Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-135

Ders: 12. Lem’a, Birinci Mesele-i Mühimme, Üçüncüsü İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *“Madem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor.”(Lem’alar, s:) insanın vücudunu ele alalım, ne fazla bir şey var, ne noksan bir şey var. Damarları ne kadar kâfiyse o kadar. Kemikleri ne kadar kâfiyse o kadar. Kâinatın tümü de o insanın vücudu gibi, ne bir şey fazla var, ne noksan


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-10-08 11:44:21

Ders: 12. Lem'a, Birinci Mesele-i Mühimme, Üçüncüsü

İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi

*"Madem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor."(Lem'alar, s:) insanın vücudunu ele alalım, ne fazla bir şey var, ne noksan bir şey var. Damarları ne kadar kâfiyse o kadar. Kemikleri ne kadar kâfiyse o kadar. Kâinatın tümü de o insanın vücudu gibi, ne bir şey fazla var, ne noksan.

Bektaşi'nin biri hamam gitmiş. Orada hamam böceklerini görmüş, rahatsız olmuş; "Ya Rabbi bu hamam böceklerini niye yarattın, bunlar lüzumsuz, bizi rahatsız ediyor" demiş.

Neyse, aradan bir zaman geçmiş. Bir hastalığa yakalanmış. Hangi doktora gitmişse teşhis edememişler. Öyle olmuş ki ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor. Bir deri kemik kalmış.

Bir gün bir evliyaya rast geliyor. O zat Bektaşi'ye soruyor; nedir senin bu halin?" O da durumunu anlatıyor. O evliya diyor ki; "Korkma, ben o hastalığının çaresini biliyorum." Bektaşi ferahlanıyor; "Ohh be" diyor, "aslı olmasa da ferahlanacak bir söz işiteceğim".

Evliya diyor ki; "Bir hamama git, hamam böceklerinden bir tava topla. Onları yağda kavur, her sabah aç karnına birer kaşık ye. Bir şeyin kalmaz."

Bektaşi'nin kafasına dank ediyor, gidiyor, hamam böceklerine diyor ki; "Ula kurban olayım. Siz ne iyi şeyler imişsiniz. Ben sizi bilmiyordum." Evliya zatın dediği gibi yapıyor ve sağlamlaşıyor.

Neyse bir gün yolu bir deryaya düşüyor. O zamanki gemiler yelkenli gemiler. Gemiyi bir fırtına yakalıyor. Herkes telaş içinde bir o yana, bir bu yana koşuşuyor. Sadece o Bektaşi hiç istifini bozmadan, ayağını ayağının üstüne atmış, nargilesini fokurdatıyor.

Biri dayanamayıp ne yaptığını soruyor. "Nargilemi içiyorum" diyor. "Ya nargile içilecek zaman mı? Gemi batıyor" diyor adam. Bektaşi diyor ki; "Ben Onun (Cenab-ı Hakkın) işine karışmam. Bir defa karıştım, bana hamam böceği yedirdi.Karışmam Onun işine" diyor..

Bilemiyoruz bu hayvanların yaratılış hikmetleri ama uzaktaki yakındaki de hep bizim için yaratılmış. İmam Gazali hazretleri bu hayvanların yaradılış faydalarını anlatıyor. Hınzırın, Yılanın ve saire..

Yılanlar hakkında dediği aklımda kalmış. Diyor ki; "Bu havada madde-i semmiye(zehirleyici maddeler) var. Onun fazlasını o yılanlar emiyorlar da, hava mutedil hale geliyor.

Yılanlar da çok artan hayvanlar imiş. Cenab-ı Hak onlara da kartalları musallat ediyor, sayılarını belli bir oranda tutuyor." 

Kâinat denge üzerinde gidiyor. Bu arz gemisi denge üzerinde yürüyor. Her yerde bir denge hâkim. Allah(c.c.) işbaşında. Eviriyor, çeviriyor. Dünyanın ne ucu ne bucağı görünüyor ama ne kadar genişse Allah'ın nispetinde çok küçük yahu..Zaman zaman söylüyorum, Allahımızla iftihar ediyoruz.

*"Ve madem mahlûkatın vücutları zîşuur içindir." Buradaki zişuurdan maksat, insan. Cinler de buna dâhil oluyor. Dağlar insanlar için, hoş, insanlar dağlar için değil yani. Bağlar insanlar için, deryalar insanlar için, belli yani..

*Cenab-ı Hak kâinatta ne yaratmışsa, hep insanın faydasına yaratmış. Uzaktaki ne kadar faydamızaysa, yakındaki de aynı, farkı yok. Şimdi güneş uzak, hava yakın. Hangisi bize daha faydalı? İkisi de aynı. Kâinatta her şey bizim faydamıza çalışıyor, dönenler bizim faydamıza, yananlar bizim faydamıza, akanlar bizim faydamıza. 

*Mikrop ne kadar küçük ama kendi ayağını görüyor. O karasinekleri biliyorsunuz, o mikropları görüyor, alıp yiyorlar. Bir yazda ne kadar karasinek oluyor. Dağlar ağzına kadar doluyor, köyler doluyor, evler doluyor. Bir zaman birisine sordum; bu mikroskop kaç liradır? O zaman için "beş milyar" demişti. "şimdi efendi" dedim, karasineğin iki gözü var, her biri beşer milyar. Enteresan bir şey, diğer böcekleri ona göre düşünün..Zenginlik.. Ne zenginlik.. Allah'ın zenginliği. Tükeneceği yok ki. Zenginliğinin nihayeti yok ki. Hazinesi de yok. Yoktan yaratıyor, Yok bitmez ki.

Not: Bu meseleyi merhum Hocamız bir eserinde şöyle izah ediyor; "İnsanlar bir eser yaparken, meselâ bir fabrika inşa ederken, kâinatta mevcut olan taşı, toprağı, demiri, çeliği v.s. istimâl ediyor ve onlardan çeşitli âlet ve cihazatı bir araya getirmek suretiyle fabrikayı kuruyorlar. İnsanların bir anda milyonlarca fabrika yapamamaları iki husustan ileri geliyor: Bun­lardan birisi, kudretlerinin ve servetlerinin mahdut oluşu, diğeri de eserle­rin yapılmasında kullandıkları maddenin mahdut olması ve dolayısıyla da onların tedariki için ayrı bir zahmet ve külfet çekmeleridir.

Kadir-î Mutlak ise, nihayetsiz kudretiyle her şeyi yoktan halk ediyor. Bu dünyada imtihan sırrına binaen ve o Hakîm-i Ezeli'nin hikmetinin ikti­zasıyla, bir derece perdeli olan bu tasarruf, âhirette perdesiz görülecektir.

Yokun sonu gelmeyeceğine göre Kadir-i Ezelî'nin yaratacağı mahlûkatın da sonu gelmeyecektir. Ne taşın tükenmesi ve ne de demirin sona ermesi gibi bir mes'ele, yoktan yaratmada mevzubahis değildir. Bu hakikatı bir misâlle biraz daha vuzuha kavuşturalım. Meselâ; bir sultan, raiyyetine kendi hazi­nesinden altınlar bağışlasa, bu lûtfun bir gün sonu gelebilir. Fakat o sultan meselâ; kerametiyle parmaklarını her açıp yumdukça elinden altınlar dö­külse, artık bu altınların sonu gelmez. Çünkü bu halde altınlar hazineden değil, yokluktan akmaktadır.

İşte, kudreti nihayetsiz olan Zat-ı Zülcelâl'in lûtuf ve ihsanatının Cennette ebediyyen devam edeceğine bu misâlden bir derece bakılabilir."(Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları, s: 113-115-Cihan Yayınları, İst. 1983)

*Burada bir ayna olsa şu cemaat oraya yansır. O aynaya yansıyan nedir? Onların misalleri. İşte bu âlemde her şeyin yansıdığı bir Âlem-i Misal var. Yalnız buradakini aynı yansıması değil. Burada çekirdek kadar olan bir şeyin yansıması bazen âlem-i misalde bir ağaç gibi olabiliyor. Hani bazı endam aynalarında küçücük bir insanın dev gibi yansıması gibi. İşte; "Ehl-i keşfin küre-i arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehadete ait küre-i arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür."

* "İşârâtü'l-İ'câz tefsirinde, eski Harb-i Umumînin birinci senesinde cephe-i harpte ihtisar mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz.." Üstad, İşaratü'l İ'caz tefsirini Birinci Cihan harbinin ilk senesinde Erzurum Pasinlerin dağlarında yazmış. Biz Üstadın eski Said talebelerinden bazılarına yetiştik. Onlardan rahmetli Ali Çavuş anlatırdı; " Yani hocam, Harp ediyorduk. Akşam çadıra geliyoruz. Ya ekmek var, su yok. Ya su var, ekmek yok. Orada oturuyoruz. Bir de bakıyorsun, kalemi eline almış, köşede bir şeyler yazıyor. "Yahu Seyda" diyorduk, "sen öyle ne yazıyorsun? Yahu yarın şehit olacağız, bırak şu yazmayı. Ne yazıyorsun, kime okutacaksın?" Tebessüm ediyor, hiç dinlemiyor, yazıyor, çantaya atıyor."

Benim Allah rahmet etsin, şefi-i ahiret etsin, benim bir hocam vardı, ilk besmeleyi ondan çektim ben; Hacı Mustafa Necati efendi. Bu Serçembe köyündendi. Allah rahmet eylesin, babamım mesleği koyunculuk idi, celepçilik diyorlar ya. Biz Güllüce köyündeniz.

1935'ler, 37'ler olabilir, babam Erzurum'a gelip gittikçe ben ve kardeşim merhum Hacı Musa'ya derdi ki; "Erzurum'da Mustafa Efendi isminde genç bir âlim var. Onu çok seviyorum. Sizi götürüp ondan okutacağım." Sene 1940 olunca hakikaten bizi aldı, geldi. Götürdü o Hacı Mustafa Efendiye, bismillah'ı ondan çektik, okumaya başladık.

Kendisinden üç sene kadar okuduk. Kendisi bir gün bu İşaratül İ'caz'ı gösterdi bize, "Bunu Bediüzzaman hazretleri Cihan harbinde Pasinlerin dağlarında yazmış." Birden afalladım, "Hocam" dedim, "nasıl olur? Harpte nasıl kitap yazılır?" "He ya," dedi "hem de nasıl kitap. Keşke bütün Kur'an'ı böyle bitirseydi. Bu kitapta Kur'an'a ait öyle noktalar koymuş ki, ne Keşşaf'ta var, ne Beyzavi'de var. Fakat ancak bir hizib izah etmiş, keşke Kur'an'ın tamamını böyle izah etseydi." 

"Hocam" dedim, "bu zat nerededir, gitsek, görsek." "Yok, göremezsiniz, devlet onu nefyetmiş, Isparta havalisinde. Gidenleri dövüyorlar, hapse atıyorlar" dedi. Böylece ilk defa o vesileyle Üstad'a bir gönül bağladık yani.

Not: Merhum Kırkıncı Hocamızın bu konudaki hatıraları için "Bediüzzaman'ı Nasıl Tanıdım" ve "Hayatım Hatıralarım" adlı eserlerine bakılabilir.(Zafer Yayınları)

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.

Bakara, 2/186

GÜNÜN HADİSİ

İnsanların en fenası, birine ayrı, diğerine de ayrı görünen iki yüzlü insanlardır.

Seçme Hadisler, syf. 101

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI