Cevaplar.Org

YAVUZ BÃœLENT BAKÄ°LER HOCAMIZDAN HATIRALAR-4

EN ÇOK ETKİLENDİKLERİM Ben en çok önce Necip Fazıl’dan etkilendim. Çünkü on yaşımdan itibaren Necip Fazıl okumaya başladım.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-01-30 09:06:33

EN ÇOK ETKİLENDİKLERİM

Ben en çok önce Necip Fazıl'dan etkilendim. Çünkü on yaşımdan itibaren Necip Fazıl okumaya başladım.

Sonra Mehmed Akif'i okudum. Sonra edebiyatımızın diğer şöhretlerini dikkate aldım. Ve tarih konusunda beni en çok tesiri altına alan rahmetli Yılmaz Öztuna ağabeyim olmuştur. Ve tarihe bakışım değişti. Kendimi daha kuvvetli hissettim ve yere daha sağlam adımlarla bastım. (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

Benim şiir ve nesirlerimi inceleyenler şu kanaate varmaktadırlar; Yavuz Bülent'in nesir ve şiirlerinde Necip Fazıl'ın ve Arif Nihat Asya'nın tesiri ayan beyan görünür."

Ben bundan iftihar etmekteyim. Bunu her zaman, her yerde çok büyük bir açıklıkla dile getirmekteyim." (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı), (Yavuz Bülent Bakiler'in Hayatı adlı özel ev sohbeti)

Ömer Seyfettin en hayran olduğum yazarlardan birisidir. Kendisine çok şey borçlu olduğumu söyleyebilirim.. (Medipol Üniversitesi, 24 Aralık 2014, Geçmişten Günümüze Türk Dili Konferansı)

FAKÜLTEDEKİ GURUBUMUZ VE BİR ŞİİRİN DOĞUŞ ÖYKÜSÜ

Fakültede okurken bizim bir gurubumuz vardı. O gurupla fakülte içerisinde bir takım faaliyetlere katılıyorduk. Bir gün, ben fakültenin birinci sınıfındayken, o guruptan olan bir arkadaşımla Cuma namazına gitmek üzere hazırlandım. Fakat arkadaşımı bulamadım. Kütüphaneye gittim, acaba orada mı diye.

Baktım orada da yok ama bizim gruptan bir kız arkadaşımız oradaydı. Kitap önünde ders çalışıyordu. "Fatma, Gündoğdu'yu gördün mü" dedim. "Görmedim" dedi. "Gündoğdu'yu görürsen benim gittiğimi söyle" dedim. "Nereye gidiyorsun" dedi. "Sen sadece bunu söyle, o anlar" dedim. 

Çıkmak üzereyken "Bülent, biraz durur musun, bekler misin, sana söyleyeceklerim var" dedi. "Buyur" dedim, dışarı çıktık. "Bir şiir defterim var, buraya yazdığım şiirleri okumanı istiyorum" dedi.

Ayak üstü baktım, çok karamsar şiirler.. "ölmek istiyorum, hayat benim için çekilmez bir yük" filan gibi, saçma sapan şiirler. "Fatma, ben de karamsar bir insanım ama senin kadar karamsar değilim" dedim. Baktım kızcağız benden daha karamsar, ona bu kabil şiirleri okumamasını tavsiye ettim. 

"Ben böyle şiirleri seviyorum" dedi. "Yoksa sen âşık mısın kız?" dedim. "Evet" dedi. "kim bu" dedim. "Söylemem" dedi. "Söyle" dedim, "söylemem" dedi. "Haberi var mı bu kişinin" dedim. "Hayır, haberi yok" dedi. "Peki, bu kaba saba bir insan mı, senin bu duygularına ilgi göstermeyecek bir kimse mi?" dedim. "Hayır, aksine çok hassas" dedi. "Bizim gurupta mı" dedim, "bizim gurupta" dedi. "Ben şimdi onu buldum ama sorularıma doğru cevap vermen şartıyla" dedim.

-Ahmet mi?

-Hayır.

-Mehmet mi?

-Hayır.

-Hasan?

-Hayır

-Hüseyin?

-Hayır

-Ali?

-Hayır

-Veli?

-Hayır

"Yahu Fatma" dedim, "neredeyse "ben miyim" diye sorasım geliyor. Benden başka kimse kalmadı bizim guruptan."

"Niye sormuyorsun" dedi.

Çok şaşırdım.. "ben miyim" dedim. "Sensin" dedi ve başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. "Bülent! Ben sana deli divane aşıkım. Ben sana şöyle bağlıyım. Seni şöyle seviyorum. Vallahi intihar etmek istedim. Gittim, eczahaneden fare zehiri aldım. Yengem mani oldu" falan..

"Kızım" dedim, "sen deli misin, divane misin? Ben öyle kendisi için intihar edilecek bir adam değilim. Alelade insanlardan hiçbir farkım yok. Çok yanlış düşünüyorsun" filan dedim.

Çok gözyaşı döktü..Ben Cumaya gitmeyi filan bıraktım. Kıza biraz nasihatte bulundum.

Onbeş gün sonra o kızcağızı bir pastaneye götürdüm. "Bak, sen çok iyi bir kızsın. Aileni tanıdım. Ailen de çok asil bir aile. Ve senin maksadın benimle evlenmek, bunu da çok iyi biliyorum. Ama ben seninle evlenecek durumda değilim. Sana karşı ileride mahcup olmak istemiyorum. Gel bu evlenme meselesini, gel bu aşk işini çıkar aradan, iki kardeş gibi okuyalım. Hatta fakülteyi bitirdikten sonra seninle müştereken yazıhane açalım" dedim.

Çok üzüntü duydu, çok ağladı. Ve "Bülent! Artık ben bu fakültede okuyamam" dedi ve fakülteyi terk etti. Ve bir başka fakülteye gitti. Sömestr tatilinde ben onu kendi isteğine uyarak Cebeci istasyonundan gittim ve uğurladım.

Kızcağız da fakülteyi terk edince ben sanki suçlu durumdaymışım gibi onun üzüntüsünü duydum ve işte o üzüntü ile "Cebeci İstasyonu Ve Sen" isimli şiirim ortaya çıktı. 

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.
Mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk
Bir saçak altında kararsız, yorgun
Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi

Cebeci İstasyonunda bir akşamüstü
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Cebeci İstasyonunda bir akşamüstü
Bir başka türlüydü bu insanlar
Sen bir başka türlüydün
Gözlerin yine öyle bir bilinmez renkteydi
Gözlerin gözlerimde erimekteydi
Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun
Beni bırakma diyordun

Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam
Bir yalnızlık duyuyorduk
Ağlıyordun, ağlıyordun...

Cebeci Ä°stasyonunda bir tren
Nefes nefese soluyordu
GerilmiÅŸ bir keman teli gibiydik

Ankara Kalesi'nde bir eski çalar saat
Bilmem kaça vuruyordu
Bir yağmur yağıyor inceden ince
İçimizdeki binbir düşünce
Harmanlar misali savruluyordu
Islanmış bir ceylan yavrusu gibi
Tiril tiril titriyordun
Gitsek gitsek diyordun.

Yüreğimin atışından deli gönlümce
Sırıl sıklam, paramparça, permeperişan
Türküler söylüyordum
Ağlıyordun, ağlıyordun...

Şimdi, şimdi seni düşünüyorum
Cebeci yollarında rüzgârlar esiyor, serin
Paramparça düşmüş gönül ufkuma
İki yıldız gibi gözlerin
Gel Ey ciğerime saplanan hançer
Gel ey yüreğime oturmuş kurşun
Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan
Gel artık
Ne olursun

(TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler, 11.03.2012)

BİR ASKER ANASININ ŞUURU VE ANA ŞİİRİ

1961-63 yılları arasında yedek subaylığımı Ankara'da Cumhurbaşkanlığı muhafız alayında yaptım. Paraşüt birliğinde takım kumandanıydım. Çok terbiyeli, çok efendi, pırıl pırıl bir askerim vardı. Ne zaman bana gelse, bir meselesini arz etmek istese yüzü kıpkırmızı kesiliyordu. Ben ona o bakımdan, soyadı sarı olmasına rağmen "kırmızı Kemal" diye takılıyordum.

Bir gün bu Kırmızı Kemal geldi, bana dedi ki; "Komutanım, annem gelmiş memleketten. Haber salmış; "Kemal gelsin, görüşelim" diye. Bölük kumandanına çıktım, bana izin vermedi. Siz beni anneme gönderir misiniz komutanım?" dedi.

Burada askerliğini yapmış olan arkadaşlarımız bileceklerdir. Bölük kumandanının olduğu yerde takım kumandanının sözü geçmez. "Ne diyor bölük kumandanı Kırmızı Kemal?" dedim.

-Komutanım, diyor ki; "Cumartesi günü git, anneni gör" diyor.

-Ehh, doğru söylemiş Kırmızı Kemal, anneni Cumartesi günü git, gör.

-Ama komutanım, annem Cumartesi gününe kadar burada değil ki..Hasta.. Muayene olmak için gelmiş. Bugün muayene olsa, yarın gidecek..

Baktım, Kırmızı Kemal çok haklı.. "Bekle Kemal" dedim, "alayın servisleri aşağıya insin. Bölüğün sevk ve idaresi bana geçtikten sonra ben seni annene gönderirim."

Bekledim, arabalar indi. Bölük komutanı üsteğmen Cebeci'de oturuyordu. Ben alayda yatıp kalkıyordum. Bölük çavuşunu çağırdım; "Bu Kırmızı Kemal'e saat 12'ye kadar izin veriyorum. Annesini görmek için gidecek.

O döndükten sonra, zaten ben uyanıksam mesele yok. Ama ben uyuyorsam, sakın bir şikayete sebebiyet vermeyin. Soyunsun ve yatsın. Hadi Kemal, git annene" dedim.

Topuklarını çaktı, selam verdi, gitti. Kendi kendime dedim "oğlum, sen bu adama gece saat 12'ye kadar izin verdin ama bu saat ikiden, üçten, dörtten önce gelmez." Ben de Dostoyevski'nin Suç Ve Ceza isimli romanını okuyorum.

Dedim ki; "üçte gelse, dörtte gelse, beşte gelse ne olacak be adam? Onu kendi kendine dert edinme. Bırak şimdi. Saat yedide bile gelse, soyunur, elbisesini giyer, eğitime yetişir."

Ben böyle düşünürken bölük odasının kapısı çalındı. Baktım karşımda Kırmızı Kemal. "Ulan Kemal, saat 10.00. Ben sana 12'ye kadar izin vermiştim. Neden erken geldin?" dedim. Hiçbir şey söylemeden masanın üzerine bir paket açtı, gazeteye sarılmış bir paket. Baktım, beyaz zeminli, siyah çizgili bir pijama. "Nedir bu" dedim. "Komutanım, annem bana pijama yapıp getirmiş" dedi. Anladım ki, annesine gittiğini ispat babında onu bana gösteriyor.

"peki, niye erken geldin oğlum, kalsaydın ya annenin yanında" dedim. Bu sefer masanın üzerine portakal büyüklüğünde gazeteye sarılmış bir paket bıraktı. "Nedir bu?" dedim. "Çay komutanım, annem size çay gönderdi." "Oğlum, bölüğün çayı var. Ne diye gönderdi?" dedim. "Komutanım, annem 'götür' deyince, getirdim" dedi.

Tekrar sordum; "Oğlum, niye erken geldin, kalsaydın ya annenin yanında" dedim. Bir cümle söyledi. Beni o Çankaya gecesinde -bütün samimiyetimle söylüyorum- hıçkıra hıçkıra ağlatma durumuna getirdi. Kendimi zor tuttum, askerin karşısında ağlamak istemedim.

"Komutanım" dedi, durumu anneme anlattım. "Anne, bölük komutanı bana izin vermedi ama beni sana takım komutanımız yolladı. Eğer o izin vermeseydi sana gelmem mümkün olmayacaktı."

Annem bana dedi ki; "Oğlum, Kemalim, yavrum..Ben anayım. Oğlum, gözün karnı yok ki doysun..Ben sana değil iki saat, iki gün, ben sana bir ömür boyu baksam doyamam. Oğlum, ben anayım. Var git..var git..Takım kumandanını müşkül durumda bırakma."

Komutanım, annem böyle söyleyince ben de erken çıkma mecburiyetinde kaldım."

Düşünebiliyor musunuz? Dünyada bence hiçbir milletin yaşayışında annelerin gönlünde bu kadar güzel bir kelime yoktur. Bundan daha müthiş bir şekilde anne sevgisini anlatan bir cümle duyamadım bu güne kadar. 

Şimdi askerin yanında hıçkıra hıçkıra ağlayacağım, kendimi tutuyorum. "Lan git, git soyun ve yat" dedim. Kemal odadan çıktı ve ben birdenbire boşalıverdim. Nasıl ağlıyorum, nasıl.. nasıl..Tahmin edemezsiniz...

Kemal'in annesinin bu sözü bende ana şiirleri yazma heves uyandırdı. O çıktıktan sonra kendi kendime dedim ki; "Oğlum Yavuz Bülent! Senin annen de sana Kemal'in annesinin ona baktığı gözlerle bakıyor. O da senin için aynı duygularla dolu. Utanmıyor musun annen için bir tek şiirin yok" dedim ve ana şiirleri yazdım.. (Küçükçekmece Belediyesi, Şiir Mektebi Etkinliği, 28 Ekim 2014), (MPL TV, Güzin Osmancık, Bâb-ı Âlem Programı), (08. 02. 2014, Erdem Hastahanesi, şiir sohbeti), (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

ANTEPLİ ŞAHİN ŞİİRİ

1960 yılında Yedek Subay oldum. Ankara'da, Çankaya'da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda vazifeliydim. Alayda bir sinema binası yapıldı, bina münasebetiyle bir film getirildi. Film için alayın evli olan subaylarının yanı sıra bekar subayları da dâvet ettiler. Gidip baktım, Antep Savunmasıyla ilgili bir film olduğunu gördüm. Dikkatle seyrettim, ev sahibimiz Codar'ın bana anlattıklarını hatırladım. Alayda yatıp kalkıyordum. Filmden çıktıktan sonra gelip karyolama oturdum ve şaşıracaksınız hüngür hüngür ağlayarak Antepli Şahin şiirini yazdım. Bu şiir çok tutuldu, ezberlere geçti. Gaziantep Belediyesi bu şiir dolayısıyla bana fahrî hemşehrilik beratı verdi. Şimdi bu şiirim Gaziantep Vilayet Binasının hemen girişinde kapının sağ tarafına tabanla tavan arasına işlenmiş durumda.(Radyo Konuşması, Hatıralar)

ANKARA RADYOSUNDA

Efendim, ben fakülteyi bitirdikten sonra Ankara radyosunda vazife aldım. Dört yıl Ankara radyosunda çalıştım. Sonra radyodan ayrılarak Sivas'a döndüm. Çünkü o yıllarda bizim radyomuzda tertemiz, pırıl pırıl, su katılmamış 24 ayar komünist arkadaşlarımız vardı. Bunlar Stalin'i Stalin'in kızından daha çok seven insanlardı. Onlarla geçinemedim. Radyoda kalmak imkânsız hale gelince döndüm, Sivas'a geldim. (Küçükçekmece Belediyesi, Şiir Mektebi Etkinliği, 28 Ekim 2014)

1964-68 yılları arasında Ankara Radyosu'nda kısa dalga yayınlarında 'Posta Kutusu' isimli bir program hazırlıyordum. O program münasebetiyle Stalin ve Çörçil arasındaki görüşmeyi ele aldım. 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası Yalta'da buluştular. Rusya ABD'den yeni bir devlet kuracak kadar ayni ve nakdi yardım aldı. Ben bunu programda ortaya koydum, belirttim..

Radyolarımızda o yıllarda 1964-68 yılları arasında pırıl pırıl tertemiz, su katılmamış yani 24 ayar Marksist komünist insanlar vardı. Bunlar Stalin'i, Stalin'in kızı Svetlana'dan daha çok seven insanlardı. Bu bakımdan benim 1945 Yalta görüşmelerinden bahsetmeme katiyen tahammül edemediler. Bu program münasebetiyle beni programlardan çekip aldılar ve iki yıl sadece zarf açma vazifesi verdiler. Bu benim antikomünist olmamdan kaynaklandı. Yani radyodaki komünistler komünist olmadığım için bana çok büyük bir düşmanlık duydular ve beni yayınların dışında tuttular." (MPL TV, Güzin Osmancık, Bâb-ı Âlem Programı) 

EVLÄ°LÄ°K

Anneme; "ben evlenmek istiyorum, bana kız bakın, beni evlendirin" dedim. Annem bir takım kızlara baktı. Geldi; "falanın kızı çok iyi" dedi. "Nasıl" dedim, "kilimi tek başına çırpıyormuş" dedi.

Sonra bir başkasına gitti. Geldi, dedi ki; "falanın kızı çok iyi" "Nereden biliyorsun" dedim. "Kapılarının önü tertemiz oğlum, süpürüyormuş" dedi.

Baktım, annemin seçeceği kimse ile benim evlenmem mümkün değil. Ankara'ya geldim. Necdet Sancar'a dedim ki; "Ben evlenmek istiyorum. Annemin değerlendirmesi böyle."

Eşimi söylediler bana. İsmail Hakkı Yılanlıoğlu'nun kızı. Görmemiştim hiç. Gösterdiler. Ben beğendim. Karım biraz nazlandı; "hayır ben onunla evlenmem. Asık yüzlü bir adam" filan diye itiraz etmiş.

Sonra kayınpeder demiş; "kabul etmezsen bundan böyle senin hiçbir meselene katılmam." O da kabul etti ve biz Ankara'da 1964 senesinde görücü usulüyle evlendik. Nikah şahidim; eniştem Kemal Orbay ve Alparslan Türkeş.. Nikâh yüzüğünü de parmaklarımıza o taktı zaten. (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

Ä°sra, 84

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Zühd hakkında

“Kendisine çok konuşmama ve zühd duygusu verilen kimseyi gördüğünüz zaman ona yaklaşın.Zira o hikmet telkin eder.”İbn-i Mace-Zühd:1

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI