Cevaplar.Org

DERS: 4 11. ŞUA. DÖRDÜNCÜ MESELE

Yine Gençlik Rehberinde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki: "Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür -şimdi yedi seneden geçti aynı hâl- hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun.


M. Ragıp Öncel

Ä°sminur1940@gmail.com

2015-10-31 07:20:28

Yine Gençlik Rehberinde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki:

"Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür -şimdi yedi seneden geçti aynı hâl- hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun.

Üstad Hazretleri bu konuya iki kayıt koyarak giriş yapıyor.

Birincisi, Küre-i arzı herc ü merce getiren dünyayı altüst eden ve bütün dünyayı ilgilendiren bir mesele.

İkincisi: İslam'ın mukadderatıyla alakadar olan, yani mesele İslam'ın geleceğiyle ilgili olan durum.

Bu iki nokta, harb-i umumiyi merak etmemizi gerektiriyor. Buna rağmen Üstad Hazretleri bu meseleyi kaç gün sormamış? 50 gündür sormamış. Deniliyor ki, 7 sene geçti ve hâlâ sormuyorsun, deniliyor. Acaba ilgilenmenin bir zararı mı var? Bir de bundan daha önemli bir mesele mi var? Konu bu..

Hâlbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?" dediler

Üstad burada diyor ki, cemaati bırakıp radyo dinlemeye koştular. Peki, insan cemaati bırakınca, ne kaybeder? 27 kat derece sevabı kaybeder. Peki, cemaati terk etmesinin harbe bir faydası oldu mu? Onun radyo dinlemeye koşmasının, harbin sonucuna bir tesiri oldu mu? Elbette olmadı, peki faydası ne? Sıfır. Zarar ise 27 kat. Peki, farz-ı muhal bilsek ki, cemaati terk edip radyo dinlemeye koşunca harp bizim tarafa biraz yönelecek ve savaş kazanılacak o zaman, o görev olur. Böyle bir şey de yok, ama kayıp kesin. Onun için Üstad Hazretleri oraya bir imâ yaptı,"cemaati ve camiyi bırakıp.." O halde mümkün olduğunca namazınızı cemaatle kılın. Üstad '27 kat sevap az değildir, ihmal etmeyin' demek istiyor.

Cevaben dedim ki: Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur.

Ömür sermayesi pek azdır derken, neye göre pek azdır. İnsan 60 senede yaşasa, 80 sene de yaşasa bununla ebedi bir hayat kazanılacak, sonsuza göre 100 senede 200 senede hatta 1000 sene bile olsa yine de pek azdır. Ebedi hayat ise, kısa olan hayatın iyi değerlendirilmesiyle kazanılacaktır. Allah'ın lutfuyla.

Madem sermaye sınırlı, karşılığı ise sonsuz. O halde bu sermayeyi azami verimlilikle çalıştırmak lazım değil midir? Ticaret yapacaksın şu kadar param var, ama bunu neyle harcasam da azami bir kâr elde edebilirim diye düşünüyor. Şimdi bunun hesabını ehl-i dünya böyle yaparsa, biz niye ahiret için yapmayalım? Şu ömür sermayesini nasıl kullansam da ebedi olan hayatım için daha faydalı ve kârlı yapabilirim diye düşünmek ve çalışmak lazım. Nasıl ki ehl-i dünya, dünya için çalışıyorsa, biz de ahiretimize çalışmamız lazımdır. Çünkü ömür sermayesi pek azdır.

Lüzumlu işler pek çoktur. Bu dikkatli ikaz çok yerlerde dile getirilir. ''Barla Lahikası''ndaki doktora hitap edilen bir mektubunda da benzer cümlelere rastlarız. "Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun." (Barla Lahikası, sayfa, 69)

Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var.

Tıpkı suya atılan bir taşın meydana getirdiği helezonvari dalgalar gibi. İşte "daire" sözü ile, görevlerimizi ne güzel tarif ve izah etmiş Üstad. En küçük daire olan cesette, kalp ve mide dairesi, var.

Yani kendimiz kalp ruhu temsil edecek, mide de bedeni temsil edecek ve insanın kendi dairesi ihtiyaçlarını karşılaması gibi. Ceset dairesi, hane dairesi, mahalle, vatan dairesi ve küre-i arzdan tut birbiri içinde daireler vardır.

Herbir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var.

Mide dairesi, bedene göre küçük daire. Peki, insanın karnı açıksa öte taraftan tıraş da olması gerekiyor, işi acele. Acaba bir tercih yapacak olsa. Hangisine öncelik tanıması gerekir? Demek ki, küçük dairenin önceliği öne geçiyor. En küçük dairede en büyük vazife var diyor Üstad.

İşte bu gün beşerin en büyük hastalığı bu. Küçük dairedeki vazifesini terk etmesinden ve vazifesini yapmamasından olur. Büyük vazifeyle vakit geçiriyor.

Birinci dairedeki vazifemizde kendimize bakacağız, konuşacağız, ticaret yapacağız hemen İslam hükümleri çıkıyor. İslam'a göre ticaret yapacak mısın? Yoksa yapmayacak mısın?

İkinci daire: Aile dairesi orada görevimiz devamlı değil. Çocuğuna günde 10 saat nasihat edersen ne olur sıkılır, senden kaçmaya çalışır

Üçüncü daire: Sana mahallede arada sırada iş düşer…

Dördüncü daire: Şehir dairesi burada ise sana karşı görev daha da azaldı ve küçüldü.

Beşinci daire: Memleket burada görevin vazifen daha da küçüldü. Çünkü senin vazifen değil bunlar.

70 milyonda bir Türkiye'nin tümüne yön verme hakkın var mı. Memleket meselesinde ise 70 milyonda 1 söz hakkımız var. O zaman 70 milyonda bir konuşacağız. Ama kendimizle sürekli konuşabiliriz. Nefsimizi sürekli ikaz edeceğiz. Biz bu görevi bırakıyoruz memleket meseleleriyle 70 milyonda 1 hakkımız olduğu halde fırsat buldukça hep onu konuşuyoruz. O zaman memlekete yön de veremiyoruz. Gidişatı, konuşmamızla da değiştiremiyoruz. O zaman ne olur? Ömür sermayesi boşa gitmiş olur.

Üstadımız bu önemli konuyu ''Kastamonu Lahikası''ndaki bir mektubunda şöyle belirtir.

" Sual: Bize verdiğiniz cevapta diyorsunuz: Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder. Bunun izahını istiyoruz.

Elcevap: Üstadımız diyor ki:

Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddi alâkadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevi pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, manevi bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevi bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, manevi bir ecnebî olur.

Evet, herbir adam vatanıyla, milletiyle, hükümetiyle alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanı ve hükümetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tabi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan idare-i şahsiye ve beytiye ve diniye, ve hâkeza, çok dairelerde hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddi ve lüzumlu bu kadar alâkaların zararına olarak, o birtek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek dîvanelik değil de nedir? (Kastamonu Lahikası, Sayfa 37)

Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir.

En küçük dairede en büyük; çünkü ebedi hayatımızla da ilgili daima her an haram ve helalle iç içeyiz. Mutlaka her zaman iyi kararlar vermeliyiz. Sürekli kendi nefsi dairemizde en ehemmiyetli vazife var. En büyük dairede en küçük, çünkü 70 milyonda 1 hissemiz var. Bir de ara sıra kaç senede bir seçim oluyor. 5 senede 1, bize söz hakkı veriliyor. Gel de sen, buna ömrünün yarısını harca. Hâlbuki bize de hiç tesir etmiyor.

Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Yani, ters orantılı büyükte küçük vazife var, küçükte büyük vazife var. Mide ve traş örneğini göz önünde bulunduralım. Bakınız, Peygamberimiz(s.a.v) Tebük seferinde dönüşte" küçük cihattan büyük cihada geldik" diyor. Niye küçük cihad oluyor? Şimdi öldürdün mü, gazi veya şehit oluyorsun. Onun için küçük cihad, ama burada Allah korusun öldün mü, neticesi ebedi cehennem oluyor. Bu bakımdan, bu cihadı kazanmak mecburiyetindeyiz. Onun için en büyük cihad, bu neticesi ebedi saadet ya da ebedi azap olan cihattır.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.

İki devlet savaşıyor. İki taraf da kâfir. Ama Üstad diyor; kâfir de olsa biri birine zulmetti mi sen de takip ediyorsan, ya diyelim şunların çocuklarını katl ettiler.. Ona taraftar oldun mu, o zülümdür, hak ve hukuk var. Savaştayız diye çocukları öldüremezsiniz, hayvanları öldüremezsiniz. Harbe cihada gidiyorsun, koyunları öldürüyorsun, bu zülüm olur. Harbe girmeyen kadınları öldürdün mü, bu da zulüm olur. Üstad diyor, ''bir de kalbinde bir zulme taraftar oldun mu, oturduğun yerde zalim oluyor ve oturduğun yerde günah kazanıyorsun''

Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin, İmân mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. 

Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Herkesin başında bu dava var. Evet, 'bu dava doğrudan doğruya İmân ve Kur'ân davasıdır. Milyonlarla insanların ebedî saadet ve kurtuluşu davasıdır. Bu azîm dâvâ ile başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiya aleyhimüsselâm ve bütün evliya ve hadsiz ehl-i hakikat ve imanla dâr-ı bekaya gitmiş bütün ecdatlarımız mânen alâkadardırlar''.(Şualar,14.Şua, M.Sungur'un müdafaasından, 561)

Eğer İmân vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?

Hz. Ömer(R.A.) sırtına saplandığı hançerle son anlarını yaşamaktadır. Sahabeden kerim bir zat, yanında kulağına fısıldar: 'Ya Ömer (R.A.)Sen Allah Resulü'nün (S.A.V)yakını ve O'nun yekta halifesi Ebu Bekir-i Sıddık(R.A.)'nın halifesisin, aşere-i mübeşşeredensin yani Cennetle müjdelenmişsin… Ne mutlu(!) der gibi bir şeyler söyler.

 Zorla açıp kapamağa çalıştığı göz kapaklarını aralar ve tarihe geçecek şu sözleri sarf eder; "Vallahi, Allah'ın (c.c.)azabından o kadar korkuyorum ki, eğer Cenab-ı Hak, küre-i arz ağırlığında bir cevher verse ve bunu kurtuluşuma vesile etse vallahi, bila-tereddüd sarf eder, iman vesikasını elde etmek isterim.''

Düşünün, böyle bir Zat'ta bu endişe,bu havf olursa..sana ve bana ne düşer? Nasıl ağlamak ve sızlanmak gerek..

İşte imanla göçüp göçmeme davası hâşâ hafife alınabilir mi?

Ama bu asırda maddiyyunluk taunuyla çok kimseler maalesef bu davayı kaybediyorlar.

1969 yıllarında Erzurum "Karanlık Kümbet''te muhterem Kırkıncı Hocamla bir akşam sohbet ediyorduk. O sırada orta yaşlı iki genç, gözü yaşlı ve de çok üzüntülü olduğu belli şekilde içeri girdiler ve ''hocam, babamız çok hasta. Lütfen gelir misin?'' dediler ve hocamı alıp götürdüler. Ertesi gün hocama sorunca, dedi ki: "Filan köye gittik. Baktım ki babaları sedirde uzanmış. Belli ki sekeratta. Kadınlar odayı boşalttılar.Telkin vs.. vermeye, dua okumaya başladım.Söylediğim tehlilleri onun da duyup tekrar etmesini arzuladım.Yatakta ölüm döşeğinde olan bu şahsa baktım dudaklarını kıpırdatıyordu, ama ne söylediğini duyamadım.

İnşallah kelime-i tevhidi zikrediyor diye düşünerek kulağımı, onun ağzına yanaştırıp dinleyince şaşırdım ve ürktüm.

-Hocam o adam ne diyordu?

-Bırakın kelime-i tevhidi, ağzından''toklu toklu''kelimeleri çıkıyordu(!) Toklu " küçükbaş hayvan" demektir.

Demek ki sağlığında hayvan işi ile çok meşgulmüş ki, esas vazifelerini maalesef aksatmış..Ne diyeyim Allah taksiratını affetsin.

Şimdi soruyorum. Bu kaybettiği iman cevherini kazanma yolunda can canan ve bütün servet feda edilmez mi?

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.

Burada bir soru akla gelebilir. Hiç dünyaya çalışmayacak mıyız? Bütün sermayemizi dünyaya mı harcayacağız? Üstad'4. Söz'de diyor ki; "Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder."

Onun için bir insan namaz kıldı mı, helal rızık yedirmek için çalışıyor. Böyle çalıştı mı, insanın bütün mesaisi ibadet oluyor. Adam harbe gidiyor. Niyeti ganimet toplamak. Ölse şehit olmuyor, çünkü niyeti ganimet toplamak. Niyeti hep önde tutmak lazım. Yani ihlâslı olarak bu manada dünyaya çalışacağız.

Bir de olaylar karşımıza çıktı. Harp ilan edildi. "İman kurtarmak daha önemli,

 ben harbe gitmem" diyemezsin. Görev başta gelir.

Amma biz sırf dünya dünya diye malayani(boş) şeylerle vakit geçirmemeliyiz. İlahi rızayı esas alan ve meşru dairede, istikamet üzere çalışan bir mümin, dünya işleriyle meşgul olduğunda da yine ibadet üzeredir ve ahiretine bir şeyler götürmektedir. Şu var ki, ahirete göçtüğümüz zaman malayaniyi her halde biraz daha farklı anlayacağız. O zaman diyeceğiz ki, ebedi alemime fayda sağlamayan ve meyveleri sadece dünyada kalan her şey malayanidir.

Bu hususta üzerini çizerek belirtmek isterim ki, hayatın ve siyasetin geniş dairelerinde vazife almış kimselerin bu konularla ilgilenmeleri, dünyaya çalışmak demektir ve malayani sayılmaz. Ama beş senede bir defa rey vermekten öte siyaset dairesine müsbet yahut menfi tesir gücüne sahip olmayan insanların dört yıl boyunca bu konuya zaman ayırmaları malayaninin ta kendisidir.

Konuyu açıklamadan okuyup son verelim.

Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim, sizler, benimle beraber gelen eski kardeşlerim gibi Risale-i Nur'u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirtleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki:

O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'ân-ı Hakîmın mu'cize-i mâneviyesinden neş'et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur'dur. Bu on sekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde,

Risale-i Nur'un çelik kalesinde yüz otuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.

Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz. Hükümet-i Cumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.

Hadid, 7

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İki müslüman birbiriyle karşılaşıp da el sıkışılarsa, ayrılmazdan evvel günahları bağışlanır.

(Riyazü's-Salihin)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI