Cevaplar.Org

MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-27

Suriye *Suriye korkunç bir çifte standardın girdabı altında. Bosna’ya silah ambargosu uyguladıkları gibi Suriyeli muhaliflere de aynı ambargoyu uyguluyorlar. Neredeyse Bosna ile Suriye trajedisi zaman olarak eşitlenmek üzere. Silah ambargosuna ilaveten insani yardım ambargosu da uyguluyorlar


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-03-01 11:23:27

Suriye

*Suriye korkunç bir çifte standardın girdabı altında. Bosna'ya silah ambargosu uyguladıkları gibi Suriyeli muhaliflere de aynı ambargoyu uyguluyorlar. Neredeyse Bosna ile Suriye trajedisi zaman olarak eşitlenmek üzere. Silah ambargosuna ilaveten insani yardım ambargosu da uyguluyorlar. Esat rejimi ise dünyanın her yöresinden silah tedarik ettiği gibi, Batı'da dondurulmuş mal varlığını da erişerek ve geri alarak Şebbihasını besliyor. Batılı ülkeler Suriye'nin dondurulmuş mal varlığını meşru muhatap olarak muhalif organlara vereceklerine, Suriye rejimine veriyorlar. Bu da hem gönüllerinin hem de silahlarının kimden yana olduğunu gösteriyor. Suriye halkını Esat'ın ölüm silahlarının merhametine terk etmiş bulunuyorlar. Satır başları bile felaketi bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Dünya hem kulaklarının hem de vicdanının üzerine yatmış. Kilitleme politikaları nedeniyle ufukta ne askeri ne de siyasi çözüm görünüyor. Suriye yıpranmaya ve iç kanamaya terk edilmiş bulunuyor. Bu yıl Arap ülkelerinde kış çetin geçiyor. Gayri mutat bir biçimde yoğun kar yağdı. -*Savaştan önce Halep'te 5 bin olan doktor sayısı bugün 36 düzeyine inmiş bulunuyor. Bununla da kalınmıyor. Hastanelerin yüzde 57'si tahrip ve çalışamaz hale getirilmiş. Ambulanslar hedef alınıyor, ilaçlar hastaların eline geçmesin diye imha ediliyor. Kızılay gönüllüleri de vuruluyor ve öldürülüyorlar. Rejimin nazarında insani yardım bile öldürülmeyi hak eden bir suç.

*Ameliyatlar anestezi olmadan ve cep telefonu ışığı altında yapılabiliyor.

*Lübnanlı şehit istihbaratçı Visam Hasan'ın ifadesiyle Esat 100 bin kişiyi öldürerek Suriye halkını teskin edeceğini hesaplıyor. Brzezinski de kendisine kredi açıyor. Belli ki Suriye rejimi Cezayir cuntası gibi 100 veya 200 bin kişiyi öldürerek yoluna devam etmeyi tasarlıyor.

*Modern Suriye'nin iki büyük sıkıntısı olmuştur. Bunlardan birisi Nuseyri azınlık iktidarıdır. İkincisi de, bu iktidarın Şia ile ittifakı veya doğrudan İran'la bağlantısıdır.

*İran da devrimden sonra Nasır Sübhani ve Ahmet Müftizade gibi nice Sünni âlimler ortadan kaldırır. Şam'daki rejim de ondan geri kalmamaktadır ve Hasan Halit ve Sübhi Salih gibi nicelerini ortadan kaldırmıştır.

*Rusya ve Suriye rejimleri için en güzel tanım 'mafya rejimler' olduğudur.

*İngiltere'nin Ortadoğu'dan Sorumlu Dışişleri Bakanı Yardımcısı Hugh Robertson Esat'ın ayakta kalmasını ve hatta cephede üstünlüğü ele geçirmesini üç faktöre bağlıyor: Rus silahları, İran deneyimi ve uzmanlık katkıları ve Hizbullah milisleri. Buna mukabil hala ABD Suriyeli muhalifleri desteklemekte veya silah ve mühimmat sağlamakta tutuk davranıyor. Hugh Robertson'ın bu analizinde eksik bıraktığı bir husus var. Batı'nın Suriyeli muhalifleri yüzüstü bırakmasıdır. Bunu saymamıştır.

*Şam rejimi üç yıl boyunca halkına İran ve Rusya'nın aktif katkılarıyla dirense ve halk iradesini yenmek için bin bir tertip ve oyun tezgâhlansa da eriyor, toparlanamıyor. 

*Suriye'de meselenin kilitlenmesinin temel nedeni devrimin İslami bir yelpazede veya Batini şair Adonis'in tabiriyle cami çıkışlı olmasıdır. Cami çıkışlı devrim hem ABD-Avrupa hem de Rusya ile Çin eksenini ürkütmüştür. Buna ilaveten Suriye halkının ve içinden çıkan muhalif unsurların Sünni kimlik taşımaları İran ile birlikte bütün dünyayı endişeye sevk etmiştir. Zira ümmet bazında projesi olan tek topluluk Sünni kesimlerdir. Buradan bütün dünyanın Suriye merkezli bir hilafet yerine İran merkezli ir imamet veya veliyi fakih rejimini veya doktrinini yeğlediği sonucu çıkartılabilir.

*Suriye rejiminin ayakta kalması kendi gücünden değil nifakın gücünden ve Suriye rejiminin bu nifaktan beslenmesinden kaynaklanıyor. Halkını bastırmak ve sindirmek için Suriye rejimi uluslar arası camiadan peşin destek almıştır. Bunun sonucunda işkenceye maruz kalarak ölen 11 bin Suriyeli mahpusun fotoğraflarına bön bön bakmıştır.  

*Suriye'de düzenin değişmesi bölgesel ve küresel düzenin değişmesi anlamına geliyor. Bu, Batı'nın da çıkarlarına ters düşer. Amerikan Genel Kurmay Başkanı Demsey Suriyeli muhaliflerin hiçbir kanadının kendi çıkarlarına tekabül etmediğini söylemiştir.

Sünnilik(Ehl-i Sünnet)

*Anlaşılan Batı, Sünnileri ancak azınlık haline düşmeleri halinde arar ve sorar. Myanmar'da aslında onu bile sormuyor. Demek ki günahları çoğunluk olmaları ve meydan okuma potansiyeli taşımalarıdır. Sünniler olmadan Şiilerin böyle bir potansiyeli var mıdır? Tarihte örneği olmamıştır.

*Ehl-i Sünnet üzerinden referans birliğini temin etmek hayati bir meseledir. Bunun sarsılması İslam âleminin merkeziyetinin de sarsılmasıdır. Bunda gevşeklik İslam âleminde kapanmaz yaralar açar ve gerilimlere ve bitmez çilelere yol açar. Dolayısıyla kelami anlamda Buti'nin yaptığı gibi Eş'arilik anlayışını savunmak yetmez, bunun üzerinden referans birliğine vurgu da gerekir. Nitekim İran devrimiyle birlikte referans birliği yeniden tehdit altına girmiştir. Referans birliğine yönelik meydan okumalar yeniden geri dönmüştür. Evet! Sünniler arasında tarihte ve günümüzde Fatimileri savunanlar ve hatta onu diriltmek isteyenlere rastlanmaktadır. Bu da hayatın ve imtihanın bir cilvesidir.

*Beşşar Esat'ın evrensel bir komploya muhatap olduklarını söylemesinin tam aksine bugün Lübnanlı selefi liderlerden Ahmet Esir, Sünnilere yönelik küresel bir kuşatma ve tuzağın varlığından bahsetmektedir. Nereden nereye? Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz.

*Cemaleddin Afgani'den beri Sünni kitlelerin ihtiyatsızlığı, düşmanın dost olarak algılanmasına vesile olmuş ve bu suretle bilmeden tehlikeyi içimize almışızdır. Tehlike ve düşman bu suretle gövdeye girmiştir.

Åžehvet

· Günümüzde behimi hisler özgürlük kisvesine büründürüldü. Hâlbuki cinsellik aklı örten, karartan ötesinde öldüren bir husustur. Azı karar çoğu zarardır. Yeme düşkünleri midelerinin, uçkur düşkünleri ise uçkurlarının zebunudurlar.

*Bilimsel araştırmalar da şehvet düşkünlerinin ahmak olduğunu ortaya koyuyor. İnsan nereye yoğunlaşıyorsa orada dengesini kaybediyor. Uçkura yoğunlaşan, uçkur adam haline geliyor. Asil atın tanımında mühim bir unsur var: Asil at; vasfı ölçülü olandır.

*İnsanların himmeti, şehvet ve iştaha indirgendiğinde karakter aşınması yaşanır. Seciyemiz aşınıyor. Böylece toplumun direkleri birer ikişer yıkılıyor.

*Kurallarımıza ve temellerimize uzak düştük. Bu da bakış açımızı köreltiyor. Sabitelerimizin körelmesi hayatımızın her alanını karartıyor. Bunun sonucu dostluk, evlilik, aile ve toplum aşınıyor. Hayatın rengi ve tadı kalmıyor. Emperyalizmin başarısı ise bir sonuç.

Åžeriat

Şeriat kimilerine sert gelebilir. Bu şeriatın sertliğiyle alakalı bir durum değil onların gevşekliğiyle alakalı özel bir durumdur

Åžiilik

*ABD Irak'ı Şiilere teslim ederken, Şiiliği de kendi kontrolüne almak istemiştir. Bundan dolayı işgal sonrası planlardan birisi Necef'i Kum'un yerine ikame etmek ve Şiiliği İran yerine Amerikan kontrolündeki Irak'a bağlamaktır. Şiiliğin merkezini Necef'e almaktır. Lakin bu planın önü kesilmiştir.

*Şiiler Kerbela trajedisine benzerliği üzerinden mazlumların ve mustazafların yanında olacaklarına, kaba bir tercihle, vicdanlarını susturarak, kandırarak katliamcıların safında yer almaktadır. Nasır'ın veya Yahudilerin sol ideologları da öyle. Böylece söylemlerinin ötesinde fiiliyatta zalimlerin tek millet olduğunu görebiliyoruz.

*Batı sadece Türkiye'yi Sünnicilikle suçlamıyor, aynı zamanda Gassan Atiye'nin belirttiği gibi İran namına ön açıyor, katalizör oluyor ve mezhepçi politikalarına yardım ediyor. Suriye'de siyasi eğilimli ve cihatçı Sünni örgütler hakkında hem sözel hem de fiili yaptırım uygularken, Hizbullah katliamları karşısında sessiz kalması onları denge aracı olarak kullandığının bir göstergesi değil mi? Hizbullah iki ülkeyi birden kontrol edecek kadar pervasızlığı ve cesareti kimden aldı? Kısaca ABD İsrail namına Şiilere ön veriyor. İran ve kolları da bilerek bu siyasete alet oluyorlar. İkisinin menfaati de Sünnileri boğmak ve iradelerini kırmak. Orada burada azınlıkların tasallutu altında yaşam. Batı için Şiilik şımartması gereken bir iç müttefik.

*Türkiye'de ve Arap âleminde ulusalcıların yaklaşımı -istisnalar kaideyi bozmaz- böyledir. Hatta Sünni siyasal İslam'a karşı Şii siyasal İslam'dan medet umuyorlar. France 24'te tartıştığımız Fabula Bedevi mesela açıkça bunu savunmaktadır. İdeolojik düşmanlığı mezhebi husumetin veya tehlikenin üzerine çıkarmaktadırlar.

*Şiiler ise kendilerini Ehl-i Beyt üzerinden tanımlarlar. Bunu yaparken kim bilir haklarında nice cinayetler işlerler.

*Kurban bayramına denk getirerek Saddam'ı Amerikalılar değil, Şiiler idam etmiştir. Erdoğan'ın akıbetini Hariri ve Saddam'a benzetenler de yine kimi Şiiler veya Şii meşrepler! ABD'yi günah keçisi haline getirmenin ya da günah galerisine olmayanı da eklemenin bir faydası yok. Sen yanlışını görebiliyor ve ondan dönebiliyor musun, bundan alası yok! Kerbela'nın intikamı diye diye İslam dünyasını baştan sona Kerbela'ya çevirdiler!

*2003 yılından sonra Amerikalılar Irak'ı neden İran'a terk etmişse, 1982 Sabra ve Şatilla katliamından sonra İsrail de güney Lübnan'dan Sünnileri kovarak, Şiilere dolduracakları bir alan ve boşluk bırakmıştır. Baba Esat da İsrail'den kalan temizliği yapmış ve Arafat ve arkadaşlarını Trabluşşam'dan Tunus'a püskürtmüştür. Böylece Şiilerin direniş edebiyatına uygun bir ortam üretilmiştir. Böylece İran ve Şiiler direniş algısı üzerinden İslam dünyasında parlatılmış, palazlandırılmış ve Hasan Nasrallah ümmetin kahramanı haline getirilmiştir. 2006 yılında da bu algı operasyonu tavan yapmıştır. 

*Hasan Basri'nin tavsiyelerine riayet etmeyen ve dinlemeyenler bunun tokadını yemişlerdir. Ümmet, bir bütün olarak ehl-i bidat olan İran ve Hizbullah gibi yapılara güvenmekle 'arkadan hançerlenmeyi hak etmiştir' diyemesek de, gafil avlanmıştır. 1971 yılından itibaren Suriyeli Sünniler de Esat lehinde gövde gösterisi veya nümayiş yapmışlar ve bunun sonucu olarak can evlerinden vurulmuşlardır. Çoğunluk olan Sünniler azınlıklar konusunda yeterince müteyakkız, ihtiyatlı davranmamışlardır. Suriye'de bidat ehliyle ihtilat bu felaketi doğurmuştur.

*C. Smith'in bahsettiği Pers İslam'ı anlayışını günümüzde temsil eden Humeynicilik olmuştur. Bu eğilimi daha da somutlaştıran Massignon'un talebesi, Şiiliği seçen Henry Corbin olmuş ve Corbinism denilebilecek bir çığır açmıştır. Müslüman olarak Şiiliği benimsemiş ve tutkuyla intizar teorisine (mehdi) bağlanmıştır. Şii gnostizmine eğilim duymuştur. Corbinizm siyasi bir çığıra dönüşmüştür. Bu, İslam dünyasında Şii kanadı destekleme anlayışıdır. Sünnilere karşı Şiilerin kefesini güçlendirme ve böylece İslam'ın gücünü atıl hale getirme projesidir. İslam dünyasını yaka paça etmek için Humeynicilik sinsi bir biçimde kayrılmıştır. 

*Muhammed Bin Salih Ali, Şiiliğin Perslik kalıbına dökülmüş milli bir mezhep hatta din olduğu görüşünü ile getirmektedir. Bu din Hazreti Peygamberin (S.A.V.)getirdiği dinden çok farklı olup, ona aykırı bir yapıdır. Onu Farisi kalıplar içinde düşünmeliyiz. Şiilik, Perslikten etkilenmiş ve onun milli kalıplarına girmiştir. Ali Şeriati'nin içeriden ve Ahmet Emin'in Fecrü'l İslam kitabında dışarıdan gözlemlediği gibi, Şiilik, İslam'ı içeriden yıkmak isteyenlerin benimsedikleri marka ve bindikleri binek olmuştur.

*Şiilik zamanla İslam'ı içeriden yıkmak isteyen bütün hareketlerin perdesi ve sütresi olmuştur. Hep onun arkasına sığınmışlardır. 

*Şiilik bazı sabiteleri olsa da, hareket olarak sürekli olarak değişiyor. Bu açıdan zaman zaman yeniden değerlendirmelere tabi tutmak gerekiyor.

*Zaten Şiiler mezhepler arası yakınlaşmayı psikolojik eşiğin aşılması için kullanıyorlar. Yoksa Murteza Mutahhari'nin Dini Düşüncenin Eleştirisi kitabında ifade ettiği gibi Sünnilikle yakınlaşmak için mezheplerinin ne bir mekruh veya ne bir müstehabbından vazgeçmeye niyetleri bulunmuyor. Ayetullah Humeyni'nin talebesi olan Murtaza Mutahhari, Dini Düşüncenin Eleştirisi adlı eserinde mezheplerin yakınlaştırılması projesiyle ilgili şunları yazar; "Amacımız takrip üzerinden İslam birliğini temin etmek değildir. Gerçek hedefimiz, Şii daveti ve propagandasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Yoksa İslam birliği için Şii inançlarından ne bir mekruhu kaldırır ne de bir müstehaptan vazgeçeriz (Muhammed İmare, Fi'n nakd ez zati lifikri'ş Şii, El Ahram, 06.10.2012)."

*Ebu'l Hasan en Nedevi de Şiilik ve Sünniliğin zıt iki yol ve kol olduğunu ( Suretani Mutedaddani) ortaya koyar. Bu batılılıların dikotomi dedikleri zıtlaşmayı ifade eder. Faslı selefilerden Takiyüddin Hilali de, Bigiyef gibi, Şiilerle iç içe ortamlarda yaşamış ve münazara meclislerinde bulunmuştur. Onları İslam haziresinden uzak görür. Muhammed Emin Şankiti kendisiyle münazara etmek isteyen Şii Ayetullahları geri çevirir. Yöntem meselesini halletmeden tartışmanın sağlıklı bir zeminde yürümeyeceğini ifade eder. Kaçamak davranmaktadırlar. Yöntem üzerine anlaşmadan esas üzerinde tartışma yapmak beyhudedir. Onlara şöyle söyler: Sizin dininiz size ( sizin Ali'niz size bizim Ali'miz bize kalıbında) bizim dinimiz bize! Onun ötesinde siz yalan ve nifak ehlisiniz."

*Bazıları Şii-Sünni ihtilaflarının geçmişte kaldığını ve İran devriminden sonra Sünnilerin bu ihtilafları yeniden körüklediğini söylüyorlar. Bunu söyleyenler Muhammed Sadık el Hüseyni gibi İran sistemine yakın isimler. Hâlbuki ihtilaflar tarihte kaldı denildiği sıralarda bile Necef uleması yayınladığı Zehra isimli eserde Hazreti Ömer için ağza alınmayacak iftiralarda bulunuyor. İhtilafları tarihe gömelim derken Murteza Mutahhari'nin taktiğini izliyorlar. Zehra kitabında söylenenleri bugün Yaser Habib gibiler açıktan söylemeye devam ediyorlar. Ahbarilerden olmasına rağmen Yaser Habib, Seyyidetü Zeyneb'in ele geçirilmesi için Hizbullah'ı göreve davet etmiştir. Adeta türbeler üzerinden Şiiler Haçlı Savaşlarına benzer mezhep savaşları yürütüyorlar. Hâlbuki Suriye'de Sünnilere ait binden fazla cami yerle bir edildi ve Halit Bin Velid Camii gibi camiler bombalandı, ama Sünniler kılını kıpırdatmıyor!

*Kimileri değişik nedenlerden dolayı Teşeyyü dalgasına biniyorlar. Lakin tarihi hakikatleri kavrayıp bu dalgayı terk edenler de var. Hasan Alevi veya Reşid Huyun gibi bu işi ticarete dökmeden samimi kanaatleriyle Şiiliği ve esaslarını sorgulayan ve hurafeleri reddeden ilim ehli de ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi Irak asıllı Ahmet Kâtip'tir ve Mehdi'nin on ikinci imam olamayacağını söyleyenlerdendir. Musa Musevi de bu isimlerden birisidir. Şiiliğin hurafelerden arındırılmasını savunuyorlar. İttihadın çaresi Şiilerin hurafelerden kurtulmaları ve tasaffi edip durulmalarıdır. Buna mukabil, İran 'mustabsirun/gözleri açılanlar' dediği Şiiliğe geçmiş bazı Sünnileri propaganda aracı olarak ulanmaktadır. Bunlardan birisi Tunuslu Muhammed Ticani es Semavi adlı kişidir. Allah'ın imam olarak Hazreti Ali'yi Kur'an'da zikretmemesinin hikmetini açıklarken, Allah'ın ilmi ezelinde Müslümanların (Sünnilerin) bunu değiştirmeye yeltenecekleri bildiğini söyler. Bunun üzerine tartışmada bulunan bir Sünni âlim Tabersi gibi Şii müfessirlerin tam aksine Kur'an'da olduğu halde Sünnilerin bunu Kur'an'dan çıkardıklarını yazdığını hatırlatır. Tunuslu Muhammed Ticani es Semavi Şiiliğe geçerek hidayete erdiğine dair Sümmehtedeytü adlı kitabını kaleme alır. Keza, Künü Maassadikin adlı eserini ve benzerlerini yazar. Hidayete Erdim kitabı ayrıca İran'da İrşat Bakanlığı yayınları arasında çıkar. Sonra da aynı bakanlık yayınları arasında Şiilik misyonerliğine dair Sünnilerin 'kuru gürültü' çıkardıklarına dair bir risale (daccetün müfteale) neşredilir. Böylece Sünniler Şiileştirilirken, bir taraftan da Sünnilerin tepkilerini azaltmak için bu tarz risalelere başvurulur.

*Şii yorumcular diğer imamların huruç etmeyişini ve silahlı hareketlere girişmeyişlerini takiye prensibine bağlamaktadırlar.

*Şiilik nedeniyle de (Sadık Ziba'ya göre) özellikle de dindar kitleler Sünnilerden nefret etmektedirler. Sadık Ziba Kelam'a göre, Şiiler, Sünnilere karşı tarihi bir kin birikimi içindedir ve bundan dolayı da çevrelerinden yalıtılmaktadırlar.

*Molla Cami'ye göre Şiilerin mezheplerinin başı olarak Cafer-i Sadık'ı göstermeleri gerçek dışıdır.

*Ali Şeriati gibi dini istibdat ve taklit kurumundan yakınan ve bu kurumun insanları maymunlar derekesine getirdiğini savunan Haşim Ağacari bu sözlerinden dolayı yargılanmıştır. Ağacari taklit kurumunun İran'da kitleleri maymunlar zümresine çevirdiğini ileri sürmüştür.

*İmameti din usulünden yani inanç esaslarından sayan Şiiler de imamete inanmayanları tekfir etmişlerdir. Muhammed Hüseyin Fadlallah bir açılımla, imamet meselesi dinin değil, mezhebin esasından saysa da, bu noktada din ile mezhebin sınırları nerede kesişmekte ve nerede ayrılmaktadır?

*Muhammed Kutup'a göre, günün veya anın vacibi ve görevi Şiilik yayılması ve tehlikesine karşı dikkat çekici yayınlar yapmaktır. Kendisiyle yapılan son konuşmalardan birisinde 'Gördüğünüz kadarıyla şu anda üzerinde durulması gereken fikri akım ve mezhep hangisidir?' sorusuna şöyle manidar bir cevap veriyor : "Şia'nın bölgede yayılmasıdır (dalmak anlamında tevaggul ifadesini kullanıyor)." Son yıllarda okuma ve yazma melekesini kaybetmese, bu konu üzerine yoğunlaşmak isteyeceğini ifade ediyor… (http://www.eltwhed.com/vb/archive/index.php/t-30938.html ).

*Abdulfettah Halidi de Suriye'de Şii eksenin Sünni dünyaya karşı bir mezhep savaşı yürüttüğünü ifade etmektedir (http://salah765478.blogspot.com.tr/2012/03/blog-post_17.html ). Bu sayede, Seyyid Kutup'un varis ve haleflerinin İslam dünyasını tehdit eden en büyük iç tehlike konusunda hemfikir oldukları görülüyor. Şüphesiz, fecir ve aydınlık anın vacibini görenler üzerine doğacaktır.

*Ayetullah Humeyni'nin talebesi olan Murtaza Mutahhari, Dini Düşüncenin Eleştirisi adlı eserinde mezheplerin yakınlaştırılması projesiyle ilgili şunları yazar "Amacımız takrip üzerinden İslam birliğini temin etmek değildir. Gerçek hedefimiz, Şii daveti ve propagandasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Yoksa İslam birliği için Şii inançlarından ne bir mekruhu kaldırır ne de bir müstehaptan vazgeçeriz (Muhammed İmare, Fi'n nakd ez zati lifikri'ş Şii, El Ahram, 06/10/2012)." Amaç Şii dailiğinin ve propagandasının önündeki Sünni ihtiyatı takrip vesilesiyle ortadan kaldırmaktır…"

*Şia mezhebiyle Sünniliği bir araya getirmek üçüncü bir tür üretmek olur. Zira iki taraf kıyamete kadar aynı kazanda kaynasa karışamazlar. Zira birbirlerini inkâr ve ret üzerine kuruludurlar. Şia mezhep değil Sünniliği ret üzerine kurulu anti mezheptir. Bundan dolayı tezat/dikotomik yapısı vardır. Müslümanlar için tarih boyunca en büyük iptila vesilesidir. Elbette Şia'yı öğretmeliyiz ama propagandalarına alet olmadan. Özellikle de ilahiyat talebelerine Şia'yı gerçek mahiyetiyle öğretmeliyiz. Asıl cehalet Şia'yı gerçek mahiyetiyle tanımamaktır. Yanlış tanıma üzerinden bir cehl-i mürekkep söz konusudur. Bu da onların lehinde kamuoyu oluşmasına vesile oluyor. Böylece kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz. Bunun yöntemi de Şia mezhebinin karakterini ortaya koymak olmalıdır. Şia'yı gerçeği üzerine tanımak için Sünnilik ile Şiiliğin tezat bir yol olduğunu ortaya koyan Ebu'l Hasan en Nedevi'nin 'Suretani Mütedaddani İnde Ehli's Sünneti ve'ş Şia el İmamiyye' gibi kitapları okutmalıyız. Hakikatin merkezine inen kitaplar bunlardır. Aksi takdirde, yaraya merhem olmak yerine yapılan bu gibi afakî teklifler yarayı azdırmaktan başka bir işe yaramaz. Kendi fıkhını ve ilmihalini öğrenemeyen kitlelere bir de Şii fıkhı öğretmek yumuşamadan öte sulanmayı sağlayacaktır. Kitlelerin saflığı ve ulemanın gevşekliği nedeniyle tehlikenin çapı büyüyor. Ulema uyanık olacağı yerde aksine başımızı devekuşu gibi kuma gömmemizi tavsiye ediyor.

*Sünniler ABD ve emperyalistleri vururken, Şiiler Sünnileri vuruyor! Bir de direniş meziyetlerini kendilerine mal ediyorlar. Zulüm üzerine bir de düzenbazlık. Uluslar arası Af Örgütü IŞİD'e karşı Irak ordusuyla birlikte savaşan Şii milislerinin (teröristler) Sünnilere karşı savaş suçu işlediklerini doğrulamaktadır (http://www1.youm7.com/story/2014/10/14)

*Şii siyasi düşüncesi İslam dünyasının parçalanmışlığı ekseninde ilerler. Bundan dolayı yabancıların potansiyel müttefikleridir. Onlar üzerinden İslam dünyasına kolay sızdığı gibi dengeleri de rahatlıkla kendi lehine çevirebilir. Veya onlar üzerinden dengelerle veya kefelerle oynayabilir. The New York Times yazarlarından Thomas Friedman ABD olarak Afganistan'dan çekildiklerinde eskisi gibi Sünni aşırılığa karşı Şiilerle ve İran'a ortak olacaklarını yazmıştır. İran'ı gizil müttefik olarak değerlendirmiştir ((http://www.nytimes.com /2013/02/10/opinion/sunday/friedman-any-solution-to-syria.html ).

*Son sıralarda sönmüş mezhepler hareket olarak yeniden diriliyorlar. Ama bu dirilişlerinin mezhebi özelliği bulunmuyor. Hem Şia hem de Haricilik ilk dönemlerde bir hareket olarak sivrildiler ve zamanla alevleri sönerek mezhep halini aldılar. Hareketten mezhebe, mezhepten harekete geçtiler. Mezhepleştiklerinde kurumsallaştılar. İlk dönemde Hazreti Ali'ye yakın olanlar vardı. Siyasi asabiyet olarak Emevilere karşı Ehl-i Beytin yanında duranlar vardı lakin bunların bir mezhep bağlantısı yoktu. Ortada 12 İmam doktrini falan bulunmuyordu. Mehdilik meselesi vardı ama 12 İmam meselesi yoktu. Hazreti Ali, 12 İmam meselesini duysaydı eminim garipserdi. Bunlar ona rağmen ve onun adına üretilmiş doktrinler. Hıristiyanların İsa'dan sonra Teslisi üretmeleri gibi. Mesele, siyasi zulmün karşı akisleri ve zamanla birileri tarafından istismarından ibarettir. Uca başka bir uçla karşılık vermektir. Şiilik, Emeviler döneminde Ehl-i Beyt muhabbeti ile İranlı Şuubilerin bu harekete destek vermeleriyle ve katkı sunmalarıyla gelişen bir çığırdır.  Lakin Ehl-i Beyt adına yapılan çıkışlar, kalkışmalar sonuç vermemiş, akim kalmıştır. Hatta tarihi süreç itibarıyla, İmam Cafer-i Sadık anlayışını temsil ettiklerini ileri sürenler siyasi kalkışmalarda Zeydilerin çizgisine yerleşmişlerdir. Zamanla her şey kalıbından çıkmış ve şekilden şekle girmiş ve altüst olmuştur. Zeydiler ise zamanla İmam Cafer-i Sadık'ın buyruğuna daha yatkın hale gelmiştir. Zeydilik'de emri bi'l maruf ve nehyi ani'l münker temel esaslardandır ve yanlışı düzeltmek için silah kullanmaya ruhsat ve cevaz vermektedir. İmam Cafer-i Sadık, Nefsüzzekiyye ve İmam Zeyd'in kalkışmalarına yöntem olarak taraftar olmamıştır. Tasvip etmemiştir. Bununla birlikte, tarihi şekillenme sürecinde Zeydilik, raşit halifelerin meşruiyetini kabul etmiştir. 12 imam inancını tanımamıştır. Ona göre, adaletle hükmeden ve adalet arayan herkes Mehdi olmaya namzettir ve bir nevi Mehdi sayılır. İmam Zeyd bir yöntem olarak kesinlikle takiyyeyi reddetmiştir. Cafer-i Sadık ise silahlı yöntem ve kalkışmaları haksızlığa taraftar olduğu için değil, haksızlığı izale ederken daha büyük haksızlıklara meydan vermemek için reddetmiş ve bu itidal yolunu tercih etmiştir. Bugünkü Şia anlayışı Cafer-i Sadık'ın bakış açısıyla da merduttur.

*Zamanla hem İmam Ali hem de Cafer-i Sadık'ın yolu tahrif edilmiştir. Gerçekte Hazreti Ali'nin yolunu Sünniler temsil etmektedir. Aksi propagandadan ibarettir. Şiilik tarih içinde mezhep olarak teşekkül ettikten sonra durulmuş, yatışmıştır. Yerleşik hale gelmiş ve alevi sönmüştür. İmam Cafer-i Sadık silahlı kalkışmayı kesinlikle reddetmiştir ( Sevrat el Aleviyyin ve Eseruha fi nuşui'l mezahibi'l İslamiyye, Mehdi Abdulhüseyin en Necm, Müessesetü'l Belağ, Beyrut, s: 153). Zamanla mezhep şeklini alan bu hareket, yeni dailerin elinde yeniden şekillenmiş ve eski konumuna geçmiştir. Bugün olduğu gibi. Mehdiyet misyonu ile dailik ve kara propaganda birleşince Teşeyyü yıkıcı bir çığıra dönüşmektedir. Mehdilik ve mezalim iddiaları üzerinden yeniden hareket geçmiştir. Kurumsal yapılar yeniden aşıldı ve harekete dönüştü. Büveyhiler, Fatimiler, Safeviler ve Humeyni Devrimi, çeşitli Şii mezheplerinin yeniden harekete dönüşmesi ve tarihe ve aslına rücu etmesinden ibarettir. Bunların Cafer-i Sadık'la değil Muhtar es Sakafi ile alakaları daha zahirdir. Şah İsmail bir Alevilik hareketidir ve bu hareket zamanla mezhebe dönüşmüş ve Şah İsmail'e destek veren Alevi kitleleri Tahmasp ve sonrasında Şiileşmişlerdir. Böylece hareket sönmeye yüz tutmuştur. Yeniden hareket olarak reenkerne olması ise Humeyni'yi beklemiştir. O da velayet-i fakih doktrini üzerinden ve Şah ı devirerek Şia'yı ( en azından bir kısmı itibarıyla) yeniden harekete çevirmiştir. İran-Irak savaşı dolayısıyla bu hareket biraz sönmüş ama Amerikan işgalleri küllenen ateşi yeniden alevlendirmiştir. Onlara göre Allah, ABD'yi bile kendilerine hadim ve amade kılmıştır.

*Lübnanlı Ayetullah Muhammed Cevad Muğniye, 'Tecaribu Muhammed Cevad Muğniye' adlı eserinde İngilizlerin ve Amerikalıların Şiilerin bazı hurafelerine nasıl sahip çıktıklarını örnekleriyle anlatır (http://www.dd-sunnah.net/forum/ showthread. php?t=41806 ). Hurafelerin devrim yoluyla diriltilmesi İslam ümmetinin yeniden parçalanması olmuştur.

*Batini ve modern Karmatileri temsil eden Veliyyi fakih rejimi veya yeni Safeviler Yemen kapılarına varıp dayanmıştır. Bize tarihle veya Osmanlıcılıkla övünmek bile yasak olurken, adamlar Sanaa kapılarında dolaşıyorlar. Adamlar Sünnileri ayartmak için dört koldan çalışıyorlar. İslami Uyanış Evrensel kurultayı veya Takrip Kurumları üzerinden hasımlarını uyuşturarak ardından da icabımıza bakıyorlar. Biz de bu iyi niyet onlarda ise bu uyanıklık oldukça daha çok Sanaa'lar kaybederiz. Bir Sünni Tahran'da bir Şii'nin İstanbul'da yaptığının binde birini yapamaz. Ama yine onlar alacaklı, biz borçlu durumdayız! Bu hoşgörü müdür, gaflet midir yoksa ihanet midir, varın siz takdir edin…

*Suriye Müslüman Kardeşler eski sözcülerinden Züheyr Salim bu meseleyle alakalı olarak yazmış olduğu bir makalede Amerikalıların kendi şemsiyeleri altında bir Şii-Sünni beraberliği tasarladıklarına değinmektedir. Siyasi çatısını Şiiler teşkil edecek güvenliğini ise Sünniler sağlayacaktır. Şiiler patron Sünniler parya, bekçi. Lübnan ve Yemen, Irak ve Suriye'de olduğu gibi.

*Şia'da ulema hiyerarşik bir meseledir ve dolayısıyla bu nedenle sınıf haline gelmiştir. Şia'da ilmiye sınıfı tarihi amiller sonucu teşekkül etmiştir ve Ali Şeriati'nin ifadesiyle bazı unsurları itibarıyla Batı'dan devşirme ve mülhemdir. Velayet-i fakih ise bu çarpık yapı üzerine yeni bir bidat doktrin ikame edilmesidir.

*İslam adına Pers milliyetçileri ve Şii daileri anti Osmanlıcılık yapıyorlar. Arapları da kışkırtıyorlar. Kendileri ise sahada cirit atıyor, icraat ve operasyon yapıyorlar.

*Ortalarda Ali Emini ve Hani Fahs'dan başka itidal yolunu temsil ve tercih eden Şii merciye de rastlanmıyor. Hepsini Sünnilere karşı kara kin ve taassup tutsak almış. Abdullah Fehd Nefisi'nin ifadesiyle, kendi aralarında düşman kardeş dahi olsalar mesele Safevilik olunca birleşiyorlar. Sünni düşmanlığı onları birleştiriyor. Irak'ta bunu yaşadık. Dini merciler aleni kışkırtıcılık yapıyor. Merci-i taklit yöntemiyle cahil bıraktıkları avamı mali ve siyasi rehineleri gibi kullanıyorlar. Şia avamını yoldan çıkaran mercileridir. Ali Şeriati mercilerin halkı koyun gibi güttüklerine temas ediyor. Halkın cehaleti onların kazancı olmuştur. Şeriati'nin takipçilerinden Haşim Agacari de halkı ve avamı maymunlar derekesine indirdiklerini ve maymun yerine koyduklarını ifade ediyor. Son Irak olaylarında olduğu gibi, Nuri Maliki'yi devirecekleri ve Sünni kitlelerin isyanına katılacakları yerde haksızlığa tüy dikiyorlar. Taassupla besledikleri halkı bilahare Sünnilerin üzerine kışkırtıyorlar. Bunda çok mahirler. Avam ellerinde kör bir alet hükmüne geçiyor. Lübnan, Suriye ve Irak cephesinde bu kör taassup ümmeti arkadan hançerlemektedir. Sistani gibiler ise bu hengâmede papazlar için söylenen tekerlemeyi hak etmektedir.

*2006 yılında Samarra'da Markedeyn veya İmameyn Türbesi patlatıldı ve mesele bilumum Sünnilerin, tekfirci, vehhabi veya nasibilerin üzerine yıkıldı. Bununla birlikte olaya en iyi vakıf olabilecek pozisyonda olan dönemin Irak'ta görevli Amerikalı generallerden George Casey, 2006 yılında Hasan Askeri ve Mehdi Türbesinin, İranlı ajanlarca bombaladığını ortaya koyuyor ve bunu bir rapor halinde Nuri Maliki'ye takdim ediyor. Ama Maliki ilgilenmiyor. Patronlarından Mehdi Türbesinin hesabını soracak hali yok ya! Casey'nin Paris'te yaptığı konuşmanın akisleri hala devam etmektedir. Haziran 2006 tarihinde yapılan bombalamadan sonra Sünniler kitleler halinde hedef alınmış ve bu bombalama ülkeyi siyaseten Şiileştirmek için bir cadı avına dönüştürülmüştür. Sistani'nin de fetvasıyla ölüm mangaları harekete geçmiş ve Sünniler sindirilmiştir. Böylece Irak tamamen İran'ın arka bahçesi haline getirilmiştir. İran'ın her zaman yaptığı gibi, General George Casey'nin suçlamasını kabul etmiyor ( http://www. theoslotimes.com/ iran-rejects-general-george-caseys-allegations/ ). Peki! Biz onun söylediğini kabul edecek miyiz? Kella! Elbette bu tekzip veya reddetmenin hiçbir kadru kıymeti yoktur. Zira meslekleri ve silahları yalandır. Uzun süre Suriye'de Beşşar cephesinde savaştıklarını yalanladılar. Lakin bu yalanlamalar gerçekleri değiştirmiyor. Sadece onlara tasdik etmeye hazır basit insanları kandırmalarına yarıyor. Burada Sistani'nin çok olumsuz rolü oldu ve İmameyn Türbesinin patlatılmasından sonra Amerikalılara karşı vermediği fetvayı Sünnilerden esirgemedi. Zira Paul Bremer Hatıratında Sistani havzasına 250 milyon dolar bağışta bulunduğunu yazmıştır.

*Günümüzde iki uç ve zıt akım var. Hem kendi aralarında zıtlaşıyorlar hem de ümmetle zıtlaşıyorlar. Şia ve geniş yelpazeleriyle Selefiliği kastediyoruz. Zira tarihte ümmetle zıtlaşmacı akım olarak anılmaktadırlar. Bu yönüyle her iki hareketin dikotomik (zıtlaşmacı) yapısından bahsedilmektedir. Şia'nın bu yapısını en iyi ortaya koyan eserlerden birisi de merhum Ebu'l Hasan en Nedevi'nin Şia ve Ehl-i Sünnet mesleklerini anlattığı 'Suretani mutedaddani (iki zıt görüntü)' adlı eseridir. Bu eserde özetle/bil icmal tarih önünde Ehl-i Sünnet ile Şia arasındaki zıtlaşmanın kökenlerine iniliyor, süreçlerine işaret ediliyor. Şia ümmetle zıtlaşmacı bir akımdır ve son devirde Amerikan müdahaleleriyle İslam dünyasına yayılmasının önü açılmıştır. ABD IŞİD'in önünü açtığı gibi maalesef İran'ın önünü açmış ve İran devrimiyle birlikte ümmet içinde boydan boya bir gerilim hattı oluşmuş, zıtlaşmacı bir akım yeniden kuvveden fiile çıkarak işlerlik kazanmıştır.

*Şiilik bir inanç meselesi olmaktan ziyade bir psikolojik durum ve konumdur. Bu karakterin haddi vasatı yoktur. Ya yenilirler ve sinerler, silikleşirler, kaypaklaşırlar ya da ceberut kesilirler. Bunun göstergelerinden birisi takiyyedir. Güç kazandıklarında başkalarına hayat hakkı tanımazlar. Irak'ta ve Suriye'de yaşandığı gibi.

*Siyasi Şia'nın kökenleri geç döneme rastlar. Elbette önce de Hazreti Ali (R.A.) taraftarlığı anlamında Şiilik vardı. Ama kurumsal değildi ve mezhep haline gelmemişti. Aynen Cahız'ın Osmancılığı (R.A.) gibiydi. Bu sahabe arasındaki ihtilafın tabii bir sonucuydu. Lakin bir mezhep, bir ekol haline gelmesi zamanla hâsıl olmuştur. Bir cereyan ve bir akım olması ile müesses bir mezhep haline gelmesi farklıdır ve zamanla oluşmuştur. Şia bugünkü haliyle aslında uydurulmuş ve üretilmiştir. Ali Şeriati'nin Safevi Şiası kitabı ve ondan daha köklü ve derin bir biçimde Ahmet el Katip'nin Şia ile Şura arasındaki münasebeti ela alan "Şia Siyasal Düşüncesinin Gelişimi" kitabı siyasi Şia'yı hedef alan ve tashihe yönelik tarihi kitaplardan bazılarıdır.

*Günümüzde 'et teşeyyü es siyasi' tabiri çerçevesinde siyasal Şiilik yeniden nüksetmiş ve güncelleşmiştir. 'İn udtum üdna' sırrıyla mukabelesi de güncelleşmiştir. Siyasi Şiilik üzerinden İslam dünyası Şia'nın av sahası haline gelmiştir. Adalet duygusunu körelten bu tarafgirlik son Suriye olaylarıyla birlikte gerçek yüzünü iyice göstermeye başlamıştır. Filistin meselesi gibi meseleleri sahiplenmek üzerinden Sünnilere kur ve kompliman yapmaya günümüzde siyasi Şiilik denmektedir. Bu yöntem ve yolla siyasi Şia yeniden saltanatını tahkim etmenin yollarını aramaktadır. Birçok kitabında temas ettiği cihetle Iraklı Şii tarihçi Ali Verdi'ye göre, mevcut Şia anlayışı kimi tarihi terakümatın bir ürünüdür. Siyasi heveskârlar ve maceraperestlerle birlikte işbirlikçi bazı Şii ulemanın marifetidir. Safeviler, yok olmaya yüz tutmuş kimi Büveyhi veya Fatimi adetlerini güncellemiş ve yeniden ihya etmişlerdir.

*Lakin Şia'nın mevcut yapısının oluşmasında üç dönem ve üç önemli şahsiyet tebarüz etmiş ve etkili olmuştur. Bunlar sırasıyla Necmettin Tusi, Ali Kerki ve Humeyni'dir. Bunlar siyasi Şiililik akımının ve çizgisinin tarihi mimarlarıdır. Bundan dolayı mevcut Şia'nın oluşumu sadece ve sadece 500 veya 600 yıl geçmişe dayanmaktadır. Bu zevat 'muhteriüşşia' yani 'Şia'nın kurucuları' olarak anılmaktadırlar. Mevcut Şiilik siyasi amaçlar ve çıkarlar uğruna uydurulmuş revizyonist bir anlayıştır. Kerbela ile ilgili etkinlikler ve tatbir denilen dövünmeler Büveyhiler döneminde başlamış ve Kaçarlar döneminde İran'a intikal etmiştir.

*Ezana üçüncü şehadet (eşhedu enne aliyyen veliyullah) eklemek üçüncü hicri asırda benimsenmişse de, bu bidata karşı çıkan mutedil Şiilerin hassasiyeti sayesinde bu bidat kökleşmeden ve yerleşmeden bertaraf edilmiştir. Şah İsmail ise hiç kimsenin itirazını kale almadan bu bidatı zorla yerleştirmiştir. Böylece siyasi gayeler ve saltanatı uğruna Müslümanları iltiyam etmeyecek bir şekilde yeniden iki kanada ve kampa ayırmıştır. 

*Şah İsmail'in şeyhlikten şahlığa adım atmasından sonra İran İslam dünyasının diğer bölgelerinden koparılmış ve İslam coğrafyası içinde kalıcı bir duvar ve engel olarak dikilmiştir. Sarp bir engel ve geçit haline gelmiştir. İsna Aşeriyye mezhebi adına İran yeniden fethedilmiştir. Kimileri buna Şii Reconquista diyorlar. Bu konuda 'bir fazilet' varsa bu da Ali Kerki'ye aittir. Şah İsmail'in 38 yaşında vefatından sonra yerine oğlu Tahmasp geçmiş lakin Tahmasp yöntem olarak babasının yolundan ayrılmış ve İran'ı Şiileştirmek için Cebel-i Amil'den Şii ulemaya başvurmuş ve bu misyonu onlara yüklemiştir. Ya da Şii ulema arasında işbirlikçilere dayanmıştır. Şia içinde revizyonist dönemlerden birisi Tahmasıp ve Ali Kerki döneminde yaşanmıştır. Araç atların önüne geçirilmiştir. Adeta Mehdi'yi bekleme yerine hazırlık esas hale gelmiş ve hazırlık babından Safevi devleti meşrulaştırılmıştır. Tahmasp babasından farklı olarak güçler ayrımına gitmiş ve dini alanı ulemaya terk etmiştir. Tahmasp, Cebel-i Amil (Baalbek) doğumlu Ali Kerki'yi Necef'den getirmiş ve İran'da şaşaa ile karşılamıştır. Tahmasıp, Ali Kerki'nin gelişinden sonra bir ferman yayınlamış ve fermanında Ali Kerki'yi 'naibu'l imam ve sahibu'z zaman (Mehdi naibi) ilan etmiştir. Astığı astık kestiği kestiktir. Ya da atadığı atadık, azlettiği de azlettiktir. Yine Ali Verdi'nin deyimiyle, Ali Kerki, Safeviler dönemindeki ilk saltanat vaizlerinden birisidir. Tahmasp döneminde Ali Kerki fiili olarak yönetimin başı olmuştur. Hace Nasirüddin Tusi'den sonra Ali Kerki'nin konumuna gelebilen tarihte başka bir örnek yoktur. Son asırda bunun istisnası Humeyni'dir.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.

Zümer, 27

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Ebû Malik'in babası şöyle dedi: Ben Rasûlullah'(S.A.V.)den işittim, şöyle buyuruyordu: "Her kim Allah'dan başka hak ilah yok eder, ve Allah'dan gayri ibadet olunan şeyleri tanımazsa onun malı ve kanı haram (dokunulmaz) olur. Hisabı da Allah'a aiddir."

(Müslim, Kitabu'l-İyman,37)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI