Cevaplar.Org

İŞÂRÎ TEFSİRDE EBCED HESABI

1. Ebced Hesabının Kaynağı Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm öncesinde 22 harften meydana gelen ve "Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Sa'fez, Kareşet" kelimelerinin sayısı olan altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı, İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-10-23 12:50:58

1. Ebced Hesabının Kaynağı

Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm öncesinde 22 harften meydana gelen ve "Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Sa'fez, Kareşet" kelimelerinin sayısı olan altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı, İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi kesin bilgiyi ifade etmeyen değişik rivayetler sözkonusu edilmiştir.(1) Tâhirü'l-Mevlevî'ye göre, Arap ebcedinin İbranî ve Arâmî alfabesinden alındığına şüphe yoktur.(2) Nitekim Arap edebiyatının ünlü isimlerinden Müberred ve Sîrâfî gibi âlimlere göre de Arap ebcedi, yabancı menşe'lidir.(3)

Ebced düzenini "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi"(4) şeklinde tarif eden Türkiye Diyanet Vakfı tarafından çıkarılan İslâm Ansiklopedisinin verdiği bilgiler de, bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı şeklindedir.(5)

Keşfu'z-Zünûn'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan mânevî ilimlerde derinleşen simalar için bir çok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyte tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyle vâkıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.(6)

Bazı müsteşrikler tarafından tertip edilen ve Mısır'da tercüme edilerek neşredilen "Dairetü'l-Mearifi'l-İslâmiyye"de belirtildiğine göre, harflerin, rakamlara delâlet etmek üzere kullanılma geleneği, İbrânî ve Arâmîlerde de vardı. Hemze'den, kaf'a kadar olan harflerin, birden yüze, son dokuz harf de 200'den 1000'e kadar rakamlara delalet ediyordu.(7)

Kur'an'da Ebced hesabının varlığını kabul eden Ebu'l-Aliye gibi alimlerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî, onların dayandıkları Ebcedle ilgili meşhur hadisi kabul etmiştir. Ancak Hz.peygamber (a.s.)'in onlara karşı gösterdiği davranışın, onların söylediklerini kabul ettiği anlamına gelmeyeceğini aksine onlara karşı gösterdiği tebessümü, onların cehaletine karşı bir tepki olabileceğini vurgulamıştır. Bununla beraber, Kur'an'da Ebced hesabının varlığını kabul edenlerin, kabul gerekçelerini şöyle özetlemiştir: "Her ne kadar ebced hesabı, yabancı kaynaklıdır, fakat, Araplar dahil insanlar arasında, o kadar meşhur bir yere sahip olmuştur ki, âdetâ, yabancı kökenli olan mişkât, siccîl, Kıstas kelimeleri gibi artık arapçalaşmıştır. Onun için onun göstereceği delâletler, diğer arapça ifadeler gibi makbuldur."(8)

İbn Aşûr gibi bazı âlimlerin bildirdiğine göre, ebced hesabı, kadim zamandan beri kullanılagelen bir sistemdir. Hz. Davud (a.s)'un kitabındaki bazı neşideler bu hesabın simgelerini taşıyor. Yine Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları bilinmektedir. Bu sistemin Araplara, Romalılar veyahut Yahûdiler tarafından geçtiği tahmin edilmektedir.(9) İbn Aşûr, mukattaat harfleri ve ebcedle ilgili rivâyet edilen hadîsi anlatırken "Hz. Peygamber (a.s)'in onlara karşı diğer bazı harfleri zikretmesi O'nun bu harfleri ümmetin ömrü için birer işaret kabul ettiği anlamına gelmez" şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Ancak kendisi, hadîsin sıhhati konusunda bir şey söylemediği gibi, ebced hesabını inkâr ettiğini gösteren bir ifadesi de sözkonusu değildir. (10)

Hâkim'in Müstedrek adlı hadis kitabının tahkikli neşrini gerçekleştiren Yusuf Abdurrahman Maraşlı, söz konusu kitap için hazırladığı fihristin mukaddemesinde "ebced" konusuna da değinmiştir. O'na göre, İslâm öncesi dönemlerde Yahudî ve Hristiyanlar tarafından kullanılan ebced sistemi, İslâm'ın zuhûrundan itibaren yaklaşık bir asır kadar eserlerin tertibinde kullanılmış daha sonra terkedilmiştir. Fakat, "ebced hesabı", bir matemetik sistem olarak, tarih boyunca kullanılmaya devam etmiştir.(11) Daha önce 22 harfden oluşmuş bu sisteme müslümanların işi ele almaları ile, "peltek se, hı, zel, dad, zı, ğayın " harfleri ilave edilmiş ve sayı 28'e ulaştırılmıştır.(12)

Muhammed Hamidullah'ın görüşü de şu merkezdedir: Ayın 28 menzili gibi, arap alfabesi de 28 tanedir. Bunların her biri 1'den 1000'e kadar rakkamları ifade eder. Sûre başlarında bulunan hece harfleri ise 14 tane olup yüksek mânâlar ifade etmektedir.(13)

Güzel bir tevafuktur ki, Ebced sisteminin asıl adı olan "Ebû câd" kelimesinin matematik değeri, 17'dir. İslamın ortaya çıktığı sırada, Mekke'de yazı bilenlerin sayısı da 17'dir.(14)

Annemarie Schımmel'in bildirdiğine göre, müselles diye bilinen bütün yatay ve düşey satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15'i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır. Bu karenin, diğer adıyla Vefk'ın bu değeri, semâvî kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, "B-Tı-D-keskin Z- H-C-V- elif-noktasız Hı" harfleridir. Vafkte bazen kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk defa Hz. Adem (a.s)'e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır.(15) Karede yer aldıkları şekilde; sözkonusu dokuz harfin- yukarıdaki sıraya göre-, üçer üçer ebced değerleri şöyledir: 2+9+4=15, 7+5+3=15, 6+1+8=15.

Söz konusu meharetli kare, İmam Gazzalî tarafından da kabul görmüş, "tesiri tecrübe ile sabit olduğu" ifade edilmiştir.(16) Öyle ki, zamanla, Gazzalî'nin karesi (müsellesü'l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz. Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren ifadeler vardır. Esrarlı olduğu bilinen Celcelûtiye kasidesinde, Hz. Ali "Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi vahi'l-vehâ.."diyerek, bu sırlı harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.(17)

2. Tevafuk Ve Ebced Hesabının İlmî Değeri

 1. TEVAFUK'UN TANIMI

Tevafuk penceresinden gösterilen sayısal mucize tablolarına geçmeden önce, sık sık baş vuracağımız "Tevafuk" kavramı üzerinde, kısaca durmakta fayda vardır.

"Tevafuk" kelimesinin sözlük anlamı, iki veya daha çok şeyin birbirine uygun ve muvafık olmasıdır. Bir rast gelme halidir. Tesadüf ile tevafuk arasında şöyle bir fark gözetilmektedir: Tesadüf, bilinçsiz bir rastlantı olmasına karşılık, tevafuk, bir kast ve bir iradenin neticesi olarak, bilinçli bir rastlantıyı gösterir.

Kur'an'daki tevafuklar ise, Allah'ın sonsuz ilmini gösteren bir münasebet zinciri içerisindeki denk düşme, bilinçli bir rastlantı ve iradeye bağlı olduğunu gösteren bir gerçekler silsilesidir.

Kur'an'daki tevafukların pek çok çeşitleri vardır. Bazı âlimler on adetten fazla çeşidinin olduğunu söylemişlerdir.(18)

Genel olarak tevafukları, lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Kullanılan Kelimelerin, ayetin manasına uygun bir anlam ifade etmesi; harflerin, ayetin maksadına uygun seçilmesi; ayet numaralarının, manasına uygun hakikatler ifade etmesi; ayet, kelime ve harflerin tekrar sayıları ile, manaları arasında bir münasebetin bulunması; aynı veya ayrı sahifelerin içerisinde yer alan "Allah" lafza-i celâl gibi, ilk göze çarpan önemli kelimelerin birbirine bakması; ayet veya sure sayısının belli bir olayın tarihine denk gelmesi, yine bir ayet bir cümle veya bir kelimenin anlamı ile, ebced değerinin birbirine uygunluk göstermesi gibi, tevafukun bir çok çeşidini saymak mümkündür. Nitekim bu çalışmamızda değişik tevafuklarla ilgili örnekler görülecektir.

2. Kur'an'daki Tevafukların İlmî Değeri:

Tevafuklar, bir kast bir irade ve bir ilmi gösterdikleri ölçüde bir değer ifade edecekleri açıktır. Kur'an'da, tesâdüfün imkânsız olduğunu düşünenler için, ondaki bütün tevafukların ilmî bir değer ifade etmesi tabiîdir. Mutezilelerin, Batinilerin, Cehmiyelerin v.b. yanlış fırkaların dayanakları da, çoğu zaman Kur'an olduğuna göre, elbette ölçüsüz bir şeyler aramak ve el yordamı ile hareket etmek yanlıştır.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bir hakikati yanlış değerlendirenlere küsüp de, gerçeği inkâr etmek, akıl kârı değildir. Mesela; bir kimse, bir hadis-i şerife yanlış bir mana verse, hadisi inkâr mı, yoksa hadisin asıl manasını göstererek onun haysiyetini ve şerefini korumak mı gerekir? Elbette bu sorunun cevabı müspettir. Aksi takdirde, hadislerde uyulması emredilen ümmetin büyük ekseriyetini teşkil eden ve "Sevad-ı azam" denilen Ehl-i Sünnetin, inzivaya çekilip, meydanı ehl-i bid'ate bırakması lazım gelir. Bu ise, hem dinî, hem aklî, hem de insânî/vicdânî realitelere terstir.

Bazıları da hak bildikleri bir takım gerçekleri, ehliyetsiz ve yanlış bir yolda gidenlerin elinde gördükleri için, onu inkâr etmekte bir beis görmezler. Bu davranış, Hz. Ali'nin meşhur tavsiyeleri arasında yer alan "Önce hakkı tanıyın, sonra insanları hak ölçüsüne göre tanımaya çalışın" tavsiyesine aykırıdır. Daha çarpıcı bir ifadeyle, ateist bir adam kalkıp "Allah birdir" dese, bizim onu bırakmamız mı lazım gelir? Doğrusu bazı düşünürlerin bu minval üzere olduğunu görmek, ilim adına pek üzücüdür.

Âlimlerin bu konuda dedikleri şudur: Eğer bir tevafuk, değişik yönlerden bir hadiseye baksa, ona uygun düşse, makam ve manaya münasip olsa, böyle bir tevafuk işaret derecesine çıkar. Böyle durumlarda "Bu tevafukla şu ayet, şu hâdiseye işaret ediyor" denilebilir.(19)

Örneğin: hazırlanmış bir sofranın üzerinde, söz gelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir tahmin yürütürüz. Çünkü kesin bilgi edinme yollarının başında gelen, vahiy kaynağının dışında, gözle görülen husustur.

Semavî kimliği belli olan Kur'an sofrasında serilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha açıktır. Ve buraya davet edilen hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak kabul etmek gerekir.

Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakın olsa, ne kadar münasebet ipçikleriyle bir örgü kurabilse, o ifadenin ulvileşmesine o ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.(20) İşte, Kur'an'ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görülen tevafuklar, doğru olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları görevini görürler.

Şu var ki, dikkatsiz olanlar, bu manevî trafik lambalarını görmeden geçebilecekleri için, manevî kazalara sebebiyet verebilirler. Allah'tan dileğimiz, bu tür manevî ifrat ve tefrit kazalarından bizleri korumasıdır.(21)

Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, Kur'an-ı Kerim'in pek çok açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde ve nazmında da birçok harikalar vardır. Mademki Kur'an'ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği hakikatlerde mucize izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri teşkil eden harflerinde de onun mucizevî işaretleri olacaktır. Kudret sıfatının kelimeleri olan moleküller ve harfleri olan atomlar, Allah'ın birliğini ve sonsuz kudretinin mucizelerini gösterdiği gibi, elbette kelâm sıfatından gelen Kur'an'ın moleküller hükmünde olan kelimeleri ve atomlar hükmünde olan harfleri de çok mânidar icaz işaretlerini göstereceklerdir.(22) Çünkü Kur'an, her şeyi kuşatan bir ilimden geldiği için, ifadesinden anlaşılabilen bütün manalar, kastedilmiş olabilir. İnsanların cüz'î ve dar havsalasından çıkan ifadelerle kıyaslanamaz. Müfessirlerin binler hakikatleri ifade eden tefsirleri, bunun açık delilidir. Bununla beraber, onların açıklayamadıkları, Kur'an'ın daha pek çok hakikatleri; sarih manasından başka, harflerinde ve işarî manasında pek çok mühim ilimler vardır.(23)

Tevafuklar, kâinat çapında güzelliği görülen düzenin temel unsularından biridir. Ekolojik dengeler, değişik varlıkların sayısal anlamda, belli bir ölçü içerisinde varlıklarını sürdürmelerine imkân sağlayan bir tevafuklar panoramasından/bir uyum ve dayanışma tablosundan ibarettir.

Kudret sıfatından gelen kâinat, Allah'ın isim ve sıfatlarının bir yansıması olduğu gibi, kelam sıfatından gelen Kur'an'da da Allah'ın isim ve sıfatlarının yansıması söz konusudur.

Varlıkların güzelliklerini, uygunluklarını, güzel bir düzen içinde, bir âhenk içerisinde olmalarını isteyen Allah'ın hangi isim ve sıfatları ise, Kur'an'ın da her yönüyle, mükemmel, güzel, âhenkli olmasını isteyen de, aynı isim ve sıfatlardır. Meselâ: biyolojik ihtiyaçları gidermek için, tek ambalajda, gereken gıdaları koymak, tek tip bir gıda ve meyve kutusunu oluşturmak, daha az masraflı olmasına rağmen, bin bir çeşit gıda ve meyvelerin var edilmesi, ancak, onların, damak ve dimağa hitap eden estetik yönlerinin de, müşteriler tarafından görülmesini arzu eden bir irade ile izah edilebilir. Demek rızkın/gıdaların varlığı, yalnız Rezzak isminin bir yansıması değil, aynı zamanda, mükemmelliği ve güzelliği isteyen bütün celal ve cemal sıfatlarının da birer yansımasıdır.

Kâinat kitabının ezelî bir tercümesi olan Kur'anda da, Yüce Allah'ın celalli ve cemalli, bin bir isim ve sıfatlarının yansımaları vardır. "Şüphesiz o (Kur'an), âlemlerin Rabbinin indirdiği (bir kitap)dir" (Şuara, 26/192); "Kur'an, Azîz ve Rahîm olan Allah'ın indirmesidir" (Yasin, 36/5); "Kur'an, Aziz ve Hakîm olan Allah'ın indirdiği bir kitaptır" (Ahkaf, 46/2) gibi ayetler, bu farklı yansımaların birer belgesidir. Demek, Allah'ın sonsuz ilmi; Kur'an'ın yanılmaz bir ilim hazinesi olmasını gerektirdiği gibi, O'nun Mütekellim ismi, Kur'an'ın bütün insan ve cinleri aciz bırakacak derecede, üstün bir beyana sahip olmasını gerektirir. Aynı şekilde, O'nun Bedi' ismi de Kur'an'ın her türlü belağat ve bedi ilimlerinin inceliklerini ihtiva eden mucizevî bir kitap olmasını gerektirir.

İşte, Kur'an'da istiare, teşbih, kinaye, mecaz gibi işarî yollu ifadelere çokça yer verilmesinin hikmeti budur. Zaten, her zaman, her kesime, her bölgeye hitap eden, zaman ve mekân üstü, evrensel bir kitaptan da ancak bu beklenir.

"O (Allah), bütün gizlilikleri bilendir. Gaybına/sırlarına kimseyi muttali kılmaz. Ancak, dilediği/razı olduğu herhangi bir elçi bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar. Ta ki, onların (elçilerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin (uygulamalerında görsün). Allah onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır" (Cin, 72/26-28) gibi ayetler, Allah'ın, gerek kâinatta olan bütün element, atom ve molekülleri, gerekse Kur'an'da yer alan bütün cümle, kelime ve harfleri bir bir saydığını göstermektedir. Zemahşerî'nin ifade ettiği gibi, kum taneciklerini, yağmur damlalarını, ağaçların yapraklarını bilen ve tek, tek sayan Allah'ın, kendi vahyinin ifadelerini, kendi sözlerini bilmemesi, onları bir, bir saymaması mümkün müdür?(24)

İbn Atiyye'nin, konumuzla ilgili şu sözleri oldukça anlamlıdır: Kur'an'ın tehaddîsi (meydan okuması), onun nazmına/harika düzen ve dizaynına, manalarının sağlamlığına, lafızlarının fesahatine dayanır. Mucizevî yönü ise, Allah'ın her şeyi kuşatan sonsuz ilminin varlığıdır. Yani; kelamın bütün inceliklerine vakıf olan, baştan sona kadar hangi sözcüğün hangi yere daha uygun olduğunu bilen, insanda bulunan gaflet, unutkanlık, yanlış yapmak gibi noksanlıklardan uzak, sonsuz ve sınırsız bir ilmin varlığıdır.(25)

Kainatta hiçbir nesne ve insanda hiçbir nokta hikmetsiz, gayesiz ve maslahatsız olarak takdir ve tensip edilmemiştir. Kâinatın ezelî bir tercümanı olan Allah'ın kelamı da bu açıdan değerlendirilebilir. Zira Kur'an-ı Kerim'deki cümleler, kelimeler, harfler siyak ve sibak açısından nazara alındığında, mücessem Kur'an olan alemdeki mezkur hikmet ve faydalar, Kur'anda daha mühim bir esas olarak nazara arz edecektir. Çünkü kainat mahluktur, Kur'an ise ilm-i ilahiden tereşşuh etmiş kelam-ı ezelîdir.

Kur'an-ı Kerim'in 40 vech-i icazından birisi de gözle görülen ve müşahede edilebilen i'caz nakşıdır. Matematiksel olarak izah ve tespiti mümkün olan i'caz boyutu da bu 40 vech-i icazdan biri olarak düşünülebilir.

Keza bir lider, bir şair, bir edip veya ihtisas sahibi bir insanın konuşmasında kullandığı kelimeler, vurgular, üslup, tarz, ifadelerin yeri ve tanzim şekli, sözkonusu konuşmacının bilgi seviyesine uygun olarak değişik manaların, hakikatlerin, bilgilerin ve sırların tereşşuhuna ve idrakine vesile olup o maksada hizmet ettiği gibi, Allah'ın kitab-ı akdesi olan Kur'an-ı Hakim'de, bu sır daha hakikattar ve sonsuz ilimden gelen ilahî kelamın şanına yakışacak tarzda geniş bir muhtevayı saklaması ve muhafaza etmesi, i'cazının gereğidir. Bu açıdan bakıldığında, Kur'an'da ilm-i-cifir ve ebced hesabı ciddi manada önem arz etmektedir.

Bazı kimselere göre, ebced hesabının doğru olup olmadığı hususu ancak bir nass (âyet-hadis ) ile isbat edilebilir. Bu görüşe göre hareket edildiği takdirde, zaman içerisinde değişik metotlarla ortaya çıkan fıkhî, edebî, içtimâî, ilmî ve işârî tefsir çeşitleri için de böyle bir metoda başvurmak gerekir. Halbuki, Hz. Peygamber (a.s)'den gelen tefsir rivâyetleri Kur'an'ın tamamına nisbeten çok azdır.(26)

Kaldı ki, "Onlar, Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmüyorlar mı ? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı"(27), "(Resûlüm!) Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik"(28), "Onlar, Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri kilitli mi?"(29) mealindeki düşünmeyi emreden âyetler, açıkca her kesimi Kur'an'ı araştırıp derin mânâlarını anlamaya davet etmektedir. Buna göre; açıkca yasaklanmadığı, İslâm'ın rûhuna ve Arap edebiyatına ters düşmediği müddetçe, her çeşit tefsir şekli câizdir. Zira İslâm'a göre "Eşyada asıl olan ibahedir." Akıl, ibahenin ötesinde, araştırmakla mükellef tutulmuştur.

Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Kur'an çok yerlerde tâ'mim için hazf yapıyor. Çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki, ehl-i belâğat ve ulûm-u arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın."(30) Kur'an'ın değişik ihtimalleri ihtiva eden ifadelerinin mantûk, mefhûm, delâlet, imâ, işâret gibi yollarla anlaşılabileceği gibi, ebced hesabı yolu ile de anlaşılmasında bir mahzurun olmaması gerekir. Çünkü, o da işaret yollu anlamanın bir parçası kabul edilmiştir. Bunun pek çok âlim tarafından böyle kabul edildiği hususu, biraz sonra Bediüzzaman'ın görüşlerine yer vereceğimiz bahislerde de görülebilir.

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir bir saydığını gösteren tevafuk tablolarını ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

Dipnotlar

1-bk. İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, 6; Tâhiru'l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, 38; Cerrahüğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 18; Yakıt, İsmail, Türk- İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Târih Düşürme, 23-29.

2-bk. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.y.

3-bk. a.g.y.

4-bk.. İslâm Ansiklopedisi, X/68.

5-Bk.. a.g.e., a.g.y.

6-bk. Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zünûn, I/592.

7-Bk. a.g.e., a.g.y.

8-bk.el- Beydâvî, I/37.

9-bk. bn Âşûr, Muhammed Tahir el-Cezairî, et-Tahrir ve't-Tenvîr, I/208.

10-bk. İbn Âşûr, I/208.

11-bk. Maraşli, Yusuf Abdurrahman, Fihrisu Ahâdîsi'l-Müstedrek, 19.

12-bk. a.g.e., a.g.y.

13-bk. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 147

14-Bk. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 20.

15-krş. A. Schımmel, Sayıların Esrarı (trc.Temelli, Mehmed ), 39.

16-Gazzalî, Muhammed b. Muhammed, el-Munkızu mine'd-delâl, 46, şekil için bk. s. 50.

17-Bk. Gümüşhanevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmuatu'l-Ahzâb (Şâzelî), 515.

18-Bk. Nursi, Zülfikar, (Osmanlıca) s.548

19-bk. a.g.e, a.g.y.

20-bk. Nursi, Muhakemat,s.93

21-Krş. Nursi, Zülfikar,(Osmanlıca) s.548-549,

22-Bk. Nursi, 29. Mektubun ikinci makamı (basılmamış),varak, 103

23-Bk. Nursi, Zülfikar (Osmanlıca), s.533

24-ZemahÅŸeri, KeÅŸÅŸaf, IV/633.

25-bk. el- Kurtubî, I/76.

26-bk. el-Âlûsî, I/6.

27-en-Nisâ, 4/82.

28-Sâd, 38/29.

29-Muhammed, 47/24.

30-bk.Nursi, İşârât, 50.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.

Zümre, 41

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Allah ister ki,biriniz bir iş yaptığı zaman onu en güzel ve en sağlam bir şekilde yapsın.

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI