Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-111

Ders: 7. Şua (Ayetü’l Kübra), 2. Bab, Uluhiyyet Hakikatı İzah: Prof. Dr. Şener Dilek *Bu bahiste Üstad hazretleri Ulûhiyete Mabudiyyet manasını yüklüyor. Yani Mabud-u Hakiki Cenab-ı Hak’tır. Hamd ve ibadet O’na münhasırdır, Ona layıktır, Ona mahsustur. Varlığımız, hayatımız, enerjimiz, istidat ve kabiliyetlerimiz Allah’ı bilmek içindir. Ubudiyyet ve şükür için yaratılmışız. Bunu Üstad’ın birkaç cephede açıkladığını görüyoruz;


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-04-08 10:10:36

Ders: 7. Şua (Ayetü'l Kübra), 2. Bab, Uluhiyyet Hakikatı

İzah: Prof. Dr. Şener Dilek

*Bu bahiste Üstad hazretleri Ulûhiyete Mabudiyyet manasını yüklüyor. Yani Mabud-u Hakiki Cenab-ı Hak'tır. Hamd ve ibadet O'na münhasırdır, Ona layıktır, Ona mahsustur. Varlığımız, hayatımız, enerjimiz, istidat ve kabiliyetlerimiz Allah'ı bilmek içindir. Ubudiyyet ve şükür için yaratılmışız. Bunu Üstad'ın birkaç cephede açıkladığını görüyoruz;

1-Beşerde ibadet fikri fıtridir. Tarih boyunca Hz. Âdem(a.s)'den bugüne gelinceye kadar beşer dinsiz yaşamamış. İlla bir Mabud'u aramış. Bu bir fıtrat kanunudur. Fıtratın şehadeti inkâr edilmez. Ne ki aranıyor, o vardır. Ama arayanlar iki kısım; Bir kısmı Hakkı bulmuş. Allah'a teveccüh etmiş. İkincisi mecazda kalmış. Bu neye benzer? Mesela çocuk doğuyor. Beslenmesi lazım. Çocuğun beslenmesi için en fıtri ve en leziz ve en lüzumlu gıda nedir? Ana sütüdür. Çocuk anasının memesini arar. Bulunca da harika beslenir, gıdasını alır. Ama onun yerine birisi yalancı bir memeyi bala batırsa o memeyi çocuğa verse, çocuk onu da emer, ama fıtri olmayan bu beslenme onu büyütmez, gelişme olmaz.

Aynen onun gibi, bir sünnetullah kanunu olarak tarih boyunca bütün insanlık Allah'ı aramış. Ya Cenab-ı Hakkı bulmuş, O'na secde etmiş, O'na şükretmiş. Ya da yalancı ilah ve mabutlara koşmuş.

Not: Bu misalin orijinali Hikmet Pırıltıları'ndadır ve şöyledir; "Bir çocuk, validesinin memesini emme fıtratında olduğundan, gerçek memeyi kaybeden ve dolayısıyla da gıdasız kalan çocuklar, bu defa yalan­cı memeleri veya parmaklarını emmeye başlamakta ve böylece kendilerini avutmaktadırlar.

Aynen bu misâl gibi, ibadet etmek de insanın fıtratında dercedilmiş bu­lunduğundan Allahü Azîmüşşân'a kulluk etmeyen kimseler, taşlara, ateşe, güneşe veya tabiata tapmakta veyahut çocuğun kendi parmağını emmesi misâli, bizzat kendi nefislerinin emriyle oturup kalkmaktadırlar."(Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları, s: 174, Yeni Asya Yayınları, İst. 1976)

Not: 2: Hindistanlı meşhur allame Mevlana Süleyman Nedvi merhum gerek 'Siretü'n Nebi' adlı eserinde, gerekse Hutabat-ı Madras adlı seri konferanslarının sekizincisinde tevhid akidesinin zamanla nasıl insanlar tarafından yozlaştırıldığını çok mufassal ve veciz bir biçimde işlemiş. Bu meselede o eserlere bakılmasını tavsiye ederim. (Süleyman Nedvi, Siretün Nebi adlı eserin Asr-ı Saadet ismiyle tercümesi, Tebligat ve Talimat Bölümü, s: 480 vd. terc. Ali Genceli, Sebilürreşad Neşriyatı, İst. 1967 ve Hutabat-ı Madras'ın Hz. Muhammed Hakkında Konferanslar ismiyle tercümesi, s: 189 vd. terc. Osman Keskioğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.)

Biz tafsilatı o eserlerine havale ederek o allamenin şu izahını Madras Hitabelerinden kısaca nakledelim;

"İslam'dan önce Allah'ı bir tanımaya davet eden dinlere, üç yoldan o tevhidi bozacak fesat ârız olmuştur;

1-Teşbihe düştüler, yani Allah'ı mahlûkattan birine benzettiler.

2-Allah'tan ayrılmış ve müstakil bazı sıfatlar tanıdılar.

3-Âlemdeki mezahir'in(Allah'ın güzel isimlerinin tecellillerinin) çokluğuna aldandılar. Allah'ın masnuatını ve onun kusursuz âsârını yanlış anladılar. (s: 189)

Not: 3: Merhum Mehmed Akif bey de Safahat'ta "Hakkın Sesleri" adlı şiirinde ne güzel der;

"Her cemaatten beş on dinsiz zuhûr eyler, bu hâl

Pek tabiidir. Fakat ilhâdı bir kavmin muhâl.

Hangi millettir ki efrâdında yoktur hiss-i din?

En büyük akvâma bir bak: Dîni her şeyden metin."

Şu güzel sözü de bilvesile nakledelim; "Modern dinsiz yaşama deneyi başarısızlıkla sonuçlandı. İnsan kilisesiz yaşabilir belki ama dinsiz asla." E.F.Schumacher

2-"Sair zîhayatın, belki cemadatın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması" (Şualar, s: 150) Onların ibadetleri, hilkat hükümeti içerisinde itaatleridir. Mesela koyunun ibadeti et, süt ve yün vermektir. Bu yönüyle baktığımız zaman Cenab-ı Hak her mahlûka pek çok vazifeler yüklemiş. İşte onlar vazifesini ifa ediyorlar. Fıtratta zihayatların ibadetlerinde aksama yok. Onlar kâinatta nizamın tedvirine kuvvet veriyorlar ve onların vazifeleri de bir nevi ibadetleridir.

Not: Merhum Ebul Hasan en Nedvi de "Dört Rükün" adlı eserinde aynı noktaya parmak basarak şöyle diyor; "Âlem var olalıdan beri güneş etrafa ışık, hayat ve ısı saçmaya devam etmekte, ay da yolları aydınlatıp sene ve ayları tayin etmektedir. Diğer yandan binlerce seneden beri dağlar dimdik vazifeleri ifâ etmekte; kök ve gövdesi üzerinde doğan ağaçlar bol meyveleri, geniş gölgeleriyle, kâinatın efendisi ve Allah'ın yeryüzündeki vekili olan insana hizmet etmektedir. Güpür güpür esen nemli rüzgârlar su emanetini bir yönden diğer yöne taşımakta, yağmur yüklü bulutlar dolaşıp ölmüş yerleri diriltmekte; gürül gürül akan nehirler susuz insanları doyurmakta, ekinleri sulamakta, yer hazinelerini ayaklandırmaktadır. Sanki devamlı rükû halindeymişler gibi dört ayağı üzerine yürüyen hayvanlar insanı bir yerden diğer bir yere taşımakta, insanın faydalandığı eşyayı, yiyecek ve içecekleri de uzun mesafeleri getirip götürmektedirler. Birçokları da insanın çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere karnı ve göğsü üzerinde sürünmektedirler.

İşte aklı ve gönlü olmayan bu yaratıklar daima Allah'a ibadet ve taat halinde Onun emrine boyun eğmektedirler. İsyan ve ayaklanma yok, tuğyan ve azgınlık yok, usanma ve bıkma yok, grev ve işten kesilme yok, istirahat ve tatil yok, sanki daima secde halindedirler."(Ebul Hasan en Nedvi, Dört Rükün, s: 15-16 terc: İsmet Ersöz, İslami Neşriyat, Konya, 1969)

3- Cenab-ı Hakkın yeryüzüne serdiği bütün nimet sofraları da külli ve umumi bir hamd ve şükrü netice vermektedir.

4-Cenab-ı Hakkın Mabudiyyet ve ulûhiyetine en açık bir delil de gelen vahy ve kitaplardır. Üstad ne diyor; "Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur." (Mektubat, s: 89) Bir başka yerde de ne diyor; "Bir zatın vücudunu bildiren en zahir alâmet, konuşmasıdır."(Şualar, s:147)

*İnsan mücerred aklıyla kâinata bakarak bir yaratıcısı olduğunu bulabilir ama Mabud-u mutlak olan Cenab-ı Allah bizden ne istiyor? Akıl bu yolda gidemez. Gayb âlemlerinin derinlikleri, o âlemlere ait sırlar nelerdir? Mücerred akıl bunu bilemez. Onun için Peygamberler ve ilahi kitaplar lazım.

*Bir insanın özene bezene, büyük bir şefkatle besleyip büyüttüğü, yetiştirdiği evladı nankör ve serkeş olsa o anne ve baba ne kadar elem duyar. Hâlbuki onlar da hakikat noktasında birer vesileden ibarettir. İnsanı Cenab-ı Hak böyle bir camiiyette yaratsın, bütün nimetleri onun başına bağlasın, onu ikaz için peygamberler göndersin, semavi hakikatları indirsin. Onu muhatabiyet mevkiinde yaratsın. Sonra insan şükür ve ibadet ve taatini yerine getirmeyip onu başkalarına yöneltsin. Bu şuna benzer. Bir eve misafirliğe gidiyoruz. Ev sahibi bize kahve ikram ediyor. Biz kahveyi içtikten sonra ona teşekkürü bırakıyoruz. Kahve fincanına, kahveye, suya, aygaza, mutfağa teşekkürlerimizi bildiriyoruz. İşte "esbab şirki" böylece itikatlara –Allah muhafaza- ilişiyor. Meyvenin güzel yetişmesini topraktan, gübrenin iyi olmasından, ürünün cinsinden vs bilmek gibi.

Not: Burada muhterem Metin Karabaşoğlu beyin şu güzel tespitini zikretmeden geçemeyeceğiz; "…Çağlar boyu yaşanan en ciddi çatışma ve kırılma noktası, küfür değil, şirktir. 'Yalnızca Allah'a iman'a karşılık, 'yanına bir şeyler ekleyerek Allah'a iman' durumudur.

Ve şu zamana gelirsek, Risale-i Nur, bu ısrarın, bu tekrarın tecdidi ve tahkimi için vardır. Bir kez daha tekrarlarsak, imanı 'Allah'ı yalnız olarak anmak' diye biliyorsak, baştan sona tevhid-şirk ikilemi üzerine bina edilen Risale-i Nur'un Kur'ânî derslerine duyacağımız ihtiyaç şedit olacaktır.

Ama, "Canım hepimiz Allah'a inanıyoruz" demek bizim için yeterliyse; bu arada "Bizi devlet koruyor," "Maaşımızı hükümet veriyor," "Yağmuru bulut yağdırıyor" ise ve ayrıca "Ben biliyor, ben yapıyor, ben ediyor"sam, Risale-i Nur 'fazla derine dalan' gereksiz bir fazlalıktır.

Şahsen, şirkin çok uzaklarda olmadığını hissediyorum. Ve ona en ziyade yakın duranlar, ihtimal ki, onu kendi semtinin çok uzağında sananlardır. (Metin Karabaşoğlu, Risale Okumaları-1, s: 53-54-Zafer Yayınları, İst. 1998)

…Hâlbuki müessir Allah'tır. Muktedir Allah'tır. Yaratan ve yaşatan O'dur. Nimetleri ikram eden, ihsan eden O'dur. Nimetler Ondandır, Ondan geliyor. Tevhid-i Hakiki sebebleri ne yapıyor? Tardediyor, azlediyor. Sebepler bir perdedir, o kadar. Müessir ve muktedir, Rab ve Hâkim ve Mabud Allah'tır. Bu manadan gaflet edilince Cenab-ı Hakkın şan-ı ulûhiyetine dokunuyor.

*Bir insan birkaç milyara bir aylık zaman dilimini bir şirkete göre hesaplıyor. Madem bu kadar parayı bana veriyorlar, ben de şu saatte işte olmalıyım, şu saate kadar çalışmalıyım diyor ve işyerine karşı sadakat gösteriyor. Bu iyi bir şey. İş ahlakını gösteriyor. Ama aynı insan kendisine bu kadar maddi ve manevi nimetleri veren Rabbini unutsa nasıl olur?

*"Görünmediğinden çabuk unutturulabilen hakikî mabutlarını onlara unutturması(Şualar, s: 150) Bu ifadede insanın Rabbini çabuk unutabilmesine, Ondan gaflet edebilmesine de işaret ediliyor. Abdülhamid Han azledildikten sonra bir gün demiş ki; "Bu millet iyidir. Yalnız bir kusuru var. Çabuk unutur."

*Nankörlüğün en şiddetlisi, en dehşetlisi de Allah'a karşı olandır. Onun için mümin nankör olmayacak.

*İmtihan sırasında cevaplar verilmez. Eğer imtihan sırasında cevaplar verilirse bütün iş altüst olur. Kim çalışkan, kim tembel, kim başarılı, kim başarısız. Liyakat tescili gereği cevaplar imtihandan sonraya bırakılır.

Not: İmtihan bittiğinde ise;

فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ

Biz, sen(in gözün)den perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir" (Kaf, 50/22) hükmünce imtihanın sonuçları görünecektir.(Salih Okur)

*Bu asır imtihan noktasında geçmiş asırlardan daha dehşetli ve şiddetli. Üstadın deyimiyle bu asırda 'uyutucu hevesat" ziyadeleşmiş. Beşerin nazarı dinden, uhrevi meselelerden ve maneviyattan afakî meselelere dünyeviliğe doğru yönelmiş. Bu şuna benzer. Deniz kıyısında geziyorsunuz. Elinize aldığınız bir tahta parçasını sahilden denize bıraktınız. Dalgalar ona vura vura bir bakıyorsunuz ki iki saat sonra o tahta parçası çok uzak bir mesafeye gitmiş. İşte bu ahirzamanın dalgaları da her gün o insana vura vura, yavaş yavaş o insanı mana sahilinden uzaklaştırıyor İştir, aştır, eştir, maddi meşguliyetlerdir filan derken hayatın cazibesi, siyaset alemi, spor gündemi vs. ile insanı kalb ve gönül alemi maneviyat sahillerinden uzaklaştırıp, o insanı boğduruyor. Ve bu asırda din namına, Kur'an namına çok ciddi bir talim ve tedris de olmadığından, anne baba da lakayt ve laubali ise o uçurum gittikçe açılıyor ve bakıyorsunuz ki adamın dünyasında din namına, iman ve Kur'an namına hiçbir şey yok. O yön itibarıyla tamamen silik. Hardisk boş. O zaman da ahirzamanın dört hücumu olan küfr-ü mutlak,(ateizm, dinsizlik) dalalet-i mutlak( bütün felsefi rüzgârlar), sefahat-ı mutlaka, cehalet-i mutlaka inzimam ediyor ve beşer bu manevi mihverden kopup gidiyor. Allah Bediüzzaman hazretlerinden ebediyyen razı olsun ki, Risale-i Nur'un hakikat sofrası, marifet teknesinde bu hakikatlar yoğrulmuş. Bir araya geliyor, okuyor, tefekkür ve tezekkür ediyoruz. Böylece idrakler, kalpler, ruhlar yine bu hakikat-ı imaniye ve Kur'aniyeye teveccüh etmiş oluyor.

*Bakın, nihayetsiz Cemal, namütenahi Kemal, mucize sanat, sonsuz nimetler ve ikramlar bizi ibadete ve namaza götürüyor. Üstad diyor ki, Kur'an'ın esasatı çekirdeği üç kelime. Bütün zikir makamlarının da çekirdeği üç kelime. Namazın, ubudiyetin çekirdeği de üç kelime; Subhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber. (*)

…Bakın şimdi; Allah'ın sanatı, Cenab-ı Hakkın nimeti, Cenab-ı Hakkın sonsuz cemal ve kemalatının tecellileri.. Şunları temaşa ettiğimiz zaman namazın çekirdeği ağzımızdan akıyor. Bir nimeti tadıyorsun, elhamdülillah diyorsun. Cenab-ı Hakkın yarattığı bir sanat eserini seyrediyorsun Allahu ekber diyorsun, bir çağlayana, bir bağa, bir bahçeye bakıyorsun Subhanallah diyorsun. Demek cemali, kemali, sanatı ve nimeti takdir, tahsin, temaşa ve telezzüz, Rububiyete karşı manen beşerden neyi istiyor? İbadeti ve inkıyadı istiyor.

(*)Not: Üstadın orijinal ifadesi şöyledir; "hem erkân-ı imaniyenin hem Kur'an hakikatlarının hülâsaları ve bu üçü namazın çekirdekleri oldukları gibi, Kur'anın dahi çekirdekleri ve parlak bir kısım surelerin başlarında pırlanta gibi görünmeleri ve çok sünuhatı tesbihatta başlayan Risale-i Nur'un dahi hakikî madenleri ve esasları ve hakikatlarının çekirdekleridirler. Ve velayet-i Ahmediye ve ubudiyet-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarîkat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) virdidirler ki, her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü'minler beraber, o halka-i kübra-yı zikirde, ellerinde tesbihler, "Sübhanallah" otuzüç, "Elhamdülillah" otuzüç, "Allahü Ekber" otuzüç defa tekrar ederler. İşte böyle gayet muhteşem bir halka-i zikirde, sâbıkan beyan ettiğimiz gibi hem Kur'an'ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız."(Şualar, s: 236 )

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, herşeye kadirdir.

Ahkaf, 33

GÜNÜN HADİSİ

Hastayı ziyaret edin, açı doyurun, esiri kurtarın.

Riyazü's-Salihin

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI