Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-95

Ders: 23. Söz, Birinci Mebhas, Dördüncü Nokta İzah: Şahin Yılmaz Hocaefendi * “Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna müptela” (Sözler s: 316) İnsan nihayetsiz güçsüz olduğu halde nihayetsiz


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2015-12-08 05:14:23

Ders: 23. Söz, Birinci Mebhas, Dördüncü Nokta

İzah: Şahin Yılmaz Hocaefendi

* "Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna müptela" (Sözler s: 316) İnsan nihayetsiz güçsüz olduğu halde nihayetsiz belalara maruz ve sayısız düşmanların hücumuna hazır bir şekilde yaratılmış. Nihayetsiz düşmanlar.. Şeytan ayrı bir hücum ediyor, nefis ayrı bir hücum ediyor, dessas insanlar ayrı bir hücum ediyor, yılanlar ayrı bir hücum ediyor, mikroplar ayrı bir hücum ediyor.

Aslında bunlar insan için bir yarar.. Zarar değil. Çünkü öyle olmasa insan zaafını fakrını hissedemez, aşar ve taşar, azgınlaşır.

Not: Merhum Şahin Hocanın bu sözünü teyiden, Tabiinin büyük imamı Hasan Basri(rahimehullah)'ın şu veciz ifadesini nakletmeyi uygun buldum; "Eğer fakirlik, hastalık ve ölüm olmasaydı, âdemoğlunun kibrinin şiddetinden başı eğilmez olurdu."(Salih Okur)

*İnsan "nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hacata giriftar" (Sözler s:316) muhtaç olduğumuz şeylere bakın. Evlerimizde beslediğimiz kuşlar, biraz yem ve su koyuyorsunuz, o kadar. Halbuki insan..Gıda olarak vücudu çok çeşitli vitaminlere ihtiyacı var.

İnsanın giyinmeye de ihtiyacı var, diğer mahlûkatın böyle bir ihtiyacı yok. Kıyafetleri üzerlerinde olarak yaratılıyorlar. Rengârenk, süslü elbiseleri var. Hem ihtiyaç olursa eskidiklerinde atıyorlar, hemen yenisini giyiyorlar. Buğday olur olmaz, hayvan onu yiyiveriyor. İnsan ise onu biçiyor, öğütüyor, hamur yapıyor, üzerine susam atıyor, pişiriyor, ekmek yapıyor, onunla da yetinmiyor, yanında katık arıyor. Demek insan hayvanın rağmına çok şeylere de muhtaç..

Not: Bu meselede Kırkıncı hocamızın şu izahını da nakletmeyi uygun buldum; "Bir mağazada hem saman, hem de yağ satıldığını düşününüz. Bu ma­ğazadan saman alan ile yağ alan kimsenin aynı ücreti ödemeyecekleri malûmdur. Aynı şekilde, bu dünya mağazasından hayvanların istifadesiyle bizim istifademiz bir olmadığına göre, elbette ki bizden istenenin, hayvan­dan istenenle aynı olmayacağı bedihî bir mes'eledir.

İşte hayvan kendi vazifesini hakkıyla yerine getirdiği halde, biz ibadet vazifemizi yerine getirmezsek hesabımızın çok çetin olacağı muhakkaktır"(Mehmed Kırkıncı, Nükteler, s: 17-18, Erzurum Kültür Eğitim Vakfı Yayınları, Acar Matbaacılık Tesisleri, İst. 1987)

 * İnsanın "vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır." Sözler (s: 316) Zaten dua inandıktan sonra gelir. Dua bir istektir. Kimden isteyecek? Neyi isteyecek? İstediği varlık onu vermeye muktedir mi? O insanın dileğini biliyor mu? Vermeye gücü yetmekle beraber merhameti var mı? Yani dua eden adam bu dua ile, dua ettiği Allah'ın Alim olduğunu; her şeyi bildiğini, Kadir olduğunu; her şeye gücü yettiğini, Gani olduğunu; hazinesinde her şeyin bulunduğunu, Rahim olduğunu; nihayetsiz bir merhamete sahip olduğunu bilerek ve iman ederek dua eder.

Çünkü bilmese veremez, Bilse, gücü yetmese yine veremez. Gücü olsa ama o istenen şey mülkünde mevcut olmasa yine veremez. Hepsi mevcut olsa da merhameti olmasa yine olmaz.

Not: Hazret-i Üstad bunu ifade sadedinde şu ifadeleri kullanır; "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırat-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder."(Sözler, s: 318) Ebu'l Hasan Şazeli hazretleri de duaya farklı bir yerden yaklaşır; "Duadan hazzın dileğinin yerine getirilmesi olmasın. Sadece sevdiğine yalvarmış olmaktan hazzet."

Hz. Ömer efendimiz "Ben duanın kabul edilmemesi kaygısını taşımam. İçimde dua etme isteğinin olmaması kaygısını taşırım" buyururken, aynı manada Ebu Hazım Er'ac(k.s) da; "Dua etmekten mahrum olmak, duanın kabul olmasından mahrum olmaktan daha şiddetlidir" der. (Salih Okur)

* "İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmanürrahîm'in dergâhında; ya za'f u acziyle ağlamak veya fakr u ihtiyacıyla dua etmek gerektir." (Sözler s: 316 ) İşte büyükler ağlamışlar..Bediüzzaman Hazretleri ruhu şad olsun. Ağabeylerden değişik zamanlarda dinlediğimiz hatıralara göre, yazın Çam dağında, ağaçların başlarında gecenin karanlıklarında bu insanlığın derdi için yanmış, tutuşmuş ağlamış..Ağlamış ve ağlamasının neticesinde Allah azze ve cell dileklerinin neticesini-hamd olsun- yerine getirmiş.

Şu anda onun bereketiyle buraya toplandık. Tefsire, hadise ait başka eserler de okuyabilirdik. Risaleler ayet ve hadislerin özetleri, geniş manasıyla o ayet ve hadislerin açılımları. Dolayısıyla daha güzel anlatıyor. Başka kitaplarda da güzel hakikatlar anlatılır. Ama insanı bu kadar güzel tarif edemezdik. İnkârın ne için affedilmeğini, Kâfirin ebedi bir cezaya neden müstahak olduğunu vesaire bilemezdik.

Bugün pazardır. Pazar umumiyetle derslerin olmadığı bir gündür. Herkesin özel işleri vardır, talebeler de ertesi gün okula gidecekler. Onun için derslerin yoğun olduğu gün umumiyetle Cumartesi günüdür. Cumartesi ders olmayan yer umumiyetle çok azdır. O gün her ilde birçok yerde yüzlerce talebenin iştiraki ile dersler olmaktadır. Bütün bunlara mazhariyet, bu muvaffakiyet ve o derslerden alınan sevaplar işte o gözyaşlarının neticesi ve meyvesidir.

*Bir çocuk maksadına ya istemek veya ağlamakla nail oluyor. Biz de maksadımızı dua ile isteyelim. Ağlamayı beceremiyoruz. Hiç olmazsa isteyelim, dua edelim, yalvaralım. İhtiyaçlarımızı bilelim. Nereden gelip nereye gidiyoruz? Vazifemiz, nedir akıbetimiz ne olacak? Kabirde nelerle karşılaşacağız, nasıl yatacağız? O dar ve karanlık yerde acaba akıbetimiz nice olacak? Acaba orayı amellerimizle genişletebilecek miyiz? Bir nur götürebilecek miyiz? İmanımızı yoldaş alabilecek miyiz acaba? Hesabımızı rahat verebilecek miyiz acaba?

Amel defterimiz sağımızdan mı yoksa solumuzdan mı verilecek, bilemiyoruz. Akıbetimiz meçhul.

Yarınımızın ne olacağını bilemiyoruz. İnsanın kalbi devamlı hareket halinde ve devamlı değişebilir. Yani bugün kati bir surette inanıyorsun, ama Allah muhafaza buyursun yarın tereddüte, telaşa düşebilirsin.

Bugün afiyet içersinde yaşıyoruz. Yarın bir sıkıntıya maruz kalabiliriz, Allah cümlemize afiyet versin. Yarın tahammülümüzün son haddine varabilecek bir belaya maruz kalabiliriz? Acaba o belaya maruz kaldığımız zaman, bu afiyetimiz esnasındaki teslimiyetimiz, dolayısıyla ibadetimiz, dolayısıyla rızamız, dolayısıyla Cenab-ı Hakkın rububiyetine karşı teslimiyetimiz acaba kalacak mı? Yoksa Allah muhafaza bir şikâyet kapısı açılır mı? Bunları bilemiyoruz. Bilemediğimiz için de önümüzde çok tehlikeler var.

*Öyle ise yatağa yattığınızda yatağın yumuşak olduğuna bakmayın, gireceğiniz kabrin toprağının sert olduğunu düşünün. Odanızın geniş olduğuna bakmayın, kabrin dar olduğu kalbinize gelsin. Gece lambasız yatamıyoruz, hele ben gafil, gece lambasız yatamıyorum, mutlaka bir ışık olması lazım, uzakta da olsa. Acaba kabrimizde bir gece lambası bulabilecek miyiz? Bilemiyoruz, meçhul.

İnsanın başında mühim hadiseler var. Herkes ister istemez sırat köprüsünden geçecek. İnceden inceye yaptığı her işten hesap verecek. Onun için tevbe etmeli, nedamet etmeli, pişman olmalı, hazırlıklı olmalı. Kahkahayla gülmemeli. Müslümanın gülmesi tebessümdür, gülümsemedir. Allah bizi affetsin, çok gülüyoruz. Çok yediğimiz için, içimizdeki tokluk bizi kahkaha attırıyor.

*Şaban ayı Peygamberimizin en çok nafile oruç tuttuğu bir aydır. Üç ayların tamamını oruçlu geçirmek sünnet-i seniyyede yoktur. Arasıra oruç tutmamalı, ta ki bu ayların tamamını oruçlu geçirmek gerekir gibi bir kanaat gelişmesin. Mesela nasıl ki sabah namazın ve akşam namazlarının sünnetlerinde Kafirun ve İhlas suresi okunması mervidir. Ama arasıra başka sureler de okumak lazım ki ta sadece o surelerin okunmasının taayyün ettiği şeklinde bir kanaat oluşmasın. Başka surelerin okunmasının caiz olmadığı şeklinde bir kanaat yerleşmesin.

*Demliğin ateşte ısınmış kısmını tutamıyoruz, elimiz yanıyor Ya Cehennem ateşi?

Ayet-i Kerimede;

كَلَّا إِنَّهَا لَظَى {} نَزَّاعَةً لِّلشَّوَى

"Cehennem gayet kızgın bir ateştir. Bir anda eti kemikten ayırır."(Mearic: 70/15, 16)

Not: Leza, Cehennem ateşinin isimlerindendir. Hâdimli merhum Mehmed Efendi tefsirinde diyor ki; "Leza ateşi alevle yanıcı Cehennem'in ismidir. Şiddetle soyup çıkarıcı manasınadır. Yüzün ve başın derileridir. Yahut eller ve ayaklar gibi etraf-ı a'zâdır. Öyle değil manâsına âsînin arzusunu reddetmektir. Şu halde manâ-yı nazım: [Ey âsî! Hal ü şan Öyle değil, belki Cehennem; alevlenici ateş sahibi yüzlerin, gözlerin ve etraf-ı a'zânın derilerini şiddetle yolup alıcı, söküp çıkarıcıdır, imandan yüz döndürüp suret-i gayr-ı meşruada mal cemedip hırsla saklayanları tarafına cezbedip .çeki­cidir] demektir." (Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur'an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6134-6135)

Merhum Vehbe Zuhayli de tefsirinde şu açıklamada bulunmaktadır; "Daha sonra Yüce Allah bu şekilde fidyenin kabul edilmeyeceğini, bu­nun olmayacak bir şey olduğunu daha da pekiştirerek şöyle buyurmakta­dır: "Asla! Çünkü o alevli bir ateştir. Deriyi soyup çıkarandır, çağırır yüz çe­viren ve arkasına dönen kimseyi, toplayıp kaba dolduranı." Yani bu günah­kârların her birisi yeryüzündekilerin hepsini ve dünya malının tamamını fidye verip kurtulmak istese kabul edilmeyecektir. Onun için aşırı sıcak ce­hennem vardır, onun barınağı orasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "İşte ben sizi oldukça alevli bir ateşi haber vererek korkuttum." (Leyl, 92/14) Cehennem ateşi eti üzerinde hiçbir şey bırakmamak üzere kemikten sıyırır. Başın derisini, ellerin, ayakların derilerini, bacaklarını etini soyup çıkarır, sonra herşey eski haline döner. Cehennem dünyada iken haktan, imandan yüz çevirip arkasını dönen, malı toplayıp kaba dol­duran, hayır yolunda hiçbir şey infak etmeyen, malındaki nafaka ve zekât gibi farz hakları yerine getirmeyen herkesi çağırır. Hasan-ı Basri der ki: Ey Âdemoğlu! Allah'ın tehdidini duyduğun halde yine de dünyayı kaba dol­durmaya çalışıyorsun.'

"Kellâ: Asla" buyruğu günahkâr kimseleri böyle bir temenniden vazge­çirmek, onların vermek istediği fidyenin kabulünün imkânsız olduğunu açıklamak içindir. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü'l-Münir, Risale Yayınları: 15/111).

*İman insanı duaya zorluyor, duaya mecbur ediyor. Çünkü ihtiyaç hissettiriyor. İnsanın fıtratı da duayı istiyor. Neden? Çünkü insan aciz, fakir, yoksul, muhtaç. Düşmanları çok, o düşmanların şerrinden kurtulması gerekiyor.

Not: Üstad, 13. Lem'ada ne güzel der; "Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur'ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyeye ilticadır." Lem'alar (s: 72) Hz. Mevlana'da insanın acizliğini anlamasıyla Hakkın kapısını çalması hususunda ne güzel söylemiştir; "Eğer lütuf Kâbesine uçmak için kanadın yoksa aczini, bîçareliğini, her şeye çare olan Allah'a arz et"(Salih Okur)

Kendi gücü ile o düşmanlardan kurtulamıyor. Mikroptan kurtulabiliyor mu? Mikroskopla büyültülerek ancak görülebilen o mikrop vücudumuza, ciğerimize, böbreğimize nasıl girecek bilemiyoruz.

Allah rahmet eylesin bizim Hacı Selahattin benim akrandı. Allah razı olsun, bir sürü planı, programı vardı. Beraber hizmet edecektik, plan programı öyleydi. Bir gün "şu parmaklarım uyuşuyor" dedi. "Yoktur bir şey, baktır" dedik. Bir de baktık beyninde bir tümör. Ameliyat oldu, ondan sonra da vefat edip gitti işte.

Hem bazı hastalıklar çok sinsi. Hele bilhassa kanser çok sinsi. Bir bakıyorsun bir sene önce başlamış, adam farkında değil. Ağrı yok, sancı yok, bir şey yok. Bir bakıyorsun, kısa bir zaman sonra insanı alıp götürüyor.

Not: Merhum Şahin Hocamız da aynı şekilde kanser'den kısa bir zaman içinde, 2007'de âlem-i berzaha intikal etti, Allah Rahmet eylesin(Salih Okur)

Geçip gitmek önemli değil, ecel önemli değil. Elhamdülillah Risale-i Nur iman gözüyle ölümü çok güzel gösteriyor, sevdiriyor.

Not: Merhum Şahin hocamın dediği gibi Risale-i Nur'da ölüm o kadar güzel tarif ediliyor. Onun için Hazret-i Üstad, Birinci Şua'da haklı olarak der ki; "Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip isbat etmiş." (Şualar, s: 695 )

Mühim olan ölüme hazırlıklı olmak. Hazırlıklı olduktan sonra, inandıktan sonra, ölümün ürkülecek, korkulacak bir tarafı yok. Ama o inanca, o imana sahip olmak. 

*Ben değişik derslerimde söylüyorum. Yolculuk yolun durumuna göre hazırlık gerektirir. Her yolculuğun hazırlığı ayrı ayrıdır. Yolda muhtaç olunacak şeyler ne ise ona göre hazırlık yapılır. Eskiden kara yoluyla hacca gidilirken çölden geçilirdi. Belli bir mesafeden sonra su yok. Onun için arabalarda herkesin su lancaları olurdu.

Ben elhamdülillah nasip oldu-1963'te karayoluyla hacca gitmiştim. Çölde ta Maan'dan Teyme'ye kadar, orası tamamen çöldür. Birkaç gün kumda yattık. Şimdi elinde suyun, çantan olmazsa kalırsın meydanda.

Ama şimdi yanında su götürsen, ne yaptığını sorsalar, "belki uçakta su bulamam" desen, üstüne gülerler. Şimdi ona gerek yok.

Öyleyse yolculuğun durumuna göre ihtiyaçları hazırlamak gerekiyor. Ebede giden yolculuğumuzda ilk durak kabir. Orayı genişletecek, orayı aydınlatacak, orayı ferahlandıracak, orada bir yoldaş olacak salih amellerimiz hazırlamamız icab ediyor.

*Çocuklarınıza dua ediniz, katiyen beddua etmeyiniz. Çoluk çocuğun ibadetlerini yapmaması bir musibettir. Musibetler ise duaların vakitleridir. İnşallah onlara dua edelim. Anne babaların halis duaları makbuldür.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.

Enfal,2

GÜNÜN HADİSİ

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI