Cevaplar.Org

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an, Fatiha’da, Fatiha da, Besmele ’de cem edilmiştir. Uzmanlara göre Besmele de “Be” harfinde çekirdek olarak toplanmıştır. Üstad’da Besmele’nin mana ve muhtevası ile kâinat arasında bir ilişki kuruyor. Bir örnek verelim


M. Ragıp Öncel

İsminur1940@gmail.com

2016-04-22 10:38:07

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

قَالَتْ يَا اَيُّهَا الْمَلَؤُا اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمنَ وَ اِنَّهُ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

Meali: Belkıs,''Ey kavmimin ileri gelenleri'' dedi.''' Bana mühim bir mektup bırakıldı. Bu mektup Süleyman'dan geliyor ve Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyor.''(Neml,29-30)

Besmele Kur'an'da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur'an, Fatiha'da, Fatiha da, Besmele 'de cem edilmiştir. Uzmanlara göre Besmele de "Be" harfinde çekirdek olarak toplanmıştır. Üstad'da Besmele'nin mana ve muhtevası ile kâinat arasında bir ilişki kuruyor. Bir örnek verelim. Mesela; şimdi Kur'an-ı Kerim'de "Leyselil insan illa ma'sa" buyuruyor. İnsana çalışmaktan başka bir şey yoktur diyor. Gelin bakın kâinata kitabına çalışmayan hiçbir mahlûk, hiçbir nesne hiçbir yıldız, hiçbir atom yok ki, faal ve hareketli duran olmasın hiçbir mahlûk yok. Durdu mu Allah onun hayatını elinden alıyor. Örtüştü mü? Bak Kur'an'da da çalış emri. Kâinatta da fiziken bunun talimatı yapılıyor.

Şimdi burada da, Besmeleyi, yani Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla bir işe başlamak insana güç veriyor, kuvvet veriyor. Madem kâinatta sistemler var. Kâinatla Kur'an paralel, kâinat Kur'an'ın bir tefsiri, kâinatı yazsak, çizsek Kur'an. Kur'an'ı mücessem hale getirsek kâinat çıkar. O zaman örtüşür ve kanunlar birbirine muhalefet etmez, paralel gider. İşte Bismillahirrahmanirrahim'in mana ve mertebeleri ile de, kâinat arasında mutlaka bir ilişki var. Nasıl ki, Kur'an Fatiha'da, Fatiha da Besmelede cem edilmiş. Besmele'nin sırları anlatılırken muazzez Üstadımız, kâinatta da bu sistemi birbirine bağlı olan halkalar şeklinde ve birbirini temsil eden bu sistemi de anlatıp Besmele'nin mana ve muhtevası ile uygunluğunu bizlere izah edecektir.

"Şu makamda birkaç sır zikredilecektir.

BİRİNCİ SIR: "Bismillahirrahmanirrahîm"in bir cilvesini şöyle gördüm ki, Kâinat sîmasında, arz sîmasında ve insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var."

Cenab-ı Hak, kâinat yaratmış onun içerisinde dünyayı yaratmış, onun içerisinde de insanı terbiye etmiş. Üç büyük sistem. Biri kâinat, biri dünyamız, biri biz. Peki? Besmele'nin bunlarla ne alakası var.? 

İşte bir manada bu soruların cevabı, bu dersin konusu olmuş oluyor.

"Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün (yardımlaşma), tesanüd (dayanışma), teanuk (birbirine sarılma) tecavübden (cevap verme) tezahür (görünen) eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki (Allah'ın ilahlığının en büyük mührü) "Bismillah" ona bakıyor."

Bismillahirrahmanirrahim'deki Bismillah ve "Allah" lafza-ı Celali neyle ilgili? Kâinatın hepsiyle. Yani külliyetiyle ilgili. Allah lafza-ı Celali, kâinatı sevk ve idare edip terbiye ediyor. Besmele, Kur'an-ı Kerim'i topladığı gibi sistemi de Muazzez Üstadımız bu manada topluyor. Allah lafzayı Celali diyoruz. Allah lafza-ı Cemali demiyoruz. Çünkü Allah, Cenab-ı Hakk'ın Zatının ismidir. Allah'ın Zatı bütün Esmayı ihata ettiğinden dolayı Cenab-ı Hakk'ın tasarrufatı fertte cemalidir, nev'de Celalidir. Dolayısıyla kâinatla ilişki Allah lafza-ı Celaline uygundur, ayrıca Allah, Cenab-ı Hakk'ın Zatının ismi olması hasebiyle bütün Esmayı da kendinde bulundurduğundan dolayı, nev'e şamil bir isimdir. Lafza-ı Celal olması makuldür. Doğrusu da odur. İşte burada esmanın farklı tezahürlerine, teavün, münasebet ve cevap verme gibi hakikatlerini anlarız ki, bütün bunlar da Bismillah diyor.

İşte esmanın farklı tezahürlerini terennüm ettiren mahlûkattan bir kesit:

"Eğer o yüksek hakikatları yakından temaşa etmek istersen, git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. "Ne diyorsunuz?" de. Elbette "Ya Celil, Ya Celil, Ya Aziz, Ya Cebbar" dediklerini işiteceksin. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. "Ne diyorsunuz?" de. Elbette "Ya Cemil, Ya Cemil, Ya Rahîm, Ya Rahîm" diyecekler" (Sözler, 24.Söz, 1.Dal, 362 )

Kâinatla münasebetine baktığımız da gezegenler, yıldızlar, galaksiler Cemalle çevrilmez, Celalle çevrilir. Yani komutan ordunun karşısına geçip de hazır olur musunuz lütfen dese, kimse hazır ola geçmez. Hazır ol! Dediği zaman sesin sür'atin de, şiddetin de ne vardır? Celal vardır. Dağlara baktığımız da Celal, Kahhar, Celil gibi isimlerin tecellisini görürüz.

Evet, koca koca galaksiler ve yıldızları birbiri içinden geçerken birbirinin içerisinden geçerken takıştırmadan, çarpışmadan, sür'atini tezyid ve tenkis etmeden, birbirine dokundurmadan, sistemin dengesini bozmadan idare eden bir Kahhar olan Allah var. Yani şu cemaati ikiye bölsek. Akıllı, şuurlu, üniversite bitirmiş insanlarız. Şöyle bir birimizin içinden geçsek, birbirimizin nizamını, düzenini bozmadan yapabilir miyiz bunu? Mümkün değil, hemen düzenimiz bozulur. Ya şuursuz gezegenler, yıldızlar, galaksiler, bu sistemi asırlardır yapıyor. ''Zerre kadar kusur yok. فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ Gönder gözünü diyor, Cenab-ı Hak, gezsin kâinatı, göz dediği ne? Fenler, bilimler, bilimsel gerçekler. Yarattığım kâinatta bir arıza, bir çatlaklık, bir sıkıntı, bir problem görecek mi? Göremeyecek, onu gönderen münekkit akla diyecek gittim, gezdim bir noksanlık yok. Beni fuzuli yordun. Her şey mükemmel.(bkz. Sözler, 33.Söz, 30. Pencere, 738)

İşte kainatın unsurları arasında görülen teavün (yardımlaşma), tesanüd (dayanışma), teanuk (sanki omuz omuza verme) ve tecavüb (birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap verme)... Bütün bunların izahları Ayetü'l-Kübra Risalesinde vardır.

Ben sadece 22. Sözün ikinci Makamından bir bölüm aktarma ile yetineyim:

''Şu mevcudat bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczaları ve efradları gibi bel-bele verip, birbirine karşı muavenet elini uzatıp, birbirinin sual-i hacetine "Lebbeyk! Baş üstüne" derler. Elele verip, bir intizam ile çalışırlar. Başbaşa verip, zevilhayata hizmet ederler. Omuz-omuza verip, bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîm'e itaat ederler. Evet Güneş ve Ay'dan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebatatın, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zaîf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdaiyenin latif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrat-ı taamiyenin hüceyrat-ı beden imdadına geçmelerinde cari olan bir düstur-u teavünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki; gayet kerim birtek Mürebbi'nin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbir'in emriyle hareket ediyorlar.

İşte şu kâinat içinde cari olan bu tesanüd, bu teavün, bu tecavüb, bu teanuk, bu müsahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbir'in tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbi'nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat'iyyen şehadet etmekle beraber...''(Sözler, 7.Lema,328 )

"İkincisi: Küre-i arz sîmasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh (birbirine benzeme), tenasüb (uygunluk), intizam (düzenlilik) insicam (tam uygunluk), lütuf (iyilik, yardım) ve merhametten tezahür eden Sikke-i Kübra-i Rahmaniyettir ki, (Allah'ın merhamet ediciliğinin en büyük işareti), "Bismillahirrahman" ona bakıyor."

Burada, Rahman ismiyle her bir canlının, her bir yaratılanın hayat hakkı olma nokta-i nazarından rızkı verilmesi ve onların tedbir ve idaresi nazara veriliyor. Taşın sertliği, toprağın yumuşaklığı, suyun akıcılığı, meyvelerin, sebzeleri, yaratılışlarıyla beraber hayvan ve insanların yeryüzünde müşahede edilen benzerlik ve benzememeklik, eksiksiz ve noksansız harikulade ihtiyaçların görülmesi de, Rahmaniyetin geniş bir cilvesidir.

''Zeminin yüzünde madeni maddelerin, unsurların ve camidat mahlukatın gayet muntazam, fakat gizli sikkelerinden kat'-ı nazar; yalnız ikiyüzbin hayvanat taifelerinin ve ikiyüzbin nebatat enva'ının atkı ipleriyle dokunan nakışlı şu sikkeye bak ki: Birden bahar mevsiminde, zeminin yüzünde, birbiri içinde, beraber, ayrı ayrı şekilleri, ayrı ayrı hizmetleri, ayrı ayrı rızıkları, ayrı ayrı cihazatları; hiçbirini şaşırmayarak, yanlış etmeyerek, nihayet karışıklık içinde nihayet derecede temyiz ve tefrik ile, gayet hassas bir mizanla herbir şeye lâzım olan herşeyleri külfetsiz tam vaktinde umulmadığı yerden verildiğini gözümüzle gördüğümüzden, zeminin sîmasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle bir hâtem-i vahdaniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki; bütün o mevcudatı birden, hiçten icad edip beraber idare etmeyen bir zât; rububiyet ve icad cihetiyle hiçbir şeye karışamaz.'' (Lem'alar, 30. Lema, 4.Nükte, 2.Sikke, 360 )

"Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re'fet (şefkat ve merhametin güzellikleri) ve dekaik-ı şefkat (şefkatin incelikleri) ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden (Allah'ın merhametinin parıltıları) tezahür eden sikke-i ulya-i rahîmiyettir ki (rahmeti herşeyi kuşatan Allah'ı gösteren yüce işaret) "Bismillahirrahmanirrahîm"deki "Er-Rahîm" ona bakıyor."

Kâinat dendi, küre-i Arz dendi ve insan denince burada şefkat kendini hissettirir. Zira insana gelince, Celal tamamen gizleniyor, Rahmet tam ortaya çıkıyor ve insan da tam net olarak şefkat okunuyor. Yani şöyle bakın olaya. Bir heykeltıraş düşünün, bir mermerden heykel yapacak. Apartman kadar mermer getirdi, ortaya koydu. Burada Musa'nın heykelini yapacak. Michelangelo'yu düşünün. Bu kaba mermere önce ne ile yaklaşır, balyozla kırar, döker. Niye? Aşağı-yukarı bir adam şekline gelsin diye. Bu kaba inşaatın yapılmasında hışım vardır, cesaret vardır, şehamet vardır, yıkmak vardır, darbe vardır, Celali tasarrufat vardır. Balyozlarla insanlar giriyorlar. Sonra yavaş yavaş balyozlar gider, daha küçük aletlerle suretler şekiller verilir.

İş hafifleşti, hafif ne oldu? İşe şefkat girdi. Oradaki ağır malzemeler sistemi bozar, onun insanlık özelliğini, şeklini şemailine zarar verebilir. Ondan sonra yüzünün çizgileri, saçının dalgaları balyozla olmaz ki, keserler de olmaz, pamukla yaklaşılacak ona, hassas kalemler ile işlenecek elmasla yaklaşılacak. Artık tam son şekiller, son uçlar yani neticeler hâsıl edilecek ona, ilk etap da yaklaştığı gibi yaklaşılırsa ondan bir şey çıkmaz.

Evet, Michelangelo, Musa'nın heykelini yapmış ve rivayete göre, karşısına geçmiş güya ona bir hayat vermiş. Atmış çekici, ''konuş ya Musa''demiş. Var mı hayat? Hayat yok.

Bakın Cenab-ı Hak, insanı yaratıyor, kâinatı Celali tasarrufatla kocaman yıldız ve gezegenleri evirip çeviriyor. Sistemin büyüklüğünü şöyle genel mana da tahayyül edin. Tabiri caiz ise, Artık Michelangelo'nun saçlarının dalgaları, yüzünün çizgileri atılacak. Darbeyle olmaz bu. Orada şefkat işin içine giriyor. Rahim'de geldi nereye geldi dayandı, insana.

Allah, kâinata ve dünyaya Rahman; insana ise, Rahim ismi ile muamele eder. İnsan, o idare ile Rahman isminin tasarrufatından çıkıyor, Rahim isminin hususi tasarrufu altına girer ve iradesiyle Cennet'i kazanıyor, ahireti kazanıyor. O da Rahim ismine bakıyor demektir. Öte yandan kainata baktığımızda şuursuz ve cansız şeylerde şefkatin olmadığını açıkça görürüz. O halde;

Güneş hangi şefkatle bizleri ışığından ve ısısından istifade ettiriyor? 

Toprak hangi şefkatle nebatatı bizlere uzatıyor?

Hava hangi şefkatle kanımızı temizliyor?

Kan damarlarımız hangi şefkatle hücrelerimize erzak taşıyor?

Misalleri çoğalttığımızda, bütün bunların arkasında rahmet-i Rabbaniye ve kerem-i İlahinin elinin gözüktüğünü müşahede ederiz 

İşte ''Besmele'' çeken bir insan Rabbine iyi nokta-i istinad yaparsa, küre gibi işleri çevirir. İşte kâinat ona kolay gelir. Bakınız insanlık nevinin Sultanı olan Peygamber Efendimiz (a.s.m) "Ağacın yanına gitmiyor, çağırıyor yanına geliyor. Boş olan kuyu, ağzının suyunu koymakla doluyor. Gözü düşmüşün gözünü yapıştırıyor, ''devam et harp et'' diyor. Bir avuç hurmayla orduyu doyuruyor. Parmaklarından on musluklu çeşme gibi su akıyor"...vs ve buna mümasil binlerce mu'cizevi olaylar(Mektubat, 19. Mektub)

Ve diğer peygamberlerde görülenler ki-20.Söz'de bunun örneklerine rastlarsınız- beşerin kıymetine, Rabbisine dayanmanın sayısız misalleridir.

Ve Üstadımız buyuruyor ki; "Bir insan Allah'a halis bir abd olursa, Allah'a halis bir kul olursa Allah'ın mülkü olan kâinat onun mülkü gibi olur" diyor. (Mesnevi Habbe, 127) Yeter ki Allah'a halis bir abd ol, iş kolaylaşıyor.

İşte bu ubudiyetin keyfiyetinin yüksekliği O'na inkişafının kapılarını açıyor. Bizde de böyle. Mesela; bakın çocuğa, çok zavallı ve masumdur. Doğan çocuk için annelerin sinelerinde sütü hazır. Doğmadan önce de göbekte besini hazır. Anne rahminde ondan daha güzel beslenme olabilir mi? Dokuz ay uyuyor göbeğinden besleniyor. Ne kadar rahat bir şey, hiç hastalık oluyor mu? Anne hastalanır, çocuk hastalanmaz biliyor musunuz? Tertemiz çocuk anne karnındaki mikrop, çocuğa geçmiyor. Himayeye muhtaç, zayıf, gariban şefkat etrafını çevirmiş. Rahmetle muamele ayan-beyan net bir şekilde görünüyor.

Doğdu, ağzını kımıldatma gücüne geldi. Rahmet biraz gizleniyor. Göbekten beslenme gidiyor, süt geliyor. Bakınız ikinci mekanizma çalışıyor. Süt gelince şefkat te yanında beraber geliyor. Besmele ile kâinat gibi, ikisi de Rahmet'in tecellisi. Şimdi bakınız Cenab-ı Hak anneni sütünü verse şefkatini vermese, yani manevi sütünü vermese hangi anne evladını besleyecek, gece uykusunu bozup kalkıp çocuğunu emzirecek? Böyle bir şey olabilir mi? Aslan, sütünü versin şefkatini vermesin yavrusunu doyurabilir mi? Sütünü verdi mi? İki nimet beraber geliyor. Ruhtaki şefkat bedendeki sütle örtüşüyor.

İşte bakınız şuaat-ı merhamet-i İlahiyeye. Yani Cenab-ı Allah'ın ince ve hoş parıltılarına!...

"Demek "Bismillahirrahmanirrahîm" sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır. Ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır."

Evet, "Bismillahirrahmanirrahîm", Hem kainatta hem küre-i arzda hem de insanda görünen Cenab-ı Allah'ın birliğini gösteren mühürlerdir. Her birinin bütününe bakıldığında ayrı ayrı Vahidiyet, ama ferdiyet bazında da Ehadiyet cilvelerini ve çizgilerini görebiliriz.

İşte Besmeleyi çeken insan kâinatın bütün sistemini, bütün mana ve muhtevasıyla beraber manen nazara vermiş, zikretmiş oluyor. Şimdi biz kendi besmelemize bakıp bunu anlayamayabiliriz.

Yani şöyle bakın. Göz diyorum. Şimdi size gözden örnek versem, gözden anlatsam size, iki dakika sonra susarım. Bilmem ki saham değil benim. Ben göz derim aklıma ne gelir malum. Göz profesörü, gözü anlatsa, kaç dakika konuşur. Kaç gün seminer verir. Kaç gün bize nasihat eder. İki farklı kişinin göz demeleri arasında ki farkı gördünüz değil mi?

Aynı şekilde Süleymaniye camiini ben de gezsem 'Maşallah ne camii desem, ama bir de dünyanın en iyi mimarı gelse o da Maşallah dese söz aynı. Ama mimar Maşallah ne camii derken o kalbine gelen, aklına gelen, ona görünen mimarlık mertebeleri nere, benim ki nere. Aynen bunun gibi. Ben de ''Besmeleyi'' çekiyorum, Üstat 'da çekmiş ve bunları hatırlamış. Bakınız işte fark bu. İşte fark böyle olunca bu kitaplar yazılıyor işte. Ben Besmeleyi çekip okumasını bilemiyorum, öyle Besmele çekiyorum. Bu Besmele çekilip okunuyor ve Üstad'ın Besmeleleri bu eserde yazılıyor. İşte O'nun âlemine intikal eden Besmelenin verdiği güç Rahmet'i nasıl O'na inkişaf ettirip açıyorsa, bu neyle ilgilidir. Allah'a yakınlıkla alakalı bir sistemdir. Evet, fark ortada. Söz aynı, ama keyfiyet farklı

Demek ki, Besmele bir hat, bir yol ve bir ip oluyor.

"Yani "Bismillahirrahmanirrahîm" yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur."

"Yukarıdan nüzul ile" ifadesini, insana göre yukarı olan sema tabakaları ve topyekûn varlık âlemi şeklinde anlamamız gerekir. Yani, Allah "Arşı ve Kürsisiyle, âlem-i misali ve levh-i mahfuzuyla, semasıyla, arzıyla, Cennet ve Cehennemiyle" bütün alemleri yaratmış, tanzim etmiştir ve bütün sıfat ve isimleriyle onlardaki tasarrufunu ve tecellisini devam ettirmektedir. Allah ismi, bizi bütün âlemlerdeki isim ve sıfat tecellilerinde gezdirirken, Rahman ismi nazarımızı arza, yeryüzüne indirir. Bütün canlılara merhamet ederek onların Rızıklarını veren ve her türlü ihtiyaçlarını gören manasını hatırlatır.

Rahim ismi ise, yeryüzündeki canlılar içerisinde imtihana tabi tutulan ve böylece Cennet yahut Cehenneme aday olan insan türüne dikkatimizi çekerek, Allah'ın mü'minleri lütfuyla Cennete, kâfirleri adl ile Cehenneme koymasını ifade eder. Kendisini böyle değerlendiren insan, daha sonra tefekkürünü geniş dairelere yönlendirir. Çevresini kuşatan hayvanlar ve bitkiler âlemindeki İlahi rahmet ve inayetlere nazar eder. Yeryüzündeki bu fikri seyahatini bitirmiş olarak semalara geçer; ta âlem-i misale, levh-i mahfuza, arşa kadar bütün varlık âlemindeki İlahi terbiyeleri, icraatları düşünür. Böylece insanlık mahiyetini yerinde kullanmakla insani arşa çıkmış, yani insanlığın en ileri derecelerine yükselmiş olur. Ayrıca insani arş denilince, Allah Resulünün (Aleyhissalatü vesselam) "Namaz mü'minin miracıdır" Hadis-i Şerifini hatırlamak gerekiyor. 

İnsan namaza başlarken önce, Allah'ın sonsuz kemalinin beşer idrakinin çok ötelerinde olduğunu tekbir ile dile getirir. Sonra ''sübhaneke'' diyerek Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih eder. Bu tesbihi ''hamd '' takib eder. Bu tekbir, tesbih ve hamd faslından sonra besmele çeker ve Fatiha suresini okumaya başlar ve fikri yükselişe geçer. Önce Allah'ın bütün alemlerin Rabbi olduğunu hayretle düşünür. Bu terbiyelerin tümünün insana bir ihsan olduğunu, bu terbiyeler sonunda ortaya çıkan bitkilerin ve hayvanların insan için büyük bir rahmet olduğunu hatırlar.

Rahman isminin yeryüzündeki bu tecellilerine karşı kalbi şükür ve ibadet iştiyakı ile dolar.

Sonra bu kainatın insan meyvesini verdiğini '' Şu kâinattan maksad-ı a'lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksası, o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmektir." (Sözler, 20. Söz, 2. Makam, 288) i tefekkür etmekle ve insanın da bu kainatın bir misal-i musağğarı olduğunun kıymetini anlamakla kalp ve ruhu, Rahim isminin tecellisine yönelerek yolda adım adım ilerler.

"İKİNCİ SIR: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor.

Bakınız enteresan bir şey. Cenab-ı Hak âlemi yaratmış. Âlemi niçin yaratmış? Birinci derecede kendi Esmasının cilvelerini, güzelliklerini kendi seyretmesi, Lezzet-i Mukaddese alması; iki, sair insanların zikrinden ve tefekküründen Lezzet-i Mukaddese alması. Yani biz, Allah'ı âleme bakarak tanımak için gönderilmişiz. Fakat âlem o kadar geniş o kadar sonsuz, uçsuz bucaksız mekân ki, insanlar içini dışını öğrenemedi. Ne yapacağız, boğuluruz biz buralarda. Bu âlemin içine dalıp da Allah'ı bulma noktasında hadisatın lisanını anlamaya kalksak, bazı noktalar da yanlışlıkta yaparız, aleyhte de mana verebiliriz. İşte bu kesret-i mahlûkatta tefekkür için gönderilen insanların akılları fikirleri boğulmasın, ayakları takılmasın diye Allah, bu âlemin bazı yerlerinde özel fertler yaratmış.

Bu örnekler de bizim tefekkür yönünde haritamız oluyor. Vahidiyet Cenab-ı Hakk'ın umumi manada tasarrufudur. Vahidiyetle Allah'ı bulmak çok zordur. Herkese nasip olmaz. Yüksek akıllara, âleme külli bakanlara ancak nasip olur.

"Yani, meselâ: Nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-i ziyasındaki güneşin zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor.

Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneşi bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb'a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor."

Şimdi hiç güneşi görmeyen, bilmeyen cemaati düşünün. Böyle bir güneşi tezahürleriyle, yani tesirleriyle, icraatlarıyla gelip tefekkür edip tanımaya çalıştığını düşünün. O zaman Güneşin dünyadaki tecellilerine, tesirlerine bakacak. Mesela; ısısına, ışığına bakacak.

Acaba bu etrafı dolduran ziya, dağlardan mı, denizlerden mi, yerden mi, yoksa gökten mi geliyor, diye tereddüte düşer.

Bütün bitkilerin rengi güneşten geliyor, bütün ısı güneşten, bütün aydınlatma güneşten ama güneşi görmüyor. Güneşi görmeyen adam tezahürlerine bakmakla güneşi nasıl anlayacak. Papatyaya baksa beyaz dese evet beyazlık güneşten geliyor, ama güneş beyaz değil. Isı güneşten geliyor, güneş ısı değil. Yeşillik güneşten geliyor, ama güneş yeşil değil. Hepsi güneş hakkında şirk olur. İşte güneşin sahibi bunu bildiği için bu insanlar toprağa, bitkilere, nebatata, hayvanata bakıp ciddi malumat olamayacaklarını bildiği için bazı cam parçalarında ve karın şişelerinde suyun katrelerin de güneşi cilvesiyle gösteriyor. İşte ayna da cilvesini gördün mü, işte büyüğü de oradadır. O zaman idrak edebiliyoruz. İşte bize bu kolaylıktır. İşte insan bu anlamda, o cam parçasına benziyor. Kâinat Allah'ı tayin ve tarif ediyor. İnsan ise bu tayinin özü ve özetidir.

Eğer insanı mütalaa etmeden kâinatı araştırmaya kalksak öyle kuvvetli sebepler bizim önümüze geçer ki, akıl ve fikir dağılabilir. Bulamayız, kayboluruz. Materyalistler böyle bakmışlar, felsefeciler böyle bakmışlar. Hâlbuki bu kadar koca kâinatı gezip Allah'ın Rahmetine, Hikmetine ve Şefkatine delil ve bürhan aramaktansa, özel yarattığı fertlere bakıp ihata edilen o nesnelere bakıp orada aramaya kalksak daha kolay olur.

Bu sebepten dolayı Üstadımız: ''Nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tedkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.'' (Mesnevi, Z. Zeyl 141-142 ) der.

Yani, fertleri geniş tasarruflu düşün, ihatalı düşün en ince noktaya kadar git, ama kâinatı değerlendirirken genel değerlendir ki, içinde boğulmayasın (!)

"Öyle de: وَ لِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- Ehadiyet ve Samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor.

İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes'i unutmamak için, daima vâhidiyetteki Sikke-i Ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden "Bismillahirrahmanirrahîm"dir."

Üstadımız, Güneş misalini vermekle güneşin her tarafı kaplaması onun vahidiyetine nasıl işaret ediyorsa teşbihte hata olmasın, Cenab-ı Hakkın da bütün esması kâinatta tecelli ettiği gibi insanın mahiyetinde de ehadiyetini-tıpkı her cam parçasının güneşin vasıflarını gösterdiği gibi-gösteriyor. 

Besmele'de Cenab-ı Hak, Allah ism-i Azamı ile önce Zatını bildiriyor, sonra Vahdaniyetini gösteren Rahmaniyet ve Rahimiyetini beyan buyuruyor. Evet, Kur'anın nüzulünden önce insanlar bu kâinatta tecelli eden sıfatları ile Allah'ı bilememişlerdi. Rahmaniyet ve Rezzakıyet hakikatları ile hayatlarını devam ettiriyorlardı. Fakat tabiatta ve sebeblerde boğulmaktaydılar.

Kur'an-ı Kerim, Vahidiyet içinde Ehadiyeti göstermekle Allah'ı bihakkın bildirdi, tanıttırdı. Bir kul olarak bu iki isme karşı nasıl bir duygu içinde bulunacağız. Neler düşünecek ve nasıl hareket edeceğiz? Meselenin en önemli yönü de bu olsa gerek.

O'nun Vahidiyet tecellilerine karşı hayretle ve Ehadiyetine karşı da şükürle mukabele etmeliyiz. Her iki ismin tecellilerini düşünmek insana acz ve fakrını hatırlatması da ayrı bir önem arz eder ki, Üstad Hz der ki, ''İnsan acz ve fakrını anlamakla tam müslüman ve abd olur.''(Sözler, Konferans, 824)

Her iki tecelli de insanı aynı noktaya götürür. İkisi de insanın boynunu eğdirir alnını secdeye kapatır.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Esra zabun, 2016-11-11 04:31:43

Allah razı olsun çok güzel.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Dehşeti herşeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?

Gaşiye, 1

GÜNÜN HADİSİ

"Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Kötülüğün ardından onu silecek bir iyilik yap! İnsanlara iyi ahlakla davran!"

Tirmizi

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI