Cevaplar.Org

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-13

AFYON HAPSİ SONRASI DÖNEM-1949-1950 Diyanet işleri riyasetinde Selahaddin Çelebi anlatıyor; "İnebolu'ya gitmek için Ankara'ya uğradım. Doğru Diyanet İşlerine çıktım. Özel Kalem Müdürü ile konuşurken, içeri Diyanet İşleri Reisi Şerafettin Yaltkaya girdi. Kendilerine Afyon Cezaevinden beraet ederek çıktığımı söyledim. Nur Risalelerinin neşredilmesini talep ettim. Üstad'ın arzu ve selâmlarını aynen tebliğ ettim. Yaltkaya cevaben: 'Diyanet Riyaseti Kur'ân ve hadisten başka hiç bir eserle ilgilenmez' dedi. Ben de, 'Elçiye zeval olmaz' dedim ve hayret içinde oradan ayrıldım.


Necmeddin Åžahiner

2016-06-01 11:45:46

AFYON HAPSİ SONRASI DÖNEM-1949-1950

Diyanet iÅŸleri riyasetinde

Selahaddin Çelebi anlatıyor; "İnebolu'ya gitmek için Ankara'ya uğradım. Doğru Diyanet İşlerine çıktım. Özel Kalem Müdürü ile konuşurken, içeri Diyanet İşleri Reisi Şerafettin Yaltkaya girdi. Kendilerine Afyon Cezaevinden beraet ederek çıktığımı söyledim. Nur Risalelerinin neşredilmesini talep ettim. Üstad'ın arzu ve selâmlarını aynen tebliğ ettim. Yaltkaya cevaben: 'Diyanet Riyaseti Kur'ân ve hadisten başka hiç bir eserle ilgilenmez' dedi. Ben de, 'Elçiye zeval olmaz' dedim ve hayret içinde oradan ayrıldım.

Hâlbuki ben, başkanlığı sırasında, Ahmet Hamdi Akseki'yi de ziyaret etmiştim. Yanında meşhur Nafiz Paşa vardı. Orada Üstad Bediüzzaman'dan bahis açılınca Akseki, 'Üstad bu asrın dehrîsidir. Hayatı, eserleri, Kur'ân ve hadis çerçevesi içinde bulunmaktadır... Onda menfî milliyetçilik ve ırkçılık yoktur. Kendisi İslâm milliyetçisidir. Türk milletinin de bu kudsî milliyetin bayraktarı olduğunu ifade etmektedir' demiştir. Akseki'nin bu beyanı üzerine Nafiz Paşa da Üstad'ı 31Mart hâdiselerinden beri tanıdığını, o isyanda yaptığı çok tesirli konuşmalarla avcı taburlarına itaata getirdiğini söylemişti.(C:2,s: 118)

"Ayasofya tekrar cami olacaktır"

Selahaddin Çelebi anlatıyor; "Üstad'ı ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. 'Keçeli, keçeli' diye güldü. Sonra birden ciddileşerek 'Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir' dedi.

"Sonraki yıllarda Salih Yeşil'le, Konyalı Sabri Halıcı arasında aşere-i mübeşşere arasındaki hâdiseler ve harblerle ilgili bir münakaşa çıkmıştı. Ben de bu münakaşaya şahid olmuştum. Bu münazarayı dinlediğimi söyleyince, birden Üstad kaşlarını çattı. Çok üzüldü, Salih Yeşil'e hitaben bir mektup yazarak benimle gönderdi. Bu mektup daha sonra Emirdağ Lâhikalarında neşredildi. (C:2,s: 118)

Lâtifeler...

Küçük yaşta Üstada manevî bir evlat olan Ceylân Çalışkan, hiçbir kimsenin yapmadığı ve yapamadığı lâtifeleri, şakaları yapmıştı. Yine bunlardan tesbit edebildiklerimi, lâtif lâtifelerini anlatayım:

Üstad bir gün arabada giderken Ceylân Çalışkan'a radyoyu açtırmış. Mustafa Sungur bu durumu bilmediği için, Ceylân hem radyoyu kapamıyor, hem de gülüyormuş. Mustafa Sungur'un ısrarıyla Ceylân radyoyu kapatınca, Üstad, "Ceylân, radyoyu aç, Sungur da dinlesin!" demiş ve "Kardaşlarım, ben sizin dinlediğiniz gibi dinlemiyorum" diyerek radyodaki hava zerrelerinin vazifeleriyle alâkalı dersler vermiş.

***

Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, "Ceylân, size malta eriği alacağım" deyince, Ceylân, "Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yenidünya mı alıyorsun?" diyerek mukabele etmiş.

 "Ben oklava yedim"

Üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, "Ben oklava yedim Üstadım" diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.

 "Nine ihtiyardır"

Bahar günü arabayla kır gezintisi yaparken otlayan koyunların, kuzuların yanından geçerken. Üstad, "Ceylân, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin" deyince, Ceylân "Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım" diye cevap vermiş.

"Zekeriya'nın dolmuşu

"Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sarsarak, hemen cevap vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş. Üstadım."

 "Bir huri bana yeter"

Üstad iman ve Kur'ân hizmetini ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: "Üstadım, bir tanesi yeter bana."(C:2, s: 383-384)

Beni Hz. Hasan gibi ÅŸehit etmek istiyorlar"

 İhsan Çalışkan anlatıyor; "1945 Ramazan'ı. Akşamdan sonra Üstadın zehirlendiğini haber aldık. Mustafa Acet, Ceylan Çalışkan, Halil Çalışkan, Hamza Emek'le beraber Üstadın yanına gittik. Üstad çok rahatsızdı. Yatsı namazını da kılamamıştı. Sonra abdest almasına yardım ettik. Ceylan Ağabey koluna girdi. Ve Üstad oturarak yatsıyı kıldı. Gece saat yarıma doğru Üstad, 'Elhamdülillah çok şükür bu ıztıraptan kurtuldum. Kardeşlere selâm söyleyin, bana dua etsinler' buyurdu. Bu zehirlenmenin akabinden sonradan öğrendiğimize göre, Üstadın bedeline Hasan Feyzi Ağabey âhirete irtihal etmişti.

"Sabahleyin babam, geçmiş olsun ziyaretine gitti. Babam daha önce Üstadın zehirleneceği haberini bir vesile ile öğrenmişti. Ama ne zaman olacağını bilemiyordu. Üstada soruyor: 'Üstadım, ihtar edilmedi mi, zehiri yemeseydiniz olmaz mıydı?'

"Üstad, 'Kardeşim Osman, yemem lâzımdı. Çünkü ben Hasan ve Hüseyin Radıyallahü anhüma'nın neslinden geliyorum. Beni onlar gibi şehit etmek istiyorlar, fakat muvaffak olamıyorlar' diyor.

 "Emirdağ'da Üstadın ikinci zehirlenmesi"

"1946 sonlarıydı. Üstadı tekrar zehirlediler. İlk gördüğüm zehirlenmeden daha şiddetliydi. Üstad çok ıztıraplı bir durumdaydı. Büyüklerimiz toplandı. Bir doktor getirilmesine karar verdiler. Eskişehir'den bir doktor getirdik. Muayene etti. 'tifo, falan' dedi ve tekrar dönüp gitti.

"Bundan sonra Üstad, 'Elhamdülillah, çok şükür bu ızdırabı atlattım' dedi. Daha sonra öğrendiğimize göre, Tahirî Ağabeyin kızı Üstadın yerine vefat etmiş.

"Duvarı delerek Üstadın hizmetine koştuk"

"1950 öncesiydi. Babamı ve amcalarımı karakoldan çağırdılar. Üstadın yanına girip çıkmamaları, bizleri de göndermemeleri hususunda baskı yapıyorlardı. Babam ve amcamlar ise ne pahasına olursa olsun Üstadın hizmetinden geri durmayacaklarını söylüyorlardı. Bunun üzerine Üstadın kapısına polis ve bekçi dikerek içeriye kimsenin girmesine müsaade etmiyorlardı.

"Bunun üzerine Üstada ulaşma yolunu arıyorduk. Sonunda Üstadın evinin bitişiğinde bulunan Sabri ustanın dükkânının arkasındaki duvarı deldik. Hazret-i Üstadın ihtiyacı olan hizmetleri bir müddet buradan girip çıkarak yapmaya devam ettik.

 "Ispartalılara cenazemi teslim edersiniz"

"Bir gece babamın hatırına geliyor: 'Üstada emr-i Hak vâki olursa ne yaparız?' Bir kaç gün sonra üstadı ziyaretinde Üstad kendisine şöyle diyor: 'Kardeşim Osman, emr-i Hak vâki olduğunda Karacalar köyüne veya Tez köyüne defnedersiniz. Fakat Barla ve Isparta'yı çok severim. Barla ve Isparta'dan gelen olursa hiç itirazsız cenazemi teslim edersiniz.'

***

"Üstadımız bir ziyaretimizde şöyle buyurmuştu: 'Biz burada tarassut altındayız. Bütün gözleri Emirdağ'ın üzerinde, fakat hizmetler Türkiye'nin her tarafında devam ediyor.'

 "Gazeteler reklâmımızı yapıyorlar"

"Gazeteler, Üstad ve Nur talebelerinin aleyhinde haberleri, tutuklamaları, hapishaneye sevk edilmeleri yazıyordu. Bu durumu Üstad şöyle değerlendiriyordu: 'Bunlar, bilmeden Risale-i Nuru reklâm ediyorlar, gazete lisanıyla duymayanlara da duyuruyorlar.'

 "Ben de dersimi Risale-i Nurdan alıyorum"

"Hazret-i Üstad, ziyarete gelenlere şöyle derdi: 'Zahmet etmeyin, beni görmeye değil, Nurları okuyun, tekrar tekrar okuyun. Çünkü ben de dersimi Kur'ân'dan ve Risale-i Nurdan alıyorum.'

***

"Üstad kimseden hediye kabul etmezdi. Bazı hediyeleri, 'Aldım, kabul ettim' der, iade eder, 'Bunu benim namıma oradaki kardeşlerimi verin' derdi. Annemden ve yengemden gelen hediyeleri kabul eder, ama bedelini de verirdi.

***

"Üstad, babamla amcalarıma birgün, 'Sizler kime hizmet ettiğinizi bilmiyorsunuz. Bilseniz...'

***

"Ankara'dan bir misafir gelmişti. Üstadımız ona, 'Hükümet ve Maarif Risale-i Nuru mekteplerde okutmaya mecburdurlar' demişti. (C:2, s:417)

"Üstad ehl-i ilme hep dostane bakardı"

Dr. Tahir Barçın anlatıyor; "Üstad'ın ehl-i ilme karşı vaziyeti çok dostaneydi. Hatta bir defasında Mustafa Acet, Piribeyli köyünün yaşlı hocası olan Hüseyin Efendi ile münakaşa etmişti. Sonra bu münakaşayı Üstad'a anlatınca, Üstad çok kızdı, 'Sen benim kardeşimle aramızı mı açacaksın, o benim kardeşimdir' diye tekdir edip, kulunç değneği ile Acet'i dövmüştü. Üstad dedikoduyu, gıybeti katiyyen sevmezdi ve yaptırmazdı.

 "Biz icazet vermeyi bıraktık"

"Bolvadin'de Nakşi Şeyhi Yörükzade Ahmet Efendi vardı, mübarek bir zattı. Ben onun doktoruydum. Bu zat talebelerine, diğer ziyaretçilerine ve hocalara:

"Biz icazetleri bıraktık, bizden icazet vermek selahiyeti kalktı. Bediüzzaman buraya geldikten sonra, bizden o vazifeyi aldı! Biz onun emrindeyiz...' diyordu. Bu zat Gümüşhaneli Ziyaeddin Efendi merhumun halifelerindendi. Hem hoca, hem dersiâmdı, Fatih dersiâmlarındandı. Vefat ettiği zaman Üstad talebelerini cenazeye gönderdi, sonra da kendisi ziyarete gidip, tâziye etti.( C: 2, s: 437-438)

 "Ben o koca Sultan için ayağa kalkıyorum"

Osman Aydın anlatıyor; "Mustafa Kırıkçı'yla birlikte Konya'nın Lâdik kazasına giderek, büyük velilerden Hacı Ahmed Efendiyi ziyaret etmiştik. Bu zatın devamlı Hızır (A.S.) ile gezdiği ifade edilir. Bizim Üstaddan geldiğimizi öğrenince, Üstaddan çok sitayişle bahsetmişti. Kendisi için, 'Ben Hızır'la yüz sene hizmet etsem, yine Üstad Bediüzzaman'ın mertebesine yetişemem' demişti.

"Konya'ya İmam Hatibe ders vermeye gidince, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendiyi ziyaret ederdim. Her ziyarete gidişte bu zat ayağa kalkar, çok hürmet ederdi. Ben bu durumdan çok mahçup olurdum. Bana, 'Ben sana ayağa kalkmıyorum. O Koca Sultana ayağa kalkıyorum. Sen o Sultanın yanından geliyorsun ya, işte onun için ayağa kalkıyorum' derdi."(C: 3, s:151)

"Üstadı ilk ziyaretim"

Celal Başer anlatıyor: "1951 yılında Emirdağ'a gidince ilk olarak Çalışkanları ziyaret ettim. Üstada, beni, onlar götürdüler.

"Üstad Hazretlerini ahşap bir evde, tahtadan karyolasında, hasta bir vaziyette bulmuştum. Çok sade bir odası vardı. Temiz bir yatak, çok temiz bir giyinişle yastığını duvara dayamış, sırtını yastığa vermişti. O tarihlerde Nur talebelerini pek tanımadığım için yanında hizmet eden gençleri de pek bilmiyordum.

"Üstadın elini öptüm, karyolasının dibine oturdum, haşyet içinde Üstadı dinlemeye başladım. Üstad Hazretleri, tahsilini Doğubayazıt'ta yapmıştı. Bu sebepten tanıdıkların sordu. Mektep arkadaşı ve hocasının oğlu Sıddık Efendiyi şahsen tanıdığımı söylediğimde çok memnun oldular. Sıhhatlerini sordular. Sıhhatli olduğunu bildirdiğimde, memnuniyeti mübarek gözlerinden belli oluyordu.

"Yalnız Sıddık Efendi'den dinlediğim bir hususu kendisine anlatamadım. Zira Üstadı dinlemekten, onun bakışları altında erimekten konuşmaya mecâlim yoktu.

 "Sıddık Efendinin hikâyesi"

"Müftülük için müracaat etmişti. İmtihana Erzurum'da girecekti. Erzurum'a çağırmışlardı. Bir kış vakti yola çıkmıştı. Araba, Tahir köyünde gecelemişti. Sıddık Efendi, o gece rüyasında Üstad Hazretlerini görüyor. Üstad ona Kur'ân-ı Kerimi açarak bir âyet okumuş, anlatmaya başlamış ve ücretle dinî bilgilerin verilemeyeceğini, dinî ilmin ücretle satılamayacağını söylemiş...

"Sıddık Efendi haşyet içinde uyanmış ve Erzurum'a gitmekten vaz geçmiş. Tekrar Doğubayazıt'a dönmüş. "Çok kuvvetli bir din âlimi olan Sıddık Efendi, bundan sonra ölünceye kadar ücretli olarak hiçbir kimseye ders vermedi. Ücretli hiçbir vazife kabul etmedi."Allah'ın rahmeti onun ve onların üzerine olsun.(C: 3, s: 217)

"Üstad konuştuğu kimselerin kabiliyetine göre hitap ederdi"

Mustafa Sungur anlatıyor; "O sene, yani 1950 yazında Üstadımızla beraber Emirdağ'da hayatımızın en mesud günlerini yaşadık. Ziya ve Zübeyir Ağabeyle beraber, Hz. Üstadın evinin karşısında eski bir odada kalıyorduk. Emirdağ'da Çalışkanların dükkânı, bir hizmet merkezi idi. Çalışkanlar hanedanı ise bahtiyar hanedan idi.

O zaman Emirdağ'da çok muhterem bir cemaat-ı Nuriye de vardı. Zaten Üstadımız nereye gitse, nerede ikâmet etse böyle nurânî bir cemaat meydana gelirdi. Hz. Üstadın yanına gelenlerle, görüştüğü kimselerle, kabiliyetlerine göre konuşur, hitab ederdi. Bittabi herkes Üstaddan razı ve hoşnut olurdu. Gelenler de ayrı ayrı istidatta insanlardı.

Üstadımız bazılarına Risale yazdırırdı. Kaymakam, Savcı v.s. zevatla konuşacak olanlara ona göre vazife verirdi. Üstadımızın teveccüh ettiği, hizmet tevdi ettiği zevat ise, zamanla çok istifade gördüler. Anlayış ve idrak kabiliyetleri arttı.

Evet, Üstadımız, temas ettiği insanların hamiyet damarlarını tahrik eder, bilhassa onları bulundukları köy, kasaba, dükkân ve tarlasından başka, dinî, İslâmî hakikatler, Allah, Peygamber hukuku olarak alâkalanacağı daireyi ona telkin ederdi. Herkeste İslâm dinine ait bir hamiyet peyda olur, gelişirdi. İslâmiyet namına, Kur'ân hesabına, vatan millet namına en yüksek makamata, icraatlara nazarlara çevrilir, ya takdir ve tahsin veya tenkit ve tahkir yapılır, bu suretle Allah için muhabbet, Allah için adavet sırrı zahir olurdu. Artık İslâm, o insanın gayesi olur, dünyada iman ve İslâmın teâlisine hasr-ı himmet ederdi. Zaten bu gibi şeyler, insanın dünyaya geliş hikmetleridir. En başta iman olarak ve iman nuruyla bakış esas olmak şartıyla...

 "Bu asrın Sultân-ı Abdülkadiri Bediüzzaman'dır"

"Üstadımız yanında iken birgün, Keçili köyü bağlarında Üstadımızın kaldığı bağ evinin altında idik. Ben muallimlikten ihracımdan dolayı Şura-yı Devlet (Danıştay) nezdinde dava açmıştım. Mahkeme günü geldi. Ankara'ya gidecektim. Arz ettim. Bana, müdafaatımda söyleyeceğim bazı şeyleri ifade ettiler. Hatta Haşir bahsine dair İbn-i Sina'dan bahsetti, müdafaatında böyle böyle dersin demişti. Lakin ben fikren ve aklen Üstadımın söylediklerini ihata edemiyordum. Belki şiddet-i muhabbetimden o anda bütün dediklerini anlıyor, zevk ediyordum. Fakat fikren ihata edemiyormuşum. Demek kalb kulağıyla Üstadımı dinliyormuşum.

Lillahilhamd, 1954'ten sonraki senelerde verdiği dersler, ikaz ve ihtarlarla akıl ve fikrimizi açtılar. Bu sahada da tarifi imkânsız lütuflara nail oldum. Sonsuz şükürler...

O sene, Eylül'den sonra mektepler açılmaya başlama zamanı, beni tekrar Ankara'ya; Ziya'yı İstanbul'a gönderdi. Ankara'da Abdullah, Salih, Ahmed ve Ziya Nur gibi kardeşlerle beraberdik. Ceylan'ı da, Üstadımız, hapisten tahliyeden sonra Urfa'ya göndermişti. Urfa'da 6 ay kaldıktan sonra Emirdağ'a döndü. Üstadımız Ceylan'ı da Ankara'ya gönderidi. Üstadımızın emriyle o sene beraber kaldık. Hatta bir ara Seyyid Salih ile de beraberdik. Seyyid Salih tıbbiyede okuyordu. Fıtratı icabı çok faal ve gayyur idi. Dershenede durmak yerinde, bize göre dış faaliyetlerde bulunurdu. Sonra Üstadımız ona, benim harciye nazırım' diye iltifatta bulunurdu. Sonra anladık ki, bu daire-i Nuriyede, bu fabrika-i maneviyede her çeşit hizmet erbabına, kabiliyetlere göre ihtiyaç vardı. Ve hizmet, bütün bu ayrı ayrı kabiliyetlerin inkişafına medar oluyordu. Elhamdü lillahi hâzâ min fadli Rabbî...

"Ankara'da, 1950 sonbaharında Üstadımız, bize Osman Nuri Efendi ile tanışmamızı söyledi. Üstadımız ona mektup göndermişti. O da Üstadımıza o günlerde sık sık mektup gönderiyordu. Bu zat harb-i umumide Alay Müftülüğü yapmış ve harpten sonra da Ankara'da 25 sene Millî Müdafaa Müftülüğünde bulunmuş mübarek bir zattı. Üstadımız ona, Ankara'da Hasan Feyzi yerinde ehl-i kalb bir mübarek zat olarak bakardı. O da Üstadımızı çok takdir ederdi. Devr-i Meşrutiyetten tanımış ve Eski Said'in bütün eserlerini okumuştu. O zatın Hz. Üstad hakkında, çok üstün takdir hisleri taşıdığını görürdük. Kaç defa işittim, Üstadı soranlara şöyle diyordu: "Bu asrın şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî'si ve Nakşibendî-i Kudsîsi ve Sultan-ı Abdülkadirî'si Bediüzzaman'dır.'

"Üstadımızı Ankara'ya davet ediyordu. 'Bir hücre yaptırıyorum, mutlaka gel' diye ricada bulundu. Üstadımız sonra, 'Ankara'daki talebelerim o medrese-i Nuriyede benim yerime kalsınlar' diye mektup gönderdi. Emirdağ Lahikası 2. ciltte bu mektup var.

 "Üstad Millet Partisi'ne iltifat etmezdi"

"Merhum Osman Nuri Efendinin, Ankara'da çok tanıdıkları vardı. Hatta askerî temyiz reisi Kemal Kalkan Paşa müridlerinden imiş. Denizli beraatının temyizdeki tasdikinde hizmetleri olmuş. Ankara'da sivil ve askerî cenahta çok tanıdıkları vardı.

"İlk Millet Partisi, Osman Nuri Efendinin evinde 33 kişilik bir heyet tarafından ve tamamen İslâmiyet için çalışmak gayesiyle kurulmuş. CHP karşısında ahrar tâbir ettiği Demokratların bölünmesi için ve dolayısı ile şark-ı şimalîden çıkan dehşetli dinsizlik cereyanının, bu bölünmelerle ehl-i imanın kuvveti zaafa uğramasıyla, bu vatanı istilâsına meydan vermemek gibi, en önemli bir mesele için Hz. Üstad, Millet Partisi gibi bölünmelere iltifat etmezdi.(C: 4, s: 42-44)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.

Bakara, 185

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.

Tirmizi 13, (2175)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI