Cevaplar.Org

KUR'AN'IN EŞSİZ ÜSLÛBU

Üslûbun Tanımı Ve Çeşitleri Üslûp: Konuşanların, kelimelerin seçiminde ve cümlelerin teşkilinde kendilerine mahsus takip ettikleri bir anlatım tarzıdır. Kelimeler ve sentaks kaideleri lisanda değişmediği halde, söyleyenler veya yazanlar ayrı ayrı üslûplara sahip bulunabilirler.(1) Bediüzzaman,


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-01-22 11:08:46

Üslûbun Tanımı Ve Çeşitleri

Üslûp: Konuşanların, kelimelerin seçiminde ve cümlelerin teşkilinde kendilerine mahsus takip ettikleri bir anlatım tarzıdır. Kelimeler ve sentaks kaideleri lisanda değişmediği halde, söyleyenler veya yazanlar ayrı ayrı üslûplara sahip bulunabilirler.(1)

Bediüzzaman, genel olarak üslûbu klasik değerlendirmeler çerçevesinde ele almakta ve üç kısma ayırmaktadır: "Üslûb-u mücerrede", "Üslûb-u müzeyyene", "Üslûb-u âlî". Bediüzzaman'a göre, Birincisine, Seyyid Şerif Cürcânî ve Nasırüddin Tûsî'nin üslûpları; İkincisine, Abdülkâhir'in "Delâilü'l-İ'caz" ve "Esrârü'l-Belâğa" adlı eserlerindeki üslûbu, Üçüncüsüne ise, Sekkâkî, Zemahşerî ve İbn Sînâ'nın bazı sözleri misâl verilebilir.(2)

Üstad, her kişinin kendine mahsus bir üslûbunun bulunduğunu, "Şahsın üslûb-u beyanı, şahsın timsal-i şahsiyyetidir."(3) cümleleriyle ifade etmiştir. O'na göre, kendine has bir üslûbu bulunan Kur'an, başka sözlere benzemez. Çünkü bir sözün güzelliği, mükemmelliği ve yüksekliği dört unsura bağlıdır: a. Mütekellim b. Muhatap c. Maksat d. Makam. Ona göre, ediplerin sadece sözün makamını nazara almaları belağat açısından doğru bir tesbit değildir. Çünkü bir sözün kimin tarafından söylendiği, kime söylendiği, niçin söylendiği ve hangi makamda söylendiğine bakılarak hakkında doğru karar verilebilir. Bu çerçevede Kur'an'ın durumuna bakıldığı zaman, onun eşsizliği kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü bir sözün arkasında, onun sahibinin şahsiyeti, ilim ve kudreti vardır. Demek ki sözü söyleyenin durumuna göre bir ifadenin gücü ve ulviyeti kendini gösterir. İşte Kur'an, Allah'ın sözü olduğu için, emir ve yasaklarla ilgili ifadeleri sonsuz ilim ve kudreti haiz olup, maddî elektrik gibi tesir eder ve karşı konulamaz. Mesela: "Ey yer suyunu yut! ve ey gök (suyunu) tut" mealindeki;

 يا ارض ابلعى ماءك ويا سماء اقلعى

Âyetinin(4) ifadesinde sonsuz bir irade ve kudretin ihtişamı görünmektedir. Hâlbuki aynı sözü bir insan söylese gülünç duruma düşer. Yine "Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de: İsteyerek geldik, dediler" mealindeki 

 فقال لها والارض اءتيا طوعا او كرها قالتا اتينا طائعين

Âyetinin(5) kâinata boyun eğdiren ifadesinin ulviyeti, haşmet ve ciddiyeti, insanların:

اسكني يا ارض وانشقي يا سماء و قومي ايتها القيامة

(Ey yer! dur, ey gök! yarıl ve ey kıyamet! artık kopmalısın) gibi, cansızlara hitaben söyleyecekleri hezeyanları ile kıyaslanabilir mi? Bir temenniden öteye geçmeyen fuzûlî bir kimsenin yersiz emir ifadeleri nerede!. Gerçek bir âmirin, emrindekilere verdiği ciddi bir emir nerede!(6)

Kur'an Üslûbunun Özellikleri

Said Ramazan Bûti'ye göre, Kur'an üslûbunun en önemli özellikleri şunlardır:

a. Şimdiye kadar görülmemiş bir tarzda olması. Alışıla gelmiş tüm nesir ve nazım türlerinden farklı, yepyeni bir ifade tarzı.

 b. Konularının farklılığına rağmen bütün ifade tarzlarında en yüksek bir edebî seyir takip etmesi.

c. Bütün zaman ve mekanlara, her seviyedeki insan kesimine aynı ifadeyle hitab edip hepsini ayrı ayrı tatmin etmesi. Bu özelliğin insanların sözlerinde bulunmasının imkânsız olduğunu söyleyen Bûtî, konu ile ilgili şu misalleri vermiştir:

و تبرك الذي جعل في السماء بروجا و جعل فيها سراجا وقمرا مني

(Gökte burçlar kılan, orada parlak bir lamba ve aydınlatıcı bir ay yaratan Allah yücedir.(7)

el-Bûti'ye göre, bu âyetten farklı kesimler farklı mânâlar anlamış ve o mânâların hepsi de doğrudur. Meselâ: Alelade bir insan, bu âyetten, güneş ve ayın her ikisinin de yeryüzüne ışık gönderdiğini anlar. Bir Arap filoluğu ise, âyette geçen "Sirac" kelimesinin işaretiyle güneşte ışık ile birlikte ısındırma özelliğinin de var olduğunu anlar. Bir astronomi bilgini ise, Bu tabirlerden güneşin ışığın bizzat kaynağı, ayın ise, ışığını dışarıdan almakta olduğunu anlar. Çünkü, Arapçada ışığın kaynağı olan şeyler için "muzî" tabiri, ışığını dışarıdan alanlar için de "münîr" tabirini kullanırlar. Meselâ: Aydınlık bir oda için "Ğurfetün müzîetün" denilmez, aksine "münîretün" denilir. Çünkü odanın ışığı dış kaynaklıdır. Buna karşılık bir ateş közü için "kabesün münîr" denilmez, aksine "müzî" denilir. Çünkü, ateşteki ışık kendisinindir. İşte Kur'an-ı Hakim'in Kur'an'da ay için "nur-münîr", güneş için "ziya-siraç" tabiri kullanması bu ince farkı belirtmek içindir.

Yine "Yeri de gökten sonra yayıp sermiştir."(8) mealindeki 

و الارض بعد ذلك دحيهاâyetinde geçen "Dahv" kelimesinin bir anlamı, serip yaymaktır. Normal bir insan bunu böyle anlar ve anladığı doğrudur. Bu âyeti tetkik eden bir astronomi bilgini ise, bu kelimeden yeryüzünün küre şeklinde yuvarlak olduğunu anlar. "Bu anlayış da doğrudur." diyen Bûtî, kelimeyi her iki anlamda kullanan İbn Rûmî'nin bir şiirine yer vermiştir.(9)

Gerçekten bu kelimeden türemiş olan "medha" kelimesi deve kuşu yumurtasının yuvası anlamına gelir ki, bu şekil tam yuvarlak olmayıp, elips şeklindedir.(10)

Bediüzzaman, Kur'anın üslûbunu şöyle anlatıyor: Kur'an'ın üslûbu hem gariptir, hem bedî'dir, hem aciptir, hem mükni'dir. Hiç bir şeyi, hiç bir kimseyi taklit etmemiş. Hiç kimse de onu taklit edemiyor. O üslûplar nasıl gelmişse, gençliğini, tazeliğini, harikalığını ve güzelliğini aynen devam ettiriyorlar.(11)

Şimdi Bediüzzaman'ın tek başına bir i'caz parıltısı şeklinde değerlendirdiği Kur'an'ın üslûbunu göstermek üzere verdiği bazı misalleri görelim:

"Üslûbdan muradım kelâmın kalıbıdır ve suretidir "(12) diyen ve onu "hayalin sinematografisi"(13) olarak değerlendiren Bediüzzaman, üslûbun farklı şekillerine de şu cümlelerle işaret etmiştir: Üslûbun mertebeleri çok farklıdır. Bazen o kadar latif ve incedir ki, seher yelinden daha ahestedir. Bazen o kadar gizli oluyor ki, bu zamanın savaş stratejilerini belirleyen diplomatların harp hilelerinden daha gizlidir. Öyle ki onu sezmek için bir diplomatın hassasiyeti gerekir.

Ezcümle: Yasin sûresinde; من يحي العظام و هي رميم

(Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?)(14) şîve-i ifadeden Zemahşeri "Men yebruzu ile'l-Meydan" "Benim dediklerimi çürütmek üzere, kim meydana çıkabilir?" üslûbunu istişmam etmiştir. Evet, insan isyanla Halikın emrine karşı manen müdafaa ve mübareze eder.."(15)

Kur'an üslûbunun özelliklerinden birisi de âyetlerin sonlarında bulunan fasılalardır. İbn Manzur'a göre, Kur'an'daki fasılalar, şiirdeki kafiyeler hükmündedir.(16) Bazı âlimlere göre, "Andolsun ki, biz onlara açıklanan bir kitap getirdik."(17) mealindeki âyette geçen "Fessalna" tabiri hem açıklama, hem de fasıla anlamındadır.(18) Bediüzzaman'a göre bu fasılalar birer fezlekedir(19) ve Kur'an'a mahsus harika ve bedî bir üslûbun göstergesidir. Bu fezlekeler ya Allah'ın isimlerini veya bu isimlerin mânâlarını, ya da aklı tefekküre sevk etmek için işi akla havale ettiğini gösteren bir ifade tarzını, veyahut Kur'an'ın takip ettiği asıl maksatları ile ilgili bir genel prensibi ihtiva etmektedir.(20) Bedi' ilminde bu tür fezlekelere "Cem' sanatı" denir. Birden ziyade lafza âit medlulleri bir tek hükümde birleştirmek demektir.(21)

Dipnotlar

1-bkz. Yıldırım, Kur'an-ı Kerim ve Kur'an ilimlerine Giriş, 119.

2-bkz. Muhâkemat, 98.

3-bkz. Muhâkemat, 84.

4-Hûd, 11/44.

5-Fussilet, 41/11.

6-bkz. Söz/er, 452-453; el-Mesneviyyu'l-Arabî, 756-157.

7-el-Furkan, 25/61.

8-en-Nâziat, 79/30.

9-bkz. el-Bûtî, Revâyi', 115-16.

10-bkz. Ahteri-i Kebîr; el-Mu'cemü'l-Vecîz, "Dahv"maddesi.

11-bkz. a.g.e.,391.

12-bkz. Muhâkemat, 92.

13-bkz. a.g.e., a.g.y.

14-Yasin, 36/78.

15-bkz.Muhâkemat, a.g.y.

16-bkz. Lisânu'l-Arab, (FSL) maddesi.

17-el-A'raf, 7/52.

18-bkz. Muhammed el-Hasnâvî, el-Fâsıletu fi'l-Kur'an, 25.

19-Kâdî Beydâvî de fasılalar için "Fezleke" tabirini de kullanmıştır, bkz. Envaru't-Tenzil (Mecmu'), 1/81.

20-bkz. Sözler, 436.

21-bkz. Bilgegil, Kaya Mehmet, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, 283.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

İsra, 84

GÜNÜN HADİSİ

Îmân altmış kadar şu'bedir. Hayâ da îmânın bir şu'besidir.

BUHARİ,KİTÂBÜ'L-ÎMÂN, EBU HUREYRE(r.a.)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI