Cevaplar.Org

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

BEDİÜZZAMAN LAKABI * “Meraklı kardeşimiz Re'fet Bey, Bediüzzaman-i Hemedânî’nin üçüncü asırda, vazife ve te'lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zat hakkında yalnız harika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt'li merhum Molla Fethullah eski Said'i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir... Şimdilik o zâtın sair şeylerini bilemiyorum, unutmuşum. Ve onuncu asırda İmam-ı Rabbanî’nin (R.A.) zamanında onun muhatablarından ehemmiyetli bir zât Bediüzzaman ismiyle İmam ona iki mektub yazmış. Ben İmam’ın kitabıyla tefe’ül ederken aynen o iki mektub bana açıldı. Onun hali bana benziyormuş ki, İmam’ın ona verdiği ders bana ders oldu


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2017-11-01 21:23:21

BEDİÜZZAMAN LAKABI

* "Meraklı kardeşimiz Re'fet Bey, Bediüzzaman-i Hemedânî'nin üçüncü asırda, vazife ve te'lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zat hakkında yalnız harika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt'li merhum Molla Fethullah eski Said'i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir... Şimdilik o zâtın sair şeylerini bilemiyorum, unutmuşum. Ve onuncu asırda İmam-ı Rabbanî'nin (R.A.) zamanında onun muhatablarından ehemmiyetli bir zât Bediüzzaman ismiyle İmam ona iki mektub yazmış. Ben İmam'ın kitabıyla tefe'ül ederken aynen o iki mektub bana açıldı. Onun hali bana benziyormuş ki, İmam'ın ona verdiği ders bana ders oldu.(1)

* O zaman Eski Said'in bir lâkabı, "Bedîüzzaman"dı. Hâlbuki hicretin üçyüz senesinde, Bedîüzzaman-ı Hemedanî'den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum.(2)

*Şu fakir, garib Nursî ki, Bid'atü'z-zaman lâkabıyla müsemma olmaya lâyık iken haberi olmadan Bediüzzaman ile meşhur olan bîçare; (3)

* İstitrad olarak bir latife söyleyeceğim: Böyle ciddiyet esnasında latife söylemekten maksadım; Dünyayı bir mel'abe nazarıyla baktığımı imâ ve işarettir. Zaten şuûnat-ı dünya santranc oyununa benzer. Ben geçen sene Garibüzzaman idim... Sonra Bediüzzaman oldum.. Şimdi de Bid'at-üz zaman oldum. İstanbula da şeamet oldum. O da bana şeametli oldu. Beni sathında kabul etmez, batnına geçirmek istiyor. (4)

* Vehim: Sen imzanı Bediüzzaman yazıyorsun. Lâkab medhi îma eder?..

İrşâd: Medîh için değildir. Kusurlarımın sened-i özrünü bu unvan ile îbraz edîyorum. Zîra "Bedi" garib demektir. Benim ahlâkım sûretim gibi, üslûb-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhâliftir. Görenekle revacda olan muhâkemât ve esâlibi, üslûb ve muhâkemâtıma mikyas ve mehenk-i itibar yapmamağa bu ünvanın lisan-ı hâliyle ricâ ediyorum. Hem de murad "bedi' acib demektir.(5)

*Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bedîüzzaman lâkabı, benim değildi; belki Risale-i Nur'un manevî bir ismi idi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.(6)

GENÇLİĞİ 

*Eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve vâlideme ihbar ediliyordu. "Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi" gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: "Mâşâallah, oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor." Vâlidem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.(7)

* Tarih-i hayatımı bilenlere malûmdur: Ellibeş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitlis'te merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı aded kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hattâ bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, tanıdı. Herkes ve ben de, bu hale hayret ederdik. Bana sordular: "Neden bakmıyorsun?" Derdim: "İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor."(8)

*Ben yirmi yaşlarında iken tekrar ile derdim: "Eski zamanda mağaralara çekilen târik-üd dünyalar gibi âhir ömrümde ben de bir mağaraya, bir dağa çekilip, insanların hayat-ı içtimaiyesinden çıkacağım."(9)

* Bundan kırk-elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (Rahmetullahi Aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum: O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (Kuddise Sırruhu)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a'zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

 Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünki kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u a'zam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yani o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa ve hakikatı görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zât-ı mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin.(10)

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.(11)

* Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım, mealinde olan:

وَ عَيْنِى قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَتِى ٭ وَ لَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبِ

şiirin şümulüne dâhilim. Çünki gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah intibah değilmiş. Ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş. Binaenaleyh medenîlerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabîlesinden olsa gerektir. (12)

MEDRESE HOCALIĞI-VAN

* Binüçyüz onbir (1311) eder ki, o tarihte Resail-in Nur müellifi Risalet-ün Nur'un mübarek şecere-i kudsiyesi olan Kur'anın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe..(13)

*1314'te Van'da tedrise başlaması ve Avrupa'dan gelen efkâr-ı bâtılaya karşı mücahedesi o tarihte başlıyor. Şimdiye kadar o esas üzerine inayet feyzi altında 1352'ye kadar devam etmiş.(14)

*"Hem onbeş sene tedris ile vaktimi geçirdiğim Van'da.."(15)

*Yirmi sene Van'da geçirdiğim hayat-ı ilmiye.. Benim için Van çok kıymetdardır.(16)

* Hattâ eskiden mütalaaya çok müştak olduğum halde..(17)

* Gençlikte eski talebelerimle geçirdiğim kıymetdar müzakere-i ilmiye.(18)

* Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm'e hadsiz şükür olsun ki; bundan altmış-yetmiş sene evvel hilaf-ı âdet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda başkaların muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ı haliyle beraber Eski Said çocukluk, gençlik zamanında talebelerine tayinlerini kendi vermeye çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayin kabul edip mütebâki talebelerine bazan yirmi-otuz talebesine tayin verdiğinden; ilmi, vasıta-i cer etmeye o talebeler mecbur olmadılar. İktisad ve kanaatla o zaman muvaffak oldukları gibi.(19)

* Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf'tan beş talebenin tayinatını Van'da Eski Said kabul etmiş. O az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş-altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı.(20)

*"Kırk sene evvel, eski Said, talebeleri içinde ihtiyar bir zat vardı ki, haremi genç idi. O zata zarifane bu iki cümleyi ders vermiş:

- Benim gibi ihtiyar olmuş bir zat, çok sevdiği haremine demiş ki:

وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ

Yani: Sakalımda siyah kılların beyazlanması seni ürkütmesin. Çünki o beyazlık, yağ gibi ilim ve nurun tecessüm edip, kafa kazanında kalbin hararetiyle eriyip tereşşuh ederek, bütün saç ve sakalıma sızarak, sana tebessüm ediyor. Gerçi mürur-u zamanla kuvvet ve hüsn-ü maddiyi kayb etmişim. Fakat asıl nurânî ve tatlı ve güzel olan ilim ve edebi kazanmışım. Senin nazar-ı istikrahını değil, belki nazar-ı istihsanını celb etmeli." diye haremini edibane kandırmış.

Biri de, çok sevdiği hareminden ihbar edip demiş ki:

قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا هٰذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ

yani: haremim dedi ki. Sen büyüdün, ihtiyarlandın daha bana küfüv olamazsın'

Ben de cevaben dedim ki:

- Benim saç ve sakalımda görünen beyazlıklar, ihtiyarlığın alâmetleri değiller. Belki dehrin musibetlerinin ve hadiselerinin gürültü ederek, ayaklarının altından çıkan toz, saç ve sakalıma konmuş, silkelense dûşer gibi... diye, Gûya o musîbetler, haylaz çocuklar gibi şamata ederek, ayaklarından çıkan toz, ğubar, saç ve sakalıma yapışmış. Yani sinnen ihtiyar değilim. Belki başıma gelen, başımı döğen belâların tahrikiyle bir nezle-i şedidenin te'sirinden beyazlığın gelmesidir.(21)

* Bin üçyüz ondört senelerinde mevzu-u bahis olan müridi, mühim vartadan kurtulmasına Gavs (R.A.) işaret ediyor, onun imdadına yetiştim diyor. Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki; bin üçyüz ondört, bin üçyüz onbeş-onaltı senelerinde, Van kal'ası ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz... Başkaca nokta-i istinad kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlahî, hârika bir imdad-ı gaybî telakki ettik.(22)

* (1316) tarihindeki mühim bir inkılab-ı fikrîden..(23)

* (1316) ederek Risalet-ün Nur müellifinin ihtiyarsız olarak istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu ve umum malûmatını Kur'anın fehmine basamaklar yaptığı en hararetli tarihi olan bin üçyüz onaltı adedine tam tamına tevafuku, elbette evvelki işaratı teyid ve onunla teeyyüd ederek Risalet-ün Nur'u daire-i harîmine remzen belki işareten dâhil ediyor.

Cây-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki: Risalet-ün Nur müellifi bin üçyüz onaltı (1316) sıralarında mühim bir inkılab-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki:

O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa'nın Kur'ana karşı müdhiş bir sû'-i kasdları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz'in bir müstemlekât nâzırı demiş:

"Bu Kur'an, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız." dediğini işitti, gayrete geldi.

Birden makam-ı cifrîsi bin üçyüzonaltı (1316) olan فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ fermanını manen dinleyerek bir inkılab-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur'anın fehmine ve hakikatlarının isbatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur'an bildi. Ve Kur'an'ın i'caz-ı manevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı ârızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra harb-i umumînin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmağa başladı.(24)

* Altmışbeş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı Kur'anı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: "Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur'an'ı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız."

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsad komitesi bu bîçare, fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de altmışbeş sene evvel bu cereyana karşı, Kur'an-ı Hakîm'den istimdad eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir Dârülfünun-u İslâmiye tasavvuru ile, altmışbeş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faidesi olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalaletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mabeynindeki uhuvvetini inkişaf ettirmeye iki vesileyi bulduk.(25)

*Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazetede gördüm ki; İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı demiş: "Bu Kur'an Müslümanların elinde varken, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız." İşte bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum. Dâhiliyeye pek bakamıyorum ve dâhildeki kusuru, Avrupa'nın hatası, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillahilhamd Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir.(26)

* Sâbıkan yirmibirinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılab-ı fikrî sadedinde; Avrupa'nın bir müstemlekât nâzırı, Kur'an'ın nurunu söndürmesine çalışması tarihine ve Resail-in Nur müellifi dahi ona karşı o inkılab-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmağa çalışması aynı tarihe,(27)

* Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üçyüz onaltı adedine..(28)

* Bin üçyüz onaltı veya onyedi (1316-1317) ederek Resail-in Nur müellifi bir inkılab-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı Kur'anın hakaikına çıkmak için basamaklar yaptığı bir tarihe..(29)

*1321 eder. O tarihte o Kürdî, Başit namındaki meşhur dağın başında bir taş üstünde akşam namazını kıldıktan sonra yalnız olarak otururken, o dağın esedi ve arslanı hükmünde olan bir canavar kurt yanına geldi. Bir arkadaş gibi ona ilişmedi.(30)

* Bin üçyüz yirmiiki (1322) eder ki, yine Risale-in Nur müellifi, mukaddemat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe..(31)

* (1322) ederek makam-ı ebcedî ile Risale-in Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden (آلِيَه) başını kaldırıp hikmet-i Kur'aniyeye müteveccih olarak hâdim-ül Kur'an vaziyetini aldığı tarihtir ki, bir sene sonra İstanbul'a gitmiş manevî mücahedesine başlamış.(32)

Dipnotlar

1-Osmanlıca Emirdağ (Elyazma kitab, Abdülkadir Badıllı) s.383

2-Mektubat-s: 382

3-Muhakemat s: 9

4-Asar-ı Bediiyye-s: 508

5-Asar-ı Bediiyye-s: 604

6-Mektubat-s: 506

7-Emirdağ Lahikası-1-s: 145

8-Emirdağ Lahikası-1-s: 276

9-Lem'alar-s: 302

10-Çünkü sen muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiatın yüz defa ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Hâlbuki onun hakikî makamının fiatına, en büyük muhabbet de ucuzdur.

11-Kastamonu Lahikası s: 67

12-Mesnevi-i Nuriye s: 122

13-Sikke-i Tasdik-i Gaybi-s: 74-75

14-Osmanlıca Lem'alar, s: 94

15-Osmanlıca Lem'alar, s.603

16-Barla Lahikası s: 125

17-Mektubat-s.404

18-Lem'alar-s: 299-300

19-Emirdağ Lahikası-2-s: 238

20-Emirdağ Lahikası-2-s: 222

21-Osmanlıca Kastamonu Lahikası-s. 53

22-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s:157

23-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s:83

24-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 91-92

25-Emirdağ Lahikası-2-s: 229

26-Tarihçe-i Hayat-s: 219

27-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 102

28-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s:84

29-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 93-94

30-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım)s: 185

31-Sikke-i Tasdik-i Gaybi-s: 74

32-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 85

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

"İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız."

Mâide, 2

GÜNÜN HADİSİ

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI