Cevaplar.Org

Hadis-i Şeriflerde İNANANLARIN VASIFLARI-28 "Gerçek Müslüman, elinden dilinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimsedir. Hakiki muhacir (hicret eden) de Allah'ın yasak ettiği şeylerden uzaklaşıp, onları te


2002-03-31 22:15:27

Bu hadisin şerhini Sonsuz Nur isimli eserden aynen alıyoruz: "'el-Müslimu' kelimesinin başında, bir lamı ta'rif vardır. Ayrıca, 'elmüslimûn' kelimesi de, lamı tarifle zikredilmiştir. Bu iki lamı tarifin, bize anlattığı bir ma'nâ vardır. İdeal mü'min, gerçekten silm, selâmet ve güvenlik atmosferi içine girip, o atmosferde kendini eritebilmiş.. ve yine kendisi gibi tam ve hakiki mü'minlere, eliyle veya diliyle kötülüğü dokunmayan mü'mindir. Öyle görünen, öyle olduğunu iddia eden veya nüfus cüzdanında Müslüman yazan kimseler değil; bütün zihinlerde tersim edilen hakiki ve ideal mü'minden bahsediliyor. Biz lamı tarifin "ahdi zihnî" ma'nâsına gelişinden, bunu teşemmüm ediyoruz. Yani, "mutlak zikir, kemaline masruftur" kaidesinden çıkış yaparak, mü'min denince ilk akla gelen, en kâmil ma'nâdaki mü'mindir ve hadîste kasdolunan mü'min de işte budur. Bir insanın, normalde dildeki bu inceliği bilmesi mümkün değildir. Zira, işin bu tarafı, ancak mektep, medrese veya bir üstadın rahlesi önünde diz çökmekle öğrenilebilecek dilbilgisi veya gramer bilgisiyle mümkündür. Allah Rasûlü için, böyle bir tedris söz konusu değildir. Demek ki, O'nun konuştukları kendinden değil; O, Muallimi Ezeli'nin konuşturduklarını konuşmaktadır. Onun içindir ki, Allah Rasûlü'nün ifade ve beyanlarında, dile ait bütün nükteler mevcud olmakla beraber dile ait bir tek kusur dahi mevcut değildir. Biz yine yukarıdaki hadise dönelim: Hakiki Müslüman, emniyet ve güven insanıdır. Öyle ki, diğer bütün Müslümanlar, zerrece herhangi bir kuşku ve tereddüte düşmeden ona sırtlarını dönebilirler. Zira bilirler ki, ondan kimseye zarar gelmez. Ailelerini birine emanet etmeleri icap etse, gözleri arkada kalmadan ona emanet edebilirler. Çünkü onun elinden ve dilinden asla kimseye zarar gelmez. Onunla bir mecliste beraber bulunduktan sonra, o meclisten ayrılan insan, arkasından emindir; zira bilir ki, arkada kalan o insan, ne kendisi gıybet eder, ne de yanındakilerinin gıybetini dinler. O, kendi haysiyetine, şerefine düşkün olduğu kadar, bir başkasının haysiyetine, şerefine de o kadar düşkündür. Yemez, yedirir. İçmez, içirir. Yaşamaz, yaşatır. Ve bir başkası için füyûzat hislerinden dahi fedakârlıkta bulunur. Biz, bütün bu ma'nâları, lâmı tarifin aynı zamanda "hasr" ifade etmesinden çıkarıyoruz. Diğer taraftan, bu ifadelerde cinas da vardır. "Müslim" kelimesiyle, "selime" fiili, ikisi de "silm" kökünden gelir. Bazı harflerindeki benzerlikten dolayı, aralarında gayrı tam bir cinas mevcuddur. Ancak bu iki kelimenin babları, ayrı ayrıdır. Bu benzerlik ve ayrılık, bize şöyle bir manâyı dahi hatırlatır: Müslüman; her meselesi, silm, selamet ve müslimlik çizgisinde cereyan eden insandır. O, kendisini öyle İlâhî bir câzibeye kaptırmıştır ki; artık bütün hareketleri bu kuvvei ile'lmerkeziye çevresinde cereyan eder. O, tanıdığı tanımadığı herkese selam verir. Böylece kalplerde onun için bir sevgi vaz'edilir. Namazını bitirirken, selamla bitirir. İns, cin, melek, bütün şuurlu varlıklar, onun selamını alır. O, görmediği bu varlıklarla da selamlaşır. Mü'minin dışında hiç kimse, şimdiye kadar selamlaşmayı, bu denli yaygın hale getirmiş değildir. İslâm'a; namaz, oruç, zekat, hac ve kelimei şehadet gibi rükünleri yerine getirmekle girilir. Bu da Cenâbı Hakk'ın "Topluca silme giriniz"(1) emrine ittiba ile, silm ve selamet deryasına yelken açmak demektir. O deryaya kendisini salan insanın ise, her hali silm ve İslâm kokar. Bu duruma gelmiş bir insandan da, hiç kimse iyiliğin dışında bir hareket ve bir mukabele görmez. Efendimiz'in her ifadesinde olduğu gibi, söz konusu ettiğim ifadesinde de kullanılan her kelime, dikkatle seçilmiştir. Görülüyor ki burada da yine elden ve dilden bahsedilmektedir. Diğer azaların değil de sadece bu iki uzvun zikredilmesinde elbette birçok nükte vardır. İnsan bir başkasına vereceği zararı iki türlü verir. Bu, ya vicâhî, yüz yüze veya gıyabî yani arkadan olur. Vicâhî zararı el, gıyabîyi de dil temsil eder. İnsan karşısındakine ya bizzat tecavüzde bulunur ve onun hukukunu çiğner, ya da gıyabında onun gıybetini yaparak, hakir ve küçük düşürerek hukukuna tecavüz eder. Bu iki çirkin durum da mü'minden hiçbir zaman sadır olmaz. Çünkü o, ister yüz yüze olduğu insanlara, isterse hazır bulunmayanlara karşı hep mürüvvetle davranır. Ayrıca Efendimiz, lisanı elden önce zikrediyor. Çünkü, elle yapılacak zarara, karşı tarafın mukabele imkânı ihtimal dahilindedir. Halbuki, arkadan yapılan gıybet veya atılan iftira, ekseriyetle karşılıksız kalır. Dolayısıyla, rahatlıkla böyle bir hareket, fertleri, cemiyetleri hatta milletleri birbirine düşürebilir. Dille yapılabilecek zararların takibi, vicâhî olarak yapılmak istenenlere nisbeten daha zordur. Onun içindir ki, Efendimiz, dili, ele takdim etmiştir. Diğer taraftan, bu ifadede, Müslümanın Allah katındaki değer ve kıymetine de işarette bulunulmuştur. Müslüman olmanın Allah katında öyle bir değer ve kıymeti vardır ki, bir başka Müslüman ona karşı elini ve dilini kontrol altında bulundurması gerekmektedir. Cihanşümûl emniyet ve esenlik düşüncesiyle gelen İslâmiyetin önemli bir ahlâkî buudu, Müslüman ferdin, maddî manevî kendine zarar veren şeylerden uzaklaşması ise, diğer ehemmiyetli bir derinliği de, az dahi olsa, başkalarına zarar vermemektir. Zarar vermek bir yana, toplumun her kesiminde, emniyet ve güveni temsil etmektir. Evet, Müslüman, sînesinde taşıdığı emniyet duygusu ve yüreğinin güvenle atması ölçüsünde hakîkî Müslümandır.. ve hakîki bir Müslüman da gezip dolaştığı; oturup kalktığı hemen her yerde "esselâm" kaynaklı bu hisse tercümandır: O, mü'minlere uğradığında selâm verir, emniyet soluklar.. onlardan ayrılırken esenlik diler, ayrılır.. namazın tahiyyatlarını selâmlarla süsler.. ve Hakk'ın huzurundan ayrılırken de mü'minleri selâmlayarak ayrılır. Artık, bütün hayatını böyle selâm yörüngesinde sürdüren bir insanın, kendi temel düşüncesine rağmen, emniyete, güvene, sağlığa ve maddî-ma'nevî, dünyevî-uhrevî selâmete ters bir yola girmesi, kendine ve başkalarına zarar vermesi herhalde düşünülemez... Hadîsle alâkalı bu kuşbakışı ilk mülâhazadan sonra, yine onun ruhundan fışkıran şu hususlara da bir göz atıp geçelim: a- Hakiki Müslüman, yeryüzünde cihanşümûl sulhün en emin temsilcisidir. b- Müslüman, ruhunun derinliklerinde yaşattığı bu yüksek duyguyu her yerde soluklargezer. c-O, ezâ, cefâ etmek ve zarar vermek bir yana, hatırlandığı her yerde emniyet ve selâmetin remzi olarak hatırlanır. d- Onun nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, bühtan, tahkîr, tezyîf gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Hatta bazı durumlarda, ikincisi birinciden daha büyük cürüm sayılır. e- Bir mü'min bu günahlardan bazılarını irtikap etse de yine mü'mindir ve dinden çıkmış sayılmaz. Yani akîdemizce küfür îmân arası bir mevkî söz konusu değildir. f- Her mes'elede olduğu gibi, îmân ve İslâm mes'elesinde de, himmetler âli tutulup kemâlâtı insaniyyeye yani herhangi bir Müslüman değil, kâmil müminliğe talip olunmalıdır gibi pek çok şey o mu'ciz beyân lisanda tek bir satıra sığdırılmıştır."(2) "Müminin evi kamıştandır, yemeği kırıntıdan ibarettir, elbisesi eskidir, başı dağınıktır (ama) kalbi (Allah) saygısıyla dopdoludur ve hiçbir şey mümin için selametin (barış, emniyet ve huzur) dengi ve alternatifi olamaz."(3) Dipnotlar: 1-Bakara, 2/208. 2-Gülen, Sonsuz Nur, 1/236-240. 3-Deylemî, el-Firdevs bime'sûri'l-hitab, 4/182-183;Kenz, 1/161.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.

İsrâ, 15

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI