Cevaplar.Org

KÂİNAT VE İNSANDA AHLAKİ AHENK

İnsanoğlunun mahiyeti ile tekvini ve teşrii ayetlerdeki ahenk İnsanı insan eden, onun Allah’a olan imanı ve kulluğudur. Evet, iman insanı insan eder hatta insanı sultan eder. Gerçekten Allah’a hakiki kul olan kimse, başka hiçbir varlığa kul olmayacak kadar aziz bir sultan olur. İnsan himmeti nispetinde büyür. Kimin himmeti Allah’a kul olmak ise, bu kimse nevi şahsına münhasır bir sultan olur.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-07-15 11:54:41

İnsanoğlunun mahiyeti ile tekvini ve teşrii ayetlerdeki ahenk

İnsanı insan eden, onun Allah'a olan imanı ve kulluğudur. Evet, iman insanı insan eder hatta insanı sultan eder. Gerçekten Allah'a hakiki kul olan kimse, başka hiçbir varlığa kul olmayacak kadar aziz bir sultan olur. İnsan himmeti nispetinde büyür. Kimin himmeti Allah'a kul olmak ise, bu kimse nevi şahsına münhasır bir sultan olur. Çünkü böyle bir kimse Allah'tan başka hiçbir varlığa kul olmaya tenezzül etmez. Bütün kâinat bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz. Çünkü o, her şeyin yaratıcısı, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, her şey boyun eğdiren, sözü her yede geçen, baharı bir çiçek kadar, ahreti bir bahar kadar kolay icat eden sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi olan Allah'a iman etmiştir. Böyle bir insanın yegâne maksadı, kullukta, itaatte, teslim ve tevekkülde, tevazu gibi güzel ahlakta yaşayan bir Kur'an olmak ve kâinat ile omuz omuza vermek, onunla yarışmaktır.

Kâinat kitabında kendini gösteren, Kur'an'da emredilen ve hakikî insanlarda da ortaya çıkan ahlakî referansları şöyle sıralayabiliriz:

a.Tevazu: Kâinat mütevazıdır, Kur'an da tevazuu emrediyor. İnsan da mütevazı olmakla insan olur. Evet, kâinat mütevazıdır, Allah'ın fıtri kanunlarına boyun eğmesi ve insana hizmet etmesi buna şahittir. Aşağıda mealleri verilen ayetlerde bunu görmek mümkündür.

هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولاً

"Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur" (Mülk, 67/15.)

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ

"Allah'ın göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize verdiğini ve sizlere açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde öyleleri vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır durur" (Lokman, 31/20.)

Kur'an da tevazuu emrediyor:

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً

"Rahman olan Allah'ın kulları yeryüzünde mütevazı yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler." (Furkan, 25/63.)

b. Teavün: Kâinatta teavün/yardımlaşma prensibi her yerde kendini gösteriyor.

 Güneş, suyunu buharlaştırıp yukarılara taşınması için denizlerin yardımına koşuyor. Denizler, bulutların imdadına koşuyor. Bulutlar, gözyaşlarıyla yeryüzünü güllerle güldürüyor. Bitkiler hayvanların imdadına, hayvanlar ve bitkiler ise insanın yardımına koşuyorlar.

Kur'an da şöyle diyor:

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

"İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın. Günah işlemek ve azgınlıkta yardımlaşmayın, Allah'a karşı gelmekten sakının. İyi bilin ki, Allah'ın azabı şiddetlidir" (Maide, 5/2)

c. Tahakkümden kaçınmak: Kâinatta büyük cisimler küçük cisimlere tahakküm etmezler. Umumun maslahatı şahsî menfaatlerinden –yaratılışlarının gereği- üstün tutuyorlar. Kâinat çapında gözle görülen âhengin devam etmesi buna şahit olduğu gibi; Kur'an-ı Kerim'de yer alan;

لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

"Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçmez. Her biri kendilerine tahsis edilen bir yörüngede yürür" (Yasin, 36/40.) mealindeki ve benzeri ayetler de buna şahadet eder.

 

Hadis-i Şerifte peygamberimiz:

اتَّقُوا الظُّلْمَ فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

 "Zulümden kaçının, çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıktır" diye buyurmuştur. (Buhari,Muhammed b. İsmail,Sahihu'l-Buharî, İstanbul, 1401/1981, Mezalim, 8.)

Kur'an ise şöyle ferman eder:

وَمَن يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

"Allah'ın koyduğu sınırları aşanlar zalimlerin ta kendileridir."(Bakara, 2/229.)

 Evet, fıtrî kanunlarla hareketleri tanzim olunan kâinattaki varlık kardeşlerimiz Allah'ın tayin ettiği hudutlara riayet ederek tahakküm ve zulümden kurtuldukları gibi, insan olarak biz de tahakküm ve zulümlerden, ancak Kur'an-ı Kerim'in emir ve yasaklarına riayet etmekle kurtulabiliriz.

d. Tekamül kanunu:

Kâinat, hikmet süzgecinden geçirilerek altı devrede meydana getirilmiş, gerek parçaları itibariyle gerekse heyet-i mecmuası itibariyle tekâmül prensibine bağlı bir kanuna tabi kılınmıştır.

Göklerde ve yerde takip edilen altı safhada gerçekleşen ilerleme sahnesine uygun olarak (Araf, 7/54.) insanoğlu da annesinin rahminde altı devrede tekâmül ettirilerek (Müminun, 23/12-14.) dünyaya gönderilmiştir.

Kur'an-ı Kerim peyderpey indirilmek suretiyle bizzat kendisi de bir tedriç metoduna tabi olduğu gibi, hükümleri de ayni prensip dâhilinde tespit ettirilmiştir. Mesela, Mekkî Sureler ile Medenî Sureler zaman ve zemin şartlarını nazara alarak çevrenin kültürlerini ve muhitin ihtiyaçlarını göz önünde tuttuklarından edebi üslup bakımından bazı farklılıklar göstermişlerdir.

Binaenaleyh insan gerek kâinatın, gerek Kur'an-ı Kerim'in ve gerek insan yaratılışının gösterdiği tekâmül ve tedriç kanunu içerisinde tekâmül etmeli ve başkalarını da tekmil etmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde küçücük torununu çarçabuk büyütmek için büyük lokmaları peş peşe ağzına sokarak ölümüne vesile olan bunamış bir ninenin çirkin tutumunu canlandırmak gibi talihsiz bir konuma girmiş oluruz. "Anne- babanın terbiye etmediğini zaman terbiye eder" düsturu da bazı işlerin zamana bağlı olduğunu göstermektedir. Zaman gerçekten büyük bir müfessirdir, kaydını gösterse itiraz edilmez. Bu sebeple, zamanın ön gördüğü prensipler dışına çıkmak, muhatapları çağın dışına sürüklemek anlamına gelir.

Bu metodun hakikatini şu ayet-i celileden de anlamak mümkündür:

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعاً بَصِيراً

"Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır. Onu imtihan ederiz. Bu yüzden, onu işiten ve gören kıldık." (İnsan, 76/2.)

Bu ayet-i kerime, yüce Allah'ın sonsuz adalet ve merhametini göstermektedir. Şöyle ki; İmtihana tabi tutulmuş insanın eline kalem, defter verir gibi göz, kulak vermiştir. Zira bilginin kaynağı doğru haber, doğru müşahede ve doğru muhakemedir. Bunların vasıtaları ise göz, kulak ve akıldır. O halde insanlar birbirlerini doğru yola sevk etmeye çalışırken ferasetle hareket etmeli, onların akıllarına göre konuşmalıdır. Nitekim bir hadis-i şerifin rivayetine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah'ın bazı kulları var ki insanları bir takım özelliklerinden tanırlar."(1) İsterseniz siz buna feraset diyebilirsiniz.

e. Muhatabın seviyesine göre konuşmak

Kâinat kitabının ayetleri olan organları, bunların nizam ve intizamları, insanın aklına hitap edecek şekilde konumlandırılmıştır.

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ

 "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır" (Âli İmran, 3/190.) mealindeki ayet ve benzeri birçok ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

 

Muhatabın aklına göre konuşmak, meseleleri canlı misallerle gözler önüne sermek, konuya kulak tırmalayıcı çirkin, müstehcen, eziyet verici, usandırıcı yönlerden tamamıyla arındırmak, bir ceviz kabuğuna sığacak manaları sırf edebiyat için bir sürü laf kalabalığı yapmak israfından da kaçınılmalıdır. Ancak mücerret akla hitap etmekten ziyade akıl ile birlikte kalbin hissiyatına da dokunmak Kur'an'ın benimsediği bir metottur.

Mesela; Anne ve baba konusunda

إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَا أُفٍّ

"Eğer (Anne- baba olarak) ikisinden biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlayacak olursa onlara karşı «Of!» bile demeyin"(İsra, 17/23.)diyor. Dikkat edilirse Kur'an-ı Kerim bu ayette iki kelimeyi özellikle seçmiş, bununla insanın aklını ve vicdanını tahrik ediyor. Bu kelimeler "Senin yanında (senin kendi evinde) anlamına gelen "عِنْدَكَ"(indeke) sözcüğü ile "Yaşlı, âciz perişan bir halde" anlamına gelen"الْكِبَرَ"(el-kibere) kelimesidir… İşte Kur'an bu iki seçkin kelime ile akıl ile birlikte hissin de bamteline dokunuyor ve dokunduruyor.

Yine gıybet konusunda

أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ

"Hangi biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz değil mi?" (Hucurat, 49/12.)Burada görüldüğü gibi şefkat hissini tahrik etmek için kardeş tabiri kullanıldığı gibi, "ölü-leş/çiğ et" ifadesiyle de tiksinti hissi uyandırılıyor.

Dipnotlar

1-Maverdi, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, Edebu'd-Dünya ve'd-Din, Daru Mektebeti'l-Hayat, 1986, s. 81.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

"Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen her şeye kadirsin."

Tahrim, 8

GÜNÜN HADİSİ

Allah ister ki,biriniz bir iş yaptığı zaman onu en güzel ve en sağlam bir şekilde yapsın.

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI