Cevaplar.Org

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-2.Bölüm

Seyyid Ahmed Şerif’in Hareketin Başına Geçmesi-1902 Seyyid Mehdi’nin vefatı harekette bir sarsıntıya sebeb oldu. Bizce bunun iki temel sebebi vardır;


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-11-14 10:01:02

Seyyid Ahmed Şerif'in Hareketin Başına Geçmesi-1902

Seyyid Mehdi'nin vefatı harekette bir sarsıntıya sebeb oldu. Bizce bunun iki temel sebebi vardır;

1-Kendisi kabul etmemesine rağmen birçok Senusi müntesibi onun ahirzamanda beklenen 'Mehdi' olduğuna inanmışlardı. Seyyid Mehdi'nin Fransız güçlerinin ardı kesilmez saldırıları sırasında aniden vefatı bir kısım insanlarda büyük bir hayal kırıklığına sebeb oldu.

2-Kendisi yerine halef bırakmamıştı. Nicola A. Ziadeh şöyle diyor; "İlk elden ulaştığımız kaynaklara göre Seyyid Mehdi'nin kendisinden sonra yerine geçecek halifesini bizzat tayin etmediği bir gerçektir. Bu tutum nedeniyle, onun irtihali sarsıntı oluşturdu."

E. Evans Pritchbard da bu konuda şunları yazıyor; "Seyyid Mehdi'den sonra liderlik beklentisinde olanların çoğalması, rekabet ortamının doğması, kimin lider olacağı konusunda bir belirsizliğin oluşması ve bazı çıkar çatışmalarının yaşanması da siyasal yapının zayıflamasına sebeb olmuştur."

Senusi ananesi olarak Senusilerin başına geçmesi gereken kişi Seyyid Mehdi'nin büyük oğlu Seyyid İdris'ti. Ama kendisi henüz 12 yaşında bir çocuktu ve bu ağır yükü omuzlayacak durumda değildi. Ortada Fransızlarla sürdürülen bir savaş vardı ve bu savaşta Seyyid Ahmed Şerif yeterliliğini ispatlamıştı. Ondan dolayı Senusilerin ileri gelen düşünürlerinden Ahmed Er Rifi ve Muhammed el Biskri'nin devreye girmesiyle Senusi ailesi hareketin başına Seyyid Ahmed Şerif'in geçmesini uygun buldu ve Kufra'da yapılan bir toplantının sonunda bu karar ilan edildi.

Şeyh Ahmed Rifi, Büyük Senusi'nin dava arkadaşı, Seyyid Mehdi'nin danışmanı ve Seyyid Ahmed'in de hocalarından idi. Bu ağırlığından ötürü hareket içinde çok saygın bir yeri vardı. Kendisi, Ahmed Şerif liderliğini oturtana kadar bir nevi gölge lider pozisyonunda oldu.

Fransızlarla Cihadın Devam Ettirilmesi

Seyyid Ahmed Şerif, Fransız istilacı güçlerine karşı amcası zamanında başlayan cihadı devam ettirdi. O, etbaını bu konuda bilinçlendirmek için "Buğyetü'l-Musârid fi Ahkâmi'l-Mücâhid fi'l-Hass ale'l-Cihâd" adlı bir eser telif etti. Çağrısı yankı buldu ve binlerce Libyalı Allah yolunda cihad etmek için kendisine biat etti.

Öte yandan düşmana karşı işbirliği amacıyla Dağfur sultanı Ali Dinar, bugün Çad sınırları içinde yer alan Vaday beldesi sultanı Davud Mürre ile ve Mısır'daki müridleriyle irtibat kurdu. Fakat bu işbirliği düşüncesi tam olarak sonuçlanamadı.

Bu sırada Fransız tahripçi güçler güneyde ilerliyor ve Osmanlı hilafetine bağlı olan Libya topraklarını da işgal etmek istiyorlardı. O sıralar Osmanlı devleti çok zayıflamıştı. Buna rağmen devlet-i âliye, Ahmed Şerif'e bir kısım silahlar verdi.

Seyyid Ahmed, Kufra'ya Osmanlı bayrağı çekerek Fransızların buraya girmelerine engel olmaya çalıştı.

Ahmed Senusi bütün malını ve gücünü mücahitleri silahlandırmak için cömertçe bezletti. Senusi tüccarlarını da gittikleri beldelerden mücahitlere silah getirmek için teşvik etti. Onun şu sözü şöhret bulmuştur; "Benim için en önemli dost, silahla bana yardım edendir."

Silah temin etme hususunda adeta yanıyordu. Çünkü o zaman Libya'da silah azdı. Yine onun şöyle dediği rivayet olunmuştur; "Bizim indimizde dünyada silahtan ve kitaptan daha kıymetli bir şey yoktur. Silah ile sizin ve bizim düşmanlarımızı yeneriz. Kitaplarla da ilmimizi artırırız. Müslümanların en çok istedikleri şeyler bu ikisidir."

Yine şöyle demişti; "Bizim silaha ihtiyacımız her şeyden daha fazladır."

Ve tüccarlara şöyle diyordu; "En karlı ticaret, silah satış ticaretidir."

Berka'nın ileri gelenlerine gönderdiği mektuplarda onlardan silah göndermelerini isterdi. Bir keresinde onlardan 1500 tüfek göndermelerini talep etmiş ve onları Sudan'ın doğusunda Fransızlara karşı mücadele veren mücahitlere göndermişti. Bu tüfeklerin parasını da kendi özel hesabından ödemişti.

1903 senesinde bir yandan Çad'ın Garu mıntıkasında Fransızlarla çarpışırken öte yandan Vaday sultanı Davud Mürre ile irtibata geçti ve onu Fransız himayesini kabul etmekten vazgeçirdi. Fransızlar bunun intikamını altı sene sonra Çad topraklarını tamamen istila ettiklerinde aldılar ve bu ülkede bulunan Senusi zaviyelerinin tamamını yıktılar.

Vaday sultanının Senusi saflarına katılımı ile yeterli bir güç oluşturuldu ve Fransız ilerlemesi durduruldu. Bu dönemde 1906 yılına kadar Seyyid Ahmed Şerif emrindeki mücahidler oldukça başarılı oldular.

Bu tarihten sonra Fransa ileri harekâtına tekrar başladı. 1906 yılında Kavar ve Bilma'yı aldılar. Ertesi sene Ayn Kalak'ı işgal ettiler ve buradaki Senusi zaviyesi şeyhi ve Seyyid Mehdi'nin Sahrada bulunan vekillerinden Sidi Muhammed el Barrani'yi şehid ettiler. Fransızlar girdikleri her yerde direnişin sembolü olan Senusi zaviyelerini yakıp yıkıyor ve kullanılmaz hale getiriyorlardı.

1909'da yılında Vaday'ın Abaiş kentini ele geçiren istilacı güçler, Masalit'e kadar süren askeri harekâtlar düzenlediler. 1913-14 senelerinde Tibesti, Borku, Vacenka ve En Nedi düştü. Senusiler küçük çapta askeri zaferler elde etseler de, Fransız Sudan'ı olarak bilinen yerlerde siyasi hâkimiyetlerini kaybettiler.

İtalyanların Libya'ya girmesinden iki sene sonra Fransızlar Garu'daki Senusi güçlerini hezimete uğrattılar. Lakin Fransızlara karşı cihad durmadı ve Fransız güçleri Çad ve çevresindeki çatışmaları durdurmaya uzun seneler muvaffak olamadılar.

Diğer yandan Senusiler Nijer ve Cezayir'in güneyinde de Fransızlara karşı mücadele vermeyi sürdürdüler.

İtalyan Saldırısı-1911

1911 yılında Libya Müslümanlarının başına yeni bir imtihan açılacaktı. Birliğini 1871'de temin edebilmiş olan İtalya, sömürge avında çok geç kalmıştı. 20.yüzyılın başlarına kadar Afrika'da neredeyse sömürge yapılabilecek yer kalmadığından, İtalyanlar gözlerini kolay bir lokma olarak gördükleri Osmanlı Eyaleti Libya'ya dikmişlerdi. Zira Mısır İngiliz egemenliğinden olduğundan dolayı, Osmanlı devleti karadan Libya'ya yardım edemezdi ve Libya'daki Osmanlı güçleri sayıca az ve silah yönünden zayıf durumdaydı.

Aslında İtalya saldırısı seneler önceden geliyorum demişti. İtalyanlar ülkeyi fiilen işgalden önce kültürel işgal için ellerinden geleni yaptılar. Mesela jeopolitik çevreleri içinde bulunan Trablusgarp ve Bingazi ile ticari, iktisadi ve kültürel olarak ilgilendiler. Buralarda misyonerlerin idare ettiği okullar, hastaneler, ticarethaneler ve bankalar açtılar. Trablusgarp ve Bingazi'ye düzenli gemi seferleri başlattılar. Kapitülasyonlardan yararlanan tebaaları vasıtasıyla memleketin her tarafına nüfuz yollarını araştırdılar, toprak satın aldılar. Şehirlerde yetişen Arap gençleri büyük kolaylıklarla İtalyanca öğrenmekte ve İtalyan hayat tarzını daha çekici bulmaktaydılar.

Öte yandan Banco di Roma, Banco di Napoli gibi İtalyan bankaları ülke kaynaklarını sömürmek üzere iktisadi yatırımlara girişiyor ve Trablusgarp iktisadı hızla sömürge iktisadına dönüşüyordu. Maalesef Osmanlı idaresi bu kötü gidişat karşısında cüzi bazı engellemeler dışında hiçbir şey yapamadı.

İtalyanlar Libya'yı işgal etme hususunda çok istekliydiler. Ülkenin gelir kaynakları da onları tahrik ediyordu. Ayrıca Fransız ve İngilizlerin Libya üzerindeki emelleri de onları bir an önce bu toprakları istila etmeye sevk ediyordu. 

Araştırmacı yazar Ayşe Hür hanımefendi, İttihadcı kadroların Libya meselesindeki şaşkınlığı hakkında şunları yazıyor; " Roma'daki Osmanlı Askerî Ataşesi'nden İtalyanların savaş hazırlıklarına başladığı haberleri gelmeye başladığında, 1909'daki 31 Mart Olayı'ndan beri iktidarı ellerine geçiren İttihatçılar İtalyanların Trablusgarp'ı işgal edeceklerine çok ihtimal vermediler çünkü çok masraflı olacak böyle bir harekâtı milli birliğini yeni kurmuş olan İtalya'nın kaldıramayacağını düşünüyorlardı. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ise, devletler hukuku ilkelerine güveniyordu. O kadar ki, İtalyan gazetelerinde boy boy savaş haberleri çıktığı günlerde bile İstanbul'daki İtalyan Elçiliği'ndeki poker partilerine ara vermemişti."

Sonunda şartların iyice oluştuğunu düşünen İtalya 26 Eylül 1911'de Osmanlı devletine bir ültimatom verdi ve ertesi günden itibaren Libya kentlerini denizden top ateşine tutmaya ve Libya kıyılarına asker çıkarmaya başladı. Saldırı tam da Trablusgarb'taki bir tümen askerin Yemen'deki bir isyanı bastırmaya gönderildiği ve son derece başarılı bir komutan olan Trablus valisi İbrahim Paşa'nın görevden alındığı bir tarihe denk getirilmişti.

İtalyanlar 34.000 asker, 6300 at, 1050 araba, 48 adet arazi silahı ve 24 bin dağ silahı ile taarruza geçmişlerdi. Osmanlı ordusunun sayısı ise trajikti; Trablusgarb'ta 5000, Sireneyka'da 2000 bin askerden oluşan Jandarma kuvvetleri.. Ama İtalyanların hesaba katmadığı bir şey vardı; Yerli halkın mukavemeti ve Senusilerin Osmanlı ordusuyla omuz omuza çarpışmaları…

Seyyid Ahmed Senusi'nin Gayretleri

İtalyan orduları Libya'ya ayak bastıklarında Seyyid Ahmed Şerif, Senusi ileri gelenlerini ve kabile liderlerini topladı ve İtalya'ya karşı savaş konusunda onlarla meşverette bulundu.

Onlardan bir kısmında bir isteksizlik gördü ve şu sözleriyle onları cesaretlendirdi; "Allah'a kasem olsun ki, tek başıma ve şu bastonumla bile kalsam yine de onlarla cihad edeceğim."

Bir seferinde de onlara şöyle demişti; "Bu iş(işgalcilere karşı savaş) öyle bir iştir ki, meşvereti kabul etmez.(yani mutlaka yapmamız lazımdır)

Gerçekten Seyyid Ahmed büyük bir mücahid olarak İtalyan işgaline karşı dimdik durdu. Bunu en güzel Emir Şekip Arslan dile getirir; "Eğer Ahmed Şerif (rahimehullah) olmasaydı, İtalya yaptığı zulüm ve yıkımla Trablus ve Berka'yı tamamen hükmü altına alırdı.

Biz İtalya'nın ilk hücum ettiği sırada Avrupalı diplomat ve komutanların söylediklerinden birçok şey hatırlıyoruz. Bazıları şöyle demişti; "İtalya bu işi elinde tutacak ve işgali onbeş günde tamamlayacaktır." Onların en az ümitli olanları ve en az hayalcilerinden olan ve doğuyu yakından tanıyan meşhur Lord Kitchener(1850-1916)demişti ki; "İnsanların kolay bir fetih kabul ettikleri bu işte İtalyanların sandıkları zorluklardan daha fazlası var. Bu iş en az üç ay sürecektir." Fakat akıllı insanlar düşünsünler ki, onun üç ay dediği mesele tam yirmi sene sürdü. Ve İtalyanlar bu süre zarfında yüz elli bin asker ölü olarak zayi ettiler. Yaralılar ise bu sayıdan hariçtir. Aynı zamanda işgalin gerçekleşmesi için halis 300 milyon Cüneyh (Cüneyh; Mısır'da bir para birimi. 3.5 Cüneyh bir dolara tekabül ediyor yaklaşık olarak) kaybettiler. Bu hasarlar son iki senelik resmi kayıtlara göredir. İtalya'nın bu zararı Seyyid Ahmed'in cihadının meyvesi idi.

Evet, İtalya bu korkunç saldırısında rahat yiyip içemedi. Ve boğazında İslam balığından bir kılçık saplanıp kaldı. Ve bunun acısı uzun zamanlar ve asırlar devam edecektir."   

Sultan İkinci Abdülhamid han azledildikten sonraki günlerde bir Alman gazetesine şöyle beyanat vermişti; "İtalyanlar mutlaka Senusiler ve etbaları tarafından şiddetli bir mukavemet(direniş) görecekler. Onların hesapları çok yanlış ve zayiatları çok korkunç olacak. Çünkü oradaki Araplar kolaylıkla Trablus'u teslim etmezler. Osmanlı devleti de onlara yetecek sayıda silah(tüfek ve toplar) vermiştir. Ta ki mukavemetlerinde ve vatanlarını müdafaada güçlü olsunlar." 

Ünlü Türk Dostu, Fransız yazar Pierre Loti kendisine İtalya'nın Libya'ya tecavüzünü soran bir İtalyan okuyucusuna şu harika cevabı verecekti; "İtalya'nın şanlı(!) teşebbüsü hakkında fikrimi soruyorsunuz. Fakat ben hak ve şanı öbür tarafta, yani ataları tarafından kalan toprakları şaşırtıcı bir şekilde savunan Türkler ve Araplarda görüyorum.

Bunlar, ansızın saldırıya uğradıkları ve silah bakımından İtalyanlara nispetle pek hafif kaldıkları halde eski destanlarda görülen kahramanlar gibi, kendilerini top güllelerine parçalatıyorlar, bile bile ölüme koşuyorlar.

Gerçek şan ve şeref, zaten saldırganlar tarafında bulunamaz."

Seyyid Ahmed Şerif, hareketin merkezini Kufra'dan cihad mıntıkasına daha yakın olan Cağbub'a nakletmeye karar verdi. Cepheleri bölüşmek için komutanlar yanında toplandılar. Enver beye Derne cephesi, Mustafa Kemal Paşaya Tobruk cephesi, Aziz-i Mısri'ye Bingazi cephesi verildi. Diğer cephelerin başlarına da komutanları atandı ve tüm cepheler böylece ateşlendi.

Bingazi'nin 12 km doğusunda bulunan Benine, garnizon merkezi haline getirildi. Binlerce Arap, Türk kardeşlerinin yanında omuz omuza mücadele vermek ve eğitim almak üzere buraya akın etti.

E. Evans Pritchbard, savaşa gönüllü olarak katılan Türk subaylarının başarılarını şöyle anlatıyor; "Türkiye'den bu sahaya gelen güçler arasında maceracı Türk subayları dünya tarihinden ün aldılar. İtalyanlar, bu Türk subaylarının cesaret, yiğitlik ve becerilerini tahmin edemediler, küçük gördüler."

Özellikle Enver Paşa'nın bu savaştaki gayretleri unutulmaz. Seyyah-ı Şehir Abdürreşid İbrahim şöyle diyor; "Enver Paşa Hızır gibi herkesten önce yetişti, en büyük vazifeyi o gördü. Yoktan bir ordu teşkil ederek büyük ve şanlı milletimizin namus ve şerefini bütün cihana tanıttı. Milyonlarca Arabın kalbinde Paşalık unvanını aldı."

Ünlü mühtedi, mütefekkir merhume Meryem Cemile hanımefendi de aynı minvalde şöyle yazıyor; "Seyyid Ahmed eş Şerif, Enver beyin Senusilere karşı sempatisini görünce, maiyetindeki cengâverleri ile derhal ona iltihak etti. Yorulmaz bir şevk ve gayretle Enver Bey Senusilere öyle bir gayret ilham etti ki, müşterek düşmanları ile ölesiye savaştılar. Büyük Senusi ile Türk kumandanları arasında bu işbirliği İtalyan taarruzunu durdurmaya muvaffak oldu."

12 Mart 1912'de Türk-Arap birlikleri Bingazi'ye büyük bir saldırı düzenleyerek İtalyanları zor duruma düşürdü. İtalyanlar resmi kayıplarının 1000 ölü olduğunu ilan etseler de, asıl kayıpları daha fazlaydı.

Öte yandan Enver Bey kumandasındaki birlikler 11 Şubat'ı 12 Şubata bağlayan gece Derne'ye büyük bir saldırı düzenledi. Şehir ele geçirilmediyse de İtalyanlar şehirde sıkışıp kaldılar ve Türk-Arap birlikleri tarafından kuşatma altına alındılar. Temmuz'da şehre ikinci bir taarruz daha düzenlendi.

İtalyanlar diğer şehirlerde de aynı şekilde savunma savaşı yapmak zorunda kaldılar Adeta yerlerinde mıhlanıp kalmışlardı. İnisiyatif Türk-Arap kuvvetlerindeydi. 17 Eylül'de Rassu'l Leben'deki şiddetli çatışmada da İtalyanlar 10 subay, 174 asker kaybettiler. 

Roma'dakiler Libya'nın kolay bir lokma olamayacağını yavaş yavaş da olsa anlamışlar, ayakları yere değmeye başlamıştı.

Osmanlı Güçlerinin Çekilmesi

Fakat tam bu sırada 8 Ekim 1912'de Balkan Savaşı patlak verdi. Osmanlı devleti bu durumda İtalya ile barış masasına oturmak zorunda kaldı. 15 Ekim'de 1912'de İsviçre'nin Lozan kentinin iskelesi olan Ouchy'de iki devlet arasında bir barış anlaşması imzandı. (Uşi anlaşması) 

Bu durumu kabullenemeyen Ahmed eş Şerif harekete geçti ve Senusilerin ve halkın ileri gelenlerinden oluşan kırk kişilik bir heyeti Libya'nın sahil şehirlerinden Derne'ye gönderdi. Heyet burada Enver Paşa ile görüştü ve kendisine Seyyid Ahmed Şerif'in bir mektubunu teslim etti. Mektupta şunlar vardı; "Biz ve barış birbirimize karşıyız. Biz bir taraftayız, barış bir tarafta. Biz sulhu hiçbir şekilde kabul etmeyiz, eğer onun fiyatı bu memleketimizi düşmana teslim etmek ise."  

Enver Paşa da, Senusi liderliğinin merkezi Cağbub'a Osmanlı devletinin Libya'daki askeri temsilcisi olan Aziz-i Mısri Paşayı gönderdi ve sulh meselesini ona arz etti. Seyyid Ahmed'in cevabı çok kararlıydı; "Allah'a kasem ederim ki, biz memleketimizden bir at yuları bile vermeyiz."

Evans Pritchbard şöyle yazıyor; "Enver bey Balkan savaşına katılmak üzere Türkiye'ye dönüp dönmemekte kararsızdı. Bulgar cephesinde savaşmak üzere ayrılmadan ve Sireneyka komutanlığını Aziz el Mısri'ye devretmeden önce Türk Arap gücünün sahip olduğu tek motorlu araçla vahada olağanüstü bir yolculuk yaptı ve Cağbub'ta bulunan Seyyid Ahmet el Şerif'i ziyaret etti.

Yerel kayıtlara göre Kufra'dan Cağbub'a giden Seyyid, yapılan anlaşmaya katılmadığını ve onu kabul etmediğini ilan etti. İkna da edilemedi. Enver Bey ondan Sultan Beşinci Mehmed Reşad adına, onun bir vekili olarak savaşı sürdürmesini istedi ve vedalaşarak ayrıldı."

Senusiler Hükümet Oluyor

Osmanlı devleti geri çekilirken, bu ülkenin yönetimi için Senusilerden bir hükümetin oluşmasına çalıştı. İstanbul'daki hilafet makamı, Ahmed Şerif'i bağımsız bir devletin hükümdarı olarak tanıdı. Bundan sonra Ahmed es-Senûsî, yayımladığı beyannâmeleri, el-Hükûmetü's-Senûsiyeti'l-Celîle adı ile imzâlamaya başladı. Böylece Senûsiye hareketini ilk kez bir devlet olarak îlân etti. Bu hükümetin şiarı şuydu; "Cennet kılıçların gölgesi altındadır."

Osmanlı devleti geri çekilirken Enver Bey ellerindeki silahları mücahitlere terk etmiş ve komuta görevini Aziz-i Mısri'ye vermişti.

Ancak daha sonra Aziz-i Mısri gizlice İtalyanlarla görüşmekte olduğu yolunda bir töhmet altında kaldı. Bunun üzerine o da kızdı ve elinde bulundurduğu kuvvet ve silahlarla birlikte Mısır'a çekilmek üzere yola çıktı. Lakin Münifiye kabilesinden bazı mücahidler onun ve adamlarının silahlarını teslim etmesini ve öylece ülkeyi terk edebileceğini söylediler ve yolunu kestiler. İki gurup arasında çatışma çıktı. Seyyid Ahmed, ara bulmak için Ömer el Muhtar'ı gönderdi ve görüşmeler sonucu Aziz-i Mısri'nin silahlarıyla birlikte çıkmasına müsamaha etti.

Türkler Çekildikten Sonra

Bütün bu hadiselere karşı Seyyid Ahmed asla pes etmedi. Derhal yeni bir azimle birçok Libya şehrinde askeri karargâhlar meydana getirdi ve onlara silah ve mühimmat temin etti.

Ardından zaviyelerin başkanlarına, kabilelerin ileri gelenlerine ve Libya'nın her tarafına yazılı bir çağrı göndererek, onlardan cihada iştirak etmelerini talep etti. Yaşı ondört ila altmış arasında olan herkesten silah ve mühimmatla savaşa hazır olmalarını istedi. Bu talep, doğuda Mısır hududundan Bingazi'ye ve Sahrada onunla bitişik olan her yeri kapsıyordu. Batı cephesi ise Trablus ve havalisiydi ve zaten orada yeteri kadar mücahid vardı. Ayrıca Aziziye şehrindeki mücahidleri takviye için oraya silahlı bir birlik gönderdi.

Daha sonra kendisi için toplanan yedi bin mücahidi Mısır hududuna yakın Müsaid mıntıkasına gönderdi ve onlara askeri eğitim verdirdi. Öyle ki, o mücahidler nizami askerler gibi oldular.

Seyyid Ahmed, kardeşi Seyfeddin Senusi'den Berka'nın batısı(Bingazi)nın komutasını üzerine almasını istedi. Ve yine kardeşinden Trabuslus'taki Ramazan el Süveyhli, Ahmed Bek Seyfi Nasır gibi mücahidlerle irtibata geçerek, o civarda İtalyan güçlerine karşı savunmasını sağlamlaştırmasını talep etti.

Seyyid Ahmed Libya'nın her tarafını kapsayan uzun bir seyahatte bulundu. Bu seyahatte tekkeleri ve kabileleri ziyaret etti. Mücahid cephelerini teftiş etti. Savaşlara katıldı. Mücahidleri sabırlı olmaya, cihad yükünü omuzlamaya ve kaldırmaya teşvik etti.

Ayrıca Berka bölgesine de birçok seyahatler yaptı. Ve komutanlarının işlerini tertip etti. Askeri istişare toplantıları tertip etti. Kendisi birçok çatışmalara iştirak etti ve bu konuda birçok meşakkatler çekti. Gece uykusuzluğu onu zayıflattı.

Direniş hareketinin kumandasını üzerine alan Ahmed Şerîf kısa zamanda büyük başarılar kazandı.

Kısaca belirtelim;

1-13 Nisan 1913'de Benine'ye hücum eden General d'Alesandro büyük bir bozguna uğratıldı. İtalyanlar 200 ölü, 50 esir verdiler.

2-16 Mayıs 1913 Cuma günü Derne'de General Mombretti kumandasındaki 5000 asker, üç topçu bataryası ve makineli tüfeklerden oluşan bir İtalyan ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Onu subay yetmiş ölü, 400 yaralı veren İtalyanlar panik halinde kaçıştılar.

Arapların Yevmü'l Cuma dedikleri bu bozgun, İtalyanları bir hayli sarsmıştı. Bundan sonra iki güç arasındaki çatışmalar bir gerilla harbine dönüştü. Bu savaşlarda Şeyh Senusi'nin bizzat katılımı adamları arasında büyük bir moral güç oldu.

Emir Şekip Arslan diyor ki; "Trablus savaşları sırasında-duyduğuma göre-savaşlara doğrudan kendisi de katılmış, at sırtında hiç inmeden onlarca saat geçirmiş, hiçbir yorgunluk, bitkinlik hissetmemiştir. Kendini tehlikelere atar, düşmanların en kalabalık noktasına saldırarak, geri planda kurulan, komutanların görüşme yaptığı askeri karargâha kadar ulaşırdı.

Ve şöhret bulmuştu ki bir defasında İtalyanlarca esir alınmış. Bu vakıayı ben ondan sordum. O esaret hadisesini tafsilatıyla bana söyledi; Berka'daymış. Casuslar vasıtasıyla İtalyanlar Seyyid'in az bir mücahidle beraber olduğunu haber aldılar. Ve onun üzerine birkaç bin kişilik bir askeri kuvvet yolladılar. Askerlerin yanlarında arabaları da vardı.

İtalyanlar biliyorlardı ki bu sefer Seyyid onların ellerinden kurtulamaz. Onların hücumu ona ulaştı. Onun için mümkündü ki onlarla karşılaşmadan tehlikesiz bir cepheye gizlice gidebilsin. Veya onlarla karşılaşmayı adamlarına havale edip oradan uzaklaşsın. Ama o bunu yapmadı.

Bana dedi ki; "Eğer ben kendi nefsimi kurtarmaya çalışsam, korkarım ki zaafiyet mücahidlere de gelir."

 Dolayısıyla savaş onun üzerine geldi. O ve adamları yerlerinde sebat ettiler. Üç yüz savaşçı, binlerce İtalyan askerine karşı durdular. Mücahidler ölümü göze alarak düşmanla çarpıştılar. İtalyanlar birçok adamlarını ölü ve yaralı olarak zayi ettiklerini görünce, geri çekildiler. Seyyid ve adamları da bir tarafa çekildi ve kurtuldu." 

Direnişlerini sürdüren Senusilere Osmanlı yardımları devam etmiştir. Başkumandan Vekili Enver Bey'in 5 Mart 1913 tarihinde Antalya mutasarrıflığına gönderdiği şifrede, Osmanlı yardımlarını götürecek olan geminin Tobruk ile Derne arasındaki Port Süleyman ve Mersiye noktalarına yanaşarak oradaki yerli Araplar vasıtası ile yardım çuvallarının Şeyh Senusi hazretleri nezdinde Senusi kuvvetleri kumandanı Nuri Paşa'ya gönderilmesini emretmiştir.

Büyük Harb Öncesi Durum

1914 senesine gelindiğinde İtalyanlar sadece sahil şeridinde tutunabilmiş durumdaydılar. İç bölgeler ise tamamen mücahidlerin kontrolündeydi. Nicola A. Ziadeh işgal altındaki ülkenin durumunu şöyle özetliyor; "İtalyanlar kuzeydeki liman şehirlerini ve güneye giden ticari yolların kontrolünü kaybettiler ama özellikle Sireneyka halkı aşırı derece gıda sıkıntısı çekiyordu. Bunun yanında ülke uzun süre kuraklığa, tifo, çiçek ve veba hastalıklarına maruz kaldı."

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

SERKAN ÇAKIR, 2016-11-16 15:53:19

Öncelikle islam aleminde son dönemde islamın ilk dönemlerine fiktren hissen çok uzak olan gençelere ve yetişkinlere yakın dönem de ilk dönem esintilerinin izlerinin göründüğü bu mücahid mütefekkir ve imanın en bariz özelliği olan hürriyeti temsil eden bu zevatı kiramı bize tanıttığı için salih okur beyfendiye şükranlarımı sunuyorum zira çok yappoz bir dönemde böyle abidevi islam alim ve mücahidlerini çalışmak ve tasnif etmek faali hayr dır bu çalışmaların tamamından sonra ümidimiz bu güzel gayretlerinin kitaplaşması ve herkese ulaşmasıdır cenabı hak sayinizi meşkur gayretinizi ali kılsın selam ve dua ile

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şüphesiz Allah, verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmek ister."

Tirmizî.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI