Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-154

Ders: 2. Lem’a, 5. Nükte İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *“Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.”(Lem'alar, s: 11) Ne güzel tespit etmiş yani. Allah Allah..Asıl musibet, asıl bela, -Allah muhafaza- dinimize, ahlakımıza, inancımıza gelen musibettir..


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2017-09-15 17:19:36

Ders: 2. Lem'a, 5. Nükte

İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi

*"Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir."(Lem'alar, s: 11)

Ne güzel tespit etmiş yani. Allah Allah..Asıl musibet, asıl bela, -Allah muhafaza- dinimize, ahlakımıza, inancımıza gelen musibettir..

Biz küçüklüğümüzde bunu biraz yaşadık. O zamanlar ezan yoktu. Ezan okunmuyordu. "Tanrı uludur" diye bir şey vardı, o ezan değil ki..Kur'an okumak, Arapça okumak yasaktı. Zikir, fikir, tarikatlar yasaktı. Öyle bir meşakkat vardı ki..

Kurşunlu Camii hapishaneydi. Ulu Camii depo yapılmıştı. Caferiye Camii kapalıydı. Erzurum'da üç beş cami hariç camiler kapalıydı.

Benim ilk besmeleyi çektiğim bir hocam vardı; Hacı Mustafa Efendi. Sonra 1944'de buradan ayrılıp Medine'ye gitti. "Burada dinimi yaşayamıyorum, ezan yok, Kur'an yok" dedi, onun için gitti yani.

Sabahleyin erkenden namazı kılardık. O zaman bizim evimiz Gürcü kapıda idi. O zamanlar da o kadar çok kar yağıyordu ki. Karanlıkta, faytonların izini kardeşimle beraber takip ederek Hocaefendinin evine giderdik. Kardeşi Hüsnü efendi vardı, o bize kapıyı açardı. Hocamız dersimizi okuturdu. Beş altı kişiydik.

Mustafa efendi çok sevilen bir adamdı. Pazar günleri de Erzurum'un esnafları gelir ziyaret eder, oturur, sohbet ederlerdi. Sohbetlerinde hep şöyle konuşurlardı; "Yahu, ahirzamandır, kıyamet zaten küfür üzerine kopacak. Bundan sonra iyilik beklemek olur mu?" Bazen de ağlaşırlardı. İşte "filan öğretmen dine karşı böyle demiş" "filan böyle demiş" derlerdi. Onların telkinatından dolayı o mekteplere o zaman öyle düşman oldum ki...

Öyle yeis içindeydik ki, aman ya Rabbim. Tabii o konuşmalar da bize tesir ediyor. Çok sonraları üstadı okuyunca, ne diyor mealen; "bu din için herkes sussa, minareler, kabristan taşları, mabedler bu dini ilan edecekler. Ve Peygamberimizin manevi saltanatı yine hâkim olacak" diyor. Üstadda hiç yeis yok yani.

Not: Üstadın bu konudaki ifadesi için bakınız; Sözler, s: 788-791, RNK Neşriyat, İst. 2005

Not: 2 Kırkıncı Hocamızın buraya kadar olan hatırası için ayrıca bkz.; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s:23-24- Zafer Yayınları, İst. 2013

1950 geldiğinde kıştan yaza, ya da geceden gündüze çıkmış gibi olduk. Hem maddi hem de manevi bereketler yağdı yani. Ondan önce çok fakirlik de vardı. Bir köyde iki üç ev ancak ekmek yerdi. Sonradan Cenab-ı Hak bereketini ihsan etti. Türkiye maddi- manevi aldı, yürüdü.

 Artık ondan sonra Hocamızın evine serbest gitmeye başladık. O zaman benim hocam Tifnikli Hacı Faruk beydi. Kendisi Tifnik beylerindendi. 

Demokrat Parti 14 Mayıs 1950'de iktidara geldi. Haziran ayında Ezan-ı Şerifler okunmaya başladı. O ezan-ı şerif okunduğu gün de, "ikindide ezan-ı şerif minarelerden okunmaya başlanacak" dendi. Şimdi o Tevruz kapısından al da, ta Lalapaşa Camiinin karşısındaki fetvahaneye kadar insanlar dizilmişler; birisinin elinde bir Düğe, birisinin elinde bir koç, birisinin elinde bir koyun, bekliyorlar ki, ezan okundu mu kurban kesecekler. Ezan okundu, bıçakları bastılar.

O zamanlarda evlerde çatı pek yok idi. Kadınlar hep evlerin damlarına çıkmışlar, ihramlı, çarşaflı.. Böyle sallanıyorlar, sessizce sevinç gözyaşları döküyorlardı. Öyle bir manzaraydı ki, aman Allahım.. Gittik Fetvahaneye, baktık ki, Müftü Solakzâde Sadık Efendi sürurundan ağlıyor.

Not: Bu konuda ayrıca bak. Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s:34-35 Zafer Yayınları, İst. 2013

...Sonra Kur'an kursları açılmaya başladı elhamdülillah. Türkiye maddi manevi aldı yürüdü. Eğer altmış inkilabı olmasaydı, Türkiye bugün küçük bir Amerikaydı.

Not: Merhum Hocamızı teyid için sadece muhterem Yavuz Bülent Bakiler beyefendinin "Unutamadıklarım" adlı eserine(s:143-144) bakmak kâfidir. (a.g.e., Yakın Plan Yay. İst. 2013)

...Altmış inkilabı Türkiye'yi yıktı, götürdü. O zamanın mütehassısları öyle yazdılar ki, Türkiye en az 50 sene, 60 sene geri gitti.

Not: Merhum hocamızın dediklerini te'yiden muhterem Yavuz Bülent Bakiler beyefendinin "Unutamadıklarım" adlı eserinden(s: 162) şu ifadelerine yer verelim; "27 Mayıs 1960 hükümet darbesi üzerinden çok uzun yıllar geçti. Ah ne kadar yazık! Çünkü bugün 40-50 yaşlarında olanlar bile, o hazin hadisenin doğurduğu felaketler hakkında belki hiçbir şey bilmiyorlar. Halbuki içerisinde bulunduğumuz pek çok sıkıntının temelinde 27 Mayıs darbesinin neticeleri zonklamakta. 27 Mayıs darbesiyle devletin çivisi yerinden çıktı." (a.g.e. Yakın Plan Yay. İst. 2013) 

27 Mayıs'ta inkilab oldu, Haziran'ın ikisinde bizi evden aldılar. Yallah Sivas'a.. bizi orada hapse tıktılar. Üzerimize Atakan isminde bir albay, kumandan olarak geldi. Biz Sivas Askeri Kampında 15 nur talebesi idik. Şercil Polat ağabey vardı, Hilmi Ardos vardı; belediyede çalışıyordu, Yavuz Telli vardı; vefat etti, Kadana Camii imamı İdris Efendi vardı.

Diğer getirilenler de Demokrat Partiyi desteklemiş çeşitli kesimlerden kimselerdi. 385 kişi olduk. Her gün ikindiden sonra sıraya geçiyorduk, sayım yapılıyordu.

Atakan albay her gün elleri arkasında Menderes'e verip veriştiriyordu; "Kur'an Kurslarını açtı, -benim başımdaki bere vardı, bizi de tabii tanıyorlar, sormuşlar, biliyorlar- bu gibi berelilleri yetiştirdi."

Bir akşam koğuşta yatıyorum, kalktığımda başımda bere yoktu. Arıyorum, beremi bulamıyorum. Soruyorum, o diyor "haberim yok", o diyor "haberim yok." Meğer saklamışlar, kumandanın tarizinden dolayı..

Bir gün yine Menderes'e verip veriştiriyor. Turhan Bilgin bey vardı. O, sonradan mebus oldu, bakan da oldu. Bir de baktım, Turhan Bilgin saftan çıkmasıyla üç dört adım gitti, elini kaldırdı, parmağını uzatarak; "Kumandan" dedi, "bana bak. Biz sevdiğimiz adama hakaret ettirmeyiz. Siz bizi buraya getirdiniz. Ne yapacaksanız yapın!" dedi. Ondan sonra Menderes'e hakaretler kesildi.

Bir gün alay kumandanı geldi. "Dahiliye vekili İhsan Kızıloğlu geliyor.(Kendisi 38'lerdendi, Dahiliye vekili olmuştu) Hep dışarı çıkacaksınız, O geldiğinde ayağa kalkacaksınız, herkes ona hoşgeldiniz diyecek" dedi.

Allah rahmet eylesin, merhum Mehmed Kayalar ağabey de bizlerle beraberdi. Mehmed Kayalar da öyle bir adam ki, korku-morku diye bir şey bildiği yoktu. İhtilalcilerin aleyhinde konuşuyor, biz de rahatsız oluyorduk. "Bu ihtilalcilerin canına okuyacağım" diyordu. Korkumuzdan 'konuşma' da diyemiyorduk. Sert bir adam.

Neyse, İhsan Kızıloğlu geldi, kampı geziyor. Mehmed Kayalar bizi aldı, orada banklara oturtturdu. İhsan Kızıloğlu bize doğru gelirken, Mehmed Kayalar ağabey bize "atın ayağınızı ayağınızın üzerine" dedi. "Nasıl" diyecek olduk, sert bir şekilde" "atın ayağınızı" dedi. Ayak ayak üzerine attık. Herkes ayakta.. biz oturmuş ayak ayak üzerine atıyoruz, Mehmed Kayalar ağabeyin korkusundan..

Neyse, ertesi gün onu yanımızdan aldılar, sevindik yani..Ayrı bir odaya onu koydular. Şerafettin Kartal var, şimdi Kütahya'da.. O da orada astsubay. Onu da Mehmed Kayalar'a hizmetkar verdiler. İşte Şerafettin bey orada nur talebesi oldu.

Not: Sivas kampıyla alakalı merhum hocamızın hatıraları için bakınız; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s:181-191 Zafer Yayınları, İst. 2013

*Eski büyüklerin bir sözü var; "Dedesi haram yer, torununun dişi kamaşır" Enteresan bir ifade.. Yani, dedesi haram bir şey yer de, onun zararlı tesiri, torununa kadar ulaşır.

* "Öyle de çok zahirî musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur." (Lem'alar, s:12) Gelen musibetler günahlarımızı eritiyor, götürüyor yani. Bir gün, Peygamberimizin evinde yanan çıra söndü. Peygamberimiz(aleyhissalatu vesselam); "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe; "bu da bir musibet midir ki, böyle söyledin" deyince, buyurdu ki; "Ya Aişe, mümin neden müteessir olursa, o musibettir."

Mesela bir mümin cebinde anahtarını arasa, 'burada mıydı, burada mıydı' derken, o anki telaşından günahlarından bir kısmı erir. Yani mümin neden incinirse, günahlarına kefaret olur. Mesele mümin olmak, mesele o..

Not: Merhum hocamızı te'yiden Riyazü's Salihin'den şu hadisi nakletmeyi istedim; "Bir müslümanın vücuduna batan bir dikenden en ağırına kadar hiç bir musibet yoktur ki; Allah bu sebeble onun kusurlarını örtmüş ve günahlarını bağışlamış olmasın. Ağacın yapraklarının döküldüğü gibi o müslümanın günahları da öylece dökülür." (Buhârî, Merda 13, Müslim, Birr 45)

*Mesela Süleyman efendi'nin talebelerinin Londra'da Kur'an Kursları var. Bu ne demek yani. Dünyanın her yerinde var yahu. Allah'ın lütfu keremi..Allahu Teala bu cemaatleri payidar etsin. Tabii İslamiyet cemaatlerle yaşar. Münazarat'ın başında "hükümete mükümete bırakılmaz" diyor. Bu hizmetleri biz yapacağız. Her şeyi hükümetten beklemek olmaz ki yani..

* Benim babamın bir teyzesi vardı. Seneler evvel vefat etti. Bir gün köye onu ziyarete gitmiştim. Hal hatırını sordum; gözleri sönmüş. Kaç tane hastalığını saydı falan. Tesbihi de elinde öyle muhkem tutmuş ki.. Onu dinledikten sonra dedim; "bu halinden dolayı nasılsın Allah'la?" "Hocam, ben bunları Cenab-ı Hak'tan bir hediye olarak telakki ediyorum" dedi. Allah Allah.. Öyle baktım; Ahirete öyle bir hazırlanmış ki.. Şöyle aklıma geldi; hani bir kız gelin olur da, efendisinin, beyinin evine gitmek için çeyiz filan hazırlar ya, çeyizle meşgul olur ya, bu da öyle bir gelin gibi çeyizle meşgul, gidip ahirette sevdiğini bulacak gibi geldi bana.. İman başka ya, tabi..

*Derler ki; Hz. Allah(cc.) Hz. Adem'in(a.s) cesedini yaratmış ta, cesed kırk gün kalmış. Kırk gün kalması kitapta var da, şu geri kalanı ben büyüklerden duymuşum; Orada kırk gün kalmış da, otuzdokuz gün üzerine gam yağmuru yapmış, bir gün de sürur yağmuru yağmış derler. Otuz dokuz gün gam, bir gün de sürur(sevinç). Dünya işte bu yani..

Hani adamın bir tanesi öyle demiş;

"Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?

Ta ezelden gam toprağıyla yoğrulmuş bir bedendir bu."

*Dünya böyle kederli, gamlı iken, üstelik bizi sevmez iken, biz ondan kopmak istemiyoruz... O bizi sevmiyor değil mi? Sevmiyor, bu kati. Dünya ta yaratıldığından beri sanki bir gelin gibi bezenmiş, kuşanmış, ziynetlenmiş, taranmış, yıkanmış orada duran bir gelin gibidir ki, herkese el ediyor, ama kimseyle zifaf ettiği yoktur. Herkesi böyle aldatıyor. Şimdi, dünya bize böyle bakıyor. Ya bir de dünya bizi sevse, o zaman ne olurdu bilir misiniz? Kimse Cennete gidemezdi.

Not: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Nükteler adlı eserinde dünya için aynı minvalde şöyle demiştir;

 "Dünya süslü, bezekli bir gelin gibi herkesin yüzüne gülmüş, fakat kimseyle evlenmemiştir. Dünyanın bu keyfiyetini anlayan zatlar, ona yüz vermemişlerdir." (Mehmed Kırkıncı, Nükteler, s:50, Cihan Yayınları, İst. 1990) 

 Merhum Namık Kemal bey de şöyle demiş; "Ne hikmetse, bu kadar insan gördüm; içlerinden hiçbiri dünyadan hoşnut değil, hiçbiri de dünyadan gitmek istemez."  

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÜNÜN HADİSİ

Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"

Müslim

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI