD petrolünü satmak da bu suçlamalardan birisi. Türkiye bu yeni Haçlı koalisyonuna katılmakta isteksiz davranıyor. Bu da yeni hamlenin başarı şansını azaltıyor. The Times gazetesi sonuç itibarıyla IŞİD'e yönelik operasyonun Şam rejimi ve Tahran'a yarayacağından dolayı Ankara'nın mesafeli durduğunu yazıyor. Gazete Türkiye ve Suudi Arabistan'ın aktif desteği olmadan projenin çökeceğini öngörüyor. Türkiye'deki Kemalistler ise Batılılar gibi Şii kampının kazanmasını istiyorlar. Bundan dolayı Türkiye'ye yönelik temelsiz suçlamalara destek vererek Mehmetçik'i Batı'nın askeri etmek istiyorlar. Ondan sonra da ahlaki kaygılarla hükümetin ipini çekecekler. Batı'nın kuyruğu olan Kemalistler de sonunda kaybedecekler. Şii kampıyla birlikte. Hainlere rağmen Haçlı savaşları kalıcı olamamıştır. 

*Son sıralarda Türkiye eşleştirme furyası yaşıyor. Bölgede siyasi Babilleşme ve yalnızlaşma süreci arttıkça çapraz atışlar da yoğunlaşıyor. Uysa da uymasa da herkes birbirini istediği gibi tanımlıyor, istediği gibi suçluyor. Suçlamalara maruz kalan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Fiiliyatta ne yaptığı tartışmaya açık olsa da, Arap Baharında ahlak ve ilkelere en uygun davranışı sergileyen veya bunu gözeten ülkelerin başında gelmiştir. IŞİD'e yönelik uluslar arası koalisyon çerçevesine Türkiye sürüye katılmadı. En azından şimdilik kenarda duruyor. İleride ne olur şimdiden kestiremesek bile en azından ilk yaklaşımları tuzağı gördüğünü ve buna iştirakten kaçındığını gösteriyor. Bundan dolayı Körfez basınının yine hedefi haline gelmiştir. Kimileri Türkiye'yi Katar ile eşleştiriyor ve kümeleştiriyor. Elbette Türkiye ile Katar arasında genel olarak bölge olaylarına bakış açısından benzerlikler var. Her iki ülke de Batı müttefiki olmasına rağmen Arap Baharından sonra nispeten sürüden ayrıldı ve ABD ve Batılıların şimşeklerini üzerine çekti

 

Türkler

*Bazı kesimler maalesef Hazreti Peygamberin hadislerinde Türklerle ilgili olumsuz atıfların olduğunu ileri sürmektedirler. Bunlar şuubi kafaların uydurduklarıdır. Bir de bu şuubi kafaların hilafına milliyetçilik zemininden bu hadislere bakanlar da vardır. Bu hususla alakalı olarak iki örnek verebiliriz. Bunlardan birisi Sözcü gazetesi yazarlarından Rahmi Turan. Bir makalesinde Türklerle ilgili şuubi kesimlerdeki ezberi veya algıyı yansıtmış. Makalesinin başlığını bile tutturamamış. Zira yargısı ezber. Üttürük Türük (Türk'ü terk et!). Ne böyle bir kalıp ne de böyle bir anlam var. Birincisi, Üttürük değil, Ütrükü't Türk . 'Türkler size ilişmedikçe onlara ilişmeyin ve onlarla savaşmayın' anlamındadır. Yani Peygamberimiz nasıl Mısırlı Kıptilerle ilgili sonraki nesillere ve sahabelere hayır tavsiye etmişse, Türklere karşı da dikkatli olunmasını tavsiye etmiştir. Türklere saldırganlığı yasaklamıştır. Zira nübüvvet mişkatından onların bilahare Araplarla kardeş olacağını görmüştür. Sünen-i Ebu Davud'daki hadis Zekeriya Kitapçı'nın İngilizce çevrisiyle şöyledir :""Abandon the Ethiopians as long as they leave you and don't attack the TURKS as long as they not attacking to you/Habeşliler sizi bıraktıkça siz de onları bırakın ve ilişmeyin. Türkler size savaş açmadıkça siz onlara savaş açmayın." Burada milliyetçi yazar Zekeriya Kitapçı dolaylı olarak ulusalcı yazar Rahmi Turan ve benzerlerini çürütmüş oluyor.

* Bir zamanlar 'utruk't türk' hadisinde olduğu gibi hilafetin kureyşiliği meselesi de kimi Arap şuubiler tarafından Osmanlı aleyhinde ayak bağı ve yıkım vesilesi olarak kullanılmıştı. Ebul Hasen en Nedevi'nin belirttiği gibi, yöntem olarak olmasa bile içerik olarak Türkler gerçek manada hilafetin hakiki sahipleri ve bekçileridir.

*19'uncu yüzyılda bazı yıkıcı kavramlar üretilmiştir. Bunların en meşhurlarından birisi 'Barbar Türk' ifadesidir. Daha önce heybeti Türk şeklinde algılanan Türk imajı 19'uncu yüzyılda barbara dönüştürülmüştür. Gerçek Türk imajıyla savaşmanın psikolojik aracı haline getirilmiştir. 19'uncu yüzyılın yıkıcı kavramlarından birisi de Rusların üretmiş olduğu 'Hasta Adam' deyimidir. Başka yıkıcı kavramlardan birisi de 'Şark Meselesi'dir. Şark Meselesi günümüze İsrail meselesi olarak yansımıştır. Barbar Türk deyimi üzerinden Türk nefreti körüklenmiştir. Türkler gittikleri her yerde dini ve ırki çeşitliliği muhafaza etmelerine rağmen milletlerin gönlüne haklarında nefret tohumu ekmek için 'barbar Türk' deyimiyle yaftalanmışlardır. Barbarlık üzerinden Türk itibarsızlaştırılmıştır. Barbar Türk cani olarak tasvir edilerek her türlü cezaya müstahak gösterilmiştir. Hâlbuki Türkler tecavüz eden değil tecavüze uğrayandır. Mülklerini yağmalamak için Türkler aksi surette tasvir edilmiştir. 

*Türkler İslam'ın kılıcı ve hadimi bir millettir. Ebu'l Hasan en Nedevi de Türklerin İslam'ın mücahit milleti olduğuna parmak basmıştır. Elimde bu hususu teyit eden tarihi bir kitap var. Devletü'l İslam eş şerifeti el behiyyeti . Yazarı Ebu Hamid Muhubbiddin Muhammed Bin Halil el Kudsi eş Şafii. Kitabın alt başlığı ise şu: Zikru ma zahare li min hikemillah el hafiyyeti fi celbi taifeti'l etrak ile'diyari'l mısriyyeti. Türklerin Mısır'a gelmelerinin ince ve gizliden bir Allah'ın lütfu olduğunu beyan ediyor. Buradaki Türklerden maksat Osmanlılar değil. Zira müellif kitabını Osmanlıların ve Yavuz'un Mısır'a gelmesinden evvel telif etmiş ve yine aynı süreçte vefat etmiş. Türk asıllı Kölemenleri ve Memlukluları kastetmektedir. Fatimilerden sonra Eyyübi devletiyle birlikte Mısır, sanki hazreti Yusuf dönemindeki Mısır'a tekabül etmiştir. Mısır halkından olmayan idarecileri de Hazreti Yusuf dönemindeki idarecilerine tekabül etmektedir. Türkler Mısır'a köle olarak gelmişler ve Cenab-ı Hak onları taltif etmiş ve İslam ümmetinin hizmetine sokmuştur. Hicri dokuzuncu asırda yaşayan ve Yavuz'dan evvel vefat eden İmam Suyuti Osmanlıların Mısır'a geleceklerini ve hükmedeceklerini önceden görmüş ve haber vermiştir. Arap ulusalcıların Türk ve Türk ulusalcılarının Arap nefretine rağmen Ebu Hamid el Kudsi, Türkleri İslam'ın kılıcı olarak tanımlamış ve Allah'ın bu suretle hem Türklere hem de Araplara nimet verdiğini hatırlatmıştır. Türklerin yükselişi sadece Türklere değil aynı zamanda Araplara da bir lütuf ve katkıdır. Türklerin zelil ve köle bir vaziyetten cihangir haline gelmelerini bir hadisle anlatır :" Acibe rabbüke min kavmin yükadune ile'l cenneti bisselasil/ Rabbin zincirler içinde bir kavmin cennete sürülmelerinden taaccüp eder !' 'Kâfir yar, zalim yar' türküsünde olduğu gibi zincirler içinde cehenneme değil de cennete sevk edilme acaip bir haldir. Türkler de Hazreti Yusuf gibi zincirler içinde sultanlık makamına çıkarılmışlardır.

*Araplar da Türkleri hem sevmiş hem de saymışlardır. Bundan dolayı dillerinde Türklerle ilgili bazı deyimler iştihar etmiştir. Bunlardan birisi şudur: Cevrül etrak vela adlu'l arab. Yani Türklerin zulmünü Arapların adaletine değişmem! Mısırlılar arasında meşhur olmuş deyimlerden birisi de şudur: El Etrak milhu Mısır. Türkler Mısır'ın tuzudur. Allah Türkleri cihan sahnesine çıkartarak bu yolla hem kendilerini taltif etmiş hem de onlar vasıtasıyla bütün Müslümanları nimetlendirmiştir. Ebu'l Hasan en Nedevi'nin yerinde tespitiyle o dönemde Türklerden başka İslam haziresini ve otağını koruyacak başka bir millet yoktur. Bundan dolayı da hilafet onlara emanet edilmiştir. Türklerin cihan sahnesine çıkması çok yönlü bir nimettir. Ebu'l Hasan en Nedevi'nin teyit ettiği ve Ebu Hamid El Kudsi'nin ifade ettiği gibi Türkler İslam'ın hem iç kalesini hem de dış kalesini korumuşlardır. İç kalesini iç bozgunculara, eşkıya ve ehli nifaka karşı; bir de bidat cereyanlarına ve onların şevketlerine karşı korumuşlardır. Fatimilerin, Büveyhilerin yıkılması ve Safevilerin şevketlerinin kırılması Türklerin iç kaleye yaptıkları hizmetler kapsamındadır. Lakin saflıkları ve iç temizlikleri nedeniyle düzenbazların hilelerine ve ehl-i bidatın propagandalarına açık olmaları zaaf noktalarından birini teşkil eder. Bundan dolayı düşman iç kaleye rahatlıkla nüfuz edebilir. Türkler vefakâr ve cefakârdırlar. Müellif Ebu Hamid Kureşi Türklerin saflıkları nedeniyle ehli bidatın ve özellikle Acemlerin tuzağına düşebilecekleri ihtarında bulunmaktadır ( Kitabu Devliti'l İslam, Müessesetü'r Rayat, Beyrut, s: 114). İçeride haricilere ve benzerlerine karşı İslam'ın kılıcını temsil ederken dış çeperi de bihakkın korumuşlardır.

*Türkler iç kaleyi bidat tufanlarına karşı korudukları gibi aynı zamanda dış çeperi de Moğollar ve Frenklere karşı korumuşlardır. Türkler düşmanlar üzerine salınmış İslam'ın kılıcıdır. Düşmanları caydırıcı olmuştur. Ebu Hamid Kureşi, Türklerin heybetinden ve Müslümanları onlara çeken hasletlerden bahseder. Bunlar ehli din ve diyaneti Türklere çeken muhabbet iksiri olmuştur. Güzel huyları ve cihangirlikleri nedeniyle İslam toplumları Türklere musahhar kılınmıştır. Siyasi anlamda seyitliği ve liderliği temsil ediyorlar. Ayetteki ifadesiyle Müslümanlara karşı kanatları eğik düşmanlara karşı da dik başlı vaziyettedirler. Metanetli ve merttirler. Gözlerini budaktan sakınmazlar. Ölüme meydan okurlar. Emanet ve vefa ehlidirler. Müellif, Türkleri yapılı ve sağlıklı insanlar olarak da tasvir eder. Fiziken hem kadın hem de erkeklerinin güzel ve yakışıklı olduklarına şahadette bulunmaktadır. Utlubu hevaiceküm inde hissani'l vucuh /ihtiyaçlarınızı güzel yüzlülerden isteyin söz veya hadisini de Türklerin iç ve dış güzelliğine tanık olarak getiriyor. Türklerin sadakat ehli olduklarını söyleyen müellif, nimetin devamı için şükrün de devam etmesi gerektiğini ifade ederek, Türklerden yönettiklerine karşı adil ve müşfik olmalarını talep etmektedir.

*Türk'e yakışan kibir değil, tevazudur. Mütevazı güç dünyayı kucaklar. 

*Ebu'l Hasan en Nedevi'nin ifadesiyle İslam'ın mücahit milletine yeni bir Fatih yakışır. Tarihte hala Türklerin işlevsel bir rolü vardır.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıveriliceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

Ankebut, 2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Berâe (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Müminlerden (özür sahibi olanlar dışında) (evlerinde) oturanlar ile Allah yolunda malları ve canları ile savaşanlar bir olamaz."

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI