Cevaplar.Org

PEYGAMBERİMİZİN GÜNLÜK HAYATINDAN

Sevgili Peygamberimizin zikirsiz, fikirsiz, şükürsüz, duasız, niyazsız ve ibadetsiz bir anı yoktu. Gaflet onun semtine yanaşamıyordu. Çünkü o, hep “Huzur ve Hitap Makamı”nda yaşıyordu. Hadis literatüründe huzur ve hitap makamının bir adı da “İhsan Makamı”ydı. İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek ve yaşamaktı. Hz. Peygamber işte hep böyle yaşıyordu


Vehbi Karakaş

vehbikarakas@hotmail.com

2017-11-21 19:27:50

Sevgili Peygamberimizin zikirsiz, fikirsiz, şükürsüz, duasız, niyazsız ve ibadetsiz bir anı yoktu. Gaflet onun semtine yanaşamıyordu. Çünkü o, hep "Huzur ve Hitap Makamı"nda yaşıyordu. Hadis literatüründe huzur ve hitap makamının bir adı da "İhsan Makamı"ydı. İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek ve yaşamaktı. Hz. Peygamber işte hep böyle yaşıyordu.

Bu haliyle Peygamberimiz, aslında her insanın yapması gerekenleri yapıyordu. Çünkü insan, her an Allah'ı anmaya layık keyfiyet ve donanımda yaratılmıştı. Allah da her an anılmaya layık bir mahbub idi. Her an anmak insana, her an anılmak da Allah'a yakışıyordu.

-Neden?

-Çünkü Allah, insanı hiç unutmuyor; unutmadığını da ona ve onun konağı olan kâinata verdiği önemle isbat ediyor. Çünkü Allah, insanın ve insanın konağı olan kâinatın her an bakımını yapıyor, ihtiyaçlarını karşılıyor. Akıllara durgunluk verecek derecede işlere, eylemlere, mucize eserlere imza atıyor. Allah, insanı ve insanın konağı olan kâinatı bir an bile denetimsiz, gözetimsiz, başıboş ve intizamsız bırakmıyor. Kendi ifadesiyle söyleyelim: "O, her an bir işdedir."[1] O her an işinin başındadır. Hiçbir şeyi, yaratıp da başıboş, denetimsiz bırakmış değildir. Kâinattaki bütün işler onun işidir. Ama hiçbir iş diğerine mani olmamaktadır. Bu da apayrı bir mucizedir. Bir tek zat, bütün işleri yapıyor ama bir iş, bir işe engel olmuyor. Tıpki güneş gibi, elektrik akımı gibi. Bunlar ayrı ayrı çok işi bir anda yapıyorlar ama, bir iş diğer bir işe mani olmuyor.

Allah Teala'nın her an iş başında olması, sonsuz kudret, rahmet, hikmet sahibi olması ve bu sonsuz kudret, rahmet ve hikmetiyle insanı ve evreni yaratması, yürütmesi ve yönetmesi nimetlerin en büyüklerinden olduğu içindir ki Allah, insanlara ve cinlere seslenerek soruyor: "Ey insanlar ve cinler! Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilir ve inkâr edebilirsiniz?"[2] Nasıl onun bu harika iş ve intizamlı icraatını görmezlikten gelirsiniz? Ve nasıl olur da onu görmeden ve hesaba katmadan yaşarsınız?

İşte Sevgili Peygamberimiz (sav), bize ve kâinatımıza fevkalade önem veren, bizim ve evrenimizin bakımını her an yapan böyle bir Allah'ı, Allah'a layık bir çapta ve heybette anıyor, anmaya çalışıyor. Allah'ın kesintisiz akıp gelen iyilik ve nimetlerine karşı, sunulması gereken kesintisiz şükürleri ve teşekkürleri sunmaya gayret ediyordu.

Sabahleyin yataktan uyanır uyanmaz, Allah'ın insana yönelik nimet ve iyiliklerini hatırlıyor, zikrini, fikrini ve şükrünü şu ifadelerle dile getiriyordu:

 اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِي أَحْيَانَا بَعْدَمَا أَمَاتَنَا وَإِلَيْهِ النُّشُور

"Bizi, öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Dönüş, yalnızca O'nadır."[3]

لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَشَرِيكَ لَهُ،لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ،وَهُوَ عَلَى كُلِّشَيْءٍ قَدِيرٌ،سُبْحَانَ اللهِ،وَالْحَمْدُ ِللهِ،وَلاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ،وَلاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ، رَبِّ اغْفِرْ ليِ

Allah'tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur. O birdir ve ortağı yoktur. Mülk O'nundur ve hamd O'nadır. O, her şeye gücü yetendir. Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır. Allah'tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur ve Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet, ancak yüce ve büyük olan Allah'a aittir. Rabbim! Beni bağışla!"[4]

 اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِي رَدَّ عَلَيَّ رُوحِي،وَعَافَانِي فيِ جَسَدِي، وَأَذِنَ ليِ بِذِكْرِه

"Ruhumu bana geri veren, bedenimi sağlığa kavuşturan ve bana kendisini zikretme fırsatı tanıyan Allah'a hamdolsun.[5]

Bunlardan sonra küçük veya büyük abdesti için tuvalete gider, tuvalete girmeden önce şu duayı okur:

اَعُوذُ بِٱللهِ مِنَ ٱلْخُبْثِ وَٱلْخَبَآئِثَ
"Allahım! Bütün pisliklerden, erkek ve dişi şeytanların şerrinden sana sığınırım."
[6]

Sol ayakla tuvalete girer, ihtiyaçlarını tamamlar tamamlamaz derhal oradan sağ ayakla çıkar. Allah'ın kendisini bu rahatlatma nimet ve iyiliğine karşılık da şu şekilde Ona hamd ve senalarını takdim ederdi:

ٱَلْحَمْدُ ِللهِ ٱلَّذِى اَذْهَبَ عَنِّى ٱْلاَذٰى وَعَافَانِى مِنْ ذٰلِكَ

"Hamd olsun O Allâh'a ki, bizden eziyeti giderdi ve ondan beni kurtardı."

Bunlardan sonra da Âişe validemizin ifadesine göre, Rasûlullah (s.a.v.) tuvaletten çıkınca: "Ğufraneke" "Lutfunla Ya Rab beni bağışla" diye dua ederdi.[7] 

Sonra güzelce bir abdest alır, sabah namazının farzından önce mutlaka iki rekat sünnet kılardı. "Sabah namazının iki rekât sünneti dünya ve içindekilerden hayırlıdır."[8]derdi.

Güneş Doğuncaya ve kerahet vakti çıkıncaya kadar zikirle meşgul olur, sonra iki rekât işrak namazı kılardı. İşrak namazı; sabah namazının kılınmasından yaklaşık 40-50 dakika sonra yani kerahet vaktinin çıkması ile kuşluk vaktinde kılınır. [9]

Erken kuşlukta kılınan namaza özel manada "işrak" denmiş; kaba kuşlukta kılınan namaza ise duha (kuşluk) namazı denmiştir. İşrak vaktinde kuşluk namazı kılınabilirse de, faziletli olanı kuşluk namazının kaba kuşluk vaktinde kılınmasıdır.[10]

Hz. Peygamber (sav) daha sonra uzaktan yakından kendisini görmeye gelenleri kabul etmeye başlardı. Gelenler halka şeklinde etrafında toplanırlardı. O, çevresindekilere vaaz eder, öğütler verir, sorularını cevaplandırır, hattâ gördükleri rüyaları tabir ederdi. Bazen sahabelere kendi rüyalarını anlatırdı.

Hz. Peygamber (sav) kendi yakınlarına ve sahabelerine devamlı hoşgörülü olduğu gibi, düşmanlarını da, özellikle onlar güçsüz bulundukları ve teslim oldukları zaman bağışlar, suçlarını affeder, sonunda da pek çoğunun iman etmesine vesile olurdu.

Peygamberimizden bir şey istenildi mi, asla "Yok!" demezdi. O, insanların en cömerdi idi. Özellikle Ramazan aylarında esen yelden de cömert olurdu."

 İnsanlarla sohbet etmesi, onların dertlerini dinlemesi genellikle, kuşluk vaktinin girmesine kadar sürerdi. Kuşluk vakti gelince Hz. Peygamber (sav) bazen dört, bazen da sekiz rekat olmak üzere Duha namazı kılardı.

 Hz. Peygamber (sav) Duha namazını kıldıktan sonra evine gelir, ev işleriyle meşgul olur, elbise ve ayakkabıları tamir eder, hayvanlarını sağardı.

Hz. Peygamber (sav) daha sonra Öğle namazı için hazırlık yapardı. Öğle vakti girince camiye gider, öğle namazının farzından önce ve sonra kılınan müekked sünnetleri kılmayı ihmal etmezdi.

 Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) öğle namazını kıldıktan sonra, bir miktar uyur, 'Kaylule' yapardı.

Kaylûle, öğle namazından sonra yapılan kısa istirahat ve uykuya verilen isimdir. Kaylûle yapan insan, bir sünneti ihya ettiği gibi aynı zamanda dinç olur, gece namazlarını, teheccüdü kılacak gücü kendinde bulur. Fırsatı olan bu sünneti yerine getirirse iyi olur.

Hz. Peygamber (sav) kaylûle yaptıktan sonra İkindi namazına hazırlanırdı. İkindi vakti girince, farzından önceki dört rekât sünnet namazı bazı zaman kılar, bazen de terk ederdi.

Hz. Peygamber (sav), akşam namazına yakın saadet hanesine döner, eşlerinin her birinin yanına gider, azar azar oralarda kalır, hatırlarını sorar, onlara güzel ahlakla davranır, ümmetine de güzel ahlakla davranmalarını emrederdi. "İmanı en mükemmel olan mü'min, huyu en güzel olan mümindir. Sizin de en hayırlınız, ailesine daha iyi davrananlarınızdır."[11] derdi.

Bundan sonra akşam namazının hazırlığını yapardı. Akşam ezanı okununca Akşam namazını kıldırır, daha sonra iki rekât nafile namaz (sünnet) kılardı.

Hz. Peygamber (sav) akşam namazından sonra zikir ve nafile ibadetle (Evvabin Namazı) meşgul olur, böylece yatsı namazının vaktinin girmesini beklerdi. "Kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelenecek insanlardan biri de kalbi mescitlere bağlı olan insandır."[12] derdi.

Yatsı namazının vakti girince, Yatsı namazının farzından önce, bazen nafile namaz (sünnet) kılar, bazen de kılmazdı. Yatsı namazının farzından sonra ise iki rekât (müekket sünnet olan) nafile namazı kılmayı ihmal etmezdi. Bundan sonra yatar, gece kalkıp vitir namazını kılardı.

"Gece geç vakitlerde kalkamamaktan endişe eden kimse, vitir namazını yatmadan önce kılsın."[13] derdi.

Hz. Peygamber (sav) yatsı namazını kıldıktan sonra saadet hanesine döner, eşlerinden kimin sırası gelmişse geceyi orada geçirirdi. Yatsı namazından sonra konuşmayı sevmezdi.

Yatağa girerken şu duaları okurdu:

 « باسْمِكَ اللَّهُمّ َأَمُوتُ َ و أَحْيَا »

« اللَّهمَّ قِني عَذَابكَ يوْمَ تَبْعثُ عِبادَكَ »

Yani: "Allahım! Senin adınla ölüp ve senin adınla dirilirim. Allahım! Kullarını dirilteceğin gün beni azabından koru."[14]

Berâ bin Âzib (r.a.) de Peygamberimiz (a.s.m.)'den şu meâlde bir hâdis-i şerif rivâyet eder:

"Yatağına gireceğin zaman namaz için abdest alır gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat ve şöyle dua et: 'Allah'ım, nefsimi sana teslim ettim. İşimi de sana havâle ettim. Seni sevdiğim ve senden korktuğum için sırtımı sana dayadım. Ancak sana sığınır ve sana ilticâ ederim. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Resulüne iman ettim.' Şayet o gece ruhunu teslim edersen İslâm üzere, imanlı olarak ölürsün. Son söylediklerin bunlar olsun."[15]

Arapçası da şu:

اللَّهُمَّ أَسْلَمْتُ نفِسي إِلَيكَ ، وَوَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ . وَفَوَّضتُ أَمري إِلَيْكَ ، وَأَلَجَأْتُ ظَهرِي إِلَيْكَ ، رغبةً ورهْبَةً إِلَيْكَ ، لامَلجأَ ولا مَنجي مِنْكَ إِلاَّ إِليكَ ، آمنتُ بِكِتَابِكَ الذِي أَنزَلْت ، وَبِنَبِيِّكَ الذِي أَرسَلتَ ، فإِنْ مِتَّ . مِتَّ على الفِطرةِ ، واجْعَلهُنَّ آخِرَ ما تَقُولُ » مُتَّفقٌ عليهِ .

Hz. Âişe (r.anha) validemiz demiştir ki: "Hz. Peygamber (sav) yatağına girdiği zaman, 'muavvizeteyn'i (yani Felak ve Nas Surelerini) ve Kul hüvallahu ahad'ı (yani İhlas Suresini) okur ellerine üfler, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi. "[16]

Hz. Ali ve Hz. Fatıma'ya da (r.anhüma) şu tavsiyede bulunmuştur: "Yatağınıza girdiğiniz zaman -veya istirahate çekildiğiniz zamanotuz üç defa Allahü ekberotuz üç defa sübhânallahotuz üç defa da elhamdülillâh deyiniz."[17]

Hz. Peygamber (sav), Yatsı namazının ilk vakti girer girmez namazı kılar, sonra bu duaları okur ve istirahata çekilerek, daima sağ tarafına yatar ve sağ elini yanağının altına koyarak uyurdu.

 Gece yarısı veya üçte biri geçtikten sonra uyanır, önce dişlerini misvaklar, (fırçalar), sonra abdest alır ve ibadetle meşgul olurdu.

 O kadar ki Aişe validemiz, "Resulullah (sav) geceleri ayakları şişinceye kadar ayakta durur, ibadet ederdi. Bir gün Ona: "Senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde bunu niçin yapıyorsun?" dedim." Bana: "Şükreden bir kul olmayayım mı?"[18] buyurdu.

 Teheccüd namazı, Hz. Peygamber (sav)'e farz olduğu için hiç terk etmemiştir. Bu ibadet ve zikirleri yaparken ümmetine de yapmalarını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri uyurken, şeytan kafasına üç düğüm atar. Her düğümün üzerine; 'uzun bir geceye sahipsin uyu!' diyerek elini vurur. O kişi uyanıp da Allah-u Zülcelal'i zikrederse bir düğüm, abdest alırsa bir düğüm, namaz da kılarsa bütün düğümler çözülür. Artık o kimse neşeli ve hareketli olur. Aksi halde neşesiz ve tembel olur."[19]

Bir başka hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur; "Gece bir saat vardır ki, bu saatte Allah'dan dünya ve ahiret işiyle ilgili bir hayır isteyen Müslüman kul ona rastlarsa, mutlaka istediği kendisine verilir. Bu, her gece olur."[20]

 Hz. Peygamber (sav) teheccüd namazını kıldıktan sonra sabah namazı için hazırlık yapardı, sabah namazının sünnetini odasında kılar ve cemâatle farzı edâ etmek üzere mescide giderdi.

 Evet, Hz. Peygamber (sav) yirmi dört saatini genelde işte bu şekilde değerlendirirlerdi.

 Gün içerisinde günde yüz sefer tövbe eder ve ümmetine de tövbe etmesini emrederdi. "Ey insanlar! Allah'a karşı tövbe ediniz. Ben günde yüz sefer tövbe ederim."[21]buyururdu.

 Hz. Peygamber (sav) beş vakit farz namazın ardından yapılan tesbihatlara da çok önem verirdi. Ayrıca günlük okumuş olduğu dualar vardır. Yemekten sonra, eve girerken ve çıkarken, tuvalete girerken ve çıkarken okuduğu dualar gibi...[22]

Yemeğe besmele ile başlıyor, yemeğini sağ eliyle yiyor ve önünden yiyordu. Yemekten sonra da yedirip içiren Allah'a hamd ve senalarını takdim ediyordu.

Peygamberimiz suyu iki veya üç nefeste hem de oturarak içerdi. Zemzemi ve bazen de suyu ayakta iken içtiği de olurdu. "Suyu temizleyici ve İslam'ı nur kılan Alllah'a hamdolsun." derdi.

Yolculuğa çıkarken dua eder, Allah'ın korumasına sığınır, eve döndüğünde de yine dua eder, Allah'a hamd ve senalarını arz ederdi. Çünkü dua onun zırhı, kalkanı, seddi, suru, mevzisi, morali, umudu, sekinesi, sağlığı ve huzuru idi.

Günlük beş vakit namazını kusursuz yani huşu ve tadil-i erkân ile kılardı.

Gece teheccüd namazına kalkıyor, teheccüdle sabah namazını, sabah namazıyla kuşluk namazını vakitlerinde kılarak, gecelerini ihya ediyordu.

Yirmi dört saatini böyle zikir, fikir, şükür, dua, niyaz ve ibadetle geçirmesine rağmen yine de Allah'ın hakkını ödemekten aciz olduğunu söylerdi.

Bunları yaparken ailesini, ashabını ve diğer insanlara karşı görevlerini de ihmal etmiyordu.

Onun ümmeti olan bizler de, Rabbimizin bize tahsis ettiği her gün 24 saatlik ömrümüzde bunları yapmaya çalışıyoruz. Bazen biz Rabbimize karşı görevlerimizi unutuyoruz. Ama Rabbimiz, bize karşı görevlerini hiç ama hiç unutmuyor; nimetlerini ve iyiliklerini yağmur gibi hiç durmadan üzerimize indirmeye devam ediyor.

Bu lütuf ve iyilik karşısında biz çaresiz kalıyor, Efendimiz gibi Allah'a yalvarıyor af ve mağfiretimizi istiyoruz.

Peygamberimiz, Allah'ın bir insandan beklediklerini yaptıktan sonra affını ve mağfiretini istiyordu. Biz ise yapmadığımız veya onun gibi yapamadığımız, ya da yapacaklarımızı kimi zaman unuttuğumuz, yığın yığın günahların sahibi olduğumuz için af ve mağfiret istiyoruz.

Peygamber günahkâr olduğu için hâşâ af ve mağfiret istiyordu, dersek edepsizlik etmiş oluruz. Çünkü o bir peygamberdi. Peygamberler masumdur; günah işlemezler.

Peygamberimiz, günahsızken, hiçbir kusurun sahibi değilken; büyük günahları işlemiş ve nedamet duymuş kimseler gibi inliyor, sızlıyor, yalvarıyor ve yakarıyordu. Allah'ın sonsuz azameti karşısında mahcuptu, mahzundu. Bir o kadar da mesuttu, sevinçliydi. Çünkü ballar balını, sevgililer sevgilisini bulmuştu. İşte bunun için:

"Allah'ı tanıyanın hüznü bitmez/ Allah'ı tanıyanın şevki bitmez." demişler.

Hz. Peygamber (sav)'in konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı idi. Tane tane konuşurdu. O kadar ki dinleyenler konuşmalarını ezberlerdi. Kahkaha ile gülmez, gülmeleri tebessümden ibaretti. O, insanların en halîmi, en yumuşak huylusuydu.

Hz. Peygamber (sav) şahsına yapılan, nefsine karşı işlenen hataları, yumuşaklıkla karşılardı, affederdi; Allah'a karşı işlenen hataları, Allah'ın kurallarının çiğnenmesini asla müsamaha ile karşılamazdı.

 Hz. Peygamber (sav) insanların kusurlarını görmez, bazen görmezden gelir, çok zaman gözünü çevirir, kusurunu görse de yüzüne vurmaz, o kişiyle arasındaki saygı ve sevgi perdesini yırtmazdı.

Hz. Peygamberin (sav) tevazuu, bilhassa insanlarla olan münasebetlerinde daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Meclisinde kim olursa olsun, konuşan kimseyi, sabırla dinler, haktan uzaklaşmadığı müddetçe sözünü kesmezdi.

 Bir gün adamın biri, Hz. Peygamber (sav)'i görmeye geldi. Fakat Peygamberliğin haşmetinden o kadar etkilendi ki, titremeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav):"Korkma! Ben hükümdar değilim. Kuru et pişirerek karnını doyuran, Kureyşli bir kadının oğluyum." buyurdu.

Dualarından biri de şu idi:

"Allahım! Beni, çok sabreden, çok şükreden biri kıl. Beni kendi gözümde küçük, insanların gözünde büyük eyle!"[23]

Yani kendi gözümde küçük olayım ki başkalarına hava atmayayım, kimseyi küçük görmeyeyim. İnsanların gözünde büyük olayım ki, senin dinini, mesajını herkese ulaştırayım, herkes tarafından hüsn-ü kabul göreyim. 

Onun sünnetlerini yaşamayı, ahlakıyla ahlaklanmayı Allah bizlere de nasip eylesin. Amin.

Dipnotlar

[1] Rahman, 55/29

[2] Rahman, 55/30

[3] Buhâri, Bkz. Fethu'l-Bâri (11/113); Müslim (4/2083).

[4] Buhâri, Bkz. Fethu'l-Bâri (3/39) ve diğerleri.Lafızlar İbn-i Mâce. Bkz. Sahih-i İbn-i Mâce (2/335).

[5] Tirmizi (5/473). Bkz. Sahih-i Tirmizi (3/144)

[6] Buhârî, Vudu': 9; Müslim, Hayz: 32

[7] Ebû Davut, Tahara: 17; İbn Mâce, Tahara: 10

[8] Müslim, Müsafirin, 96

[9] Tahtavi, Haşiyetün ala Meraki'l-felah, 121

[10] Saati olmayan bir kimse bu süreyi şöyle tespit edebilir: Çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakınca, eğer güneş ufukta görülemeyecek kadar yükselmişse artık kerahet vakti çıkmıştır. Kuşluk namazı, istiva (kaba kuşluk) vaktine kadar kılınabilir. İstiva vakti, öğle kerahet vaktinin başladığı zamandır. Bu da güneşin tam tepeye gelip tam zeval (doğudan batıya doğru kayma) anında bulunduğu vakittir. Memleketimizde öğle namazının 30-40 dakika öncesidir. (http://www.ihvanlar.net/2012/08/08/)

[11] Tirmizî, Reda', 11

[12] Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikak 24, Hudüd 19; Müslim, Zekat 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesaî, Kudat 2

[13] Müslim; Salât'il-müsâfîrîn, 162-163

[14] Buharî Daavat, 7,8

[15] Müslim, Zikir, 56

[16] Buhârî Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb, 39, Daavât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2, 942); Tirmizî, Daavât 21, (3399); Ebû Dâvud, Tıbb 19, (3902).

[17] Buhârî, Farzu'l-humüs 6, Fezâilü ashâbi'n-nebî 9, Nefekât 6, 7, Daavât 11; Müslim, Zikr 80. Ayr‎ca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 100

[18] Buhari, Teheccüt, 6; Müslim, Kitabu Sıfati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 18.

[19] Buharî, Teheccüd, 12

[20] Müslim, Müsafirin, 166-167

[21] Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57.

[22] Sancaktar, Safvet, http://www.gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=142

[23]Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 10/110

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey midir?

Rahman, 60

GÜNÜN HADİSİ

Kur'an öyle bir servettir ki, O'nu elde edenin hiçbirşeye ihtiyacı kalmaz. O'ndan daha büyük bir zenginlikte bulunmaz.

Camiü's Sagir, 4:535, Hadis No:6183

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI