Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-138

Ders. Sözler,(s: 733) Lemaat’tan, 2. Unsur ve devamı İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Üstad, Lemaat’ta “Îcaz ile Beyan İ'caz-ı Kur'an”(Sözler, s: 733) başlığı altında Kur’an’ın 40 mucizevî yönünün toplandığı yedi külli, asıl yönü izah ediyor. Biz bunlardan ikinci unsuru ve devamını okuyacağız. 25. Söz bu kısmın şerhi mahiyetindedir.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-10-30 12:33:23

Ders. Sözler,(s: 733) Lemaat'tan, 2. Unsur ve devamı

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Üstad, Lemaat'ta "Îcaz ile Beyan İ'caz-ı Kur'an"(Sözler, s: 733) başlığı altında Kur'an'ın 40 mucizevî yönünün toplandığı yedi külli, asıl yönü izah ediyor. Biz bunlardan ikinci unsuru ve devamını okuyacağız. 25. Söz bu kısmın şerhi mahiyetindedir.

Bu ikinci unsurda denilmek istenen şu; Bediüzzaman hazretleri, Kur'an'ın mucize oluş yönlerinden biri olarak, Kur'an'ın kâinatla ilgili, ister tarihin derinliklerinde, ister gelecekte olacak hadiseleri haber vermesi yönüne dikkat çekiyor.

Önce geçmişten verilen haberlerden bir misal zikredelim;

 ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ

"Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahy ediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin." (Âl-i İmran;3/44)

Not: Merhum Muhammed Ali Sabuni ilgili ayetin tefsirinde diyor ki; "Rivayet edildiğine göre Hanne bint-i İmrân Meryem'i doğurduğunda onu bir bez parçasına sararak mescite götürdü ve Yahudi âlimlerin yanma bıraktı. Bu âlimler Beyt-i Mâkdis'de, Ka'be haciplerinin yaptığına benzer vazifeler yürütürlerdi. Hanne onlara: "Bu adağı alın" dedi. Âlimler onu al­mak için birbirleriyle rekabet ettiler. Çünkü o liderlerinin kızıydı. Sonra kur'a çektiler. Kur'ada Zekeriyya (a.s.) kazandı ve onu himayesine aldı. İbn Kesir şöyle der: Allah Meryem'in saadeti için Zekeriyya (a.s.)'nm ona kâfil olmasını takdir etti ki, Meryem ondan geniş bir ilim ve iyi amel öğrensin" (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü't-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.)

Merhum Seyyid Kutup ta Fizilal'de şöyle yazmaktadır; "Bu âyet, annesi onu bir kız çocuğu olarak Havra'ya getirdiğinde, Rabbine verdiği sözü ve adağı teslim ettiğinde Havra'nın hizmetlilerinin Meryem'in ihtiyaçlarını üstlenmede yarıştıklarına işaret etmektedir. Ayetin metni elde bulunan Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit (İncil) de kaydedilmeyen bir olaya değinmektedir. Yalnız bu olayın Hahamlar ve Rahipler tarafından havra hizmetlerinin kalemlerinin atılması olayı bilinen bir mesele olması gerekmektedir. Meryem'in kimin payına düştüğünü öğrenmek için atılan kalemlerin... Kur'an ayetleri olayın detaylarına inmez. Bazen bunun, muhatap alınan kimselerce bilindiğinden böylece yapar. Ya da bu detayların gelecek nesillere vermek istediği mesajın gerçek temeline fazla bir katkısı olmadığından onları öz olarak verir. Fakat biz Havra hizmetlilerinin Meryem'in kimin payına düştüğünü anlamak amacıyla özel bir yöntem kullanmada kalemleri atma yoluyla anlaştıklarını anlayabiliriz. Nitekim biz de bu tür olaylarda kura yöntemini kullanıyoruz. Bir takım rivayetler onların kalemlerini Ürdün nehrine attıklarını hepsinin kalemlerinin akıntıya kapıldığını yalnız Zekeriyya'nın kaleminin atıldığı yerde kaldığını ve bu durumun aralarında işaret olarak kabul edildiğinden Meryem'i O'na teslim ettiklerini kaydetmektedirler.

Bunların hepsi Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) görmediği, ilmini elde etme imkânına ulaşmadığı gayb konularındandı. Hatta bunlar çoğu zaman Havra'nın deşifre edilmeyen ve açıklanması doğru olmayan sırlarından sayılırdı. Kur'an bu sırları -o zamanki ehl-i kitabın ileri gelenlerine karşı- bir delil olarak kullandı. O'nu doğru sözlü peygamberine Allah'tan vahiy geldiğine bir işaret olarak gösterdi. Ehl-i Kitabın bu delili red ettiğine dair hiçbir kayda rastlanmamıştır. Eğer bu mesele tartışma konusu olsaydı peygamberle tartışırlardı. Zira kendileri tartışmaya gelmişlerdi!"

Akgündüz hocamız diyor ki; "bu tarihin ince bir ayrıntısı. Eğer vahiyle bildirilmese Hz. Peygamber gibi ümmi bir insan bunu nasıl bilecek?"

*Kur'an'ın "müstakbelde müstetir kalmış olan ahvalden" Sözler (s: 733 ) doğru olarak ihbar etmesine dair ilk aklımıza gelen Rum suresinin ilk ayetleridir;

الم {*} غُلِبَتِ الرُّومُ {*} فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ {*} فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ

Meali;  "Elif lâm mîm. Rumlar mağlup oldular. Size çok yakın bir yerde. Onlar bu yenilgilerinden sonra galip gele­ceklerdir; Birkaç sene içinde. Eninde so­nunda emir Allah'ındır. O gün müminler sevineceklerdir."(Rum: 30/1-4)

Akgündüz hocanın sohbette şifahi olarak anlattığı hadiseyi, tefsir kitaplarında geçen şu rivayetle nakledelim; "Tirmizî, Neseî, İbni Cerir, İbni Ebî Hatim ve Beyhakî rivayet ediyorlar ki: İranlılar Rumlarla savaştılar. Rumlarla Şam diyarından olan Ezriât ve Busra'da buluştular ve Rumları mağlup ettiler. İranlıların Mecusî, Rumla­rın ise Ehl-i Kitap olmaları sebebiyle bu haber o sırada Mekke'de bulunan Peygamberimiz (s.a.) ve ashabına ulaşınca bu durum kendilerine ağır gel­mişti. Mekke'deki müşrikler ise sevinmişlerdi. Sevinçli bir durumda iken Peygamberimiz (s.a.)'in ashabıyla karşılaşmışlar ve:

- Siz kitap ehlisiniz, Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Bizim İranlı kardeş­lerimiz sizin Ehl-i Kitap kardeşlerinize galip geldiler. Siz de bizimle çarpı­şırsanız, biz de size galip geliriz, dediler. Cenab-ı Hak da bu ayetleri indirdi.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.) müşriklere gitti:

- Siz, kardeşlerinizin bizim kardeşlerimize galip gelmesine mi sevini­yorsunuz? Buna sevinmeyin. Allah sizin gözlerinizi asla aydın kılmayacaktır -sizi sevindirmeyecektir.- Allah'a yemin olsun ki, Peygamberimizin bize haber verdiği gibi Rumlar İranlıları yeneceklerdir, dedi. Übeyy b. Halef ayağı kalktı.

- Yalan söylüyorsunuz, dedi. Hz. Ebubekir (r.a.):

- Sen daha yalancısın ey Allah'ın düşmanı! Benden 10 genç yiğit deve, senden de 10 genç, yiğit deve ile gel seninle iddialaşalım. Rumlar İranlıla­ra galip gelirse, sen borçlu ol. İranlılar galip gelirse, ben sana üç yıla kadar borçlu olayım, dedi. Übeyy b. Halef de bu teklifi kabul etti.

Hz. Ebubekir (r.a.) daha sonra Peygamberimize gelip durumu bildirdi. Peygamberimiz (s.a.):

- Deve sayısını artır, müddete de ilâve yap, dedi. Hz. Ebubekir (r.a.) çı­kıp Übeyy ile karşılaştı. Übeyy:

- Belki de pişman oldun, dedi. Hz. Ebubekir:

- Hayır, gel deve sayısını artıralım, müddete de ilave yapalım. Bunu 100 deve ve müddet olarak da 9 sene, dediler. Übeyy:

- Kabul ettim, dedi.

Hz. Ebubekir (r.a.) hicret etmek isteyince Übeyy ondan; mağlup olursa, bu hisse için kefil istedi. Hz. Ebubekir (r.a.) oğlu Abdurrahman'ı kefil bıraktı.

Übeyy, Uhud savaşına katılmak istediği zaman Abdurrahman ondan kefil istedi. Übeyy, ona kefil verdi. Übeyy, Uhud Savaşı'nda Peygamberimiz (s.a.)'in vurduğu bir darbeden aldığı yaradan dolayı öldü. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a.) bu hisseyi Übeyy'in mirasçılarından aldı ve bunu Peygamberimiz (s.a.)'e getir­di. Peygamberimiz (s.a.): "Bunu sadaka ver." buyurdu. Bu olay kumarın ha­ram kılınmasından önce idi. Çünkü bu sure Mekkî'dir. İçki ve kumar Medine'de haram kılınmıştı. Hanefiler bu olayı Daru'l-Harb'de fasit akitlerin ca­iz olduğuna delil olarak getirmişlerdir.

Bu ayet peygamberliğin delillerindendir. Çünkü bu ayet gaybdan ha­ber vermektedir."

"el-Bıd'u" üç ila dokuz ya da üç ila on arası demektir. Gerçekten bu iki ordu ilk karşılaşmadan yedi sene sonra yeniden karşılaşmış ve Rumlar İranlılara galip gelmişlerdi"(bkz: Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü'l-Münir, Risale Yayınları: 11/45.)

* "Üçüncü Menba' ise: Beş cihetle hârika bir câmiiyet vardır." Sözler (s: 733)

Kur'an'ın camiiyeti bütün asırlara, bütün insan tabakalarına, bütün ilimlere, kâinatla alakalı her şeye aynı ihata ve kuşatma altında bakmasıdır. Üstad bunu 25. Sözde söylüyor, kısaca zikredelim. Bir okyanusa dalan bazı dalgıçlar hayal edelim. Yalnız üzerlerinde etrafı aydınlatacak bir projektörleri yok. Bunlardan bir tanesi dalıyor ve eline dört köşe bir mücevher geçiyor. Bu diyor ki; "Bu denizdeki bütün mücevherler dört köşedir." Bir başkası giriyor, üçgen bir mücevher yakalıyor, diyor ki "bu mücevherlerin hepsi üçgendir." Ve hakeza. Bir de bu denize bu denize öyle bir dalgıç giriyor ki, bütün okyanus onun nazarında. İşte ancak o doğru ve eksiksiz haberleri verebilir. İşte Kur'an hakikat denizine dalan o gavvas(dalgıçtır.)

Üstad orada diyor ki; " Hükema-yı İşrakiyyunun kitablarına ve Sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudatına itimad eden mutasavvıfînin kitablarına teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşübhe tasdik eder. Demek hakaik-i Kur'aniyenin cinsinden ve Kur'anın dersinden aldıkları halde, -çünki Kur'an değiller- böyle nâkıs geliyor.

Bahr-i hakaik olan Kur'anın âyetleri dahi, o deniz içindeki definenin bir gavvasıdır. Lâkin onların gözleri açık, defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok görür. O defineyi öyle bir tenasüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakikî hüsn-ü cemali gösterir."(Sözler, s:440)

*Kur'an'ın camiiyetinin bir yönü lafzındaki camiiyettir. Bir örnek verelim. Kur'an-ı Kerim buyuruyor;

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا

"Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. (Yasin: 36/38) Üstad bu ayeti 25. Söz'de de açıklıyor ama Muhakemat'taki izahı bambaşka. Üstad, orada diyor ki, Kur'an bu asrın bilim insanına hitap ettiği gibi o zaman ki bedevi Arap anlayışını da okşamış. Bizim köyde yazın çok sıcakta baktığımızda sanki görürüz ki güneş bir nehir gibi akar ufukta. Hele hele çöllerde bu daha fazladır. Bedevi Arap'ın kulağını bu ayet hiç tırmalamamış, kulağına hoş gelmiş.

Bu kinai manadır. Asıl maksat ise güneş kendisine çizilmiş yörüngede akıp yürüyor, gördüğünüz gibi durmuyor demektir.

Not; Merhum Seyyid Kutup bu ayetin tefsirinde diyor ki; "Önceleri güneşin sabit bir yerde kendi ekseni etrafında döndüğü zannedilirdi. Fakat sonra anlaşıldı ki, güneş yerinde sabit değildir. Aksine hareket etmektedir. Gerçekten ve bil fiil gitmektedir. Şu korkunç uzay boşluğunda, astronomların hesabına göre saniyede oniki millik bir hızla, bir yöne doğru akıp gitmektedir. Güneşi, onun yol alışını ve varacağı yeri çok iyi bilen yüce Rabb'i diyor ki: Güneş bir yere doğru yol alıp gitmektedir. Güneşin ulaşacağı bu durağı ancak kendisi bilir. Kendisinden başka hiçbir kimse bilemez."

Merhum Sabuni de tefsirinde; "Müstekarr'dan maksat, güneşin hareketinin son bulacağı kıyamet günüdür. O gün seyri bozulur, hareketi durur, dürülür ve bu âlem sona erer. Bu şeklinde de okunmuştur. Buna göre mânâsı şöyledir: Onun ne durması ne sükûnu vardır. Bilakis o hiç durmadan ve ara vermeden gece gündüz yürür. Bu hareket ve düzenli ince hesaplı de­vir, mülkünde aziz ve yarattıklarını bilen Bir ilâhın takdiridir" demektedir.

*Lafzında olduğu gibi Kur'an'ın manasında da camiiyet var.

*Bir diğer camiiyet yönü ahkâmındadır. Üstad bunu çok yerlerde ispat ediyor. Mesela diyor ki; "O zât (A.S.M.), öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünki ümmi bir zâtta (A.S.M.) zuhur eden o şeriat; ondört asrı ve nev'-i beşerin humsunu, âdilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane, hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez."(Şualar, s.128)

Yirmi beşinci Sözde de; "Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur'anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor."(Sözler, s: 407) diyor.

*İlminde de öyle. Kur'an ne demişse ilim onun gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Mesela;

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا

"İnkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık"(Enbiya: 21/30) ayeti gibi.

* "Lafzı tazammun eder pek vasi' ihtimalat;" Sözler (s: 733)..Üstadın bu meselede verdiği bir misal şöyle; "Hem meselâ اُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş. Tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünki bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cennet'i düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-yı İlahîyi rica eder. Bir kısım, rü'yet-i İlahiyeyi gaye-i emel bilir ve hâkeza.. Bunun gibi pek çok yerlerde Kur'an, sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok manaları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte اَلْمُفْلِحُونَ der. Neye felah bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: "Ey müslümanlar! Müjde size. Ey müttaki! Sen Cehennem'den felah bulursun. Ey sâlih! Sen Cennet'e felah bulursun. Ey ârif! Sen rıza-yı İlahîye nail olursun. Ey âşık! Sen rü'yete mazhar olursun." ve hâkeza..(Sözler, s:394 )

*Bazı oryantalistler(müsteşrikler) demişler ki; "Muhammed'i(aleyhissalatu vesselam) inkar etmek mümkün de, iki kişiyi inkar etmek mümkün değil; Biri Abdülkadir Geylani, diğer Fahreddin-i Razi.." İlki manevi yönüyle, diğeri de altı yüz tane eser vermesiyle. Hâlbuki bunların ikisi de İslamiyetin birer meyvesi.

Not: Bu mealde bir sözü de Hintli allame merhum Mevlana Eşref Ali Tehanevi(k.s) zikrediyor; "Bazı müsteşrikler(oryantalistler)in İmam Gazali hakkında şöyle dediklerini gördüm; "İmam Gazali gibi birisinin Müslüman ümmeti içerisinde bulunması bizim indimizde İslam'ın semavi bir hak din olduğuna tek başına bir delildir."

*Hads, Mantık ilminde delilden neticeye hiç düşünmeden varmaya denilir. Hadsiyat diyoruz biz buna. Mesela iki kere iki dört eder, ateş yakar, bir şeyin yarısı tümünden küçüktür gibi. Bugün geometri ve matematikte bunlara aksiyom deniliyor, yani ispatına gerek duyulmayan kurallar. İşte burada üstadın naklettiği beş nokta tam kavranılınca ondan şu hads ortaya çıkar ki; Kur'an Allah kelamıdır ve mucizedir.

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

İnsan, 27

GÜNÜN HADİSİ

"Her şeyin bir alameti vardır. İmanın alameti de namazdır."

Münavi

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI