Cevaplar.Org

ÇAĞIMIZDAKİ İRŞAT METODU

Bir mürşidin, çağının gereklerini ve kültürünü göz önünde bulundurmadan başarılı olması mümkün değildir. Teknolojinin baş döndürürcü bir hızla geliştiği, toplumların ekonomik ve kültürel yapılarının globalleşme ile entegre olduğu çağımızda, mürşitlerin de işleri zorlaşmıştır


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2017-01-23 16:17:53

Bir mürşidin, çağının gereklerini ve kültürünü göz önünde bulundurmadan başarılı olması mümkün değildir. Teknolojinin baş döndürürcü bir hızla geliştiği, toplumların ekonomik ve kültürel yapılarının globalleşme ile entegre olduğu çağımızda, mürşitlerin de işleri zorlaşmıştır.

İrşat, Siyaset Üstü Olmalı.

İrşat görevini üstlenen, dine hizmeti esas alan insanların siyasi bir faaliyette bulunmaması gerekir. Çünkü siyaset yapısı itibariyle "Biz ve Onlar" şeklinde bir taksim yapar . Her kesimden insanları kucaklayamaz. Oysa, din herkesin ortak malıdır. Evrensel ahlâkî değerler, bütün insanlığını ortak değerleridir. Bu sebeple irşat hizmetleri siyaset üstü olmak durumundadır.

Yaşadığımız çağda, Allah için sevmeyi ve Allah için buğz etmeyi / sevmemeyi(1) emreden Rahmanî düstûr yerine, siyaset için sevmeyi ve siyaset için buğz etmeyi/ haklı haksız yanlarına bakmaksızın siyasetteki yandaşlarını sevmeyi, olmayanlardan nefret etmeyi telkin eden şeytâni prensibin hâkim olduğu(2) bir vakıadır.. Bediüzzaman Said Nursî: "Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" demektedir. Bu sözün altında yatan sebep, hakkın hatırını bir kenara iterek, sırf menfaat üzerine dönen siyasetin hatırını esas alan bir düşüncenin varlığıdır. "Dünyanın siyasetine niçin bu kadar lakaytsın?. Yoksa korkuyor musun?" diye soranlara da şunları söyler:

"Kur'an-ı Hakim'in hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden menetti. Hatta düşünmesini de bana unutturdu. Yoksa sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı, korku elimi tutup men edememiş ve edemiyor. Belki hizmet-i Kur'an, beni hayat-ı ictimaîye-i siyasîyeden men ediyor... Şöyle ki: Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'an'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufunetli / pis bir çamur içinde kafile-i beşer / insanlık âlemi düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtalar bulmuş. Bir kısm-ı ekserisi, o ufunetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor... Düşerek kalkarak gider, ta boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufunetli, pis olduğunu hisseder, fakat mütehayyirdirler / şaşkın durumdadırlar, selametli yolu göremiyorlar.

İşte bunlara karşı iki çare var: Birisi: Topuz (siyaset) ile o sarhoş yirmisini ayıltmaktır. İkincisi: Bir nur göstermekle mütehayyirlere selamet yolunu irae etmektir / göstermektir.

Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki o biçare ve mütehayyir seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam: "Acaba nurla beni celbedip / kendi yanına çekip, topuzla dövmek mi istiyor?" diye telâş eder. Hem de bazen arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.(3)

 Bu ifadelerden hiç kimsenin siyaset yapmamsı gerektiği bir hususu anlamamak gerekir. Bilakis, siyaesieti şahsi menfaat ve kaprisleri için kullanan ve bu sebeple de doğruları sırf kendi yandaşlarına hasreden ve yalan-dolan üzerinde yürüyen bir politikayı anlamak gerekir.

b. İman Esasları Öncelikli Olmalı

Çağımızda, irşat görevini üstlenen müslümanların en büyük vazifesi, fen ve felsefeden gelen ve imân esaslarını zedeleyen dalâlete karşı tedbir almak ve insanların imânlarını korumak ve kurtarmaya çalışmaktır. Çünkü mürşit olanlar birer hekimdir, hastalığı iyi teşhis etmek ve âcil durumlara müdahale etmek zorundadır. Çağımızın en büyük mânevî hastalığı, pozitivist fen ve materyalist felsefeden kaynaklanan sapıklık ve inançsızlık vebasıdır. Bu materyalisy felsefeyi tek doğru kabul edenler, çok tutucu bir tavır sergilemişlerdir. Bu maddeci felsefenin ağına takılanlar, aşağıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere bir gericilik ve tutuculuk örneğini ortaya koymuşlardır:

"Onlara: 'Allah'ın indirdiklerine uyun!.' denildiğinde, derler ki: 'Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız!.' Şâyet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmış olsa da mı?(4)

"Ne zaman onlara: 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar: 'Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. Peki, ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış olsalar da mı?"(5)

Tedriciliğe Riâyet Edilmeli

İslam'da geçerli olan "tedricilik prensibi" irşat ve tebliğe de yansıtılmalı, muhataplar, hatalarından ya da kötü huylarından vazgeçmeleri konusunda sıkboğaz edilmemelidir. İrşat edilecek her bir insana, toprağa atılan bir çiçek tohumu gözüyle bakılmalıdır. Bilindiği üzere bir tohum, toprak altında iken önce çatlar, daha sonra filiz verir. Bu filiz, yavaş yavaş büyüyerek gün ışığına çıkar. Daha sonra da, toprak üstünde serpilmeye başlar. Filizin büyümesindeki bu tedriciliğe kulak asmayıp, onun bir an önce büyümesi ve boyunun uzaması için çekilecek olursa, filiz kökünden kopar, bir daha da yeşermez.

Hasta olan bir insanın iyileşmesi için takdir edilen ilaç, günlere ve saatlere göre taksim edilir. O hastanın bir an önce iyileşmesi için, ilacın tamamı aynı anda verilirse, o hasta ölür.

Tedricilik kuralı, Kur'an için de geçerli kılınmış ve mesela içki, üç ayrı emirle (tedricen, adete ikna edilerek) yasaklanmıştır. İlâhî hükümleri geçici de olsa rafa kaldırmaya hiç kimsenin ne haddi, ne de salahiyeti vardır. Ancak, zaman ve zeminin durumunu göz önünde bulundurmak ve söyleyeceklerini buna göre ayarlamak, muhatabın ihtiyacını okumaya çalışarak, ona göre bir sıralama yapmak, yani tebliğ ve irşatta tedriç prensibini uygulamak, feraset sahibi bir mürşidin göz ardı edemeyeceği bir husustur. Kaldı ki, muhataplar arasında, niyeti halis olmayan kimseler de bulunabilir. Bunlar en güzel bir hakikati bile bazen ters anlar ve damarına dokundurur. Bu da alerjiye sebep olur ve ters tepki uyandırır.(6)

"Vazifesi, halkı irşat etmek ve onları Allah yoluna davet etmek olan kimseler ile, fetva vermek ya da helâl-haramın ahkâmını halka beyan etmek için çalışan kimseler arasında bir fark gözetmek lazımdır. Davetçinin çalışması, geniş kapsamlı, kucaklayıcı bir hedefi gerçekleştirmeye yöneliktir. İnsanları hak ve hakikate karşı uyarıp uyandırmak, kalpleri gerçeklere yönlendirmektir. İşi helâl-haram çerçevesinde şer'i hükümlere bağlamak ise, bu büyük gayenin yalnız küçük bir parçasıdır. Bu sebeple mürşitler, kendilerini "müftü" ya da "hoca" gibi dar kalıplar içerisine hapsetmemeli ve problemlerin çözümünde, esnekliğe müsait olan geniş bir yol takip etmelidirler.

Mürşitlerin maslahata göre hareket etmesi anlamında kullandığımız "Esneklik" ifadesi, onların helâl ve haram hükümlerle oynaması veya o hükümlerde bir takım değişiklikler yapması demek değildir. Çünkü kesin olarak belli hükümlerle oynama hakkı, hiç kimseye verilmemiştir. Ancak olgun bir mürşit, muhatabı olan insanın bir anda bütün saplantılarından kurtulmasının zorluğunu takdir etmeli ve onu hikmetle yönlendirmelidir. Tüm problemleri bir anda muhatabın karşısına çıkarmamalı ve yükün tamamını birden o zayıf omuzlarına yüklememelidir.

M. Said Ramazan el-Bûti, bu konuya açıklık getirmek için, başından geçen bir olayı şöyle anlatır: "Uzun müddet devam eden yanlış bir hayat devresinden sonra, üstüne başına daha kapalı elbiseler giymesine sevindiğim genç bir kız yanıma gelip: 'Tam örtünmediğim müddetçe, Allah'ın hiç bir ibadetimi kabul etmeyeceği hususu doğru mu?' diye sordu.

Ona şu cevabı verdim: 'Şuna kesinlikle inanmalısın ki; eğer Yüce Allah, senin için hayır ve muvaffakiyet dilemeseydi, imân yolunu senin için kolaylaştırmazdı. Onun rızasını kazanmayı arzu ederek çalıştığın müddetçe, bu adımları gerçekleştirmen için sana yardım eden Allah, bu yaptıklarının karşılığını eksiksiz verecektir. Ayrıca şuna da inanmalısın ki; Allah'a yönelip O'nun emirlerine uymayı ne kadar artırırsan, Allah da senin mükâfatını, hidâyetini ve dünya ile âhiret mutluluğunu o nispette artıracaktır!.'

Bu sözlerimle, Allah'ın kelâmından bir şey değiştirmiş değilim. Lakin şer'i hükmü harfiyyen zikretmekten başka bir şeyle ilgilenmeyen müftünün yaptığı gibi yapmadım. Benim alanım başka, onunki başka. O genç hanıma, en kısa zamanda eksikliklerini tamamlamadığı takdirde kendisini bekleyen azabı hatırlatmaktan çok, Allah'ın kendisini muvaffak kıldığı hususlara gıpta etmesi için gayret ettim."(7)

Dipnotlar

1- Ebu Dâvud, e's-Sunna, 3.

2-Nursî, Kastamonu L., 122-123.

3-Nursî, Mektûbat, 48-49.

4-Lokman, 31/21.

5-Bakara, 2/170.

6-Nursî, Mektubat, 265.

7-el-Bûtî, 69-70.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İnsanların en fenası, birine ayrı, diğerine de ayrı görünen iki yüzlü insanlardır.

Seçme Hadisler, 101

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI