Cevaplar.Org

AHİR ZAMANDA İLİM, ÂLİM VE MEHMET KIRKINCI HOCAM

Rasulullah Efendimiz buyurmuş: “Ahir zamanda ilim kalkacak, cehalet hâkim olacaktır.”(Bkz. Buhari, Fiten, 5)


Vehbi Karakaş

vehbikarakas@hotmail.com

2016-03-08 11:11:40

Rasulullah Efendimiz buyurmuş:

"Ahir zamanda ilim kalkacak, cehalet hâkim olacaktır."(Bkz. Buhari, Fiten, 5)

إنَّ الله لاَ يَقْبضُ العِلْمَ انْتِزاعاً يَنْتَزِعُهُ مِنَ النَّاسِ، وَلكِنْ يَقْبِضُ العِلْمَ بِقَبْضِ العُلَمَاءِ، حَتَّى إذا لَمْ يُبْق عالماً، اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤُوساً جُهَّالاً، فَسُئِلُوا، فَأَفْتَوا بغَيْرِ عِلْمٍ، فَضَلُوا وَأَضلُوا

 "İlmin kalkması da âlimlerin ruhunun kabzedilmesi, âlimlerin teker teker çekilip ahirete irtihal etmeleri şeklinde olacaktır. Âlimler kalmayınca insanlar cahilleri baş ve başkan edineceklerdir. Onlar da ilimsiz fetva verecekler, (pervasız kararlar alacaklar), hem kendileri haktan sapacaklar ve hem de bağlılarını saptıracaklardır. (Buhari, İlim, 34, İ'tisam, 7; Müslim, İlim, 13; Tirmizi, İlim, 5)

Bir toplumun içinde sözü sohbeti dinlenen âlim kalmazsa, ilim gider, ilim giderse, din gider, din giderse âlem cehalete, yalana, talana, anarşi ve teröre teslim olur. İşte o zaman, buna sebep olanların da kıyameti kopar!

Allah bizi bu akıbetten korusun. Ülkemizi Peygamber varisi âlimlerden mahrum eylemesin.

Mescid-i Haram'da insanlara Arapça vaaz veren bir âlimden dinlemiştim. İlmin ve âlimin faziletini anlatıyordu. Diyordu ki: "Her on sekiz kilometrede bir âlim bulundurmak şeairdendir. Yani olmazsa olmazlardandır. Bu âlimleri bulundurmak, kollamak, korumak Müslümanların boynunun borcudur."

Müslümanlar, Rasulullah'ın (s.a.v) varisi âlimleri eriten değil, üreten bir toplum olmalıdır. Onların sohbetlerine katılmalı, onlara kuvvet vermeli, doya doya feyizlerinden, derslerinden istifade etmelidirler.

Hadis-i şerifte buyurulmuş:

يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ بِدِمَاءِ الشُّهَدَاءِ  

 "Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir."( Suyûti, el Câmiu's Sağir, 10026; İbn Abdilberr, Câmiul Beyâni'l- İlm, nr. 139.)

MEHMET KIRKINCI HOCAM

İşte o âlimlerden biri Mehmet Kırkıncı hocamdı. Arapça tahsilimi yanında tamamlayayım diye beni Kırkıncı hocamla ilk tanıştıran, Horasan'ın Muratbağı köyünde yaşamasına rağmen elimden tutup beni Kümbet dershanesine götüren babam Ömer Karakaş oldu. Allah babamdan ebediyyen razı olsun, ona ve anneme gani gani rahmet eylesin.

Erzurum'da İmam-Hatip Lisesinde yatılı okuduğum yıllarda hafta sonları hocamın Risale-i Nur dersine katılırdık. Derse katılmak için hafta sonlarını iple çekerdik. Bir derse katılmak bizim için şarj olma anlamına geliyordu. Bu derslere öğrencileri davet eden iki kardeşim ve candan arkadaşım vardı. Bunlardan biri Bürhan Avlanır hoca, diğeri de Haydar Keleş beydi. Bu kardeşlerime de minnet ve şükran borçluyum. Bu arkadaşlarla olan hikâyemizi başka zamana bırakalım.

Tanıştıktan sonra Kırkıncı hocamla çok beraberliklerimiz oldu. Medrese usulü, Arapça İslâmî ilimlerden bir kısmını, özellikle de Mantığın temel kitaplarından olan İsağocî'yi ve Muğnittullab'ı kendisinden ders aldım. Kitaplarını yazdığı günlerde bizi zaman zaman editör olarak ta istihdam ederdi. Genellikle hafta sonları, Kümbet Medresesinde sabahın erken saatlerinde çalışmaya başlardık, öğle namazından sonra da kimi zaman fakirhaneye geçer, evimizde hazırlanan mantıları beraber yerdik.

Bir bademcik ameliyatı sonucu cennete uçup giden 6 yaşlarındaki ciğerparemiz cennet güzeli Nurefşan kızımızın taziyesi için evimize ilk teşrif edenlerden biri de Mehmet Kırkıncı hocamdı.

Halimdi, selimdi. Alçak gönüllüydü. Küçük-büyük çok insana feyiz kaynağı olmuştu. İkna gücü kuvvetliydi. Hazır cevaptı. Mukteza-ı hâle göre konuşmakta, muarızlarını ilzâm etmede emsali yoktu.

İstanbul'a her geldiğinde evimize teşrif ederler ve bir gece misafirimiz olurlardı. Yine bir gelişlerinde sormuşlardı:

-Diyorum ki bundan sonra yazmayı bıraksam, cevşenimi okusam, evrad u ezkârla, ibadet ve taatle meşgul olsam, ne dersiniz?"

Biz de âcizane görüşümüzü beyan etmiştik:

-Hocam, sizin ilim ve hikmetinize ümmetin ihtiyacı var. Allah izin verdiği, sağlığınız müsait olduğu müddetçe lütfen kalemi ve kelamı bırakmayınız."

O da öyle yaptı. Ömrünün sonuna kadar, hikmet pırıltılarını serpmeye ve sergilemeye devam etti.

Her yıl İstanbul'a gelmek âdetiydi. Yine bir gelişinde, Tuzla'da bir dostun evine yemeğe davet edilmişti, benim de orada olmamı arzu etmişlerdi. Gittim. Yemeklerden sonra yakın bir dersaneye derse gittik. Birisi okudu. Hocam izah buyurdular. Dersten sonra kendilerini uğurlarken otomobile bindikten sonra eliyle işaret buyurarak beni çağırdı, başımı eğdim, kulağıma fısıldadı:

- Dersi nasıl buldunuz? Dedi. Ben de:

-Çok mükemmeldi, hocam, maşallah aklınız yaşlanmamış, bir delikanlı gibi taptaze elhamdülillah, dedim, çok memnun oldu. Bu söyleşmelerden sonra beni çekti, başımdan öptü ve dua etti.

Allah ona sonsuz rahmetiyle muamele eylesin. Cenazesinde çok az insana nasip olacak mahşeri bir kalabalık vardı. Kimi cenaze vardır, o cenazeye katılanlar, onun bağışlanmasına vesile olurlar, kimi cenaze de vardır, o cenaze hürmetine o cenazenin namazına katılanlar bağışlanır. Kırkıncı hocam bu ikinci kısımdandı. Herkes Allah'ın rahmet ve mağfiretine nail olmak için çok uzak illerden koşup oraya gelmişlerdi.

Allah ona ve oraya iştirak edenlere rahmet ve mağfiretiyle muamele eylesin. Bizi onunla, onun üstadı ve üstadımız Bediüzzaman Hazretleriyle beraber Rasulullah Efendimizin Makam-ı Mahmud'unda buluştursun.

1982 yıllarında Erzurum Araştırma Hastanesinde kızımızın vefat haberiyle sarsıldığımız ve ağladığımız ilk saatlerde nerden haber almış bilemem hastaneye ilk düşen, bulunduğumuz odanın kapısını açan, odamıza bir güneş gibi doğan, beni bağrına basarak Rasulullah Efendimizin: "الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةِ اْلأُولَى yani "Sabır, ilk şokta gösterilen sabırdır" (Buhârî, Cenâiz 32; Müslim, Cenâiz 14) sözünü hem de orijinal haliyle yüksek sesle bana hatırlatan zat da Vahdet Yılmaz ağabeyimiz oldu.

Vahdet ağabeyin ana özellik ve güzelliklerinden biri de bu idi: Herkesin yaman gününde Hızır gibi yetişmekti. Vahdet ağabey, o günlerde Kırkıncı hocamın adeta şoförüydü. Nur medreselerinin elektrik akımı gibi enerjisiydi. Nerde ders var, hangi medresenin ne tür bir ihtiyacı var, Vahdet abi oradaydı. Gerek Erzurum'un içinde ve gerekse şehirlerarası seyahatlerde hocamı ilden ile taşır, onun hikmetli ve izahlı dersleriyle nur talebelerini tanıştırırdı. Allah Teâlâ Vahdet ağabeye de hayırlı, sağlıklı, hizmet dolu bereketli ömürler ihsan eylesin. Bizi birbirimizden uzak eylemesin, hem dünyada ve hem de ahirette.

Benim bir defterim var. Talebelik yıllarımda el yazısıyla kaleme aldığım o defterin ilk sayfasında şu ibare var: Muhterem ve muazzez, muallim ve müderris hocam Mehmet Kırkıncı'dan duyduklarım, sezdiklerim ve süzdüklerim. Vehbi KARAKAŞ, Yüksek İslam Enstitüsü 15.1.1976

Şimdi oradaki notlardan sadece bir tanesini arz edeceğim. Zaman bulursam daha sonra diğerlerini de arz ederim:

Kırkıncı hocamın derslerinin birinde hocam, Allah'ın her şeyi yoktan var ettiği konusunu enteresan misallerle işliyordu. Ve diyordu ki:

Var olan her şey hadistir, yani sonradan olmuştur. Sonradan olan her varlığın bir muhdisi yani var edicisi vardır. O da Allah'tır. Allah zaten yoktan yaratır. Allah yoktan yaratamasa hâşâ Allah olamaz. Vardan yapıyor denilse, o var olanları kim var etti, sorusu akla gelir, iş teselsüle varır, teselsül de batıldır zaten.

Var olan her şey biter ama yok bitmez. Allah neyin var olmasını istese ona "kün=ol" demesi yeter. Allah'ın istediği şey derhal oluverir.

Bir zatın altından bir dağı olsa, her gün 10, 20, 100 altın harcasa, elbette bir gün o dağ biter. Çünkü vardan harcama yapmaktadır. Bir zat da düşünün parmaklarını açıp yumdukça altın akıyor. Yani altınları yoktan getiriyor, yoktan harcıyor. Vardan harcayan mı zengindir, yoktan harcayan mı? Elbette yoktan harcayan. Yoktan altın yaratanın, yoktan harcayanın altını biter mi? Bitmez. İşte Allah her şeyi böyle yoktan yaratıyor. Onun için onun hazineleri tükenmiyor."

Dersin heybet ve azametinden olsa gerek adeta kendimi yitirmiştim. Ortada bir beyin fırtınası vardı. Ben de o beyin fırtınasına kapılmıştım. Sanki sekir halini yaşıyordum. O kadar ki bir an şu sual ağzımdan çıkıverdi:

-Hocam, yokluk da bir varlık mıdır?

Çok zeki, ferasetli ve basiretli hocam, bu soruma:

-O aklına tüküreyim, diyerek cevap verdi. Ben bunu izah ettim, daha ne istiyorsun, dercesine. Bunun bir başka cevabı var mıydı, bilmem ama ben cevabımı almıştım. Uyandım, kendime geldim. Sualin de galiba ölçülü olması lazım geldiğine inandım.

Allah'ın izniyle Peygamberimiz, konuşma engelli çocukları tükürüğü ile konuşturduğu gibi; Kırkıncı hocam da aklıma tükürdüğü günden itibaren aklım daha iyi düşünmeye, dilim konuşmaya, kalemim yazmaya başladı.

Bu bereketlenmeden dolayı Allah'a sonsuz şükürlerimi, Kırkıncı hocama da teşekkürlerimi arz ettim. Şurası bir gerçek ki tefekkürsüz akılların bazen böyle tükürüklere ihtiyacı vardır. Keşke bu ihtiyacı hissedebilseler. Cenab-ı Hak'tan kendilerine gani gani rahmet diliyor, dostlarına, yakınlarına ve talebelerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.

Zümre, 41

GÜNÜN HADİSİ

Hastayı ziyaret edin, açı doyurun, esiri kurtarın.

Risayü'z-Salihin

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI