Cevaplar.Org

YENİ BİR TEFSİR METODOLOJİSİ: MUHAKEMAT ÖRNEĞİ-4

2. Modern İslâmî Perspektif Avrupa medeniyetinin hâkim olduğu 19. asırdan itibaren İslam âleminde Kur’an ve diğer ilmî disiplinler sahasında yapılan yorumlarda adeta pozitivist yaklaşımlar sergilendi. Avrupa medeniyetinin temel taşları olarak kabul görmüş bilimsel doktrinler sarsılmaz birer hakikat olarak görüldü ve onlara sadık kalma uğruna çok tekellüflü yorumlar yapıldı


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-03-31 12:26:10

2. Modern İslâmî Perspektif

Avrupa medeniyetinin hâkim olduğu 19. asırdan itibaren İslam âleminde Kur'an ve diğer ilmî disiplinler sahasında yapılan yorumlarda adeta pozitivist yaklaşımlar sergilendi. Avrupa medeniyetinin temel taşları olarak kabul görmüş bilimsel doktrinler sarsılmaz birer hakikat olarak görüldü ve onlara sadık kalma uğruna çok tekellüflü yorumlar yapıldı. Buna karşı çıkan bazı kimseler de bu ilimler adına ortaya konan ne varsa hepsini bir çırpıda reddetme taassubunu gösterdi. İşte Said Nursi, ifrat ve tefrit cephelerini itidale çağıran ve hakikati anlamada zorluk çeken bu ümitsiz tavırlara ümit bahşeden yeni bir formulasyonla yepyeni bir yol çizdi: her türlü taassuptan uzak, yalnız hakkın hatırını âli tutan bir yaklaşım. Ahmak dostun akıllı düşman kadar zarar verdiği gerçeğini ortaya koyan, fen bilimlerinin ortaya koyduğu doğruların aslında İslam ve Kur'an'ın malı olduğunu, hiçbir doğru bilimsel keşfin Kur'an'ın ortaya koyduğu hakikatlere ters düşemeyeceğini ispata çalışan ve "Mehasin-i Medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir"(1) diyen bir yaklaşım.

O, bu gerçeklerin tatbik sahasına çıkmasının ne kadar önemli olduğunu, özetle şöyle ifade etmiştir: Asya'nın evvel ve ahir hâkimi olan İslamiyet'in galebesi için dört-beş karşı konulmaz kuvvet el ele vermiştir:

Birincisi: Maarif ve medeniyetle mücehhez olan İslam'ın gerçek gücü.

İkincisi: Alt yapısı hazırlanmış çağdaş araçlarla mücehhez olan şiddetli ihtiyaç.

Üçüncüsü: Asya'nın –özellikle İslam dünyasının- sefaleti ile başka yerlerdeki refah seviyesinin görülmesinden doğan tam bir uyanışla mücehhez olan gıpta ve rekabet ve teşebbüs fikri.

Dördüncüsü: Ehl-i Tevhid'in düsturu olan tevhid-i kelime, zeminin özelliği olan itidal ve ta'dil-i mizaç, zamanın ziyası olan fikir aydınlığı, medeniyetin bir kanunu olan telahuk-u efkâr, bedeviyetin lazımı olan selamet-i fıtrat, zaruretin (fakirliğin) bir ürünü olan hafiflik ve teşebbüs gücü ile mücehhez olan istidad-ı fıtrî.

Beşincisi: Bu zamanda İ'lâ-yı kelimetullah'ın temel dayanağı olan maddi terakkinin hem İslâm hem de zamanın şartları tarafından manen emredilmesi, her arzuyu öldüren ümitsizlik hastalığının ölmesiyle hayat bulan ümitle mücehhez olan medeniyet arzusu ve teceddüt meyli.(2) Nursi'nin de işaret ettiği gibi, merak ilmin hocası, ihtiyaç ise bir sanat öğretmenidir.

Modern perspektife sahip çağdaş yorumların ön gördüğü hususlardan bazıları şunlardır:

a) Çağın İhtiyacı

Çağdaş insanın –sanırım- en çok, hakikati olduğu gibi gösterecek objektif bir bakış açısına, akıl ve fikrini bilimsellik görüntülü cehaletin elinden kurtaracak bir özgürlüğe ve vicdanını doyuracak kuvvetli delillere ihtiyacı vardır. Çünkü eskiden olduğu gibi bu asırda da ideolojik saplantılar, çok kere hakikatin suretini değiştirilebiliyor ve herhangi bir konu hakkında önyargılı yaklaşımlara sebep olabiliyor.

Nursi, Kur'an'a ve İslam'a önyargılı yaklaşanları akıllı ve insaflı davranmaya çağırarak, özetle şu uyarılarda bulunuyor: "Ey hariçten ve uzaktan İslamiyeti tenkit etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın. Muhakeme edin. Nazar-ı sathi ile iktifa etmeyiniz... Zira şu sizin bahanelerinize sebep olanlar, lisan-ı şeraitte ulema-üs-sû ile müsemmadırlar. Onların muvazenesiz, zahirperest yaklaşımlarından ortaya çıkan perdenin arka tarafına bakın, İslamiyetin sunduğu hakikatlerin her birinin parlak bir yıldız mesabesinde, ışık saçan bir burhan/bir delil olduğunu göreceksiniz."(3)

b)Geçerli İlimler

Kur'an ve sahih hadisler, Kur'an tefsirinin temel malzemesidir. Bunun yanında, İsrailiyat yerine modern ilimler, Yunan felsefesi yerine modern felsefenin ortaya koyduğu tefekkür sistemine ihtiyaç vardır.

Nursi, bu vadide hakikatin bulunmasına hizmet eden çağın en önemli aracı olan ilme dikkat çekiyor. Ona göre, müspet-fen ilimleri sayesinde, günümüzde fil-cümle (genel hatlarıyla) gelecek nesillerde ise tamamen hâkim olacak unsurlar hak ve hakikat olacaktır.-Asr-ı saadette olduğu gibi- kuvvet yerine hak, safsata/demagoji yerine burhan, duygusal yaklaşımlar yerine akıl, heva yerine hüda, taassup yerine metanet, garaz yerine hamiyet, nefsânî meyiller yerine, aklânî temayüller ve hissiyat yerine fikirler hâkim olacaktır.(4)

c) Tefekkür Sistemi

Modern tefekkür sisteminin üzerinde oturduğu/ veye oturması gereken unsurları şöyle sıralayabiliriz:

Başkasının kusurlarını aramak yerine, kendi sabiteleri üzerinde durmayı ifade eden "Müspet (olumlu) hareket etmek"(5),

Yunan felsefesi yerine modern aklın verileriyle istişare etmek(6),

İsrâiliyat yerine Kur'an, sahih hadis, doğru tarih ve siyer kaynakları ile doğruluğu ispatlanmış müspet ilmin verilerine dayanmak.(7),

Hakikatin kaçıp gizlenmesine sebep olan iltizam (bir fikre yapışıp kalmak), taassup (körü körüne bağlılık) ve tarafgirlik hissi yerine hakkın hatırını esas almak.(8)

Nursi'ye göre, hakiki mananın bir mührü vardır. O da Kur'an ve İslam'ın temel esaslarının karşılaştırılmasından doğan gerçek güzelliktir. Her şeye hakikat nazarıyla bakan zâhirperestlerin ifratını ve her şeye mecaz nazarıyla bakan batınîlerin tefritini kıracak ve orta yolu gösterecek yalnız "şeriat felsefesi ile belağat, mantık ile hikmettir."(9)

d) Nazm-ı Maâni

Nursi'ye göre, işin derin boyutunu ortaya çıkaracak olan nazm-ı maânî yerine, bir kısım türedi edebiyatçılar, gerçeğe ulaştırmaktan uzak ve ifade incelikleri gibi ürünlerden mahrum kupkuru bir ağaç mesabesinde olan ve nazm-ı elfaz denilen lafızperestliği esas alıp, belagatın can damarını kestiler.(10)

Hâlbuki fikir ve duyguların tabiî mecrası Nazm-ı Maânîdir. Nazm-ı Maânî ise mantık zincirine bağlıdır. Mantık üslubu ise, zincirleme bağlantı kuran hakikatlere yöneliktir. Hakikat yoluna girmiş fikirler, mâhiyetlerin inceliklerine nüfuz etme kabiliyetindedir. Mâhiyetlerin incelikleri ise, kâinattaki mevcut nizam-ı ekmele uzanmakta ve onunla güçlenmektedir. Nizam-ı ekmelde, bütün güzelliklerin kaynağı olan hüsn-ü mücerred (soyut güzellik) hâkimdir. Hüsn-ü mücerred ise edebî ifadenin özelliklerinden olan üstün meziyetler ve güzel incelikler denilen belagât çiçeklerinin bostanıdır. Çiçeklerin bostanı ise, yaratılış bahçelerinde boy gösteren güllere ilân-ı aşk eden ve şair denilen bülbüllerin nağmeleriyle yankılanmaktadır. Bülbüllerin nağmelerine âheng-i rûhânî veren ise, Nazm-ı Maânîdir.(11)

Çünkü bir ifadenin gücünü gösteren ondaki kayıtların birbirinin sesine kulak vermesi, keyfiyetlerin karınca kaderince birbirleriyle yardımlaşması ve asıl maksada birlikte hizmet etmesidir.

Nursi, Kur'an'ın bu özelliğini gösteren bir misal olarak sunduğu ayetlerden birisi de

وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ

"Yemin olsun ki, eğer onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, şüphesiz onlar 'Eyvah mahvolduk, yazıklar olsun bize! Gerçekten biz zâlim kimselermişiz, diyecekler)"(12) şeklindeki âyettir.(13) 

Kur'an-ı Kerim, bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının tesir derecesini en şiddetli bir tarzda ifade etmiştir. Şöyle ki: "Eğer onlara, Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa" cümlesinde yer alan altı kelimenin her birisi "azlığı" ifade etmekle, Kur'an'ın "az bir azap ile çok korkutma" maksadına hizmet etmişlerdir.

İlk kelime "in" lâfzı "faraza eğer " anlamında olup, şek/şüphe ifade eder. Şek ifade etmekle de "azlığı" gösterir.

İkinci kelime "messe" fiilidir. Bu kelimenin anlamı "hafif dokunmak" tır. Yine azlığı ifade eder.

Üçüncü kelime "nefhatun" lafzıdır. Bu kelime üç yönden "azlığı" ifade ediyor. a. Anlamı "bir kokucuk" olduğu için azlığı ifade eder. b. Sarf ilmi açısından kelimenin yapısı, "İsm-i merre" dir. "biricik" anlamında olup "azlığı" gösterir. c. Kelimenin sonundaki "tenvin", tenkir ve taklil içindir. O da azlığı ifade eder.

Dördüncü kelime "tab'iz"i , yani: bir şeyin bir parçasını, az bir kısmını ifade eden "min" lafzıdır.

Beşinci kelime "azab" lafzıdır ki "nekâl" ve "ikâb"a nisbeten hafif bir cezadır. Azlığı gösteriyor.

Altıncı kelime "Rabb" lafzıdır. Allah'ın Cebbâr, Kahhâr, Müntakim isimleri yerine, şefkati gösteren bu kelimenin kullanılması "azlığı" ifade etmek içindir. Bu kayıtların işaretleri çerçevesinde âyetin meâli, şöyle verilebilir: "(Resulüm!) Eğer o inkârcılara, senin şefkatli Rabbinin azabının ufak bir parçasından görünmeyecek kadar küçük bir kokucuk, bir defaya mahsus, faraza azıcık dokunuverse; zâlimler "mahvolduk" diyecekler."(14)

 Nazm-ı Maânîde yer alan unsurların bir çeşit tahlilini yapan Nursi, tefsir usulünde ve belagat ilminde de dehâ derecesinde bir melekeye sahip olduğunu göstermiştir. Çok uzun bir tahlil zincirinin birkaç halkası şöyledir: Bir ifadede yer alan unsurlar şöyle sıralanabilir: Fiilin mânası, harfin medlûlü, nazmın mazrufu, heyetin mefhumu, keyfiyatın mermuzu, mestetbeâtın müşarünileyhleri, hitabı teşyi eden etvarın muharrikleri; ayrıca 'dâll bil-ibare'nin maksudu, 'dâll bil-işaret'in medlûlü, 'dâll bil-fahvâ'nın mefhum-u kıyasîsi ve 'dâll bil-iktiza'nın mâna-yı zarurisi gibi daha pek çok unsurlar Nazm-ı Maânîde görev alır.(15)

3. Mesajı Deşifre Etme Metodu

Nursi, daha sonra çağın en büyük ihtiyacı haline geldiği görülen iman esaslarını, Kur'an'ın temel mesajları olarak ele almış, onları vahyin ışığında ve modern fen bilimlerinin desteğinde inceleyip doğruluklarını gözler önüne serecek bir tefsir yaklaşımını benimsemiştir. Bunun bir sonucu olarak da geleneksel tefsirlerin üzerinde durduğu "Kur'an metnini inceleme" yerine "Kur'an'ın vermek istediği mesajı deşifre etme"yi esas alan bir yaklaşımı ortaya koymuştur. Risale-i Nur külliyatında nevi şahsına münhasır olarak kullanılan orijinal tefsir metodu budur.

Bu asırda dine ve Kur'an'a yapılan saldırıların büyük çoğunluğunun modern fen ve felsefe ile uğraşanlar tarafından geldiğini gören Nursi, "Düşmanın silahıyla silahlanma" yı esas almış ve Kur'an'ın hakikatlerini modern fen bilimlerinin ön gördüğü ilmî temellere dayandırarak ispata çalışmıştır. Ancak Nursi, özellikle yeni Said döneminde yazdığı Nur külliyatından modern fen bilimlerinin ortaya koyduğu prensipleri olduğu gibi kabul etmemiş, yerine göre onlara meydan okumuştur.(16)

Kur'an'ın kâinattan bahsetmesinin, kendine has bir tarz ile olduğunu savunan Nursi'nin kevnî ayetlerle ilgili görüşlerini şöyle detaylandırmak mümkündür:

a) Müşterek Konu Kâinat Kitabı

Gerek Kur'an'ın ve gerek fen ilimlerinin üzerinde durduğu kainat kitabı anlaşıldığı oranda, İslam dini ile fen bilimleri arasında var sayılan çatışmanın bir hayalden ibaret olduğu gerçeği de o nispette güç kazanacaktır. Nursi, bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: Allah'ın kendisiyle bizi irşat ettiği Kur'an- öyle bir kitap ki: kâinat kitabının hikmet dolu ince prensiplerini, derin ilmî kanunlarını ve kâinatı ayakta tutan adalet ölçülerini ders veriyor. Bu fıtrî yaratılış kanunlarını açıklayan bir kitap olarak Kur'an, insanlık camiası için vazettiği prensipleriyle âdil, sağlam ve dengeli bir hayat modelini ortaya koymuş, onların dünya ve ahiret saadetlerinin teminine kefil olmuştur.(17)

Fen bilimlerinin konu edindiği kâinat kitabı Kur'an'ın da gündemindedir. Çünkü Kur'an'ın dört temel maksadının başında tevhit inancı gelmektedir. Bunun en güzel ispat yollarından biri "sanattan sanatkârâ geçme" şeklinde ifade edilen istidlal metodudur. Bunun malzemesi ise kâinatın kendisidir.(18)

b) Kur'an'da Yer Alan Varlıkların Görevi

Nursi'ye göre Kur'an'ın kâinattan bahsetmesi, onun hikmet, nizam ve intizam diliyle Yüce Sâni'in kast, irade, ilim ve hikmetine ettiği şahitliğe dikkat çekmek içindir: Kur'an'ın yüce meclisine girmiş olan kâinatın her ferdi dört vazife ile görevlidir: Birincisi: İntizam ve ittifak diliyle Sultan-ı ezel olan Ezelî Sultan'ın saltanatını ilân. İkincisi: Her biri fenn-i hakîkînin birer seçkin konusu olarak, İslâmiyet'in hakikî fenlerin bir zübdesi/hülasası olduğunu izhar.

Üçüncüsü: her biri birer nev'in numunesi olarak, İslâmiyetin hilkatte/yaratılışta cârî olan İlâhî kanun ve prensiplere uygunluğunu ispat.

Dördüncüsü: her biri birer hakikatin numunesi olarak, fikir ve zihinlerin dikkatini çekip, onları hakikatleri araştırmaya teşvik ile yönlendirmektir. "Ezcümle, Kur'an'da kasem ile temeyyüz etmiş olan ecram-ı ulviye ve süfliyeyi tefekkürden gaflet edenleri ikaz eder. Evet, kasemat-ı Kur'aniye nevm-i gaflete dalanlara kar'u'l-asâdır."(19)

c) Allah'ın Tanıtan Dört Farklı Metot

Arş-ı Kemâlât olan mârifet-i Sâni'in miraçlarının usûlü dörttür:

Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân vi hudusa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bir iki asıl, filvaki Kur'an'dan teşaup etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surette ifrağ ettiği için tavîlüzzeyle ve müşkilleşmiştir.

Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masûn değildirler.

Dördüncüsü: ki, belagat-ı Kur'aniyenin ulüvv-i rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan merac-ı Kur'anîdir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:

Birincisi: Delil-i İnâyettir. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinden riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise Sâni'in kast ve hikmetini ispat ve tesadüf vehmini ortadan nefy ediyor. İkincisi: Delil-i Kur'anîdir /Delil-i İhtiraîdır. Bunun hülasası: Her bir varlığa –fert ve nevi olarak- mahsus bir vücudun verilmesidir.(20)

-devam edecek-

Dipnotlar

1-Muhakemat, 39.

2-Muhakemat, 37.

3-Muhakemat, 29.

4-Muhakemat, 32-33

5-Muhakemat, 32

6-Muhakemat, 32.

7-Muhakemat, 17-32-39.

8-Muhakemat, 32-39.

9-Muhakemat, 23.

10-Muhakemat, 78.

11-Muhakemat, 77-78.

12-Enbiyâ, 21/46.

13-Muhakemat, 83-84.

14-Muhâkemat, 84; Sözler, 386-87.

15-Muhakemat, 88.

16-Geniş bilgi için " Kur'an İlimleri Ve Tefsir Açısından Bediüzzaman SaidNursi'nin Eserleri" adlı eserimize bakılabilir ( s. 285-292).

17-Muhakemat, 5.

18-Muhakemat, 6.

19-Muhakemat.11-12.

20-Muhakemat, 107-109

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

İsra, 84

GÜNÜN HADİSİ

Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalaletten çıkarıp doğru yola sevkeder, ahirette de kötü hesabtan korur

Ravi:İbnu Abbas(r.a.)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI