Cevaplar.Org

RÄ°SALE-Ä° NUR VE MÄ°SYONU-4

Risale-i Nur kendisini tarikattan çok hakikat ve şeriat olarak tarif eder. Fakat, ister hakikat olarak isterse doğrudan şeriat olarak kabul edilsin Risale-i Nur da bir yoldur, bir metotlar bütünüdür. Bu açıdan da aynen tarikatların kullandıkları hakka vasıl edici vesileleri o da kullanmak durumundadır. Cehri ve hafi tarikatların kendileri için tespit ettikleri, birbirini takiben atılan adımları olduğu gibi Risale-i Nur yolunun yolcuları için de tespit edilmiş bazı hatvelerin, bazı adımların olması kaçınılmazdır


2017-04-17 16:33:35

Risale-i Nur kendisini tarikattan çok hakikat ve şeriat olarak tarif eder. Fakat, ister hakikat olarak isterse doğrudan şeriat olarak kabul edilsin Risale-i Nur da bir yoldur, bir metotlar bütünüdür. Bu açıdan da aynen tarikatların kullandıkları hakka vasıl edici vesileleri o da kullanmak durumundadır. Cehri ve hafi tarikatların kendileri için tespit ettikleri, birbirini takiben atılan adımları olduğu gibi Risale-i Nur yolunun yolcuları için de tespit edilmiş bazı hatvelerin, bazı adımların olması kaçınılmazdır.

Tarikatlar, aşkı vesile/ yol edinirler. Bu vesile ile, cehri tarikler yedi hatvede diğerleri ise on hatvede Hakk'a vasıl olurlar. Risale-i Nur, vesilelerin adedini dörde yükselterek herkesin istidadına uygun bir vesileye tutunmasının yolunu açar. Bu vesilelerden her biri kişiyi Hakk'a götürücü bir yol işlevi görür. Acz, fakr birer yoldur, insanı Rahman ismine ulaştırır. Şefkat bir başka yoldur; o da insanı Rahim ismine vardırır. Tefekkür de bir başka yoldur, o da insanı Hakim ismine kavuşturur. Risale-i Nur baştan sona bu isimlere ulaştırıcı vesilelerin öğretileriyle doludur. Hangi yol kullanılırsa kullanılsın, kişi bu yolda dört hatvelik merhale sıçramalarına tabi tutulur. Risale-i Nur bu hatveleri doğrudan isimlendirmez. Fakat her birine ser levha yaptığı ayetlerin yorumuyla elde edilecek hal ve keyfiyetleri resmeder.

Birinci hatveye, "Nefislerinizi tezkiye etmeyin, temize çıkarmayın" (Necm Suresi, 53/32) ayeti işaret etmektedir. Bu bağlamda bir insan, kendini kusurlu görüyor, hatalarını sahipleniyor, yanlışlarını itiraf edebiliyorsa, birinci adımdan elde edilen sonuçlara ulaşmış demektir. Bu aynı zamanda o kişiye ait kulluk baremini de ele verir. Kendi benliğinde potansiyel olarak var olan, kendini beğenme, kendini sevme, kendi hevasını ilah edinme gibi arızalardan kişi arınmış ve bütün bu arızalarını fazilete dönüştürerek, kendisine yönelik sevgisini, beğenisini, tapınmasını Rabbine yönlendirmiştir.

İkinci hatveye, "Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın" (Haşir Suresi, 59/19) ayeti işaret etmektedir. Bu hatveye ulaşmış bulunmanın göstergesi ise, insanın yaptığı hiçbir salih amel karşısında maddi manevi, dünyevi uhrevi herhangi bir beklentiye girmemesi halidir. O, kendisine düşen bütün kulluk vazifelerini en ince teferruatına kadar ifa etmek hususunda vazifesini müdrik olmakla birlikte, mükafat söz konusu olduğunda kendi varlığını ve bütün yaptıklarını unutma mevkiindedir. Yani, vazifeyi sahiplenmede en önde, mükafatı sahiplenmede ise en gerilerdedir. Bu kişi ilahi uyarılar karşısında da sürekli uyanıktır. Ölümü düşündüğünde, ilk önce kendi ölümünü düşünür; uhrevi cezaları hatırlama söz konusu olduğunda bu kişi ilk dersi kendi nefsine çıkarır.

Üçüncü hatveye, " Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir" (Nisa Suresi, 4/79) ayetiyle işaret edilmektedir. Bu hatveye ulaşmış kişi, iyi bir kader okuyucusu demektir. Külli ve umumi bir prensibin sahibidir: Kendisinde ne kadar güzellik, iyilik, hayır varsa bunların hepsi ona Cenab-ı Hakkın bir ihsanı ve armağanıdır. Kendisinden sadır olan bütün kötülük ve çirkinliklerin kaynağı ise kendi nefsidir. O, Cenab-ı Hakkın kendisine yaptığı ihsanlar karşısında sürekli şükür halinde, başına gelen bela ve musibetler karşısında ise sürekli istiğfar halindedir. Kendini beğenme, kendiyle övünme gibi arızalar ondan çok uzak olduğu gibi, kaderden şikayet, kaderi tenkit gibi arızalar da ondan çok uzaklardadır. Bu hal ve keyfiyet, bir bakıma geleneksel tasavvuftaki rıza mertebesine tekabül etmektedir.

Dördüncü hatveye," O'nun veçhi dışında her şey helak olucudur" (Kasas Suresi, 28/88) ayeti işaret etmektedir. Bu hatveye ulaşmış kişi, hem kendi varlığına hem de bütün yaratılmışların varlığına manay-ı harfiyle bakar, manay-ı ismiyle bakmaz. Yani her şey kendine bakan cihetle yoklukla eş anlamlı bir keyfiyettedir. Ancak Cenab-ı Hakkın varlığıyla irtibatı noktasında gerçek bir var oluştan söz edilebilir. İnsan bütün varlığını, bütün mahiyetini işte böylesi bir varlık- yokluk testine tabi tutarsa ancak o zaman bir mana ve anlam kazanır. Cenab-ı Hakk'la olan irtibatını, kendisini sıfırlama noktasında gerçekleştirebilirse hakiki kıymet ve değerine ulaşır; kendinde varlık iddia ettiği nispette de kıymet ve değeri düşer, büyük bir değer kaybına uğramış olur. Böylesi bir şuura ulaşmak ve bu şuuru hayatın bütününe tatbik etmek keyfiyeti, bir bakıma geleneksel tasavvufun hiçlik/ adem-i mahz/ adem-i mutlak makamı dediği hale tekabül etmektedir.

Özellikleri, hususiyet ve meziyetleri ne kadar anlatılırsa anlatılsın, sonuçta her bir hatveyi anlamak, anlamlandırmak ve yaşamak ancak hali ve vicdani bir süreçtir. Herkes bu hali ve vicdani meseleyi kendi istidat ve kabiliyeti ölçüsünde idrak eder ve yaşar. Her karakterde bu hatveler şahsa özel semereler verir.

Bazı istidatlar, bu yollardan (acz, fakr, şefkat, tefekkür) yalnız biriyle yolculuğunu sürdürerek bu hatvelerde belirlenen hallerle hallenirler. Bazıları istidadına göre iki, üç ve dört yolu birden kat ederek bu hatvelerin semerelerini elde etmiş olurlar. Bunlar Cenab-ı Hakkın fazlı ve ihsanıdır; O dilediğine, dilediğini, dilediği kadar ihsan eder. 

Risale-i Nur, insanı terbiye etme ve eğitmede bu yolun daha geniş bir cadde olduğunu savunur. Kıyaslamayı ise mevcut tasavvuftaki verilerle yapar. Tecrübi tasavvufun kırk elli seneye yayarak gerçekleştirmeyi tekeffül ettiği terbiyeyi, Risale-i Nur, iyi bir okuyucusu için bir senelik sürede tekeffül eder; bunu da mevcut yetişmiş insanların varlığını göstererek kanıtlar.

Hali ve vicdani bir meseleyi, ilmi ve nazari alana çekip tahlil etmek ne kadar isabetlidir, her zaman münakaşası yapılabilir. Fakat vakadan yola çıkarak elde edilen sonucu tahlil etmemiz ve bunu da belli bir metoda bağlamamız her zaman mümkündür. Bu sözlerle şunu demek istiyorum: Risale-i Nur'un tekeffül ettiği terbiyeyi, mevcut uygulamalı pedagoji kriterleriyle ölçmek; hatta Risale-i Nur'un terbiye metodunu böylesi pedagojik formasyona dönüştürmek ve bunları her yerde, herkese uygulanabilir kılmak ne kadar mümkündür; bu mutlaka uzun tartışmaları gerektiren bir husustur; başarılı olunup olunamayacağı ise ancak bu ilmi tartışmalarda elde edilecek verilerin uygulanabilirlik ve hayata döndürülebilirlik oranıyla doğrudan alakalıdır.

Fakat, pratikte ve reel olarak gözlemlenen bir başarı vardır. Bu başarı, mevcut şartları koruyarak hem Türkiye'de hem de dünyanın diğer bütün ülkelerinde yaygınlaştırılabilir. Çünkü Risale-i Nur, şahıs merkezli değil ilke merkezli bir çalışma tarzıdır. Bu eserlerin müellifi olan Bediüzzaman Said Nursi dahi kendi kişiliğini veya şahsi dehasını ortaya koyarak bu hareketi başlatmış değildir. O da kendisini Risale-i Nurun bir talebesi olarak tarif etmiş ve Risale-i Nurun muhtevasını doğrudan Kuran'a bağlamıştır. Bu aidiyetin tescilinde de ömrünün sonuna kadar ısrar etmiştir.

Böyle olunca da Risale-i Nur, manevi bir şahsiyete bürünmüş, her seviyedeki insanın onun irşadını kabullenmesinin yolu açılmıştır. Şahsiyet, enaniyet, benlik, kendini beğenmişlik gibi bazı şahıslarda bulunması mümkün insani zaafların hiç biri bu manevi şahsiyet için söz konusu olmadığından, muhataplarının istifadelerine mani bu tür engeller tamamen bertaraf edilmiştir.

Rsale-i Nurun hedef kitlesi, hiçbir ayırıma gitmeden herkestir. Hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun Risale-i Nur'un irşadına muhatap olmayacak hiçbir insan yoktur. Bu insan, erkek olsun kadın olsun, zengin olsun fakir olsun, genç olsun yaşlı olsun, alim olsun cahil olsun, dinli olsun dinsiz olsun, hasta olsun sağlıklı olsun mutlaka Risale-i Nurun doğrudan ve özel anlamda kendisine bakan bir yönünü bulur ve Risale-i Nurun ona olan bu hususi teveccühünün öğretilerinden istifade eder. Risale-i Nur musibetzede kitleyi de ihmal etmez, onları da irşat halkasına dahil eder. Özellikle, çeşitli sebeplerle hapse girmiş insanları, terbiye ve teselli adına Risale-i Nur birinci elden sahiplenir; tesirli uyarılarıyla onların madde planındaki kayıplarını manevi zengin kazanımlara çevirir.

Mevcut haliyle ve gerçekleştirdiği yaygın eğitim modeliyle Risale-i Nur mutlaka pedagog, psikolog ve eğitimcilerin araştırma alanı olmalı; aynı eğitim modelinin örgün eğitime de dahil edilmesinin çareleri bulunmalıdır. Bu başarılabilirse, sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın yeni bir eğitim modeline uyanacağı şüphesizdir; bu uyanış aynı zamanda yeni bir medeniyete uyanış anlamına da gelecektir.

Bu gerçeği de nazara alarak söylüyoruz ki, Risale-i Nurun eğitim metodunun , örgün eğitim sistemine dahil edilmesi vakası, aynı zamanda bir medeniyet çalışmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, böylesi bir çalışmanın sadece bazı sivil inisiyatiflere bırakılamayacağı açıkça görülür. Başta devletimiz olmak üzere bu çalışmalara devletler düzeyinde sahip çıkılmalı, insan ve medeniyet merkezli çalışma yürüten dünya ölçekli örgütlere bu çalışmaların organizasyonunda yer verilmelidir.

Risale-i Nur, tefekkür ve düşünceyi esas edindiğinden, her türlü bilimsel ve teknolojik açılımlara açıktır. Dinin sabit doğrularından ve ilkelerinden taviz verilmediği sürece, bilim ve teknolojinin her türlü açılımı Risale-i Nur'dan destek görür. Her bilim dalı neticede bizi Cenab-ı Hakkın konuyla ilgili bir ismine taşır; her teknolojik gelişme konuyla ilgili bir peygamberin mucizesine komşu yapar.

Risale-i Nur, Hristiyanlıkta adeta bir kült haline getirilen kötülük anlayışını (zenb-i asli) tamamen ret eder. İnsan doğuştan günahkar ve kötü değildir; tam aksine masumdur, iyidir. Kainat düzeninde, hayırlar, iyilikler asıl, şerler ve kötülükler ise arızidir. Bu sebeple de her insan, insan olarak muhteremdir. Hürmete, sevgiye ve şefkate layıktır.

Risale-i Nur'un ana ilkelerinden biri olan şefkat olgusu, günümüz insanının yaşadığı her türlü şiddet kaosunun da yegane reçetesidir. Dünyayı kana boğan savaşlar duracaksa ancak şefkat ilkesini hayata rehber edinme sayesinde duracak; şiddetten beslenen terör olaylarının son bulması da yine aynı ilkenin rehberliğinde gerçekleşecektir.

Risale-i Nur, kişinin insani kıvama ulaşmasını acz ve fakr ilkeleriyle pratiğe döker. Kendisini aciz ve her an Cenab-ı Hakkın yardımına muhtaç gören bir anlayışla yetişen her fert, içindeki kibir, gurur, başkalarını küçük görme gibi süfli duygulardan kurtulur; bu kurtuluş onu aynı zamanda adaletli davranmaya sevk eder; o hiç kimsenin hakkını çiğnemez, haksızlığa asla meyil etmez. Hatta daha öncesinde birkaç insan öldürmüş cani yapılı insanlar bile, Risale-i Nur'un teklif ettiği acz, fakr, şefkat ve tefekkür yollarında mesafe kat ettikçe öylesine bir ruh inceliğine ulaşır ki, artık o bir karıncanın bile gönlünü incitmemenin çarelerini arar olur. Kendisine zararı dokunan haşaratın dahi öldürülmesinin caiz olup olmadığının derin derin muhasebesini yapar. Bu çerçevede söylediklerimiz, ütopik anlatımlar değil, yüzlerce, binlerce örneği görülmüş vakalardır.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

3, Kadir

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Alî b. Ebî Tâlib (r.a.)'dan :

"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem'deki yerine hazırlansın."

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI