Cevaplar.Org

DERS: 12, 14. SÖZ “HÂTİME”

Dünya hayatı aldatıcı bir fitneden başka bir şey değildir.“ İşte bu derste bu ayetin izahı yapılacaktır.(Al-i İmran suresi,185) Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez


M. Ragıp Öncel

İsminur1940@gmail.com

2016-01-01 07:18:47

(GAFİL KAFAYA BİR TOKMAKVE BİR DERS-İ İBRETTİR.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

"Dünya hayatı aldatıcı bir fitneden başka bir şey değildir." İşte bu derste bu ayetin izahı yapılacaktır.(Al-i İmran suresi,185)

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder.

Meselâ; şu karyede (yani Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse "Oraya git", sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.

Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.

Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur." Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.

Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinin bu asırda insanların kalplerine nüfuz etmesinin en büyük sebeblerinden birisi, evvelen bizzat kendi nefsine hitap etmesidir. En keskin ifadeleri, en acımasız tabirleri kendi nefsine yöneltir. Eskiden âlimler, mutasavvıflar, büyük zatlar kendi nefislerini terbiye ederken , "Ey oğul! Ey cemaat! Ey dinini dünyasına satan bedbahtlar gibi" tabirlerle insanlara seslenirlermiş. Ama bu asır enaniyet asrı olduğundan dolayı, muhataplarımıza böyle hitab ederek bir şey anlatmamız çok zordur.

''Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve ahireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim.''

Biz en evvel Bediüzzaman'ın şu sözünü kendimize adet edinmemiz lazım. Benim nefsim çok kötüdür diye başlayan bir insan, karşısındaki insana hitab eder. Ama şöyle yap, şöyle et, gibi karşısındaki insanlara hitap etmeye başlayan insanlar birinci ifadede ne yapmışlar, mağlup olmuşlar. Sözlerinin nasihatlarının tesirsiz kalmasının sebeblerinden birisi de, kendisini hariç, cemaati hariç tutar, karşısındaki insanları nasihate muhtaç olan insanlar diye görür ve öyle anlatmağa başladı mı, o nasihat te'sir etmez.

''Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.''

Dünya-ahiret dengesini koruyamayanlardan dünya sevgisi, makam-mansıb sevdası ağır basınca ahiret unutulmaya başlar. Dünyaya daldıkça insan kul oluğunu, burada misafir olduğunu unutunca kendine bakamaz, ne için geldiğini hatırlayamaz ve maalesef gafletin kalın perdesi altında kalmaya başlar.

Bu hususu, Hz. Üstad devekuşu benzetmesi yapar. Deve kuşunun bir özelliği vardır. Kendisinin koca bir gövdesi var mevcut. Avcıyı görür görmez kaçmaya çalışır. Ne çare ki kaçamıyor. Kaçamayınca da kafasını kuma sokuyor. Kuma sokunca, avcıyı görmüyor, görmeyince tamam diyor avcı görmez. Ama koca gövdesi dışarıda… Aynen onun gibi biz de öyle değil miyiz? Normalde ölümü biliyoruz, Azrail (A.S)'ın vazifesini biliyoruz, ölüm haktır biliyoruz. Her gün ortalama altıyüzbin insan ölüm haktır ifadesini, sözünü, hakikatını ne yapıyor? Ölümleriyle mühürlüyor, tasdik ediyor. Evet, Cenab-ı Hakk'ın dediği "ölüm haktır ," sözü, kaziyesi, ifadesi haktır. Ben de ölümümle bunu ne yapıyorum, tasdik ediyorum. Bazen deprem geliyor, bazen sel geliyor, bazen toplu bir musibet geliyor…. İnsanların ölümlerini bir arada gördüğümüz vakit, biraz daha kafamız yerine geliyor.

Ama normal ölümler olduğu vakit bazen gaflete dalabiliyoruz. Azrail'i unutmak için, ölümü unutmak için ne yapıyoruz, başımızı gaflet kumuna sokuyoruz, aklımızı uyuşturuyoruz. Diyoruz ki 'madem aklımız uyuştu, ben artık ölümü düşünmüyorum, öyle ise bundan sonra ölüm beni görmez, Azrai(A.S)'da beni görmez.' Ama koca gövdemiz dışarıda…. Üstadımız bunu Mesnevide şöyle belirtir:"Deve kuşu gibi kafasına nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü ki, Allah seni görmesin ve ya sen onu görmeyesin. Ne vakte kadar zailat-ı faniyeye ihtimam ve bakiyat-ı daimeden tegafül edeceksin."(Mesnevi,10.Risale, 206)

Evet deve kuşu gibi olmamalıyız. Deve kuşu avcıyı görür, uçamıyor, Yani misalde belirtildiği gibi deve kuşu, insandır. Avcı ise ölümdür. Biz ise avcıyı yani ölümü görüp kaçamayacağız. Çünkü ölümden kaçacak yer yok. "Başını kuma sokuyor." Ölümü unutmak için aklımızı eğlenceye ve sefahate daldırmamalıyız. "Avcı onu görmesin" yani ölüm onu görmesin. "Koca gövdesi dışarıda" bunları görmek istemiyoruz. Ama avcı onu görür. Biz ise aklımızı sefahate, eğlenceye daldırdığımız için onu göremiyoruz. Taki ölüm bizi görmesin (Lem'alar,13.Lema,8.İşaret,88)

''Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elim bir eleme kalb eder.''

Yani dünyaya hasr-ı nazar demek her şeyimizi dünya bilmektir. Yalnız dünyaya aitmişiz, dünya için yaratılmışız gibi yaşamak, hiç ölmeyeceğiz gibi hareket etmek, dünyayı kendi tapulu malımız gibi görmek elbette büyük bir lezzeti acılaştırır.

''Mesela; şu karyede (yani Barla'da ) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yanlız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a mültaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse "oraya git",sevinip gülerek gider.''

Bakınız, Üstadımız bu paragrafta ki benzer açıklamasını Lem'alar kitabında şöyle belirtir:"Sana birisi dese; sen İstanbul'a mı gideceksin, yoksa burada mı kalacaksın? Elbette zerre miktar aklı varsa, İstanbul'a ferah ve sürurla gitmesini kabul edeceksin. Çünkü bin birden dokuzyüz doksan dokuz ahbabın İstanbul'dadırlar. Burada bir iki tane kalmış, onlarda oraya gideceklerdir. Senin için İstanbul'a gitmek hazin bir firak elim bir iftirak değil. Hem de; geldin mumnun olmadın mı? O düşman memleketindeki pek karanlık uzun gecelerden ve pek soğuk fırtına kışlardan kurtuldun. Bu güzel dünya cenneti gibi İstanbul'a geldin." (Lem'alar,26.Lema,10.Rica,271) 

Madem böyledir bütün ahbapların göçmüşler yalnız burada kalan bir kişiye ünsiyet etmek, onunla teselli bulmak ve o büyük ayrılık acısını onunla kapamak yersizdir ve faydasızdır.

Nasıl ki, dağda veya Anadolu'nun herhangi bir yerinde olan birisi, bütün sevdiklerinin İstanbul'a gittiklerini bilir. Saadetli bir hayat geçirdiklerini bilir ve duyuyor. O da biliyor ki, ben de bir gün gelecek, oraya çağrılıp gideceğim, o saadete ben de kavuşacağım, hem dostlarıma hem de İstanbul gibi dünya cenneti gibi bir yere gidecek. Ne vakit ona denilse topla eşyalarını haydi bakalım İstanbul'a gidiyorsun, nasıl binler sevinçle bu adam eşyalarını toplayacak. Ondan sonra İstanbul yolunu bekleyecek. Hiçbir şekilde bu adam kızmaz, ağlamaz, rahatsız olmaz, arkada kalmak istemez. İşte birinci adamın misali buna benzer. Amma,

''İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu biçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elim alam-ı firakı kapamak ister.''

Burada ikinci adam, inançsızlığı temsil eder. Onun nazarında bütün ahbabı perişan olmuşlar, mahvolmuşlar zanneder. Akreplere, yılanlara, çıyanlara yem olmuşlar zanneder, toprakta bittiler. Şimdi böyle bir adam oraya gitmek ister mi?

Elbette gitmek istemez. Onun bütün sevdikleri gitmiş burada bir iki tane kalmış insanlardır. Bütün her şeyini ona hasr ediyor, bütün muhabbeti ona odaklıyor. Böyle bir adam elbette ki ahirete gitmek istemez. Çünkü; ahireti bilmiyor, kabre gitmek istemiyor, çukura girmek istemiyor, idama gitmek, ademe ve yokluğa gitmek istemiyor. İşte ehl-i iman ile ehl-i küfrün ya da ehl-i dalalet ile inançlı insanların ahirete bakışı, ahirete gitmekteki aşk ve şevki burada kendisini çok güzel bir şekilde göstermiş olur. O halde insanoğlu kabre ve ölüme bakışı iki şıktan birisi olacak. O halde

''Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne talep eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne, ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.''

İbrahim(a.s) ahirete gitmek için Azrail(a.s) kendisine gelince, "dostların da ruhları kabz edilir mi?" diye bir teessüfte bulunuyor. Azrail(a.s)'da lisan-ı hikmetle "Dostlara kavuşmamak niye?" diye bir cevap verir. Evet dostların ruhları kabz edilir mi? Evet dostların ruhları dostlara kavuşmak için kabz edilir. Tabii İbrahim(a.s) bize bu dersi vermek için, Cenab-ı Hak ona böyle bir yol gösteriyor. Yani peygamberler bu gibi hallere giriyorlar ta ki, insanlar için bu gibi sorunlar çözümlensin, cevap bulsun. Yani dostlar da, Allah'a olan abidler de, hakiki kulların da ruhları kabz edilir. Evet, onların ruhları kabz edilir. Çünkü hakiki sevgiliye, Cenab-ı Hak'a kavuşmak için bu kanun-u ilahiyeye ne yapması lazım? girmesi lazım.

Hz. Üstad 10. Ricada Eyüp Sultan kabristanına bakarken kendi nefsine şöyle seslenir: "Bu senin etrafındaki kabristanın yüz İstanbul içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul'un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr'in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın, sen de gideceksin." (Lem'alar 270)

O halde madem başka çıkış yok, akîl odur ki, ölüm ve ahirete hakkal-yakin bir inançla inanıp gafil olmamaktır.

Akıllılık, ölümü unutmak değil, dünya yolculunun kabre doğru olduğunun ve ölümle bittiğinin şuuru içinde ölümü aşmanın, onu geride bırakmanın yolunu aramaktır.

İmtihanları unutmak öğrenciye geçici bir eğlence fırsatı verebilir. Ama bu gafletin neticesi; sıkıntılar, çileler ve ızdıraplar olur. O halde ölümden ve kabirden kaçmak akıllılık değil. Akıllılık ölümü sevmek, dünyadan daha güzel olan o âlemdeki ahbaplarımıza kavuşmayı düşünmektir.

Emevi halifelerinden Süleyman b.Abdulmelik bir ara Medine'ye gider ve sorar: "İçiniz de ashaba yetişen ve onu gören var mıdır?'' Ebu Hazım vardır, derler. Yanına gider.''Efendim bize ne oldu böyle, ölümden çok korkuyoruz dünya'nın cazibeliğinden kendimizi kurtaramıyoruz.''Siz der Ebu Hazım:''Dünyanızı mamur edip ahiretinizi harab ediyorsunuz. Elbette harab ettiğiniz yere gitmekten korkarsınız. Eğer aksini yapsaydınız, o zaman harab yerden mamur yere gitmemin sevincinde olurdunuz''der.

Üstadımız ne güzel buyurur:

İ'lem Eyyühel-Aziz! Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terk edecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terk edersen pek aziz ve yüksek olursun. Çünki o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet ma'kuse olursa, kaziye de ma'kuse olur.(Mesnevi, Zerre,182)

Bütün bunlardan ibret alarak kabrin arkası için çalışmak gerek. Zira

''Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar.''

 Yani öyle bir resul, öyle bir peygamber ki, bizi annemizden, babamızdan daha çok seviyor, bize annemizden babamızdan daha şefkatli, daha doğar doğmaz ''ümmeti ümmeti'' diye yalvaran, mahşerde de yine bizi dinleyen, Miraca çıkmış ve orada da bizi orada unutmayan bir peygamber, orada ne yapıyor? Bizleri bekliyor. Birisi imanla göçtü mü,onu karşılayan Zat, Hazret-i Muhammed(a.s.m)'dır. Üstadımız, Zübeyir Abiye hitaben; Zübeyir, Hazret-i Resulullah karşılayacak diye müjde vermiş. Zübeyir Abi rahmetli olduğu vakit, ehl-i kalb bir abimiz bu durumu müşahede ediyor. Niye? Çünkü kendisi, hayatını Kur'ana ve imana adamış bir zattır. Elbette onu karşılayacak o davanın sahibi, Hazret-i Muhammed(a.s.m)'dır. Başka birisi öldüğü vakit hayatını gafletle geçirmişse, dalalette geçirmiş ise elbette onu karşılayacak farklı kişiler olacaktır!

 ''Burada kalan bir iki tane ise, onlar da gidiyorlar.''

Bütün evliyalar orada, sevdiklerimiz orada, mümin olan ecdadımız orada ve bizi bekliyorlar. Biz kabristana niye kabristan diyoruz, çünkü orası bir memleket, ehl-i kuburun memleketi… Nasıl ki Arabistan diyoruz, nasıl ki Türkistan diyoruz, aynı şekilde ehl-i kuburun yaşadığı şehre de biz kabristan diyoruz. Yani ehl-i kuburun toplandığı ve ölmediği hayattar olduğu bir âlem. Biz o aleme çok yakınız, o alem de bize. Arada bir perde var: Dünya hayatı.. Bu perdenin kapanmasıyla oraya göçülecek. Bir tarafta elektrik akımı, ötede ısı yahut ışık. Bunlar arasında bir tel, perde oluyor. O tel ampulümüzün teli ise, o perdede elektrik cereyanı bir anda ışık haline geliyor. Eğer elektrik, ocağımızın teli ise, ısı oluyor. Bütün mesele düğmeye basmakta. Ölümle bu düğmeye bir melek basacak ve kendimizi ya ışıkta ya da ısıda bulacağız!

Oranın reisi Hazret-i Muhammed(a.s.m)'dır. Bir insan rüyasında gördüğü vakit kendinden geçiyor, değil mi? Ama öldüğümüz vakit bizzat onun yanına gidiyorsunuz(ehl-i iman olmak şartıyla) o zaman İstanbul'a sevinip gülerek giden o Barlalı şahıs gibi, biz de ehl-i iman isek, imanımız kuvvetli ise sevinip giderek gitmemiz icap ediyor. Nereye? Kabre… Niye? Bütün sevdiklerimiz orada, saadet-i ebediye orada. Mevlana Hazretleri ölüme, " sevgiliye kavuşma günü" diyor. Şeb-i aruz diyor. Peki, Kabrin öbür tarafını nasıl anlamalıyız? Üstadımız bunu Mesnevi'de şöyle belirtiyor: "Kabir bir kapıdır. O kapıdan asli vatanımıza gireceğiz. O kapının arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arkasında bizi bekliyorlar.

Bizimde onlara katılma zamanımız gelmedi mi? Evet deseler ki "İmam-Rabbani Ahmed-i Faruki bu gün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretlerine gideriz. Binaenaleyh, İncil de "Ahmet" Tevrat ta "Ahyed" Kur'an da "Muhammed" ismiyle müsemma iki cihan güneşi kabrin öbür tarafında milyonlarca Faruki Ahmed ler ile muhat olarak sakindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niçin acele etmiyoruz?" O halde temsildeki ikinci adam gibi gafil olmamız hatadır.(Mesnevi,Habbe,125)

''Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme.''

Bir insan ölümden ürkerse, kabirden korkarsa, başını ölümden ve kabirden çevirirse kurtulur mu? Hayır. Ama bir insan ahireti kaybetti mi, cenneti inkâr etti mi, ahirete girmeye mani değil, ama cennete girmeye manidir. Biz nereye gideceğiz, ahirete gideceğiz. İnkâr ediyorum desen de demesen de oraya gideceksin. Bir insan hapishaneyi inkâr etse, yine gider, yeter ki suç işlesin… O halde

''Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder! Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.''

 Madem ölüm haktır. Ölümü ve kabri kaldıramıyoruz, ölüm gerçeğini inkâr edemiyoruz. Yani Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresini bulamıyoruz. O halde bizlere düşen ne? Erkekçesine ölümden korkmamak ve onun yüzüne cesaretle bakmaktır. Kabir bizden ne istiyor? Bunu düşünmektir. Yani kabir bizden iman istiyor, ondan sonra ehl-i sünnet vel cemaatin itikadı üzerine sağlam bir inanç istiyor. Ondan sonra İslamiyet şartlarını yerine getirmemizi istiyor. Sünnet-i seniyyeye uymamızı istiyor. Günahlardan kaçınmamızı istiyor. Ve kabir bizi böyle görmek istiyor. Kabir bizi böyle gördüğü vakit ne yapar biliyor musunuz? Dar bir yeri, geniş bir âleme çevirir. Ve kabir ehl-i iman için böyle bir âleme inkılab eder. Gözün görmeyeceği kadar geniş olur. Ve "sakın!" deniyor. İkinci adam gibi bütün bu gerçeklerden gafil olma deniliyor

''Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur."

İkinci adam gibi düşünenler, bu defa teselli için başka mazeret uydururlar ve derler ki: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur." Ama bir gerçek var ki asır başkalaşsa da, insanların zihniyeti, mantığı değişse de değişmeyen bir hakikat var, o da "ölüm." Bin sene evvel ki insan da ölüyordu, beşbin sene evvel ki, insan da ölüyordu, şimdi ki, insanda ölüyor. Bu bir ilahi kanundur. Her gelen gider ama gidenler de gelmez. Yani gelen gider, giden gelmez, acep ne iştir!

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْت "Bütün nefisler ölümü tadacaktır." Üstad Hazretleri bunu 26. Lem'ada şöyle ifade etmektedir; "Nev'-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!"(Lem'alar, 26.Lema,8.Rica264) çünkü hepsi nefis, Allah'ın yarattığı her varlık, canlı olsun, cansız olsun ölümü bir gün tadacaktır. Bu ilahi kanun kimse için değişmez. Hazret-i Peygamber(a.s.m): Bir insanın üç tane dostu olduğundan bahseder: Birincisi onu kabre kadar taşımaz, ikincisi onu kabre kadar taşır, üçüncüsü onunla beraber kabre gider. Bunlar kimdir ya Rasullullah? Diye sorulduğunda; birisi, malı ve mülküdür. Diğeri, sevdikleridir. Diğeri de, amelidir. Bizim kabrimize, bizimle beraber girecek tek bir cevher var, tek bir dost var, o da ameldir. Rabbim bizi iman ve Kur'an'dan ayırmasın amin..

''Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.''

Adam diyor ki uzay asrındayız, yine mi namaz kılacağız? İstersen kılma. Yani uzay asrından çıktın diye ne oldu yani. Böceğin elinden gelen ipeği giymek zorundasın, topraktan gelen sebzeyi, meyveyi yemek zorundasın. İneğin, devenin, koyunun sütünü içmek zorundasın. Değişen sadece nedir? Şu medeniyet dediğimiz şeyler değişmiş. Eskiden atla gidiyorduk bir yere, şimdi ise arabayla gidiyoruz. Başka bir şey yok. Ne değişirse değişsin zaman mı, asır mı? Fark etmez değişmeyen bir şey var, o da ölüm hakikatidir. Bu hakikatı unutmak için aklı uyuşturmaktansa, gaflete dalmaktansa, hak olan ölüme kendimizi hazırlamak ve birinci adamın yaptığı gibi ölüm hakikati gelince sevinerek ebedi alemi düşünmek daha mantıklı değil midir?

Hem de ikinci adam gibi gafil olma; Etrafına bak su, hava, güneş, toprak değişmiş mi? Değişen tek bir şey var oda medeniyettir. Bu değişim insanı daha fazla fakirliğe, zaifliğe itmiştir.

Misal: İnsan eskiden bir ev yaptığında içine bir kaç kat yatak, birkaç minder, birkaç tabak, kaşık ve benzeri kafi geliyordu. Şimdi ise insanın ihtiyacı daha çok olmuş. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, v.s. gibi eskiden insanı dünyaya bağlayan şeyler az idi şimdi ise, daha çok bunlar yüzünden gaflete dalıp bunlara bağlanırsak azim bir lezzeti, elim bir eleme değiştirmiş oluruz.

 ''Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. ''

Yani, kabir kapısına kadar arkadaşlık etmeyi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) in hadisi ile bir daha hatırlayarak düşünelim:"İnsan ölünce onu üç şey takip eder; biri malı ve mülkü, ikincisi, eşi, dostu ve tüm sevdikleri, üçüncüsü ise amelidir. İnsan öldüğü an, malı hemen onu terk eder. Sevdikleri, eşi, dostu kabre kadar uğurlarlar. Ama amelleri ise, onunla ebedi âleme beraber giderler." Bu hakikatten habersiz insanlarla beraber olmak veya ''ahirette seni kurtaracak bir eserin yoksa orada kaç para eder''. Ve orada ne faydasını görürsün!...(Mesnevi,Habbe,126)

''Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şey'i nizâmsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizâmsız, gayesiz kalabilirsin?''

Şu kâinat fabrikasının ustabaşısı insandır. Bütün mahlûkatın hikmeti, gayesi insanla ortaya çıkar. Şimdi bakalım; sineğin vazifesi var, ineğin vazifesi var, maymunun vazifesi var, ayının vazifesi var, herkesin vazifesi var. Güneş, ay vesaire. Demek insan gafletle baksa her şeyi nizamsız, gayesiz görebilir,. Ama hikmet nazarıyla baksa, değil kainattaki herhangi bir aza; göz, kaş ve kulağın bile hikmetsiz olmadığını anlayabilir. Gözündeki bir kirpik ya da bir kaş bile hikmetsiz değilse elbette sen, bütün azaların ve hissiyatınla, ruhunla, latifelerinle gayesiz, nizamsız olman mümkün değildir. Onlar; ''Kâinatı abes ve gayesiz itikad eden felasife-i abesiyyun gibi kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, Hâlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evamir-i İlahiyeye müsahharlardır''.(Sözler,25.Söz,419 )

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

Allah madde ve manayı beraber yaratmış, biri birisiz olamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi. Mesela ru

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

Üstad, ‘’Haşir Risalesin’’deki hakikatlara ’’bab ’’ diyor, burada da ‘’pencere

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

Bu konuyu Üstadımız, Kastamonu Lahikasında üç nokta halinde sunmuştur. Riya hakkında genel b

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE AMEL–İ SALİH

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE  AMEL–İ  SALİH

Konumuz takva ve salih amel olup, bu terimleri anlamaya ve hayatımızda tatbik etmek için azim gay

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

‘‘Ey haddini aşarak insana sürekli vesvese veren nefis’ deniliyor. Neden haddinden tecavüz

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

Haşir münasebetiyle bir sual: Kur'anda mükerreren

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkın

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

Kuran-ı Kerim’in dört esası vardır. Bunlar; Tevhid-Nübüvvet-Haşir, Adalet ve İbadet’tir.

Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

Necm,28

GÜNÜN HADİSİ

Hastayı ziyaret edin, açı doyurun, esiri kurtarın.

Riyazü's-Salihin

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI