Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-129

Ders: 25. Söz, Mukaddeme İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *“Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi..”(Sözler, s: 366) Üstadımız bu kainata ‘kitap” diyor, mahlukata “kelimat-ı kudret” diyor, yine mahlukata “ayat-ı tekviniyye” diyor. Böylece kâinatla Kur’an arasında bir münasebet kuruyor, ya da mevcut olan münasebeti ortaya koyuyor


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-08-22 11:36:45

Ders: 25. Söz, Mukaddeme

İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar

*"Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.."(Sözler, s: 366) Üstadımız bu kainata 'kitap" diyor, mahlukata "kelimat-ı kudret" diyor, yine mahlukata "ayat-ı tekviniyye" diyor. Böylece kâinatla Kur'an arasında bir münasebet kuruyor, ya da mevcut olan münasebeti ortaya koyuyor. Bu da nasıl oluyor? Yine kendi ifadesiyle Kur'an Cenab-ı Hakkın kelam sıfatından gelmiş, Allah kelamı ki "âlem-i asgar olan insanın ef'al ve ahvalini tanzim ediyor."(Mektubat, s: 478) Yani insan neye bakacak, neye bakmayacak, neyi yiyecek, neyi yemeyecek, ne konuşacak, ne konuşmayacak neye nasıl inanacak vs.

Tekvini şeriat denilen kâinat kanunları da kâinatı nizama koyuyor. Her bir fen dalı da Allah'ın varlık ve birliğini araştırıp ortaya koyan ilmi birer casus, araştırmacı. Üstad bu cevasis( casuslar) tabiri kullanıyor.

Not: Üstadın ifadesi şöyle; "Nev'-i beşerin havas ve cevasisi hükmünde olan fünun-u ekvan istikra-i tâmme ile o nizamı keşfetmişlerdir."(Mesnevi-i Nuriye, s:251 )

"Demek şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevasis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber insan-ı asgar gibi muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz' edilmiştir. Faidesiz abes yoktur"(Mesnevi-i Nuriye, s:251)

Mesela "hücre ilmi" hücre konusunda bir casus. Hücrenin bütün inceliklerini ortaya koymuşlar. Atom ayrı bir ilim dalı olmuş, genler ayrı bir ilim dalı olmuş, astronomi ayrı bir ilim, botanik ayrı bir ilim, jeoloji ayrı bir ilim. Bütün bu ilim adamları hepsi bir araya gelmişler, hedefleri ise kâinatı anlamak. Ağzına kadar mana dolu kâinat, ağzına kadar mana dolu insan. Bu manaları ise Allah yerleştirmiş. İnsana akıl vermiş ki bu manaları araştırsın.

Böyle olunca, kâinat kitabını yazan; Cenab-ı Hak. İnsana ilim veren; Cenab-ı Hak. Kur'an-ı Kerim'i izah eden; Cenab-ı Hak. Bu Kur'an-ı Kerimle kâinatı bize doğru olarak okutturan; Cenab-ı Hak. Daha bilim ile din nasıl birbirine karşı olabilir? İslam olamaz da, batıl dinlere karışmam.

İşte Kur'an şu büyük kitap olan Kainatı bize anlatan bir kitap. Mesela kâinatta Güneş var, Kur'an-ı Kerim'de de "Şems"(Güneş) suresi var. Güneş Suresi de Allah'ın, güneş te Allah'ın. Biri kelam sıfatından gelmiş, diğeri kudret sıfatından gelmiş. Bu onu açıklıyor, tercümesi.

Tercüme deyince şu aklımıza geliyor, diyelim ki bir yabancı ülkeye gittik. Herkes bir şeyler konuşuyor ama biz ne dediklerini anlayamıyoruz. Bir mütercim geliyor, konuşulanları bize anlatıyor. İşte kâinatta bulunan her şey de kendi lisanıyla konuşuyor, her şey Allah'ı tesbih ediyor, kendisini yaratanın varlığını, birliğini, isimlerini, sıfatlarını bildiriyor. Ama dil bilmediğimiz için anlamıyoruz.

Not: Bu hususta Hz. Mevlana(k.s) ne güzel buyurur;

"Sen yaprakların el çırpmasını ve zikir ve tesbih etmesini görmüyor ve işitmiyor musun? Bunu duymak için beden kulağı değil, kalb kulağı gerektir."

"Cümle-i eczai der tahriki der sükûn

 Natikani kana ileyhi raciun

"Cihanın bütün cüz ve zerreleri -hareket halinde olsun, sükûn halinde olsun-, "biz Rabbimize rücu ediyoruz" derler.

Zikri ve tesbihatı ecza-i cihan

Gulguli efkenend ender asuman

"Cihan cüzlerinin zikir ve tesbihleri semaları gulguleye düşürmüş ve oraları çınlatmıştır." (Salih Okur)

İşte bu konuşulanları anlamak için Kur'an gibi bir mütercimin olması lazım. Ondan dolayıdır ki asr-ı Cahiliyyede kimse kâinat kitabını doğru olarak okuyamamış. Niçin? Çünkü dil bilmiyorlar. Güneş ne diyor anlamamışlar, ay ne diyor anlamamışlar. Anlamayınca ne yapmışlar? Fıtratlarında da bir inanma ihtiyacı var. Onu yanlış yönlendirmişler; kimi puta tapmış, kimi ateşe tapmış, kimi yıldıza tapmış, kimi zamana tapmış, kimi ineğe tapmış.. Bunlar kâinat kitabını okumayı bilmeyen güruh. Kur'an-ı Kerim gelmiş, kâinat kitabını okumayı öğretmiş.

İşte "ikra!(oku) bu demek. Yoksa ikra fizik oku demek değil. İkra'yı öyle anlayacağız ki herkese, okumayı yazmayı bilene de bilmeyene de hitap edecek. Nedir o ikra? Üstad bir yerde; "Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku.."(Sözler, s: 687) diyor. İkra o işte, kendini okuyacaksın. Bunu ninem de okur, dedem de okur. Hiç okula gitmeyen de okur, üniversite profesörü de okur. İnsan kendisini okuyabilir; "ben Allah'ın mükemmel bir eseriyim, beni bir yapan var" Bunu okuyabilmek için üniversiteye gitmeye gerek yok. Sonsuz aciz olduğunu her insan okuyabilir, sonsuz fakir olduğunu her insan okuyabilir. Ağacın onu tanıyamacağını, midesinin ihtiyaçlarını bilemeyeceğini, insana merhamet edemeyeceğini her insan okuyabilir.

*"ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi."(Sözler, s: 366) Tekvini ayetler Cenab-ı Hakkın kâinatta var ettiği, koyduğu ve kendisinin varlık ve birliğine işaret eden kanunlar demektir. Allah'ın kâinata koyduğu güneşin bir benzerini yapmak insanlar için mümkün olmadığı gibi, Şems suresinin de bir benzerini getirmek aynı katiyette mümkün değildir.

Not: Bu son hususa merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi şöyle işaret ediyor; "İnsanlar, Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi şeyler yapabilmektedir. O Kadir-i Mutlak ise odun­dan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadadır. Aynı şekilde insanlar topraktan çömlek yapmakta, Sâni-i Kâinat ise topraktan insan yapmaktadır. Misâller çoğaltılabilir.

Kâinattaki yüz üç elementi birer harfe teşbih edersek, o Kadir-i Hakîm bu harflerle nebatat ve hayvanattan insanlara, denizlere, yıldızlara kadar bütün mahlûkatını yazmıştır. Her bir kelimede yirmi dokuz harfin hepsinin bulunması icab etmediği gibi, her bir mahlûkta da bütün elementlerin bu­lunması şart değildir. Cenâb-ı Hakk'ın element harfleriyle yazdığı bir kelime olan elmanın, insanlarca, taklid edilmesi mümkün değildir. Hâlbuki onun yapılmasında istimal edilen elementleri insanların da istimal edebilmeleri imkân dâhilindedir.

İnsanların bir güneş yapmaları ve duha (kuşluk) vaktini getirmeleri kâbil olmadığı gibi, "Veşşemsi ve duhaha" âyetinin nazirini getirmeleri de mümkün değildir."(Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları, s: 24, Yeni Asya Yayınları, İst. 1976)

*"ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri..."(Sözler, s:366) İmanın bütün rükünleri gaybtır. Mesela ahiret âlemi, öldükten sonra başımıza gelecekler, kıyamet günü ve safahatı. Bunları Kur'an'ın tefsir etmesi sebebiyle genişçe bilebiliyoruz. Kur'an'ın üçte biri kıyamet ve ahireti anlattığı gibi birçok ayeti ile bu şehadet âlemini tefsir ediyor. Mesela Güneş için;

 وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً

"Güneşi de bir çerağ(ışık saçan bir kandil, bir lamba) yapmıştır."(Nuh: 71/16) Güneş lamba olunca, kâinat oluyor saray. Biz de oluyoruz Allah'ın misafirleri. Tabii bu lamba evimizden büyük. Onun için de şu kadar uzak mesafede olması lazım. Üstadın dediği gibi Cenab-ı Hakkın zatı mahlûkata benzemediği gibi fiilleri de benzemez.

*"Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı"(Sözler, s: 366) Manevi hazineden kasıt esma-i ilahiyedir. Allah'ın bütün isimleri birer hazine ve de gizli. Biz ondan yansıyan cevherleri görüyoruz. Mesela Rezzak(rızıkları veren) ismi bir hazine. Rızıklar o hazineden gelen cevherler. Muhyi(hayat verici) ismi bir hazine. Karıncanın hayatı da o hazineden gelen bir cevher, Cebrail(a.s)'in hayatı da, bizim hayatımız da..Musavvir(şekil veren) ismi bir hazine. Bütün şekiller, suretler oradan geliyor. Güneşin şeklide, bir dağın şekli de, Büyük Okyanus'un şekli de, benim şeklim de..Diğer isimleri de bu şekilde düşünebiliriz. Hepsi bitmez, tükenemez bir hazine. Cenab-ı Hak Kur'an ayetleri ile bu hazineleri nazarımıza veriyor.

*"ve sutur-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı"(Sözler, s: 366) Kâinat kitabında her bir hadise bir satır ve altında da çok büyük hikmetler var. Mesela en çok okunan bir satır; ölüm. Kur'an bu hadisenin nedenini niçinini, nasılını, hikmetini bize açıklıyor. Yine hastalık da böyle çokça rastlanan bir satırdır. Kur'an, hastalığın da hikmetlerini, sırlarını ders veriyor.

*Kur'an olmasa Cenab-ı Hakkın zatı, sıfatları, esması, ef'ali bilinemez. En dahi insanlar bile bu konuda Kur'an'ın rehberliği olmasa yanılmışlar, hatalara ve hatta şirke, tenakuzlara düşmüşler. 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Nâhl Suresi;128

Şüphesiz ki, Allah, takvaya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.

GÜNÜN HADİSİ

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI