Cevaplar.Org

MESNEVİ HİKÂYELERİNDEKİ TEMALAR-1

Giriş: Mesnevi Hikâyeleri Mevlana Celaleddin Rumi, İslamı daha güçlü ifade edebilmek için hakikatleri temsil ve hikâye yoluyla anlatmaya çalışır. Zira temsilî anlatım metodu, hakikati insanın zihnine daha çok yakınlaştıran bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden Mesnevi’de çok miktarda hikâyelerin yer aldığını görüyoruz. Şurası bir gerçektir ki, Mevlana’nın Mesnevisinde yer alan tüm hikâyeler, ahlakî öğretiler ve hikmetli sözler ya bir ayet ya da bir hadisin manasından mülhemdir.


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2016-01-15 10:34:04

Giriş: Mesnevi Hikâyeleri

Mevlana Celaleddin Rumi, İslamı daha güçlü ifade edebilmek için hakikatleri temsil ve hikâye yoluyla anlatmaya çalışır. Zira temsilî anlatım metodu, hakikati insanın zihnine daha çok yakınlaştıran bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden Mesnevi'de çok miktarda hikâyelerin yer aldığını görüyoruz. Şurası bir gerçektir ki, Mevlana'nın Mesnevisinde yer alan tüm hikâyeler, ahlakî öğretiler ve hikmetli sözler ya bir ayet ya da bir hadisin manasından mülhemdir. Mesnevi hikâyelerinde adeta cismi görünen fakat ruhu gizlenmiş olan kahramanlar canlandırılmaktadır. Mesnevideki hikâyeleri dört kısma ayırmak mümkündür.

1) Tasavvuf ağırlıklı olanlar: Bu tür hikâyeler sayıca daha fazladır. Mevlana genelde bir hikâyeyi ele alır. Henüz hikâyeyi bitirmeden, kahramanların sözlerini tasavvufî anlamda yorumlamaya çalışır.

2) Ahlak ve hikmet ağırlıklı olanlar: Bu tür hikâyeler daha çok ahlakî temelleri öğretmek ve ders vermek amacıyla serdedilir.

3) Kur'anî kıssalar: Bu tür hikâyeler tamamen Kur'an'dan alınma kıssalar olup, yerine göre zikredildikten sonra tefsirleri yapılır ve tasavvufî açıklamalara yer verilir.

4) Temsili (Alegoric) hikâyeler. Bu tür hikâyeler nispeten daha kısa olup, ibret alınacak birer misal kabilinden zikredilmişlerdir. Biz bu çalışmamızda bu türlere birer örnek vermeye çalışacağız.

Tasavvufî Hikâyeler: Tikayeler: Hikayeler:asavvufi hikâyelerin sayıca daha çok olduğunu söylemek mümkündür. Bu hikâyelerde genellikle bir şahsın başından geçen bir hadise anlatılır. Ardından tasavvufî yorumlarla İslamî öğretilere yer verilir. Mesela, Hz. Ömer zamanında, yoksulluk günlerinde mezarda Allah için çalgı çalan çalgıcı ihtiyarın hikâyesine baktığımız zaman, bunu görmemiz mümkündür.

Mevlana Celaleddin Rumî, Hz. Ömer zamanında çalgı çalan bir ihtiyardan söz ediyor. Hikâye özetle şöyle:

 "Hz. Ömer zamanında mezarlıkta çalgı çalan bir ihtiyar adam vardı. Bu ihtiyar çalgı çalarak geçimini sağlıyordu. Yaşlılığın ilk dönemlerinde durumu kurtaracak kadar geliri oluyor, azığı çıkıyordu. Fakat sırtı küp gibi kamburlaşıp, gözlerinin önündeki kaşları eyer kuskunu gibi aşağı sarkıp da iyice ihtiyarlayınca, kelimenin tam anlamıyla doğan gibi sinek avlamaya başlamış, gittikçe de işleri kötüye gitmişti. Çünkü cana can katan latif sesi artık çirkinleşmiş ve kimse onu dinlemez olmuştu. Deyim yerindeyse, Zühre yıldızının kıskandığı o güzel nağme, bir merkebin sesine dönmüştü. Hâsılı çalgıcı ihtiyar iyice güçsüzleşince, bir somun ekmeğe muhtaç duruma düştü."

 "Çalgıcı bir gün ellerini açıp Allah'a şöyle yalvardı: "Ey Allahım! Günahkâr bir kul olmama rağmen yetmiş yıldır rızkımı hiç aksatmadın. Bugün ise kazancım yok, artık senin misafirinim. Bundan sonra çalgıyı senin için çalacağım Çünkü senin kulunum. Beni kabul et." Duayı yaptıktan sonra eline çalgı aletini aldı, Medine mezarlığına gitti ve orada Allah'ı aramaya başladı. Kendi kendine: "Allah'ım bu çalgının ücretini senden alacağım. Çünkü sana yönelmiş gönülleri kabul eden sensin" diyerek bir yere oturdu ve çalmaya başladı. Çok çalıp ağlayınca, çalgı aletini yastık yaparak uyumaya başladı. Uyur uyumaz ruhu kafesten uçtu. Semalarda ve geniş melekût âlemlerinde gezmeye başladı." 

"Tam o saatlerde uykuya dalan Hz. Ömer'e bir nida geldi: "Ey Ömer! Hazineden yedi yüz dinar al ve mezarlıkta uyumuş olan has kuluma ver" diyordu. Bu rüya üç kez tekrarlandı. Hz. Ömer hemen uyandı ve emredilen meblağı koynuna koyarak mezarlığa gitti. Mezarlıkta çalgıcıdan başka kimse görmeyince "Her halde bana tarif edilen bu adam olmamalı" dedi. Tekrar bir nida geldi: "Hak buyurdu ki, orada temiz ve kutlu ve has bir kulumuz vardır" dedi. Hz. Ömer: "Çalgı çalan bir adam nasıl Allah'ın has kulu olabilir?" dedi ve mezarlığı yeniden aradı. Fakat ondan başkasını bulamadı. Hz. Ömer ihtiyarın yanı başında durdu ve onu bir hapşırma tuttu."

"İhtiyar çalgıcı Hz. Ömer'in hapşırma sesiyle yerinden fırladı ve: "Allah'ım! Adalet senden, Medine'nin ahlak zabıtası çalgıcı bir zavallı ihtiyarın yakasına yapıştı" dedi. Hz. Ömer ona: "Korkma, sana Hak'tan müjdeler getirdim. Allah seni o kadar övdü ki, Ömer'i senin yüzüne âşık etti. Hak sana selam söylüyor. Al çalgı ücreti olarak da bu altınları gönderdi" dedi. İhtiyar bunları duyunca "Ey Allahım, Kafi!!! Bütün ömrümü çalgı aletinin telleri arasında, makamdım makama gezinirken tükettim. Allahım, verdiklerinle yetinmeyip feryad-u figan eden nefsimden şikâyetçiyim" diyerek utancından ne yapacağını bilemez hale geldi. Çalgı aletini yere vurup ağlamaya başladı. Fakat ağlaması kesilmiyordu. Hz. Ömer de onu teselli edip tövbesinin kabul olduğunu kendisine bildirdi." (1)

Mevlana önce çalgıcının çıkardığı nağmelere dikkatleri çekerek tasavvufi yorumlar yapmaya başlıyor. Öncelikle nağmelerin özelliklerine temas ediyor. Şöyle ki:

a-Çalgıcının sesi o kadar güzeldi ki, bülbül onun sesiyle kendinden geçerdi. Nağmesiyle kıyamet kopardı.

b-İsrafil'in solukdaşı gibiydi. Makamıyla adeta ölülerin canlarını bedenlerine sokardı.

c-Fil onu dinleyecek olsa kanatlanırdı.

 Mevlana Celaleddin, bu özellikleri sıraladıktan sonra, işari ifadeler kullanarak İslam'ın temel prensiplerine atıfta bulunur. Şöyle der: "İsrafil bir gün bir makam çalar, yüz yılık çürümüş insana can verir." Bu ifade, Kur'an'da "Ve Nufiha Fi's-Suri" şeklinde ifade edilen İsrafil'in Sur'a üfürüşünü hatıra getirmektedir. "Peygamberlerin içinde de nağmeler vardır" ifadesiyle de Peygamberlerin mesajlarını birer nağmeye benzetir. Daha sonra: "Ancak o nağmeleri his kulağı duymaz" ifadesiyle, çeşitli günahlar ve zulümlerle mühürlenmiş olan kulakların peygamber mesajlarına karşı sağır olduklarını ifade etmeye çalışır. 

Ardından "insanın perilerin nağmelerini işitemeyeceğini" söyleyerek insanlar ile cinlerin sırlarının farklı olduğunu anlatmaya çalışır. Daha sonra Peri ve insanın bilgisizlik zindanında olduklarını ifade ederek ins ve cinin, melekût âlemlerinin birçok sırlarına vakıf olan meleklere göre adeta cehalet hapsinde olduklarını anlatmaya çalışır.

Mevlana insanların ve cinlerin melekût âlemlerinin sırlarına vakıf olamadıklarına delil olarak Rahman Suresi'ndeki "Ey cin ve insan toplulukları, Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa aşınız. Ama Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz ki"(2)şeklindeki bir ayete atıfta bulunur.

Mevlana daha sonra Allah'ın dostları olan velilere verilmiş bulunan manevi tasarrufa işaret eder ve der ki:

گربگويم شمه اي زان نغمها:
جانها سربرزنند از دخمها
گوش را نزديك كن كان دورنيست
ليك نقل آن بتودستورنيست

"Velilerin içindeki nağmelerden söylesem canlar mezarlarından başkaldırır. Kulağını yaklaştır, çünkü uzak değildir. Ancak onu sana nakletmeye izin yoktur."

Mevlana velilerin zamanın İsrafil'i olduklarını söyleyerek, ölü olan kalplere imanı aşılamakla hayat verdiklerini anlatır. Daha sonra, velilerin hakikat-i Muhammediyenin ve nübüvvetin varisleri olduğunu ifade etmek için Hz. Peygamber'in (s.a.v) bir hadisine atıfta bulunarak şöyle der: "Mustafa "Beni görene ve benim yüzümü göreni görene ne mutlu" dedi." 

Mevlana bu beyitte sahabe-i kiramın ve tabiun ulemasının ve onların yolunda yürüyen velilerin dindeki makamlarına işaret etmektedir. Bunu bir temsil ile şöyle dile getirir: "Bir kandil bir mum ışığını alınca, onu gören de kesinlikle o mumu görmüş olur. Aynı şekilde yüz kandile nakledilse sonuncuyu görmek de aslı görmek gibidir. Sen onu ister sonuncu ışıktan al, ister can mumundan, hiçbir fark yoktur."

Mevlana daha sonra, çalgıcının uyumasına dikkatleri çekerek nefis yorumlar yapıyor ve şöyle diyor: "Çalgıcı uyuyunca can kuşu hapisten kurtuldu. Vücuttan ve dünya eziyetinden kurtuldu. Sade olan bir dünyaya ve can ovasına vardı."

Mevlana Celaldin Rumi, şehadet âlemi, misal âlemi, mülk ve melekût âlemlerinin birbirinden çok farklı olduklarını, âlem-i şehadetteki varlığın tek başına ağır bir yük olduğunu, uyku ile âlem-i misale girenlerin vücut ağırlığından kurtulduğunu, hele bir melekût âlemi olan ahiret âlemine intikal eden ruhların sınırsız bir fezada uçar gibi gezebildiklerini, dünyanın sıkıntılarının orada söz konusu olmadığını anlatır. Ayrıca bütün imkânlarını tüketen ve kendisini Allah'ın misafiri olarak takdim eden bir insanın hiçbir zaman toplum içinde mahcup olmayacağına, o kişinin artık Allah'ın himayesinde olduğuna, eziyete maruz kalmaması için de Allah tarafından kendisine birçok nimetin behemehâl verildiğine, misafirin böylece asıl konak sahibinin konağına ve sofrasına davet edilmiş olduğuna işaret etmektedir.

 Mevlana, Hz. Ömer'in ağlayan çalgıcıya: "Senin bu ağlayışın senin akıllılığının eseridir" şeklindeki sözüne temas eder ve üzerinde yorumlar yapar. Ona göre Hz. Ömer gece yarısı o sıradan ve kimsesiz çalgıcıyı ziyaret etmiş olmakla, çalgıcının bakışını ağlama makamından istiğrak makamına çevirmiştir.

Mevlana özetle şöyle der: "En büyük akıllılık geçmişi hatırlamaktır. Çünkü maziyi hatırlamakla orada işlenmiş günahlardan tövbe edilmiş olur. Bazen geçmiş ve gelecek Allah'la ulaşmaya engel olan birer perde olabilirler. Allah'a perde olan geçmişi de geleceği de at gitsin. Bazen insanın tövbe etmesi bile günah olabiliyor. Eğer kişi tövbe edip tövbesini sık sık bozuyorsa, artık tövbe etmekten de tövbe etmesi gerekir."

Dipnotlar

1-Mesnevi, 1. defter, 1913-1950, 2072-2112 ve 2161- 2222 beyitleri.

2- Rahman, 55/ 33.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

Bir sorunun cevabı; “Müzedeki bir insanın iskeleti 2.000 senedir var olduğu söyleniyor. Halbu

NAMAZDA 17 SIRRI

NAMAZDA 17 SIRRI

İslam Literatüründe “el-Mabud” kelimesi hakiki mabud olan Allah’ın bir vasfıdır. Ebced d

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu minva

CEHENNEM NEREDEDİR?

CEHENNEM NEREDEDİR?

Soru: Cehennem Nerededir? Cevap: Cennet ise Kur’an-ı Kerim'de zikredildiği gibi yüksektedir ve

RUM SURESİ ÖZELİNDE FITRAT DİNİ’NE BAKIŞ

RUM SURESİ ÖZELİNDE FITRAT DİNİ’NE BAKIŞ

Rum suresi, Mekki mukattaat sureler sisteminde yer alan, Kur’an’daki tertip numarası 30 olan bi

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-2

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-2

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s) buyurdular ki: “Komşusu, zararlarından emin

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-1

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-1

Kıyâmetin pek yakın olduğu ve vaktin bereketinin azaldığı günümüzde, insanlar dünya tela

SAYGI GÖSTERGELERİ

SAYGI GÖSTERGELERİ

Toplum içerisinde âdâb-ı muâşeret dediğimiz; nezâket, saygı ve görgü kuralları, dünya v

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-2

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-2

İbn Hacer el-Heytemî diyor ki: "Sahabe arasında cereyan eden hâdiseler konusunda dilimizi tutmam

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-1

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-1

1.Hâfız ibn Hacer el-Askalânî el-İsâbe adlı eserinde diyorki: "Ehli-sünnet, sahâbenin âdil

De ki: "Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O'na ortak koşuyorsunuz."

En'am, 64

GÜNÜN HADİSİ

İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.

Buhari Tecrid-i Sarih, 2189

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI