Cevaplar.Org

MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-18

İttihad Ve Terakki Partisi *İttihatçılar siyasi olarak sefihleri yani rotasını kaybetmiş kifayetsiz muhterisleri temsil ediyordu. Yaptıkları yanlışlarla birlikte çözülme sürecini hızlandırdılar. İyilik adına ve zannıyla kendilerine ve ülkelerine ve ümmete kötülük yapmışlardır


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2019-12-20 16:13:15

Ä°ttihad Ve Terakki Partisi

*İttihatçılar siyasi olarak sefihleri yani rotasını kaybetmiş kifayetsiz muhterisleri temsil ediyordu. Yaptıkları yanlışlarla birlikte çözülme sürecini hızlandırdılar. İyilik adına ve zannıyla kendilerine ve ülkelerine ve ümmete kötülük yapmışlardır.

*Reşit Rıza 1910 yılında geldiği İstanbul'da İttihatçılar içinde Siyonist damarın geliştiğini görmüştür. Şeyhülislam Mustafa Sabri de İkinci Abdülhamit Han'ın Emanuel Karasu'nun şahsında Masonlar ve Siyonistler tarafından devrildiğini ifade etmiştir. İttihatçılar ve Kemalistlerin tek zümre tarafından Yahudiler tarafından desteklendiğini ifade etmiştir. Mithat Paşa'nın İngilizlerin işaretiyle İslami kavramların yerine laik kavramları ikame ettiğini ifade etmiştir. Bu kavramlar daha sonra inkılâplar döneminde resmileşmiştir. Ümmetin yerini millet vesaire almıştır.

*İttihatçılar ile Kemalistler aynı çizginin zaman ve konjonktüre göre televvün etme veya renklenme halini ifade eder. 

*Enver Sedat'ın 'El Bahsu ani'z zat/Kendimi anlatmak' diye bir otobiyografi kitabı var. Burada 1952 darbesini yapan Hür Subaylar olarak İttihatçı gelenek üzerine yetiştirildiklerini söylüyor. Bağlantı şahsiyetin de Aziz Ali el Mısri Paşa olduğunu ifade etmektedir. Muhammed Haseneyn Heykel de Harif el Gada//Öfkenin sonbaharı isimli eserinde 1952 darbesine yapan Hür Subayların Arap İttihatçı geleneğini temsil ettiklerini ifade etmektedir. Cemal Abdunnasır, Enver Sedat gibi isimler İttihatçı erkânın isimlerinden başka bir şey değildir! Tesadüf müdür? Asla. Kaderin bir cilvesidir ve remzini taşımaktadırlar.

*Arap Baharına yönelik iftira kampanyasının bir benzerini İttihatçılar Sultan İkinci Abdulhamid'e karşı yürütmüşlerdir. Mithat Paşa yüzünden Osmanlı –Rus savaşına maruz kaldığımız halde İttihatçılar vatanı böldürecek diye Abdulhamid Han aleyhine kampanyalar düzenlemişler ama Sykes-Picot üzerinden asıl vatanı kendileri böldürmüşlerdir. İttihatçıların o dönem yaptıklarını günümüzde de fazlasıyla Ulusalcı tayfa yapmaktadır. İngiltere Kralı VII. Edward ile Rusya Çarı II. Nikola'nın Rusya'nın Reval Limanı'nında buluşmaları Osmanlı'nın taksimi olarak takdim edilmiştir. İttihatçılar, bu buluşmada İngiltere ile Rusya'nın Osmanlı'yı taksim etmeyi planladıklarını uçurmuşlar ve yaymışlardı ( Osmanlıya Veda, Yılmaz Öztuna, S: 247, Yakın Plan). Reval buluşmasının zabıtları yayınlanmasına ve bu zabıtlarda Osmanlı'nın taksimine dair tek bir satır olmamasına karşın hevalarına iman etmiş kimileri bugün de aynı nakaratı tekrarlıyorlar

Kader

Emevilerin istibdadı meşrulaştırmak için kaderi cebriye olarak yorumladığı ileri sürülür. Özellikle de Ahmet Emin Emevilere cebriye anlayışını maleder. Böylece kendi kusurlarını Allah'a havale etmiş olurlar. Zaman zaman kader, cebriye zaviyesinden takdim edilmiştir. Kader anlayışının haddi vasatı irade-i cüziyeye havi olandır. Onun ötesinde kulu rablik makamına yükselten de (Kaderiye-Mutezile) yaprak seviyesine indiren anlayış da (Cebriye) yanlışın iki tarafını; ifrat ve tefrit basamağını temsil eder. Mutezile kaderin geçmişi kapsamadığını ve ezeli takdir diye bir şey olmadığını söyler. Cebriye ise kulun fiilini inkar eder.

*Mutezile'den sonra kulun etki alanını artırmada İkinci makamda gelen İbni Rüşd ve İbni Teymiye'dir. İkisi kulun sorumluluk alanını failiyet veya faillik düzeyinde ispat ederler. Yani kul fail-i muhtardır. Hâlbuki ayetler Allah için 'faalün lima yürid' terkibini ve ifadesini kullanmaktadır. Eş'ari ve Maturidiler ise cüz-i iradenin alanını kesb nazariyesiyle ifade ve izah ederler. 

*Tedbir cüz-i iradenin alanına taalluk eder. Dolayısıyla tedbir almak bir görevdir ve bu görevini yerine getirmeyen Allah katında sorumludur. Sorumluluk külli irade ile alakalı değildir. Bu anlamda, alınacak tedbirler cüz-i irade kapsamında olacaktır ve kulu sorumluluktan kurtaracaktır. Belki bu alınan tedbirler külli iradeyi değiştirmeyecektir ama görevin ikmalini sağlamış olacaktır. ABD'deki kömür ocaklarında hiç kaza olmaması veya hiçbir işçinin ölmemesi kader olduğu gibi Soma'daki ocaklarda bu denli kaza ve can kaybı olması da takdiri ilahidir. Bununla birlikte, fark külli iradede değil, cüz-i iradenin aktif olarak kullanılıp kullanılmamasındadır.

 *Zaman zaman sufiler tedbir almaktan kaçınmıştır. Bu ise bazı mevkilerde atalete ve tembelliğe götürmüştür. Bu bağlamda, İbni Ataullah İskenderi 'Et Tenvir fi İskat ed Tedbir' adlı eserini kaleme almıştır. Burada takdim edilen hayat tarzı belki de istisnai bir zümre için geçerli olabilir. Bununla birlikte, umum bir tarik veya yol olamaz. Sünnetullahın ve sünneti Resulullahın hilafınadır. Bu nedenle Fas'ın çağdaş âlimlerinden olan usul-i fıkıh uzmanlarından Ahmet Raysuni bu kitapta dile getirilen anlayışa karşı çıkmıştır. 

Kadınlar

*Ahir zamanda kadınlar fıtratlarını kaybetti. Bunu nereden anlıyoruz? Cins-i latif olarak anılan ve bilinen kadınlar haşin hale geldi. Özellikle siyaset dünyasına atılanlar hiç acımıyorlar. Acıma hislerini yitirdiler. Merhum Muhammed Gazali, Saka gibi çağdaş âlimler Peygamberimizin 'kadınları başa geçiren kavim felah bulmaz' hadisine itiraz ediyorlar. İnsi şeytanın erkeği olduğu gibi dişisi de bulunur. Özellikle günümüzde kadınlar hem sosyal dünyada hem de siyasi dünyada agresifler, negatif rol oynuyorlar. Annelik onlara fazladan şefkat yüklemiş ama annelikten kaçtıkça cebbar ve azgın hale geliyorlar. Erkekleşerek fıtratlarının dışına çıkıyorlar. Lakin erkekleşerek fıtratlarının dışına çıkmaları fıtratları içinde kalan erkekler gibi onları dengeli yapmıyor. Bilakis dengesiz hale geliyorlar.

*Deccal'ın siyasi sınıfı Yahudiler ise sosyal sınıfı ise kimi kadınlar olacaktır. Burada remzen 20 ve 21'inci yüzyılın feminist yüzyıl olduğuna bir işaret vardır. 20 ve 21'inci yüzyıla Amazonlar çağı demek de mümkündür.

*Hadislerde Deccal'ın aveneleri arasında sosyal grup olarak kadınlar, etnik grup olarak da Yahudiler sayılmaktadır. Bu mutlak değil, sadece odak olma durumudur. Demek ki Deccal'ın asabiyetini odak ve küme olarak kadınlar ve Yahudiler teşkil edecektir. Gerçekten de din ile dinsizlik veya özelde İslam ile karşıtları arasındaki mücadele kadın ve Yahudilerin öne çıktıklarını görüyoruz. Bu kaderin bir remzi ve sırrıdır.

*Asrımızın en büyük felaketi insanın insana insanın tabiata ve insanın yaratıcına yabancılaşmasıdır. Feminizm üzerinden kadının da erkeğe yabancılaşmasıdır. Fıtratının dışına çıkması belki çekici veya cazibedar geliyor ama sonuçta kadının kimyasını bozuyor, mutantlaştırıyor. Şefkatini ve güzel melekelerini öldürüyor.

*Yahudi lobisinden sonra dünyadaki en güçlü lobi kadın lobisi.

*Günümüzde çarpık anlayışın suladığı ve beslediği özgür kadınlar Deccal'ın ortaklarıdır. Kadana veya Katerina gibi kadınlar şeytanın burcuna tünemişler ve şimdi özgürlük şarkısı çalıyorlar.

*Mossad'ın eski Başkanı Ephrail Halevy'ye göre, İslâmi aşırılığın önünü kesebilecek yegane panzehir güçlendirilmiş kadın. Ya da kadının ön plana çıkarılması. Piyasada görünür kılınması. Yani kabından çıkarılmış ve cinselleştirilmiş. Karanlıktan gelen adam Ephrail Halevy İsrail ve Ortadoğu'da aşırılığı önleyecek yegâne dalgakıran gücün 'güçlendirilmiş kadın' olduğunu söylüyor (empowered women could combat Islamic extremism, J.Salem Post, 31 Mayıs 2007). Kadınları azgın ve erkeksi, erkekleri de yumuşak, muhannes hale getirmek. Bu tipe günümüzde bir yönüyle 'metroseksüel adam' diyorlar. Erkek yumuşarken kadın ise erkeksileşmekte. Buna Araplar istircal ve tahannüs diyorlar

*Ahirzamanda erkeklerin erkeklerle ve kadınların kadınlarla iktifa etmesinin en temel nedenlerinden birisi kızlı erkekli yani karma hayatlardır. Böylece her ikisi de fıtratına yabancılaşmaktadır. Bu süreç tatminsizliği doğurduğu oranda cinsel sapkınlığı da tetikliyor. Sonrasında da anormal görüntüler normal hale geliyor, fıtrat bozuluyor. Batı artık bu tür cinsel sapkınlıkları içselleştirmiş ve normal görür hale gelmiştir. 

Kadiyanilik

*Bahailik, Kadiyanilik ve Türkiye'deki bir takım hareketlerin ortak yönleri dini güçlüden yana eğip bükmeleridir. Buna da dünya barışı demektedirler. Amaçları mazlumları zalimlere boyun eğdirmektir. Sözgelimi Gulam Ahmet Kadiyani, İngilizlerin ulu'l emr olduklarını ifade etmiş ve onlara itaati zorunlu kabul etmiştir ( Eş Şuubiyye ve'z Zindaka ve Eseruhuma fi zuhuri el akaid ve'l firak el munharife, s: 57, Mektebetü Aksa, Amman-Ürdün). 

*Bahailik ve Kadiyaniliğin ortak teması dünyaya barış iklimini egemen kılmaktır. Bunun için de savaşlara ve felaketlere son vermektir. Fakat nasıl? Kısa yoldan mazlumun teslim olmasını hızlandırarak! Güçlünün veya zalimin yanında yer alarak, dünyayı esenliğe çıkarmaktır. Günümüzde Bahailik ve Kadiyanilik paralel yapı olarak İslam âlemine karşı kullanılmaktadır. Adeta merkez üsleri İsrail'dir. Cihadı dünya barışının önünde engel olarak görüyorlar. Halbuki cihat barışın araç ve anahtarlarından birisidir. Mevlana, Mesnevi'yi anlatırken 'inananlara Nil gibi berrak su, Kıptilere ise kan görünür' demiştir. Cihat saldırganı bertaraf eden bir barış aracıdır. Zorbalık değil zorbalığa karşı adaletin kılıcıdır. Cihada karşı çıkanların zorbalarla bir pazarlığı olmalıdır.

Kaide Örgütü

*Arap Baharı veya Devrimi bu soruyu yeniden güncelleştirmiş ve herkes Kaide'yi ABD'nin değil Arap Baharının yıktığını veya işlevsiz hale getirdiğini söylemiştir. 

*Afganistan'da Mücahitler kavramı evrim geçirmiş ve önce Afgan Arapları ve ardından da Kaide ismini almaya başlamıştır. Kaide bilahare Taliban ile ittifaka girmiştir. Dışarıdan büyük bir karartma uygulandığından dolayı mesele çok iyi anlaşılmamıştır. Lakin tekelcilik, inhisarcılık ve kendini merkezde konumlandırma gibi birçok hastalığa müptela olmuştur. Tekfircilik bunun sonuçlarından birisidir.

*Bugün de Kaide gibi hareketlerin düşmanlarına hizmet ettiğini görebiliyoruz.

*Kaide ve benzeri örgütler kaş yapayım derken göz çıkarmışlardır. Hoyrat eylemleriyle Batı'nın işgallerine zemin hazırlamışlar ve davetiye çıkarmışlardır.

Katar

*Unutmamalı ki Katar'ın cirminden büyük rolü var. 'Cirmi kadar yeri yakar' deyimi bu yüzden pek yerinde sayılamaz. Katma değeri yüksek. Katar'ın yumuşak gücü elbette parası ve bunu akıllı yatırımlarda kullanmasıdır. El Cezire ile birlikte adeta şaha kalkmıştır. Mısır'ın gücü ise Ezher ve Müslüman Kardeşler olmasına rağmen onları bastırmakla meşguldür. Aksine Müslüman Kardeşlerin ağırlığını Katar kullanmıştır.

*Kimileri Türkiye'yi Katar ile eşleştiriyor ve kümeleştiriyor. Elbette Türkiye ile Katar arasında genel olarak bölge olaylarına bakış açısından benzerlikler var. Her iki ülke de Batı müttefiki olmasına rağmen Arap Baharından sonra nispeten sürüden ayrıldı ve ABD ve Batılıların şimşeklerini üzerine çekti. Emir Hamd yerine oğlu Temim'in getirilmesi, maruz kaldığı yıpranmanın sonuçlarını gösteriyor. Son sıralarda Müslüman Kardeşlere karşı küresel savaşın bir parçası olarak maruz kaldığı yoğun baskı altında bazı İhvan mensuplarının ülkeden ayrılmasına razı olmak zorunda kalmıştır. Veya onlara yol vermek durumunda kalmıştır.

Kelam Ä°lmi

Elbette kelam metot olarak eleştirilemez hatta vazgeçilemez değildir. Kelam gıda değil, ilaçtır. Fazlası da adamı hasta eder. Kelam bir ilim dalı olmakla birlikte kelama dalma konusunda ihtiyat payı konulur. Bu ihtiyatı koyanların başında ise bizzat İmam Gazali gelmektedir. Kelamcılar da 'haşeviye/dolgucular' adını verdikleri İmam Şafii'nin deyimiyle gece oduncularına yani aklı tatil edenlere karşıdırlar. Burada iki tür muattıla ile karşılaşıyoruz. Bunlardan birincisi nassı iptal eder. Bunlara kısaca Mutezile yöntemini takip edenler diyoruz. Allah'ın kudretini kula yükler. Allah'ın birçok sıfatının içine boşaltan ve tatil eden sınıfa Mutezile denmektedir. Bunların diğer bir sıfatı da dualistler yani senevîyedir. Kaderi inkâr ederek kula müstakil bir yaratıcılık vasfı yükler veya faaliyet nispet ederler. İkinci muattıla ise bizzat aklı inkâr edenler veya devreden çıkaranlar sınıfıdır. Bunlar da kelamcılar tarafından haşeviye olarak anılırlar. Bu sınıf da yekpare değildir. Bunların müstakil bir mezhebi yoktur. Mezheplerde içkindir. Heyula gibi her kalıba dökülürler. Genellikle ehl-i hadis arasından çıkarlar. Elbette ehl-i hadisi ehl-i sünnetin has tayfası, belkemiği ve temeli olarak gören anlayış da var. Nassı anlamada aklı devre dışı bırakan ve muhakeme kapısını kapayanlara haşeviye denilmektedir. Bunlar da Mutezile'nin zıddı olan muattıladır. İfrat ve tefrit hali. Gazali, mantığı muhakemeyi sağlamlaştırması için kabul etmiştir. Satrancı aklın dinamiğini artırmak için kullananlar gibi.

Kemalizm

*Kemalizm'in yabancılaşma veya reddi miras politikalarını tamir etmek Menderes'ten itibaren muhafazakâr iktidarlara düşmüştür. Menderes ve Özal tarihimizle, coğrafyamızla ve halkımızla barışmayı bir şiar ve politika olarak benimsemiştir. Ahmet Davudoğlu da bunun hem teorisini yapmış hem de pratiğe dökmeye çalışmıştır. Bu ise Arap Baharı ile birlikte diktatörlerin inadına ve koltuk meraklarına takılmıştır. 

*Kemalizm döneminde kaybettiklerimiz ne sayıya ne de ölçüye gelir!

*Kemalizm projesi bir yanılsamadır, Tih Çölünde yolunu kaybetmedir. Batı namına ideolojik vesayettir.

*Kemalizm Türkiye ile İslam âlemi arasındaki geçişliliği engellediği gibi, Safevilik ve geride bıraktığı tortu da böyledir. Bunu en güzel ifade eden hususlardan birisi bir rüyadır. İsmail Kara'nın aktardığı rüyaya göre Şeyh Rahmi Baba yeni rejimin tedmiri için topluca tefriciye duası okuyacaktır. Rüyada Türkiye'nin Mustafa Kemal'e verildiğini görür ve Türkiye'nin duvarları kalın ve siyahtır. Bununla birlikte alçaktır. Alçaklığı bu kalın duvarın müddetinin sınırlılığına işarettir. Kalınlığı ise geçişi engellemedeki metanetine.

*20'inci yüzyıl İslam dünyasında Kemalizm asrıdır. David Frum'un yazmış olduğu The Right Man (The Right Man: The Surprise Presidency of George W. Bush, An Inside Account ) kitabı bunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Esasında ABD'nin 21'inci yüzyıl projesi, İslam dünyası için de Kemalizm projesinin uzatılmasından ibaret olmalıdır.

*Milliyet'te yazan Melih Aşık'ın köşesinde,' Doğu ile Batı…" başlıklı yazıyı okuyunca Şam ile Kemalizm arasında bir bağlantı ve münasebet olduğunu fark ediyorsunuz. Esasında Baasçılık, Kemalizmin Şam versiyonudur. Bu manada ikinci Süfyanizm de sayılabilir. Yazıyı okuduktan sonra neden Baasçılıkla veya Esatçılıkla Kemalizm arasında ortak bir bağ ve ötesinde kader olduğunu görüyorsunuz. Birisinin sökülmesi diğerini de ırgalayacaktır. Bundan dolayı Kemalistler cibilli olarak Esatçıları severler.

*Osmanlı enkazı üzerine kurulan cumhuriyet ideolojisi veya yeni rejim iki ayak üzerine şekillenmiştir. Siyasi olarak İngiliz ideolojik olarak Bolşevik. Yani iki küreselleşmeye dayanmıştır. Tek parti rejimini temsil eden CHP İngiliz demokrasisinden değil, Sovyet sisteminden beslenmiştir. Dolayısıyla yeni rejim hecin ve iki ayaklı bir rejimdir. Bir tarafıyla doğuya diğer tarafıyla batıya bakmaktadır. Janus yüzlü bir rejimdir.

*Kemalizm dini özel hayat derekesine indirmiştir. Her ne kadar camiler serbest bırakılmışsa da ezanın orjinali değiştirilmiş ve camilerin nitelik ve niceliğinde eksiltmeye gidilmiştir. Başörtüsünü kamusal alanın dışına çıkarmıştır.

Kıyamet Alametleri

*Marksist zeminden ve zaviyeden bile Slavoj Zizek Kıyametin Versiyonlarını görüyor. Zira sanayi devrimiyle ontolojik alametler belirdi. Sosyal, ahlaki ve siyasi alametler belirdiği gibi aynı zamanda tevili mümkün olmayan bir biçimde ontolojik veya fiziki alametler belirdi.

*CBC Kanalında Amr Halil ile ' Vallahu A'lem' adlı programda kıyamet alametleri analizini yapan Ali Cuma, Deccal'ın işaret ettiği üç meseleye parmak basmıştır. Kıyametin küçük, orta ve büyük alametleri olduğunu; orta alametlerinin genellikle toplumun günah bataklığına batması ve bunu alışkanlık haline getirmesi olduğunu söylemiştir. Günahların adet haline gelmesi alametin pekişmesidir. Hadisler bunu marufun münker ve münkerin maruf haline gelmesi şeklinde anlatıyor.

*Altıncı hicri yüzyılda yaşayan İmam Kurtubi'nin kendi döneminde fesadın toplumda yayılmasına binaen kıyametin kopmasının yaklaştığına inandığını ifade etmiştir. Fesadın uzun dönemden beri olduğunu, fesattan maksadın Allah'ın yasakladığı günahları işlemek olduğunu ifade eden Ali Cuma günümüzde ise bunların içselleştirildiğini, örf ve alışkanlık haline geldiğini hatırlatıyor. Alametin bam teli budur. Orta alametlerin bütün dönemlerde olduğunu ama buna medar olan günahların geçmişte alışkanlık boyutu kazanmadığını, arızi kaldığını hatırlatmış, günümüzde alışkanlık haline gelmesi ve genel bir mecra, çığır kazanmasıyla durumun farklılaştığını ifade etmiştir. Büyük alametlerin de başı, ortası ve sonu olduğuna dikkat çeken Cuma tam da bu noktada Temim ed Dari hadisine atıfta bulunmaktadır. Ali Cuma, Temim ed Dari hadisinde anlatılan üç alametin çıktığını ve bunların kıyametin kopmasının başlangıcını teşkil ettiğini ifade ediyor. 

*Kıyamet alametleri bahsinde birçok mühim husustan bahsediyor. Bunlardan birisi de şu ibaredir. Yezheru fiha el faciru ve ya'cizu fiha el münsifu. Çok veciz ve derli toplu bir ibare. Kısaca kıyamete yakın zamanda insafın ve insaf damarlarının kuruyacağı ve çirkefin zafer kazanacağını ifade ediyor. İnsaf ehli aciz hale gelecek. Facir adam üste çıkacak ve insaflı insanın sesi soluğu kısılacak ve dinlenmeyecek. Günümüz facir adamların dönemi. İçtimaiyat âleminde facir yani çirkef adamın sözü geçerken siyaset âleminde de ciğeri peş para etmeyen nadan 'ruveybida'nın sesi çıkacak ve sözü dinlenecek.

Çirkef veya facir adam aynı zamanda kendinde nifak hasleti bulunan adamdır. Bundan dolayı Peygamberimiz münafığı tarif ederken husumet ettiğinde çirkefleşeceğini ifade eder ( iza haseme fecere). Bu facir adamın kural tanımayacağını ve düşmanlıkta sınır gözetmeyeceğini ifade eder. Zafere ulaşmak için her yolu mübah görür. Batıl ve hile yoluyla da olsa zafer kazanmaya çalışır. Kısaca mesleği kalleşliktir.

*Eşratu's saa hadislerinde gelen ahirzamanda Guta'da otağını kuracak olan Salih zatın ( bazı versiyonlarda halife veya Mehdi) yalnız olacağı belirtilmektedir. Bugünkü dünya şartları da bu yorumu doğrulamaktadır. Dolayısıyla bu tayfa bir mezhep hareketi olmamakla birlikte; elbette Ehl-i Sünnete dayanan bir tecdit hareketinin etrafında kümelenen kalabalıkları hatıra getirmektedir.

*Günümüzde bütün dünyada ve bütün dinlerde ahbarı esas alan ve kıyametçi yorumlar öne çıkmıştır. Bu bir yere kadar doğru olmakla birlikte buradan fıkıh üretmek yanlıştır. Fıkıh üretmek değil fıkhın içinde kalmak gerekiyor. Hüküm inşaidir, ihbari değildir.

*İklim değişikliklerinin ahir zaman olaylarıyla yakından alakası vardır. Kıyamet çağının sosyal, siyasi alametleri olduğu gibi fiziki veya ontolojik düzeyde de alametleri bulunmaktadır. 'El Veledü gayzen velmataru kayzen' ifadesinde bazı bölgelerin tropikal iklime kayacağına işaret vardır. Çocuk kızgın veya kızgınlık nedeni olacağı gibi yağmurda sıcak şekilde yağacaktır. Yağmurun sıcaklıkla birlikte yağacağına dair kuvvetli bir işarettir. Günümüzde bunu yaşıyoruz.

*İkinci yeni alamet ise mevsimlerin değişmesidir. İklimde devran değişiyor. Arap dünyası iki bin yıl öncesine dönüyor. Peygamberimiz Arafat Dağı'nın kıyamet öncesinde bağlık bahçelik olacağını haber vermiştir. Son yıllarda Suudi Arabistan yönetimi burasını yeşillendirdiği gibi, gıda da kendi kendine yeterli olabilmek için çölde bazı bölgeleri ekim ve dikime elverişli hale getirmiş, gıda ve özellikle buğday üretimini artırmıştır. 2000 yıl önce Libya ve Mısır, Bizans ve Roma İmparatorluğu'nun tahıl ambarıdır. Şimdi Mesih'in nüzulü arifesinde Arabistan acaba Mesih'in doğduğu günlerdeki duruma geri mi dönüyor? Son yıllarda dikkat çekici bir biçimde iklim şartları değişmiş ve Arap diyarına kar yağmaya başlamıştır. Elbette zaman zaman Kudüs, Ürdün, Lübnan Dağları vesaire yüksek yerler kar alsa da, kar öteye geçemiyordu. Cezayir, Libya, Tunus, Mısır hatta Suudi Arabistan'ın bazı bölgeleri ve Bağdat'a kar yağması pek görülmüş bir hadise değildir. Bu nüzul döneminde, Hazreti İsa'nın doğduğu günlere geri dönmemiz anlamına geliyor. Bunun sadece Mesih'in nüzulüyle değil aynı zamanda Mehdi'nin zuhuruyla da yakından alakası var. Bir hadisi şerif nedeniyle kar yağışı kıyamet alametleri bahsinde hararetli yeni bir tartışmayı beraberinde getirmiştir. İbni Mace gibi hadis mecmualarında zikredilen, "Kar üzerinde sürünerek de olsa Mehdi'ye biat edin" hadisi doğrultusunda kar yağışı yeni bir tartışmayı alevlendirmiştir.

Hadisin tedai ettirdiği ve çağrıştırdığı hususlardan birisi şudur: Mehdi kışın mı zuhur edecek? Hadisin sıhhatini teslim edersek (ki kimi muhaddislere göre Buhari ve Müslim'in şartlarında sahihtir), Mehdi'nin zuhuru kışın olacaktır. Hadisin ifadesinden anlaşılan anlam budur. Bu hadis bağlamında, Mehdi'nin kar alan bölgelerde zuhur edeceği de varsayılmıştır. Lakin yeni iklim değişikleriyle birlikte bu yorum biraz kıymetini kaybetmiştir. Zira Arabistan da kar almaktadır. Dolayısıyla Mehdi hadislerinin coğrafi yorumu değişmiştir. Yine de başka hadislere istinaden şimalde çıkacağına hükmedenler olmuştur. Özellikle anılan hadisin siyak ve sibakında şarktan zuhur edecek siyah bayraklılardan bahsedilmektedir. Bunu Abbasilere yoran ve dolayısıyla meselenin tarihselleştiğini söyleyenler varsa da, Nefsüzzekiyye bahsinde olduğu gibi hâlâ bunun gerçekleşmediğini söyleyenler de vardır. Lakin Mehdi'nin siyah bayraklılarla alakası mekani değil, zamanidir. İkisinin de çıkışı aynı döneme denk gelecektir. Dolayısıyla yeni iklim şartları ışığında Mehdi'nin zuhur yeri Ortadoğu ve yakın çevresi olarak taayyün ederken, zaman olarak da kışın çıkacağı ağırlık kazanmış oluyor. Ortadoğu'ya kar yağması kimileri tarafından Mehdi'nin zuhurunun yeni alameti olarak telakki ediliyor. Bu yoruma göre, tabir caizse Mehdi karın ayağına gideceğine kar Mehdi'nin ayağına gelmiş oluyor!"

*Elbette kıyametle alakalı birçok uluslar arası ilişkilere dair detay ve siyasi alamet bulunuyor. Bunlardan bir kısmı Yahudilerle alakalıdır. Bir kısmı da siyasi devrelerle alakalıdır. Huzeyfe (radiyallahu anh)'den rivayet edilen hadiste İslam tarihi beş döneme ayrılıyor. Bunlardan ilki nübüvvet dönemidir. 23 yıllık süreyi kapsamıştır. İkincisi hilafet ve hulefa-i raşidin dönemidir (30 yıl). Sonrasında Emevilerle başlayan ve Osmanlılara kadar uzanan ümera dönemi ( hulefadan sonra ümera, ısırıcı emirlik veya saltanat dönemi de denilir) sökün ediyor. Dördüncü dönem ise Osmanlı'nın yıkılmasıyla başlayan cebabire veya diktatörler ve diktatörlükler dönemidir. Ümera dönemi otoriterler, cebabire ise totaliterler ve diktatörler dönemidir (mülk-i cebriye). Beşince dönem olarak da hilafet ( ikinci hilafet) dönemi müjdelenmiştir (3). Dördüncü yani diktatörler döneminde Türklerin camileri ahır yapacakları da rivayet edilmektedir. Burada Kemalist rejim döneminde yapılanlara atıf bulunmaktadır. Kıyamet alametlerinin en barizlerinden birisi sosyal ve hukuki alanda Batı'yı taklittir. Hadiste ifade edilen Hıristiyan ve Yahudileri taklit çığırı, Batılılaşma sürecidir. Kadınların açılması bunun sosyal boyutunu temsil ettiği gibi İslama dayalı hukuk yerine Batı hukukunun kabulü de Batılılaşmanın başka bir alana yansımasıdır. Medeniyet perdesi altında İslam dünyası batılılaştırılmıştır.

*İsrail'in kurulması belki kıyamet sürecinin küçük ve orta alametleri zemininde ve zımninde tecelli etmiştir. İsrail'in müjdelenen nihayeti ve zevali ise büyük alametler arasında gerçekleşecektir.

*İsrail'in tarihi; başlangıcı ve sonu, hem ahirzamanın küçük alametlerine hem de büyük alametlerinin başına tekabül ediyor. İsrail yaşlandıkça kıyamete daha fazla yaklaşmış oluyoruz. Kısaca İsrail'in kurulması büyük alametler faslına tekabül ediyor. Zira Hazreti İsa'n nüzülü büyük alametler meyanındadır. İsrail'in kuruluşu ile zevali arası, Mehdi'nin zuhuru ile İsa'nin nüzulü ve Deccal'ın çıkışı dönemlerini kapsamaktadır. Çünkü misyonları ve coğrafyaları birbiriyle ilintilidir. Ondan sonraki siyasi alametlerden birisi Kehf Suresinde anlatılan Yecüc ve Mecüc topluluklarının ortaya çıkışıdır. Nesefi, Medariku't Tenzil adlı tefsirinde Yecüc ve Mecüc adlı kavimlerin Türk topraklarıyla sınır olacağını ifade etmiştir. Bu da Rus-Çin havzasını ve ahirzamandaki ittifaklarını akla getirmektedir. Bölgeden İsrail ve Batı ittifakının çekilmesiyle birlikte onların yerini bu ittifak doldurmak isteyecektir. Yecüc ve Mecüc'ün devreye girmesi tali bir adımı teşkil edecektir. Müslümanlar onlara da karşı koyacaklar ve Tur'da işleri bitecektir. Allah şerlerinden halas eylesin.

*Halid-i Bağdadi'nin de kitap hacminde şerh ettiği söz konusu Cibril hadisinde vurucu bir biçimde kıyamet alametlerine temas edilmektedir. Bunlardan birisi nesillerin inhitatı ve büyüklere saygının azalması ve bina yapımında çılgın yarışa girişilmesidir.

*Hadis külliyatlarında fiten/fitneler bahsinin de gösterdiği gibi, günümüz fitneler asrıdır. Her şey tersine kurgulanmış gibidir. Fıtrat altüst olmuştur. Aykırılık kural haline gelmiştir. Fıtratın yerini her alanda yapaylık almıştır. Hayatın istikameti kaybolduğundan tali alanlarda da anlam kaybolmuş ve istikamet bozulmuştur.

*Zülkarneyn'in seddini bir kum saatine benzetecek olursak; saatinin akrep ve yelkovanları çalıştıkça kıyameti getirecek fitneler birer ikişer hayata geçmekte ve yaşanmaktadır. Bu kıyamete doğru geri sayımdır. Her gün dünyanın ömründen fitneler tarafından bir parça zaman koparılmaktadır.

*Evet! Bu haberlerin meraklıları çoktur. Melheme ve destan gibi ahirzaman olaylarını duymak isterler. Bu açıdan bazı haberler efsaneye bürünür; gerçeğiyle hayali birbirine karışır. Bununla birlikte, Hazreti Ömer'in yaptığı gibi ilk günden itibaren naslar/metinler ve haberlerle olayları karşılaştıran ve tahkik edenler çıkmıştır. Olayları haberlerle mukabele etmişler ve haberleri olaylara uyarlamışlardır ( iskatu'l nusus ale'l nevazil). Bunlardan birisi olan Huzeyfe bin Yeman gibi ahirzaman haberlerini ve hadiselerini aktaran Ebu Hureyre de gelişen bazı hadiseleri hadislerle ve haberlerle karşılaştırmıştır. Peygamberimizden iki kap bilgi aldığını ve birisini duyurduğunu diğerini duyurması halinde ise kellesinin yerinde kalamayacağını ifade etmiştir. Said Havva'nın tahlil ettiği bu mevzudaki gizli bilgi galiba nassları nevazile/hadiselere uyarlamaktır. Ya da endişe nedeni fiten hadisleridir.

*Kıyamet alametleri bahsi üzerinden hangi asırda yaşadığımızı idrak edebiliriz. Kıyamet alametleri ümmetin yol haritasıdır. Nitekim Said Havva, Cündullah (Allahın Eri) kitabında ve benzeri âlimler Osmanlı sonrasında yeni bir döneme; hiçbir kurala tabi olmayan ve kayıtla mukayyet olmayan mülk-i cebriye/ diktatörlük ve diktatörler dönemine girdiğimizi ifade etmişlerdir. Osmanlı'nın yıkılmasıyla birlikte Emevilerle başlayan üçüncü dönem de sona ermiş ve dördüncü devre başlamış oluyor. Osmanlı'nın son devresinde Erzincan Mevlevihanesi Son postnişi Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi bu hususla alakalı olarak 'Şemsü'l-irşâd li-Sultân Reşâd' adlı kitabında yeni dönemin işaretlerini vermektedir. Gelecek rejimin ayak seslerini Sultan Reşad'a anlatmaktadır. Osmanlı'nın fiilen bittiğini de ifade etmektedir.. Dolayısıyla ulema tahkik meselesinde epey mesafe almıştır.

*Bugün küçük alametlere bakınca neredeyse çıkmayanın kalmadığı görülmektedir. Bundan dolayı dünyada kıyamet öncesi bir çağda yaşadığımıza dair sadece Müslümanlar arasında değil bütün ehli din ve diyanet arasında bir mutabakat vardır. Elbette bu ittifakın yanılma payı olabilir. Lakin mesele zahiri üzerine bakıldığında açıktır. Artık dünya tükenme aşamasına gelmiştir. Hem siyasi, hem ontolojik hem ekolojik hem de sosyal olarak büyük bir çürüme yaşamaktadır. Bu çürüme dünyanın son iyilik nesli ortaya çıkmadan nasıl tamir edilebilir? 

*Şimdi ikinci hamle dönemine geldik çattık. İşte bu noktada Viking veya İskandinav mitolojisindeki kıyamet devresi/Ragnarök devreye giriyor. Elbette bu efsane söylendiği gibi kıyametle alakalı değil. Ahirzamanın son faslı ve büyük alametlerinin zuhur çağına girilmesiyle alakalı görünüyor. Önümüzdeki şubat ayından itibaren dünyanın yeni bir devreye gireceğini öngörüyor. Bu devre kıyamet değil ama kıyamet öncesi son fasıl olabilir. Belki de İslam'ın beşinci devresine giriş. Zuhur çağı. Mehdi, Mesih veya İslam'ın beşinci devresine girişin başlangıcı. Bu dönemde Mehdi ve Mesih tarafından küresel veya dünya düzeni yerle bir edilecek ve İslam eksenli yeni bir düzen kurulacaktır. İslam yeniden tam hilal şeklinde zuhur edecek. Deccal ve Yecüc Mecüc'ün misyonu Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına yönelik. Aynen Moğolların birinci hamlesi sırasında olduğu gibi. Bu hamleyi karşılamak ve savuşturmak yine Muzaffer Kutuz ve Baybars emsali zevata düşmektedir. Bir nevi Deccal'ın atası olan Haçlıları püskürtmek de Zengiler ve Selahaddin Eyyübi'ye nasip olmuştur. Birinci dünya savaşından yüzyıl sonra sanki yeni bir küresel kapışma faslına giriyoruz. Elbette doğrusunu Allah biliyor ve öngörüleri de hadiseler ya tasdik ya da tekzip ediyor.

*Hadiste Yahudilerin dağılışının Deccal'ın helakiyle olacağına dair çok net bir ifade yer alıyor. Yahudilerin birliğini temsil eden İsrail'dir. Onun ruhu da Deccalizm'de atmaktadır. Deccalizm, İsrail-Batı bileşkesidir. Hıristiyan Siyonist ittifakıdır. . Bunlar da Hazreti İsa'nın baş düşmanıdırlar. Mehdi'nin düşmanları ise evvelemirde Pers-Şii bileşkesi iken Hazreti İsa'nın düşmanı da gayri meşru bir inanç izdivacı olan Hıristiyan-Yahudi ittifakıdır. Demek ki İsrail'in ortadan kalkması bir biçimde Hazreti İsa'nın nüzülüyle birlikte olacaktır. Şam olayları da anlayan için Hazreti İsa'nın nüzülünün basamağı ve mukaddimesidir. Bugün Yahudileri ayakta tutan Deccal ruhudur. Deccal'a tabi olacak iki taifeden biri siyasi bazda Yahudiler, içtimai bazda ise kadınlardır. Bundan dolayı Deccalizm asrında ' Kitabı kapat, kadını aç' denilmiştir.

*Kıyameti tetikleyen temel unsur da gaflet ve dinde hafiflik ve laubaliliktir. Deccal ve Yecüc Mecüc gibi felaketlerin çıkmasının temel nedeni insanların bozulması ve dinden uzaklaşmasıdır.

*Gündelik hayatımızda kıyamet alametlerinin her türlüsünü görüyoruz. Bunları kanıksadığımız için bize rahatsız edici veya ürkütücü gelmiyor. Lakin bu bildik alametlere yenileri ekleniyor. Bunlardan birisi Yecüc ve Mecüc'ün içerek kurutacakları ileri sürülen Ölü Deniz veya Taberiye Gölü'nün Aral Gölü gibi giderek kurumasıdır. Temim de Dari'nin Cessase hadisinde bir adada rastladıkları bağlı ve kıllı adam (Deccal) Taberiye Gölünün kuruyup kuramadığını soruyor. Ve kuruyacağını haber veriyor. Taberiye Gölünün kuruması hem Deccal hem de Yecüc ve Mecüc çağının zuhur alametlerinden biridir. Taberiye Gölü yıllardır kuruyor ve 27 metre alçaldığı haber veriliyor. Bu da Deccal'ın zuhurunun mukaddimesi olarak sayılıyor. Bu kurumayı önlemek için İsrail, Ramallah Yönetimi ve Ürdün arasında üçlü bir anlaşma imzalandı. Buna göre, Kızıldeniz'den Ölü Denize su takviyesi yapılacak. Bununla birlikte bu haliyle devam ederse Taberiye Gölü'nün 2050'ye varmadan kuruyacağı varsayılıyor. Bu hesap üzerine söylemek gerekirse, o zaman Deccal meselesi ve Yecüc ve Mecüc meselesinin zuhuru ve tamamlanması 35 yıl içinde olup bitmelidir. Esbap düzeyinde değişim tahakkuk düzeyinde de değişimi beraberinde getirir.

*Kıyamet alametleri sadece ümmet-i Muhammed'le sınırlı bir durum olmayıp, alametler tarihin derinliklerinde yatmaktadır. Karekökleri mazide yatıyor. Kehf Suresi tarihin derinlikleriyle gelecek arasında bir köprü kurmaktadır. Bundan dolayı bilhassa fitneye karşı okunması tavsiye edilmiştir. Peygamberimiz bütün peygamberlerin ümmetlerini çağların en büyük fitnesi olan Deccala karşı uyardığını haber vermiştir. Kehf Suresi ahirzamanla geçmiş arasında bağlar kuruyor. Adeta zaman tüneliyle olayları birbirine bağlıyor.

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

Hicr Suresi,9 (Mürşid 3.1'den alınmıştır)

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Her şeyin bir alameti vardır. İmanın alameti de namazdır."

Münavi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI