Cevaplar.Org

ÅžAHÄ°N YILMAZ HOCAEFENDÄ°(1936-2007)

Şahin Yılmaz Hocaefendi, 1936 senesinde Erzurum’un İspir İlçesi Elmalı Köyünde dünyaya gelmiştir.1945 senesinde babasından Kur’ân okumayı öğrenip mukim bulunduğu


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2017-11-01 21:02:53

Şahin Yılmaz Hocaefendi, 1936 senesinde Erzurum'un İspir İlçesi Elmalı Köyünde dünyaya gelmiştir.

1945 senesinde babasından Kur'ân okumayı öğrenip mukim bulunduğu köyün imam-hatipinin de yardımıyla hıfza başlamıştır. Hocamız o günleri şöyle anlatır; "Babam iyi Kur'an-ı Kerim okurdu. O zaman başka türlü Kur'an öğrenme şansı da yoktu. Kısa bir süre sonra hafızlığa başladım. 3–4 sene sürdü, şartların zorluğundan. Hâlbuki bir senede hafız olunabilir. Babam hafızlığım için büyük gayret gösterdi. Ama ders çalışma zemini yoktu. Hoca bağ bahçeye gider, ben de peşinden giderim, orada ders verir. Kışın hayvanlara bakar, ben giderim, orada ahırda ders okuruz."

O günün şartlarının zorluğundan dolayı hıfzını 1950 senesine gelindiğinde bitirebilmiştir.

Hocaefendi bundan sonra Arapça tahsiline başlar. İlk durak Erzurum olacaktır; "Hafız olduktan sonra, ben Arapçanın önemine dair bir şey bilmiyordum. Yalnız bizim köyden İstanbul'a talim, tecvit okumak için giden arkadaşlar vardı. Onlar çok güzel Kur'an-ı Kerim okurlardı. Onlardan etkilenerek; "Ben İstanbul'a, talim, tecvit okumak için gideceğim" diye annemi sıkıştırdım. Babama bir şey söyleyemiyorum.

Babam Osmanlı tipi bir zat. İstanbul'a beni göndermeye cesaret edemedi. Erzurum'da eşi dostu varmış. Beni Erzurum'da Arapça okutmaya götürdü. 1950 senesinin Eylülünde. Erzurum'da bir kişinin kalacağı yer yoktu. Böyle yurt, medrese yok. Kurşunlu medreseleri var, ufak ufak yerlerdi oralar da, birkaç kişi kalıyor.

Bizim köyden biri vardı, onların evinde kaldım. Babam ihtiyaçlarımı getirirdi, mali durumu müsaitti. O aile benim okumamı sağladılar. Babamdan önce onlara dua ediyorum. Benim bir dua silsilem var, orada dâhiller.

Erzurum'da o sırada ders okutan başlıca üç büyük hoca vardı:

Sadık Efendi

Sakıp Efendi

Faruk Efendi

Sakıp Efendi o zaman geçici vaizdi. Yetim hoca medresesinde okutuyordu. Ben Sarf- Nahiv yani Kafiyeyi bir yıl onun talebesi olan Molla Sıddık Efendi'den okudum.

Erzurum'da Gez mahallesinde kalıyordum. Onun bulunduğu camiye evden tam 25 dakika çekiyordu. Kışın dizde kar, bende biraz rahatsızlık vardı, ağzımı yüzümü gözümü sarar, öylece derse giderdim. İkincisi sene Molla Câmi okuduk. Cami'yi Sakıp Efendiden okuduk. Onun yeri de Gürcü Kapıdaki Yetim Hoca medresesi idi. Aslında Erzurum'da ders tarzı çok güzeldi. Sakıp Efendi çok ciddi ders okuturdu. Bir de kendisinden Mebarik adlı bir hadis kitabı okuduk.

Tabii evde olmanın bazı sıkıntıları var, burada anlatmam zor. Bazı sebeplerden dolayı artık o evde kalmam uygun olmazdı, ayrılmak zorunda kaldım. Ayrılıp Erzurum'da başka bir yere geçmek- nasıl bir telakki ise- mümkün olmadı."

İlim tâhsil aşkı Şahin Yılmaz Hocaefendiyi, İstanbul'a sevkeder. Gönenli Mehmed Efendi ve diğer hâmiyetli hâdimlerin ilgilenmesiyle tamir ettirilip hizmete açılan Üçbaş Medresesinde kalmaya başlar; "Ondan sonra İstanbul'a gittim. İstanbul'da Erzurum'daki ders havası yoktu. Hüsrev Efendi'nin talebelerinden Salih Efendi vardı, Halim Efendi, sonra Yaşar Tunagür Hocaefendi..

Salih Efendi, Fatih merkez vaizlerinden Gönenli bir zattı. O Katru'n Neda okutuyordu. Ondan Katru'n Neda okudum. Kitap da yoktu. Arkadaşlardan yazarak okudum.

Ayrıca Çolak Mehmet Efendi vardı, Fatih merkez vaizlerinden. Çok ciddi vaaz ederdi. Beni de ciddi vaazlar sarıyordu, latifeli vaazlar sarmıyordu. Onun vaazlarını severdim, Allah rahmet eylesin. Arkadaşlar ondan Kafiye okuyorlardı, benden gerideydiler. Ben Câmi okumuştum, Onun için ben de sadece dinliyordum.

Halim Efendi, İmam Nevevi'nin Ezkar'ını okutuyordu. O zaman Vatan Caddesi lahanalıktı. Guraba hastanesinin oradan, lahanalıklardan geçer, karşıda bir cami var, o camide El Ezkar'ı okurduk.

İstanbul'da Erzurum'daki ders havasını yakalayamadık. Erzurum'daki hocalar ayarında İstanbul'da hoca yoktu. Ben tekrar zannediyorum 54'de Erzurum'a döndüm. Erzurum'da müftü vekili-nâib derlerdi o zaman- Osman Bektaş Hocaefendi vardı. Osman Bektaş Efendiden hem Telhis okudum, hem de İlm-i Münazara. Fakat Erzurum'un soğuğundan kaçmıştım, tekrar soğuğuna yakalandım. Baktım dayanamayacağım, tekrar köye gittim. Köyde bir kış kaldım. Orada hem vaaz ettim, hem de köyün gençlerine Talim-tecvid okuttum. Bir kış öyle köyde geçti. Baktım olmayacak tekrar İstanbul'a döndüm. İstanbul'da ne kalacak yer vardı, ne de okuyabileceğim hoca.

Gönenli Mehmet Efendi gelene gidene destek olur, imkân sağlar, ders okutmazdı. Zaten Gönenli Mehmet Efendinin fazla Arapça bildiğini de zannetmiyorum.

İlk İstanbul'a gittiğim zaman, Süleyman Efendi Vefa'daki Üç Tekne camiinde Mantık okutuyordu. On beş gün ona iştirak ettim. Neyse ben böyle hoca ararken, bir imam arkadaşın vesilesi Bediüzzaman'ın eski arkadaşlarından Ermenekli Saffet Efendi'yi buldum."

Konya Ermenekli Safvet Hocaefendi Beyazıd Medreselerinde ders-i âmm olarak göreve başlamış, şer'iye vekaleti vekilliği, kütüphaneler müdürlüğü ve aynı zamanda padişahın huzurunda ilmî mes'eleleri mübahese eden huzur hocalığında bulunmuş bir âlimdi. Hocaefendi bu hocasından ve onda gördüğü ilim tahsilinden şöyle bahseder;

"Saffet Efendi aslen Konya Ermenekli.. Konya'da okumuş. İstanbul'da dersiam imtihanlarına gelmiş. Elmalılı Hamdi Efendi ile beraber de Ruus imtihanlarına girmiş(yani dersiam olabilme imtihanları) İmtihanlarda muvaffak olarak Beyazıt medresesinde dersiam olmuş.

Hocaefendi tevhid-i tedrisattan sonra tamamıyla uzaklaşmış. Anlatırdı, "Ben Beylerbeyinde çocukları toplayıp Kur'an öğretirdim." Koskoca dersiam..

O kadar ara vermesine rağmen usul-i fıkıh okutuyordu. Ondan iki yıl usul-i fıkıh okudum(Molla Hüsrev- Mirat ve Mirkat). Aynı zaman da, Telhis'in şerhi olan Sadeddin-i Teftazani'nin Meani'sini bir yıl okuduk. Bu üç yıl(1956'dan 59'a) bu şekilde Saffet Efendinin rahle-i tedrisinde geçti. Usul-i fıkıh okurken üç saat kitapları önüme koyar, çalışırdım. Hatırlıyorum, bir yerde çok zorlandım, çıkaramadım. Şerhlere baktım. Gayet uzun bir süreden sonra meseleyi anladım. Anlayınca sevinçten oturduğum yerden yukarı fırladım. Okuduğum dersi ertesi gün talebeye anlatacak şekilde kavramazsam uyumazdım.

Usul-i fıkıh okurken bazen arkadaşlarımdan Osman Hoca ile biz beraber olur, Saffet efendi tek kalırdı. Bazen ben Hocaefendi ile bir olur, Osman tek kalırdı. Bazen ikisi beraber olur, ben tek kalırdım. Çok ciddi bir ilmi mücadele, mübahase olurdu.

59'da Hocaefendi derse çıkamadı. Bizden bir kademe geride talebeleri vardı. O kış o talebelere Telhis'i Hocaefendi yerine ben okuttum. Bu arada İstanbul'da değişik zatlardan da istifade ettim. Mesela Eminönü Müftüsü Bekir Haki Efendi vardı. Kendisi Hadis'e hâkimdi. Buhari'yi okur, anlamadığım yerleri ona sorardım.

Gönenli Mehmet Efendi vardı. İstanbul'a gelip, okuma şansını ancak onun desteği ile kazanan bir sürü vatan evladı var. 50 kuruş o zaman harçlık verir, onunla çay içer ekmeğe yağ sürer, böylece geçinip giderler.

Camilerin etrafındaki medreseler işgal edilmiş perişan halde. Cüz'i bir tamirle orada kalırlar. Sobası yok, bir şeyi yok, öyle mahrumiyet içinde okurlardı.

Ahmed Davudoğlu'ndan bir arkadaş Usul-i Fıkıh okuyordu. Bir derslerine iştirak ettim, çok güzeldi.

Ermenekli Saffet Efendi çok halim selimdi, aynı zamanda sohbetine doyum olmazdı. Erzurum'da çok ciddi ders okutulurdu. Saffet Efendi ile Şemsiye'yi okuduk.o kadar ara vermesine rağmen..Yine de derse çalışarak gelirdi. İlm-i Aruz'u çok güzel bilirdi. Saffet Efendinin bana karşı bir iltifatı vardı. Birisi ziyarete gelmişti de, ona beni göstererek; "Benim Konya'dan geldiğim zamanki gibi" diye iltifat etmişti.

Bir de derdi ki; "Konya'dan İstanbul'a geldiğim zaman ilimden bir gömleğim vardı, o da gitti."

Ben de diyorum ki "Akhisar'a geldiğim zaman ilimden bir fistanım vardı Akhisar'da ilim de kalmadı, fistan da kalmadı."

Safvet Efendi'den belâgat, ilm-i kelâm, usûl-u fıkıh ve mantık dersleri alan Şahin Yılmaz Hocaefendi, bir süre sonra hocasının isteği doğrultusunda ikinci devre talebelere ders vermeye başlar. Bu arada Eminönü Müftüsü Bekir Efendi'den Buhari-i Şerif okumaya devam ederken Küçük Ayasofya Câmii'nde de vaâzlar verir. 1958'de Diyânet'in açtığı, Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi'nin gözetimindeki vâizlik ve müftülük imtihânlarına girer.

Bilmen Hocaefendi, Arapça ibare okumasını çok beğenir ve "Molla nerede okudun?"diye sorunca "Safvet Efendi'de" cevabını alır. İmtihândaki başarısı sebebiyle Diyânet İşleri Başkanlığı vâizlik için teklifte bulunur, ancak Safvet Efendi'nin ikinci grup talebelerini okuttuğu için bu teklife olumlu cevap veremez.

İstanbul'da okurken Safvet Efendi telkinleriyle Ramazan'da vâizlik yapmak üzere İzmir'e giderken Akhisar'a uğrayan Şahin Yılmaz Hocaefendi, hamiyetli insanların kendisine sahip çıkması neticesinde 3 yıl boyunca Ramazan aylarında Akhisar'da fahrî vâizlik yapar.

1959'da askere giden Hocaefendi, askerlik sonrası bir çocuğu olmasına rağmen dışarıdan İmam-Hâtip okulunun imtihânlarına girerek orta kısmını bitirir. Mezun olduktan sonra babasının Akhisar'dan bir ev alması üzerine 16 Eylül 1962'de eşi ve hocasının ismini taşıyan oğluyla birlikte hicret ederek Hilâl Câmii'nde imam-hatip olarak göreve başlar. Hocaefendi Câmiinin 20 metrekarelik odasında Arapça ders tâlim etme teşebbüsünden sonra Hâfızlık eğitimi verilmesi hâlinde daha çok verim alınabileceğini fark eder.

Şahin Hocaefendi, Akhisar'da bulunduğu sıralar merhum Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerine intisap eder. Bir söyleşide buna şöyle değinir; "Osmanlı Ulemasından bazıları-Mustafa Sabri Efendi de dâhil olmak üzere-tarikata çok sıcak bakmıyorlardı. Benim hocam Ermenekli Saffet Efendi de öyleydi. Mesela Muhyiddin Arabî'ye karşı anlayışları da çok yumuşak değil.

Aldığım o telkin vesilesi ile gençlik yıllarımda ben de tarikata soğuk bakıyordum, çok sıcak bakmıyordum. Ama sonraları Abdülvehhab-ı Şarani'nin ve İmam-ı Gazali'nin eserlerini okuyunca, tarikata girmek için bir ihtiyaç hissettim. Önceki kanaatlerimi tashih ettim, yanlışlarımı düzelttim. Cenab-ı Hak affetsin, tevbe ettim. Bilhassa Muhyiddin-i Arabî'ye karşı o nadanların yazdıkları o naseza sözlerden onu tenzih ettim. Onun nasıl bir kutup olduğunu okuduğum eserlerinden gördüm. 

Akhisar'da o zaman Sami Efendinin talebeleri vardı. Halil amca vardı, ehl-i hamiyet bir insan. Onlar vesilesi ile Sami Efendi'ye intisap ettim. Kendisi ile beş on defa görüşmemiz ya olmuştur, ya olmamıştır.

Tarikatın bana kazandırdığı çok şeyler olmuştur. Buradaki sohbetleri ben takip ediyordum, yapıyordum. İmam-ı Gazali'nin eserlerinden dersler yapardık. İmam Şarani'nin Tenbihul Mugterrin ve Letaif-ül Minen adlı eserlerinden Ve İmam Birgivi'nin Tarikat-ı Muhammediye'si ile onun Arapça şerhlerinden dersler yapıyorduk.

Böylece bir müddet tarikata devam ettik. Tarikatlar içinde en sıhhatli olarak ve ehil erbabın omuzlarında gelen Nakşî tarikatı idi. Bu arada ben Risale-i Nur'u tanıdım. Kitapları okumaya başladım. Muzaffer ağabey gidip, geliyordu.

Bir müddet Risalelerle tarikatı beraber yürütmeye çalıştım. İki derse de gidiyordum. Olmadı. Tabii işlerin çokluğu, meselelerin çokluğu, Risale-i Nur'a biraz daha eğilmemiz sonucu bir müddet yürüdükten sonra baktık, bir yolda iki ayakla yürünüyor. İki ayakla iki yolda yürünemiyor. Artık Risale-i Nur'da kaldık. Ama oradaki dostlarımızla, dostluğumuz devam ediyor, sevgimiz saygımız devam ediyor. Ve onlardan aldığımız çok feyizlerimiz oldu. Mesela benim sofradaki sünnetlerle alakalı hassasiyetim herhalde tarikattan kaynaklanıyor. Ben sofrada ekmek kırıntılarının en küçüğünü dahi israf etmem."

Risale-i Nurûn hocamız üzerinde bıraktığı ilk tesir çok büyük olmuştur. Kendileri bir yerde buna şöyle değinir, "Ben, Üstadı tanımadan önce de çok seviyordum. Ama Risale-i Nurları okumayan üstadı tanıyamaz. Üstadı ilim adamlarına, ulemaya saygımdan dolayı ve bütün âlimlerin en âlimi olarak biliyor, o cihetten seviyordum. Ama Risale-i Nurları okumuyordum. Okumadığım için Akhisar'a geldiğim zaman eşi dostu topluyorduk. İlm-i kelam ulemasının delilleri ile Allah'ın varlığını ispata çalışıyorduk. Gece yarılarına kadar..Önümüzde Şerh-i Mevakıf, Şerh-i Makasıd..

Bu teselsülü, delilleri anlatıncaya kadar akla karayı seçiyorduk. Anlatamıyorduk. Muhataplarımız delilleri anlayamıyordu ki, Allah'ın varlığını anlasın. Delil davadan daha muğlak..İknada zorluk çekiyorduk. Bu zorlukları ben hayatta yaşadığım için, 63-64'de Risaleleri tanıyınca bir yıl başka kitap okuyamadım. Hâlbuki ben daha önce Arapça olmayan bir kitabı elime alıp okumazdım. Risale-i Nur beni böyle etkilemişti."

Hocaefendi, Risalelerin tebliğ tarzına etkisi hakkında şunları dile getirmiştir; Ben İmam Gazali'nin İhya'sını başından sonuna kadar okumuş ve ondan vaazlar etmiştim. 40 yıldan beri buradayım, 54 yıldan beri vaaz ediyorum. Risale-i Nur'u tanımadan önce tarzımızda çok büyük yanlışlıklar vardı. Bağırır çağırır, kızardık. Bunların hiçbir faydası yok. Geçti onlar. Vaaz bir eğitim ve öğretim işidir. Bunda bağırıp çağırmanın bir faydası yok. Kavganın, gürültünün İslamiyet'te yeri yok. Biz kıymetli bir meta satıyoruz. Bu satışımızın zemini çok müsait olmalıdır."

Şahin Yılmaz Hocamız bilhassa Esma-i Hüsna üzerinde yoğunlaşmıştır. Bir sohbetinde buna dair bir hatırasını şöyle nakletmiştir; "Bir ara Sami Efendi İzmir'e gelmişti. Biz de gittik. Geri dönüşte beraber, aynı otobüste dönüyoruz. O İstanbul'a, ben Akhisar'a.. Arabada yan yana oturduğumuz Sami Efendinin damadı merhum Ömer Kirazoğlu ağabeye ben 30. Lem'ayı anlattım. Çok memnun kaldı. Hayret etti.

Benim Esma-i Hüsna'ya karşı bir meylim vardı. İmam-ı Gazali'nin, Fahreddin-i Razi'nin Esma-i Hüsna şerhleri var, onları çok mütalaa etmiştim. Risale-i Nur'u okuyup Esma-i Hüsna ile ilgili daha da geniş bilgiler elde edince, camide Esma-i Hüsna ile ilgili ders başlattım. Lafza-i Celalden başladım. Er Rahman, Er Rahim, (Elmalılı Hamdi Efendi'nin tefsirinde çok güzel izahları var, onları da okudum.) Böylece bir müddet devam ettik. Bu dersleri yaparken, Manisa Müftülüğüne Sami Efendiye mensup bir müftü efendi gelmişti; İlhan Armutçuoğlu..

O da Manisa'daydı o zaman. Ömer beyle beraber bir Cuma günü Akhisar'a geldiler. O zaman Ömer Bey, İstanbul'da Yüksek İslam Enstitüsünde Sanat Tarihi öğretmenliği yapıyor, çocuklara maneviyat telkin ediyordu. Çok içli bir insandı. Kaside-i Bürde'nin ben Arapçasını okurdum, o şiirle Türkçesini okurdu.

Ömer Bey; "Hocaefendi, bir vaazını dinleyip, öyle gidelim" dedi. Ben de "buyurun" dedim. O gün hangi isimse ondan ders yaptık. Tabii çok zeki.. Dehşete kapılmış. Vaazdan sonra dedi ki; "Tarikatta en son makam Hayret makamıdır. Bu ders bir anda o makama ulaştırdı."

Sonra; "Bunu banda alalım. İstanbul'da üniversite talebelerine mutlaka dinletelim" dedi. Ben bu misallerin Risale-i Nur'da olduğunu ona anlattım. Ve zaten o, Risale-i Nur'a ve üstada karşı son derece saygılı idi."

Cemaatin yardımlarıyla Hâfızlık eğitimi vesilesiyle ilk senelerde senede 5-6 Hâfız yetiştirilirken, hayırsever Müslümanların katkılarıyla binalar da teker teker yapılmaya başlanır. Bu binaların yanı sıra Hilâliye Eğitim Vakfı'nın şimdiki binası 1981'de hayata geçirilir. 1982'de 250 talebeyle Erkek Kur'ân Kursu eğitime başlar. Her yıl 20-25 Hâfız mezun edilir. Hâfızlık eğitimi alan gençleri ise mezuniyet sonrasında da yalnız bırakmayan Hocaefendi, gençlerin gelecekleri adına üniversite eğitimlerini de vatandaşların himmetleri sayesinde burslu olarak sağlamaya çalışır. Sürekli borçlanan Hocaefendi, bir defasında babasının îkâzıyla karşılaşır. Babası merhûm Abdurrahim Efendi: "Oğlum senin bu haline şaşıyorum. Hiç borçtan kurtulmuyorsun. Ben borçlu olduğum zaman uyuyamam" demesi üzerine kendisi şöyle cevap verir:

- Baba, ben de borçsuz olduğum gün uyuyamıyorum…

1985'te okula giden öğrencilerin barınabileceği 8 daireli bir bina yaptırılır. Bir ara Avrupa'ya giden Hocaefendi, buradaki ahlâki çöküntüyü fark ederek kız çocuklarının da eğitim alabileceği bir Kur'ân Kursu açılmasına karar verir. Yurda döndüğünde hemen harekete geçen Hocaefendi, 1993 senesinde 300 kişi kapasiteli Kız Kur'ân Kursunun inşaatını bitirir.

Şahin Yılmaz Hocaefendi, bulunmuş olduğu meclislerde defaâtle 1,5 ilâ 2 ay süren Yaz Kur'ân Kurslarının gerekli olan İslâmi altyapının kazandırılmasında yeterli olmadığını ifâde etmekteydi.

Hocaefendi: "Anne ve baba dînî eğitim vermekle yükümlü olduğu çocuğunu mutlaka en az bir yıl Kur'an Kursuna göndermelidir. Çocuk bu sürede hem dinî mâlûmâtını öğrenecek, hem de ibâdete alışacaktır" demekteydi.

Şahin Yılmaz Hocaefendi , Lösemi (kan kanseri) ve akciğer enfeksiyonu sebebiyle 30 Nisan'da yattığı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde, 28 Mayıs 2007 Pazartesi günü saat 10:40 sularında Hakk'a yürümüştür.

...Allah Rahmet Eylesin.

Kaynaklar

1-http://www.hilaliye.org.tr/sayfa/7/sahin_Yılmaz

2-cevaplar.org'da kendisiyle yapılan muhtelif mülakatlar

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Onu(Kur’an’ı) Ruh-ul Emin(Cebrail), inzar edenlerden olasın diye, kalbine apaçık Arapça olarak indirmiştir.

Åžuara:193-195

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Ebû Malik'in babası şöyle dedi: Ben Rasûlullah'(S.A.V.)den işittim, şöyle buyuruyordu: "Her kim Allah'dan başka hak ilah yok eder, ve Allah'dan gayri ibadet olunan şeyleri tanımazsa onun malı ve kanı haram (dokunulmaz) olur. Hisabı da Allah'a aiddir."

(Müslim, Kitabu'l-İyman,37)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI