Cevaplar.Org

HZ. MEVLANA VE BEDİUZZAMAN'DA HİKÂYE VE TEMSİL KULLANMA GELENEGİ-2

Bediüzzaman’da Temsil Üstad Bediüzzaman tıpkı “Üstatlarımdan biridir”(1) dediği Hz. Mevlana Celaleddin Rumî gibi temsil ve hikâye yoluyla anlatıma çok önem veriyor. Ona göre temsil, i’câz-ı Kur’ân’ın en parlak bir aynasıdır.(2) Hatta haşre dair onuncu sözün başında temsili bir hikâye anlatır ve 12 suretle haşrin ve kıyametin varlığını isbat eder. Daha sonra bu 12 suretlere


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-12-16 04:15:14

Bediüzzaman'da Temsil

Üstad Bediüzzaman tıpkı "Üstatlarımdan biridir"(1) dediği Hz. Mevlana Celaleddin Rumî gibi temsil ve hikâye yoluyla anlatıma çok önem veriyor. Ona göre temsil, i'câz-ı Kur'ân'ın en parlak bir aynasıdır.(2) Hatta haşre dair onuncu sözün başında temsili bir hikâye anlatır ve 12 suretle haşrin ve kıyametin varlığını isbat eder. Daha sonra bu 12 suretlere karşı 12 hakikat ile meseleyi canlandırır. Risalenin başında şöyle der: "İhtar: Şu risalelerde teşbih ve temsilleri hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi, hem teshil, hem hakàik-ı İslâmiye ne kadar makul, mütenasip, muhkem, mütesanit olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinâiyât kabilinden yalnız onlara delâlet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir."(3)

Buradan anlıyoruz ki, Bediüzzaman'ın anlattığı hikâyeler hayali ve eğlencelik hikâyeler değildir. Belki, hakikatlere delalet eden suretlerdir. Ancak Üstad genellikle çok uzun ve iç içe girmiş hikâyeler anlatmayı tercih etmez. Sadece 24. Sözün ikinci dalında, Hz. Mevlana'ya benzer bir tarzda, ehl-i fikir, ehl-i velayet ve ehl-i nübüvvetin gaybî hakikatleri anlama kabiliyetlerinin anlatıldığı, hakikatle karışık uzun bir temsile yer vermektedir. Temsilin sonunda, diğer temsilî hikâyelerde yaptığını yapmaz ve hakikati anlatma kısmına geçmez. Şöyle der: "Şimdi şu temsil, hem bir derece hakikati ihsas ettiğinden, hem hakikat çok geniş ve çok derin olduğundan, biz dahi temsil ile iktifa ediyoruz. Haddimizin ve takatimizin fevkinde olan esrara girişmeyeceğiz."(4)

Üstad Bediüzzaman çok yüksek hakikatleri birer temsil ile anlatır. Mesela Allah'ın insanoğluna şah damarından daha yakın olduğu halde insanın Allah'tan uzak olması ne demektir? Bediüzzaman bu soruya cevap aramak için bir temsilden istifade eder ve özetle şöyle der:

"Evet, nasıl güneş, kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla, sana senin gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet olduğun için ondan gayet uzaksın, ona yaklaşmak için çok kayıtlardan tecerrüt etmek, çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım gelir; âdeta manen yer kadar büyüyüp kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin; öyle de, Celil-i Zülcemal, Cemîl-i Zülkemal, sana gayet yakındır. Sen Ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa, temsildeki noktaları hakikate tatbike çalış."(5)

Temsil ve hikâye ile anlatım konusunda Bediüzzaman ile Hz. Mevlana arasında bazı farklar görmekteyiz. Her şeyden önce, birkaçı istisna edilirse, Bediüzzaman'ın hikâyeleri çok uzun ve karmaşık değildir. Yani iç içe geçmiş hikâyeler Risale-i Nur'da yoktur. Oysa Hz. Mevlana'nın hikâyeleri oldukça uzun ve karmaşıktır. Diğer taraftan, Hz. Mevlana hayatın her safhasıyla alakadar olduğu ve Mesnevî'de hayatın her rengine yer vermesi hasebiyle, Mesnevî hikâyelerinde aşka, hatta müstehcen sayılabilecek hikâyelere yer vermiştir. Dördüncü defterin baş taraflarında "Karısının yanında yabancı bir adam bulan sufinin hikâyesinde" olduğu gibi…

Oysa Risale-i Nur'da yer alan temsil ve hikâyelerde bu tür anlatım tarzlarına asla yer verilmez. Fakat bazılarının iddia ettiği gibi, Mesnevî'de bu tür hikâyeler çok fazla değildir. Hem Hz. Mevlana, hem Bediüzzaman'ın temsil yoluyla anlatımdan maksatları iman hakikatlerini anlatmaktır. İkisinden de orijinal örnekler verelim.

Hz. Mevlana'nın Temsil yoluyla Cebir İnancını Ve Çalışmadan Tevekkülü Reddetmesi

"Av Hayvanlarının Aslana tevekkül Etmeleri ve Çalışmayı bırakmaları" başlığı altında 35 başlıktan oluşan uzun hikâyede Hz. Mevlana her başlık altında hakikatlere yer verir. Özellikle çalışmadan tevekkülün dinde yasaklanmış olduğuna dikkat çekerek, bu konuda çok sayıda ayet ve hadislere de yer verir. Hatta çalışmadan Allah'a tevekkül edip ondan lütuf istemenin kişiyi cebir itikadına götüreceğini, bu itikadın ise küfran-i nimete yol açtığını vurguluyor:

Şöyle der:

گفت شیر آری ولی رب العباد نردبانی پیش پای ما نهاد

"Aslan kendisine tevekkül eden av hayvanlarına dedi ki: "Evet, kulların Rabbi ayağımızın önüne bir merdiven koydu."

پایه پایه رفت باید سوی بام هست جبری بودن اینجا طمع خام

"Adım adım dama doğru ilerlemek gerekir. Burada cebrî olmak ham tamahkârlıktır."

پای داری چون کنی خود را تو لنگ دست داری چون کنی پنهان تو چنگ

"Ayağın var, kendini ne diye topal yapıyorsun? Elin var; avucunu ne diye gizliyorsun?"

سعی شکر نعمتش قدرت بود جبر تو انکار آن نعمت بود

"Çalışmak kudret nimetine şükretmektir. Senin cebir inancın, bu nimeti inkâr etmektir."

شکر قدرت قدرتت افزون کند جبر نعمت از کفت بیرون کند

"Kudrete şükretmek senin gücünü arttırır. Cebir inancı ise, elinden nimeti çıkarır."

هان مخسپ ای کاهل بی‌اعتبار جز به زیر آن درخت میوه‌دار

"Dikkat et Ey itibarsız tembel! O meyveli ağacın altından başka bir yerde uyuma!"

جبر و خفتن درمیان ره‌زنان مرغ بی‌هنگام کی یابد امان

Cebir ise, yol kesiciler arasında uyumak gibidir. Vakitsiz öten kuş canını nasıl kurtarır?

گر توکل می‌کنی در کار کن کشت کن پس تکیه بر جبار کن

Tevekkül edeceksen işte yap; Önce ekin ek, sonra Cebbar'a yaslan."(6)Hz. Mevlana, Cebriyecilerin inancının yanlış olduğunu vurgulamak için böyle bir temsil anlatmayı uygun görmüştür.

Bediüzzaman'ın Cebir İnancını ve Çalışmadan Tevekkülü Reddetmesi

Şimdi Üstad Bediüzzaman'a bakıyoruz. Kendisi de Cebriyecilerin ne kadar yanlış yolda olduklarını göstermek için bir soruya verdiği cevapta özetle şunları kaydediyor:

"Eğer biri dese: "Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalp ve ruh için, kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?"

Elcevap: Kat'a ve asla! Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve ruh ve reyhanı veren ve emn ü âmânı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünkü insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüzî bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, biçare ruhun omzunda taşımaya mecburdur. Kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar. Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız, şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

İki adam bir padişahın payitahtına giderler, o padişahın mahalli garaip olan has sarayına girerler. Biri padişahı bilmez, o yerde gasibâne, sadıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve varidat ve makinelerini işlettirmek ve garip hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ızdırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Her şeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edepsiz adam, te'dib suretiyle hapse atılır.
İkinci adam padişahı tanır; kendini padişaha misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, Her şey bir programla, kemal-i suhuletle işlediğini itikat eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp, kemal-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip, padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden her şeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte
"Men Amene bi'l-Kaderi Emine Mine'l-Kederi" nin sırrını anla." (7)

Üstad Bediüzzaman tevekkülün hakikatini da yine bir temsil ile şöyle anlatır

"Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezaret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.

Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et." O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim."

Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek, ya 'Haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin' diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile aczi gösteren gururun ile riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor" denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum" dedi.

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın." (8)

Dipnotlar

1-Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, 187; Yeniasya Neşriyat.

2-Bediüzzaman, Sözler, 178; Yeniasya Neşriyat.

3-Sözler, 52.

4-Sözler, 307.

5-Sözler, 179.

6-Mesnevi, s. 43 vd; torbatJam.com.

7-Sözler, 434.

8-Sözler, 284-285.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.

AL-İ İMRAN,134.AYET

GÜNÜN HADİSİ

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI