Cevaplar.Org

BEDÎÜZZAMAN’IN VAAZ, TEBLİĞ VE İRŞADDA ORTAYA KOYDUĞU TECDİD-4

A-VAİZ ve VAİZLİK Vaiz, dini anlayan, yaşayan ve anlamlandıran sonra da halka aktaran köprü insandır. Vaizin her cümlesi gönüller inşa edecek güce sahip olmalıdır. Bir vaiz,


Mehmet Göktaş(Yrd. Doç. Dr)

goktas_m@hotmail.com

2016-08-01 11:38:55

A-VAİZ ve VAİZLİK

Vaiz, dini anlayan, yaşayan ve anlamlandıran sonra da halka aktaran köprü insandır. Vaizin her cümlesi gönüller inşa edecek güce sahip olmalıdır. Bir vaiz, etkili ve verimli konuşmaları ile sıradan bir konuşmacı olmanın ötesinde, toplumu yönlendiren ve nesilleri şekillendiren kişidir. Dolayısıyla o, gündemden haberdar olan, akıp giden hayatı okuyabilen, toplumun dert ve sorunlarını bilen ve bunlara yönelik çözümler üretebilen kimsedir. Zira vaizin şuuru, toplumun şuurudur. ("Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizlik Sempozyumu", 2011)

Bediüzzaman vaiz ve hatipler için "mürşid-i umûmî" tabirini kullanır. 1910'lu yıllarda te'lif ettiği Divan-ı Harbi Örfî (DHÖ) isimli eserinde vaizleri ve vaizlik müessesesini kritiğe tabi tutarken, bu kutsi vazifenin ve vaizlerin nasıl olması gerektiğine şu veciz ifadeleriyle temas eder:

"Ben vaizleri dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka üç sebep buldum:

 Birincisi: Zaman-ı hazırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için isbat-ı müddea ve müteharri-i hakikatı ikna lâzım iken ihmal ediyorlar.

 İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, müvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.

 Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

 Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve ikna etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ müvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olmaları da şarttır." (Nursî: DHÖ,104)

Bediüzzaman Hazretlerinin insanları irşad ve din-i hakkın tebliğinde çok önem verdiği vaizliğin nasıl olması gerektiği hususunda yukarıya aldığımız ifadelerini diğer eserlerindeki izahlarla kısaca tahlil etmek faydalı olacaktır.

Vaizler, nasihatlerinde yaşanan hayatın şartlarını daima göz önünde bulundurmalıdırlar. Şimdiki zamanı geçmiş zamana kıyas ederek hareket etmemelidirler. Çünkü her zamanın kendine has hükmü vardır. Eskiden, iddia edilen şeyi parlak ve mübalağalı göstermek revaçtaydı ve bu hareket halk üzerinde tesirli olabiliyordu. Çünkü teslimiyet kuvvetli idi. Hâlbuki zamanımızda, teslimiyet kırılmış, akıl ve hikmet yönünden meselenin hükmünü koymak anlayışı inkişaf etmiş, hadiselerin sebep ve hikmetini aramak meyli uyanmıştır. Bu bakımdan zamanımızda iddia edilen şeyin tasviri değil ispatı gerekmektedir. (Mürsel: 1995, 84) Bu da ancak muhakkik bir âlim olmakla mümkündür. Çünkü muhakkik âlim, meseleleri tahkik eden, bildiği şeylerin delillerini arayan, öğrendiklerinin kuru bir taklitçisi değil, onların doğru olup olmadığını araştıran ve muhakemeden geçiren kimsedir.

Bediüzzaman'a göre vaizlerin âlim-i muhakkik olması da yeterli değildir. Vaizler manalı, maksatlı, faydalı, aklın ve şeriatın hükümlerine uygun davranan, söz söyleyen, düzensizlik ve abesiyete yer vermeyen yani, müdakkik hakîm de olmalılar. Bediüzzaman, irşad ve tebliğde hikmetli olmayı, muvazene-i şeriatı korumakla neyi kastettiğini şöyle açıklar: Bir şeyin ehemmiyetini insanlar nazarında büyüterek ona teşvik ederken veya bir kötülükten de nefret ettirip ondan uzaklaştırmaya çalışırken, diğer dini değerleri gözden düşürmemeli, dindeki dengeyi bozmamalı, kafa karışıklığına yer vermemelidir. (Canan: 2008, 141)

Dini meselelerin öğretilmesinde ve muvazene-i şeriatın korunmasında vaizlerimiz mübalağadan kaçınmalıdırlar. Çünkü ona göre "mübalağa ihtilalcidir" (Nursî: Muhakemat.31) ve mübalağaya meyletmek suretiyle hayali hakikate karıştırmak beşerin seciyelerindendir. "Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde, tezyidinden noksan, ıslahından fesat, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder." (Nursî: Muhakemat,32) Ona göre hak din olan ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren(Nursî: Tarihçe-i Hayat,90) İslamiyet'in, mübalağalı terhib ve terğibe hiç ihtiyacı yoktur. Bediüzzaman bu hususu şu çarpıcı örneklerle nazara verir: "Gıybeti katle müsavi veya ayakta bevletmek, zina derecesinde göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek, hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen, vâiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet, muvazenesiz vâizler, çok hakaik-i neyyire-i diniyenin(dinin nurlu hakikatleri) husufuna sebep olmuşlardır." (Nursî: Muhakemat,32)

Bu mesele münasebetiyle şunu da ifade etmek gerekir. Sahih hadis kaynaklarında zikredilen müteaddit hadislerde küçük yardımların gerektiğinde büyük ibadetler kadar sevaba, küçük hata ve günahların büyük günahlar ve cinayetler kadar ikaba vesile olabileceği ifade edilmiştir. Fakat bu durumlar istisnaidir, umumileştirilemez. Niyetlere bağlıdır. Bunun takdiri insanın salahiyeti dâhilinde değildir. (Mürsel: 1995, 84) 

Bediüzzaman'ın vaizlerde olması gereken üçüncü hususiyeti belîğ-i muknî olarak ifade eder. Belağat; mukteza-yı hale mutabık söz söylemektir. Öyleyse vaiz ve mürşidlerin içinde bulundukları zaman ve mekânın durumuna ve muhataplarının anlayışına uygun bir üslupla ikna edici olarak konuşmaları zaruridir.

Yukarıda saydığımız vasıfların gereklerini eserlerinde en güzel bir şekilde ifade eden ve hayatında uygulayan Bediüzzaman'ın zamanın ruhunu okuyarak ne gelenekçi, ne de modernist olan, fakat ikisini mezcederek yeni bir akım oluşturan bir âlim-i muhakkik, hakîm bir müdakkik ve belîğ-i mukni olduğunu görüyoruz. Bediüzzaman "eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal" (Nursî: Münazarat,17) diyerek yeni hali savunması ve sahiplenmesi yeniliğe ve değişime açık olduğunu gösterir. Bu değişimi, Kur'an ve Sünnet merkezli olmak kaydıyla, dünden gelen doğruları da savunup sahiplenerek asrın idrakine sunar.

Bu hususun şu örnekle daha iyi anlaşılacağı açıktır. Namaz hususunda o, hayatın içinden, analitik düşünceye uygun, namazla ilgili ayet ve hadislerden süzülen manayı ifadesinin ruhu yaparak, namazın hikmetini ve kılınması lüzumunu anlatır. Dördüncü Söz, dokuzuncu Söz ve Yirmi birinci Söz gibi risalelerinde namazın neden kılınması gerektiğini, şu beş vakte niçin tahsis edildiğinin hikmetini açıklar. O namazın nasıl kılınacağını, abdestin ne şekilde alınacağını anlatmaz eserlerinde. Çünkü asrın insanı "nasıl kılarım?" diye sormuyor, "neden kılınması gerektiğini" soruyor. "Günde beş defa ve bitmediğinden usanç veriyor" diye itiraz ediyor. Bu sorulara cevap verilmedikçe, namazın nasıl kılınması gerektiğini anlatmakla bir sonuca varılamayacağını anlayan Bediüzzaman, namazın insana sağladığı dünyevi ve uhrevi faydaları, ibadetlerin içindeki lezzet-i maneviyeyi, "karlı ticaret" gibi kavramlarla asrın insanının idrakine sunar. (Tarhan:2012, 106)

Tebliğde Hz. Peygamberi temsil makamında olan vaizlerimizin özellikle dikkat etmeleri gereken bir diğer hususta "Fıtri Meyilleri İyiye Yönlendirmek" olmalıdır."Nâsihlerin nasihatları şu zamanda te'sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yâni, fıtratını değiştir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat te'sir eder, hem dâire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.."(Nursî: Mektubat, 34 )

 Bediüzzaman, insanlarda tabii bir hal haline gelmiş bir kısım menfi huyları yok etme cihetine gitmektense, yönlerini değiştirmeyi, yani hayra yönlendirmeyi tavsiye eder. Bu yol nasihatte daha etkili ve neticesi itibariyle daha güzeldir. Zaten nasihat ve irşaddan beklenen de budur. Onun ifadesiyle "Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şerrin, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb etmesini" temin edebilmektir (Nursî: Sözler, 320)

Bediüzzaman, menfi duyguların yönünü, hayırlı istikamete çevirmeyi eserlerinde örneklerle anlatır. Mesela; "O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-ı zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-ı îmâniyeye ve esâsat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfetse, o haslet-i rezîle olan inad-ı mecâzî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, yâni hakta şiddetli sebata inkılâb eder." (Nursî: Mektubat, 34)

Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri'nin, bir harb dâhisi olan ve Uhud Harbi'nin nihayetinde Müslümanların mağlubiyetine de sebep olan Hâlid Bin Velid'den bahisle, "Medine-i Münevvereye kemâl-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra bir "Seyfullah" şekline girdi ve fütûhat-ı İslâmiyenin bir kılıncı oldu." (Nursî: Lemalar.29) şeklindeki ifadesini de bu mevzuda müşahhas bir misal olarak zikredebiliriz. Bu metod hakkıyla uygulandığı takdirde, insandaki hissiyatın meşru kullanımı gerçekleşek demektir. İşte Bediüzzman'ın bu tarz bir irşadı gerçekleştirenlere "beliğ-i hakîm, beliğ-i muknî" demektedir.

Vaizlik mesleğine, Bediüzzaman'ın bu kadar önem verişi, tarihi bir tespitten ileri gelmektedir. Ona göre, İslam dünyasında fukaralığın ortaya çıkması ve buna bağlı olarak bir kısım içtimai marazların gelişip neticede İslam dünyasının gerilemesinde belli bir ölçüde "hakîm" ve "belîğ" olmayan vâizlerin rolü vardır. Bediüzzaman'a "Eskiden İslâmlar zengin, onlar (azınlıklar) fakir idiler. Şimdi her yerde kaziye bilakistir. Hikmeti nedir? Diye sorarlar. Bediüzzaman cevaben:

"İki sebebi biliyorum:" der.

Birincisi: لَيْسَ لْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى olan ferman-ı Rabbanîden müstefad olan meyelan-ı sa'y ve اَلْكَاسِبُ حَبِيبُ اللّٰهِ olan ferman-ı Nebevîden müstefad olan şevk-i kesb, bazı telkinat ile o meyelan kırıldı ve o şevk de söndü. Zira i'lâ-yı kelimetullah şu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu bilmeyen; ve dünya مِنْ حَيْثُ هِىَ مَزْرَعَةُ اْلاٰخِرَةِ cihetiyle kıymetini takdir etmeyen; ve kurûn-u vustâ ve kurûn-u uhranın ilcaatını tefrik eylemeyen; ve birbirinden gayet uzak, biri mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kesbde olan kanaatı ile, mahsul ve ücretteki kanaatı temyiz etmeyen; ve birbirinden nihayet derecede baîd, hattâ biri tenbelliğin ünvanı, diğeri hakikî ihlasın sadefi olan iki tevekkülü birbiriyle iltibas eden ve "Ümmetî! Ümmetî!" sırrını teferrüs etmeyen ve خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ hikmetini anlamayan bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vaizlerdir ki, o meyelanı kırdılar; o şevki de söndürdüler." (Nursî, Münazarat,37 )

Bediüzzaman, bu nevi tahlilleriyle, millette maddî ve manevî terakki meylini harekete geçirecek, halkı irşat edecek, illeti teşhis edip bu teşhise uygun iş yapacak mürşitlerin yetiştirilmesinin maddi ve manevi hayatımız adına ne kadar önemli olduğunu vurgular. (Canan 2008,146)

-devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıveriliceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

Ankebut, 2

GÜNÜN HADİSİ

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI