Cevaplar.Org

MUHAKEMAT NOTLARI-9

Ders: Muhakemat-7. Ders, (1.Makale, 3. Mukaddime’den devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz İzah edilen kısım; “Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi(Yunan felsefesini) müslüman etmek için Me'mun'un asrında tercüme olundu. Fakat pek çok esatîr(efsane) ve hurafatın(hurafelerin) menbaından çıkan o hikmet, bir derece


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-02-07 16:25:44

Ders: Muhakemat-7. Ders, (1.Makale, 3. Mukaddime'den devam) 

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz 

İzah edilen kısım; "Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi(Yunan felsefesini) müslüman etmek için Me'mun'un asrında tercüme olundu. Fakat pek çok esatîr(efsane) ve hurafatın(hurafelerin) menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan(kokuşmuş olduğundan) safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine(temiz, felsefi düşüncelerle, başka medeniyetlerle bulaşmamış olan Arap düşüncesine) tedahül ettiğinden,(girdiğinden) bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı."(Muhakemat, s.19 vd..)

Ne demek tahkikten taklide yol açılması? Mesela Yunan Felsefesindeki bir hurafeyi aynen aldılar.

Not: Mesela İbn-i Sina'nın teslim olduğu Yunan Felsefesine göre uzay cisimleri ulvi cisimlerdi. Ulvi cisimler ise parçalanmaz, bölünemezdi. Bundan dolayı da İbn-i Sina, Şakk-ı Kamer mucizesini inkâr etmişti. Elmalılı Hamdi Efendi, Kamer Suresini tefsir ederken İbn-i Sina'nın bu görüşünü tenkit ediyor ve bunda "eski Batlamyos astronomi nazariyelerinin tesiri vardır" diyor. (bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt: 6, s. 4630-4631, İst. Matbaa-i Ebu Ziya, 1936)

Not: 2: Üstadın bu konudaki iki beyanını daha nakledelim; "O eski hikmetin dâhî hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev'-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti." (Lem'alar, s. 66)

"Ey arkadaş! Semavatın dokuz tabakadan ibaret olduğu, eski hikmetin hurafelerinden biridir. Onların o hurafevari fikirleri, efkâr-ı âmmeyi istilâ etmişti. Hattâ bazı müfessirler, bazı âyetlerin zahirini onların mezheblerine meylettirmişlerdir(İşarat-ül İ'caz, s; 189)

*"Hem de âb-ı hayat(hayat suyumuz) olan İslâmiyet'ten kariha-i fıtriyeleriyle(Yani Allahu Teâlâ'nın kendilerine yaratılıştan verdiği fıtri kabiliyetleri ile) istinbat etmeye(çıkarmaya) kâbil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler(yani Yunan felsefesine talebe olmaya tenezzül ettiler.) (Muhakemat, s.20)

Not:  Üstad başka bir yerde diyor ki; "Ehl-i zahirin zihinlerini teşviş eden, felsefe-i Yunaniyeye incizablarıdır. Hattâ o felsefeye fehm-i âyette bir esas-ı müselleme nazarıyla bakıyorlar."( Muhakemat, s.84)

Not:2; Hâlbuki "Doktor Maurice (Moris)'nin Le parler Française Roman (Löparle Franses Roman) unvanlı gazetede yazdığı gibi; "Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur'anın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ziyade ulvîdir." (İşarat-ül İ'caz, s. 214)

Not: 3: Merhume Meryem Cemile hanımefendi de diyor ki; "Yunan irfanının Müslümanlara faydası dokunmak şöyle dursun, onların imanına dinsizlik düşüncesi katmış ve neticede bir faydası dokunduğu da pek şüpheli kalmıştır.

Bununla beraber vaktiyle Müslümanlar tarafından(Elenizm'in) kabulü, bugünkü müslümanlar tarafından kabul edilen garplılaşma kadar zarar vermiyordu. Klasik Yunan eserleri ölmüş bir dilde yazılmıştı. Binaenaleyh Elenizm tamamıyla akademik idi ve kitaplardan geliyordu. Bu devir boyunca İslam'ın harsi(kültürel) ve siyasi kudreti kemal derecesinde olduğundan, İslam âlimleri köle zihniyetine kapılmamışlardı. Eflatun ve Aristo'ya olan hayranlıklarına rağmen İslam'ın kati olan üstünlüğüne itimatları sarsılmamıştı."(Meryem Cemile, Garp Materyalizmi Karşısında İslam, terc. Kemal Kuşçu, s. 71-72, Çile Yayınevi, İst. 1976)

Not: 4; Üstadın gerek burada gerek Lem'alar'daki "Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. (Lem'alar, s. 66) ifadesine bir katkı olarak, Hintli merhum allame Ebu'l Kelam Azad'ın Fatiha Tefsiri Mukaddimesindeki izahatından bazı yerleri nakletmek isterim. Diyor ki; "Yunan mantığı ve felsefesinden etkilenen müfessirlerin hakikate kendi tabiliği içinde bakmaları ve onu değerlendirmeleri imkânsızdı. Onlar, mantık ilmine yönelmekle, Peygamberlerini yücelttikleri zannediyorlardı. Onlar, Kur'an'ın büyüklüğünü Aristo'nun mantığının içine zorlamakla gösterebileceklerini düşündüler. Fakat onun (Kur'an'ın) ilk hedefinin o olmadığını kavrayamıyorlardı. Sonuç şuydu ki; Kur'an'ın ikna metodu ile hakikati ilan etmesinin güzelliği ve çekiciliği, diyalektik tezin ağında kayboldu." (Ebu'l Kelam Azad, Fatiha Tefsiri, Türkçe tercüme; Orhan Bikim, s. 25, Bir Yayıncılık, İst. 1984)

*"Evet, nasıl ki ihtilat-ı a'cam ile kelâm-ı Mudarî'nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ulema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. (Muhakemat s. 20) Biliyorsunuz, Arap dilinin temeli Mudar kabilesinin lehçesidir, ona dayanıyor. Özbeöz Arapça o. Ama ne zaman ki fetihlerle dış dünyaya açılma olmasıyla, değişik dillerden kelimeler Arapçaya girmekle, o saf Arapça bozulmaya yüz tutunca, dil âlimleri Arapçanın kaidelerini yazılı hale getirdiler. Bu dil âlimlerinin en büyükleri Ahfeş, Sibeveyh, Ebu Esved ed Düeli'dir. 

*"Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfa!. Tamamıyla muvaffak olamadılar."(Muhakemat, s. 20) Mesela İmam Gazali hazretleri Tehafut'ul Felasife adlı eseriyle Yunan Felsefesinden gelen maddenin ezeliyeti gibi iddialarını çürütmüş. Ama kaç tane İmam Gazali gibi allame gelecek?

*"İş bu kadar da kalmadı. Çünki tefsir-i Kur'an'a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir Kur'anın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünkü gördüler ki, Kur'an makul ve menkule müştemildir. Hadîs de öyle... Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler.(Muhakemat, s. 20) Bazıları Kur'an'ı tefsir ederken Kur'an'da mücmel olarak geçen bazı nakli ifadeleri daha tafsilatla anlamak için o komuyla alakalı İsrailiyata tatbik ettiler. Akli bazı meselelerde o zamanın fenni görüşlerine uygun olarak açıklamaya çalıştılar. Sonra Kur'an'ın doğru olarak anlattığı hadiselerle muharref İsrailiyat haberleri arasında bir uygunluk çıkardılar.

*"Hem de hakikî olan akliyatlarıyla mevhum(vehmi) ve mümevveh(dışı süslenmiş) olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler."(Muhakemat, s 20) Taberi Tefsirinde bu manada o kadar çok şey var ki..Gerçi o mübarek kimin naklettiğini söylüyor. Ama açık konuşayım, onu tercüme edenler buna dikkat etmemişler.

*"Kellâ..(Hayır öyle değil) sümme kellâ!..(sonra yine asla öyle değil) Muhakemat, s. 20) Yani Kur'an ve Sünnetin hem hakka dayanan nakli izahları hem de akla dayalı bir kısım kaziyeleri Yunan felsefesi ile uyuşamaz. Ne diyor? "Yunan ve Roma tev'emdir. (ikizdir) İslamiyet'le uyuşamaz" diyor.

Not: Üstadın bu konudaki iki beyanı; "Eski Roma, Yunan'ın iki dehası vardı; bir asıldan tev'emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti."(Sözler, s 714)

"Zira istiğna ve istiklaliyet hâssasıyla mümtaz olan şeriattaki İlahî hidayet, medeniyetin esası olan Roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz. (Asâr-ı Bediiyye, sh: 63)

Not: 2: Aynı minvalde merhum Ebul Hasan en Nedvi, "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?" adlı şaheserinde der ki; " Münevver tabakayı teşkil eden bilginler, tecrübeye dayanan pozitif ilimlere ve gayet faydalı ve semereli olan pratik ilimlere, Yunanlılardan aldıkları metafizik ve teolojik felsefeye gösterdikleri ilgi kadar ilgi göstermediler. 

Aslında Yunan felsefesi, Yunan putperestliğinin Yunan milleti tarafından kendi felsefi dillerine aktarılışından başka bir şey değildir. Yunanlılar bu putperestliğin üzerine bir sanat kılıfı geçirerek felsefe diye takdim etmişlerdir. Hâlbuki bu felsefe, hakikat ve mana ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmayan laf ebeliği, tahminler ve bir takım zanlardan başka bir şey değildi."( Ebul Hasan en Nedvi, Maza Hasire'l Âlemû Bi İnhitât'il Müslümin, Arapçadan tercüme; Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?" mütercim; Mehmed Soslu, s.244, Çağ Yayınları, İst. 1978)

*" Zira Kitab-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın misdakı(tasdik edicisi) i'cazıdır."(onun mucize oluşudur)(Muhakemat, s. 20) Müfessiri eczasıdır..(onu en güzel açıklayan onun yine kendi ayetleridir) 25. Söz'de Bediüzzaman bunu göstermiş. Âlimler de Kur'an'ın en güzel tefsiri yine Kur'an ile olacağını belirtmişler. "Sadefinde dürrdür, meder değildir(Muhakemat, s.20) Biliyorsunuz sadef incinin kabıdır. Kur'an'ın sadefi Yunan felsefesi değildir, İnci gibi olan vahyin ayetleridir, toprak parçası gibi olan günün görüşleri değildir.

Not: 1: Merhum Ebul Kelam Azad bu hususa şöyle değiniyor; "Kur'an'ın konusu Greklerin(Yunanlıların) felsefesi değildir ve Arap lisanı da Kur'an'ın indirilmesiyle felsefi terimlerle aşinalığı yoktu. Kur'an'da ifade edilen kelimeler, orijinal anlamlarıyla Grek kavramları ışığında kendilerine tayin edilen anlamları taşımazlar." (Ebu'l Kelam Azad, Fatiha Tefsiri, Türkçe tercüme; Orhan Bikim, s. 25, Bir Yayıncılık, İst. 1984)

Not 2: Bu vesileyle Cüneyt Eren hocamızın şu izahını da nakledelim; "Her ne kadar ilmi de kabul edilse, değişebilirliği muhtemel nazariyeler Kur'an hakikatleri ile mukayese dahi edilmez.

Bilim tarihi, bir zaman için doğruluğuna inanılan bir teorinin, deney ve tecrübeler neticesinde yanlış olduğuna şahit olmuştur.

Durum böyleyken, aceleci bir tavırla, Kur'an ayetlerini, doğruluğu kesinleşmemiş bu naziriyelerle yorumlamaya kalkışmak, Kur'an hakkında şüphelere sebebiyet verecektir. Zira herkesten, olası tezat durumun Kur'an ayetleri değil, onun yanlış yorumu olduğunu beklemek haksızlık olacaktır.

Bu konuyla alakalı vereceğimiz en bariz örnek, Tefsir'ul Kebir sahibi Fahreddin er- Razi'nin Bakara suresi 22. Ayet hakkında yapmış olduğu yorumdur.

Er Razi, Kur'an'ın;

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً

"yeryüzünü size bir yatak yaptı" ayetini günün hâkim olan anlayışı çerçevesinde, dünyanın dönmediğine delalet ettiği şeklinde yorumlamıştır." (Doç Dr. Cüneyt Eren, Tefsir Okumalarına Giriş, Külli Kaideler, s. 183-184, Ensar Neşriyat, İst. 2013)

*"Faraza bu mutabakatı izhar etmekten maksad, o şahid-i sadıkın tezkiyesi için olsa da yine abestir. (Muhakemat, s.21) Yani Yunan Felsefesiyle Kur'an'ın beyanlarını uyuşturmaya çalışmaktan maksat, Kur'an'ın hükümlerinin tezkiyesi içinde olsa abestir.

Not: Prof. Dr. Şadi Eren Bey, şöyle diyor; "Tezkiye buradaki anlamıyla; "birinin doğruluğunu ortaya koymak için bir başkasına sormak" demektir. Kur'an ifadelerinin doğru olup olmadığı akıl ve bilime sorulmaz. Akıl ve bilime böyle bir yetki verilmemiştir. Bunu yapmak, âmirin âmir olmadığını memura sormaya benzer." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 72, İzmir, 2014)

*"Zira Kur'an-ı Mübin, ona(Yunan felsefesine) mekalid-i inkıyadı(itaat anahtarlarını) teslim eden öyle akıl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganidir(zengindir) Çünki o, onları tezkiye etmezse; şehadetleri mesmu' olamaz."(Muhakemat, s.21)

Not: Üstad, eski zaman bazı müfessirlerinin kendi dönemlerindeki bazı ilmi nazariyeleri sarsılmaz bir esas gibi kabul edip Kur'an ayetlerini o görüşlere uydurmaya çalışmalarının, Kur'an'ın i'cazına bir derece sed çektiğini anlatırken, öte yandan, 19. yüzyıldaki Batı biliminin gelişme evresindeki bazı yorumlarının bazı mütefekkirlerce esas tutulup, ayet ve hadislere koltuk değneği olarak kullanılmasının yanlış olduğunu Mektubat'ta şöyle izah ediyor; "Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze ediyorlar; bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete suretinde lâ-yetezelzel teslim ediyorlar, o suretle İslâmiyetin hakikî kıymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyeti aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar. Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan, o mesleği terk ettim. Hem bilfiil gösterdim ki: İslâmiyetin esasları o kadar derindir ki; felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz, Yirmi dördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikatı bürhanlarıyla isbat ederek göstermiştir. Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip, ahkâm-ı İslâmiyeyi zahirî telakki edip felsefenin dallarıyla bağlamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Hâlbuki felsefenin düsturlarının ne haddi var ki, onlara yetişsin? (Mektubat, s. 442) 

Not: 2: Aynı minvalde Ebul Kelam Azad diyor ki; "…Bu tutumun sonucu olarak, Kur'anın Bilimsellik alanındaki her yeni gelişmeyi destekleyip onaylaması gerektiği fikri ortaya çıktı. Bu yüzden Ptolomic sistem(Dünyanın sabit olup, gezegenlerin onun etrafında döndüğü düşüncesi savunan Batlamyus nazariyesi) hakkında deliller aramaya çalışan bir teşebbüse geçildi. Tıpkı bugünkü Kur'an tefsiri yazan âlimlerin Kozmos bilimindeki gelişmeleri tefsir etmek istemleri gibi." (Ebu'l Kelam Azad, Fatiha Tefsiri, Türkçe tercüme; Orhan Bikim, s. 26, Bir Yayıncılık, İst. 1984) Bu konuya alakalı muhterem Metin Karabaşoğlu'nun "Saidleri Ararken" adlı eserindeki iki izahı için bakınız; Metin Karabaşoğlu, a.g.e, s. 120 ve 135, Karakalem Yayınları, İst. 2004, 2. Baskı) Ayrıca Karabaşoğlu'nun "Bilime Nasıl Bakmalı" adlı yazısı, Metin Karabaşoğlu, Tehlikeli Denemeler s. 53-85, Karakalem Yayınları, İst. 2004, 1. Baskı)

*"Evet, Süreyya'yı serada değil, semada aramak gerektir." (Muhakemat, s.21 )

 Çok güzel bir tespit değil mi? Bütün ilmi hakikatler Süreyya'da yani Kur'an'da aranılmalı. Yoksa yerin toprağı hükmünde olan Yunan felsefesinde değil.

 "Kur'an'ın maânîsini de(manalarını da) esdafında(sadeflerinde, onun içindeki incilerde) ara." (Muhakemat, s. 21)

Not: Üstadın bu konudaki diğer izahlarından bazıları; "Demek muhakkak oldu ki: Âyâtın delail-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatın keşşafı, yalnız belâgat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir. (Muhakemat, s, 84)

"Ezcümle: "Âyâtın delail-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşafı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir." (Muhakemat, s.97)

Not:2: Şeyh Veliyüddin El Mellevi merhum da der ki; "Her ayette her şeyden önce araştırılması gereken, o ayetin kendisinden önceki ayeti tamamlayıcı veya bağımsız olup olmadığı hususudur. Sonra da bu ayetin kendisinden önceki ile münasebet yönü araştırılmalıdır. Aynı durum surelerde de aranır ve bu surenin kendisinden önceki ile ilişkisi ve ne için indirilmiş olduğu da tetkik edilir." (Said Havva, El- Esas Fi't Tefsir, Cilt:1, Terc: M. Beşir Eryarsoy, Şamil Neşriyat, İst.1989)

*Bediüzzaman burada mana'yı tarif ediyor, ben hayatımda böyle bir mana tarifi okumadım. Kısaca diyor ki; "Mânâ odur ki, kulaktan  akacak, zihine  gidecek, vicdan onu emecek, ondan fikir çiçekleri çıkacak, biz de onları koklayacağız."

Not: Meseleyle alakalı Prof. Dr. Şadi Eren hocamızın şu izahlarıyla hülasa yapalım; "İslam dinine gerek İsrailiyattan gerekse Yunan felsefesinden bazı silik manaların girdiği acı bir gerçektir. Ama bu, defineye dışarıdan sahte para girmesi veya bir bahçeye başka yerden çürük bir elma düşmesine benzer. Bunları görünce definenin tamamını sahte paralardan ve bahçenin hepsini çürük elmalardan ibaret zannetmek, büyük bir haksızlıktır.

Taberi, en büyük rivayet tefsirlerinden birisidir. Câmiül Beyan isimli tefsiri adeta bir tefsir ansiklopedisidir. Ayetlere açıklama olabilecek neleri bulmuşsa, bunları derleyip toplamış ve tefsirinde cem etmiştir. Gerek onun tefsirinde, gerekse başka bazı tefsirlerde İsrailiyat menşeli bazı malumat bulunmaktadır.

Öte yandan Fahreddin-i Razi gibi dirayete dayalı tefsir yazanlarda da Yunan felsefesinden gelen bazı bilgiler yer alır.

Bu bilgilerden silik para ve çürük elma gibi olanlar, bizim malımız değildir. Onları ayıklar, geri kalan açıklamalardan ise istifade ederiz." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 77, İzmir, 2014)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Kim Allah'a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter.

Talak,3

GÜNÜN HADİSİ

"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."

Taberânî.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI