Cevaplar.Org

SOSYAL BARIŞIN TEMİNİ VE GÜVENLİĞİN TESİSİ-1

İslâm’da sosyal barış ve güven, Allah’ın büyük bir lütfu olarak ilan edilir. Aşağıdaki âyetler, bu hakikatin altını çizmektedir:


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2017-03-21 16:55:02

İslâm'da sosyal barış ve güven, Allah'ın büyük bir lütfu olarak ilan edilir. Aşağıdaki âyetler, bu hakikatin altını çizmektedir:

"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın!. Allah'ın size olan lütuf ve nimetini hatırlayın!. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz, O gönüllerinizi birleştirmişti. Onun nimeti / lütfü sayesinde artık kardeş olmuştunuz. İşte Allah âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız."(1)

"Kureyş'e ticaret alışkanlığı kazandırdığı, kışın ve yazın –ticaret için- yaptıkları yoluculukta onlara güvenli bir ortam sağladığı için olsun, bu ev'in (Kâbe'nin) Rabbine ibadet etsinler. O Rab ki, onları açlıktan doyurdu ve korkudan kurtararak, güvenliğe kavuşturdu."(2)

Bediüzzaman hazretleri, yine aynı konuda "Bu milletin âsayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve biçâre hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım"(3) diyerek eşsiz bir fedakârlık örneğini göstermekte ve Risale-i Nur adlı külliyatı ile insanları anarşilikten kurtarmaya ve sosyal barışı tesis etmeye çalıştığını şu cümlelerle ifade etmektedir: "Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi/sosyal hayatı, bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lazım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tespit ve tahkim ederek/sağlam bir şekilde yerleşltirerek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-ü nâfi/yararlı bir uzuv haline getirmesidir."(4)

Bediüzzaman'ın sosyal barış için söz konusu ettiği temel esaslar, şöyle açıklanabilir:

1. Hürmet: Din, vicdan ve düşünce özgürlüğü gibi evrensel insanî değerlere saygı.

Aileden devlete kadar, toplumun bütün kurumlarında insanı insan yapan bu fıtrî duyguların tatmin edilmesi, kişilerdeki ruhî gerginliğin asgariye inmesine vesile olacaktır.

İslam'ın getirdiği din ve vicdan özgürlüğü, bu gün modern dünyamızın hâlâ hasret duyduğu ve oraya ulaşmak için çırpınıp durduğu bir noktadadır. Mesela, kendilerine kitap gönderilen (Hıristiyan ya da Musevîlerden) bir kadınla evli olan bir Müslüman erkek, aynı yuvada yaşamalarına rağmen, İslâm dinine girmesi konusunda eşini zorlayamaz. 

Bu asırda streslerin ve psikolojik davranış bozukluklarının önemli bir sebebi, iki yüzlü karakterin oluşmasına yol açan, (fert ve toplum bazındaki) istibdat ve tahakkümlerdir, zorbalıklar ve zorlamalardır. Fertler, eğer din, vicdan ve düşünce özgürlüğüne sahip olursa, bu onların hoşgörü, diyalog, anlaşma, katlanma ve uzlaşma arayışlarını kolaylaştıracağından, kişilik bozukluğuna sebep olan ikiyüzlü davranışlar görülmez. Bu da toplumda huzur ve asayişin teminini kolaylaştırır. Bu sebeple fertlerin irşadı, eğitimi ve öğretimleri sırasında, muhatabın görüşlerine saygı duyulmalı; aktarılan hususlar, o kişilere "tek doğru" şeklinde takdim edilmemelidir. Bu da, mürşit ve eğitimcilerin, irşat ve talim ekseninde esnek olmalarını gerektirir. "Esnek tavırlar" bilgisizlikten kaynaklanmadığı ve tereddütlere yol açacak aşırılığa kaçmadığı sürece, kendi gösterdiği yolun dışındaki bütün yolları kapatan katı tavırlardan daha sempatik ve daha etkindir. Üslubunu yerine göre ayarlayamayan kimse, irşat yerine ifsat eder. İnsanın her söylediği, elbette ki doğru olmak zorundadır, ancak her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Hastanın hastalığını anlamak, uygun bir ilaç seçmek ve o ilacın dozunu ayarlamak, ancak iyi hekimlere mahsus bir iştir. 

Bediüzzaman, doğruların (tek yol görünse bile) bir tek olmadığını açıklarken çok güzel bir misal ortaya koyar. Mesela: Bir hasta var ki, ona su vermek, onun için ilaç yerine geçer. Bu yüzden, o hastanın su içmesi tıbben vaciptir. Fakat aynı su, diğer bir hastaya çok zarar verir, âdeta onun için bir zehir olur. Bu yüzden, tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir, tıbben ona mekruhtur. Aynı su, başka bir hastaya da, zararsız menfaat verir, afiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. Görüldüğü gibi hak, burada taaddüt etmekte, çeşitlilik göstermektedir. "Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur" denebilir mi?(5)

Dipnotlar

1-Al-i Ä°mran, 3/103.

2-KureyÅŸ, 106/1-4.

3-Nursi, Emirdağ Lahikası, I/30.

4-Nursi, Åžualar, 349.

5-Nursi, Sözler, 485-86

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Nâziât, 37-38-39

Azana ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Sizden biriniz, kendisi için sevdiği şeyi (mü'min) kardeşi için de sevinceye kadar kamil mümin olmaz.

250 Hadis, s.148

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI