Cevaplar.Org

ESKİ SAİD’İ YENİ SAİDE VE ÜÇÜNCÜ SAİDE TAŞIYAN SERÜVEN-1

Osmanlı devletinin tamamen sona ermesi ve T.C devletinin kurulmasıyla birlikte Bediüzzaman’ın “Eski Said” olarak tanımladığı, daha çok siyasi olan hayat tarzı da sona ermiştir. Cumhuriyet döneminin özel şartlarında “Eski Said kafasıyla” hareket etmenin artık mümkün olmadığını gören Bediüzzaman kendisi için yeni bir hareket tarzı belirlemiş ve adına “Yeni Said” dönemi demiştir. Bunu mahkeme müdafaalarında ve hükümet makamlarına yazdığı dilekçelerden anlamak mümkündür. Anlaşılıyor ki,


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-10-15 05:33:32

Özet

Osmanlı devletinin tamamen sona ermesi ve T.C devletinin kurulmasıyla birlikte Bediüzzaman'ın "Eski Said" olarak tanımladığı, daha çok siyasi olan hayat tarzı da sona ermiştir. Cumhuriyet döneminin özel şartlarında "Eski Said kafasıyla" hareket etmenin artık mümkün olmadığını gören Bediüzzaman kendisi için yeni bir hareket tarzı belirlemiş ve adına "Yeni Said" dönemi demiştir. Bunu mahkeme müdafaalarında ve hükümet makamlarına yazdığı dilekçelerden anlamak mümkündür. Anlaşılıyor ki, Bediüzzaman'ın hayatını, yaşadığı dönemlerin tarihsel bağlamından ayırmak mümkün değildir. Ancak denilebilir ki, Bediüzzaman'ın hayatı ve bütün eserleri bir bütündür. Onun hayatında birbiriyle çelişen bir dönem olmadığı gibi eserlerinde de birbiriyle çelişen hiçbir yön yoktur. Onun yazdığı her eserin kendi makamında bir riyaseti vardır. Eski Said döneminde yazılmış kitapların özellikle içtimai ve siyasi alanlarda önceliği varken, Yeni Said döneminde yazılmış olanların iman merkezli olması sebebiyle bu makamda önceliği vardır. Nitekim Bediüzzaman, Eski Said döneminde yazdıklarının bütününü "Risale-i Nur Külliyatına" dâhil etmiş ve eski eserlerini Üçüncü Said döneminde tashih ederek yayınlamıştır.

Giriş

"Eski Said" ya da "Yeni Said" deyimleri Bediüzzaman'ın hayatında birbirinden farklı dönemlerin olduğunu gösterir. Zira "Eski Said" deyimi, Bediüzzaman'ın Rusya'da geçirdiği esaretten sonra 1918 yılında İstanbul'a gelmesiyle birlikte başlayan ve 1921 yılının son aylarına kadar devam eden(1) "ruhi inkilab"tan önceki hayatını sembolize eden bir deyimdir. Bediüzzaman, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde, yaklaşık 45 yaşlarında iken bir dönüşüm yaşadığını, Eski Said'ten Yeni Said'e (2. Said) dönüştüğünü sıklıkla ifade eder. Bununla birlikte bu geçiş ve dönüşümün tarihini tam olarak tespit etmek oldukça zordur. Ama yine de geçiş dönemi tarihinin 1921 olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Nitekim Bediüzzaman Ankara hükümeti tarafından Ankara'ya davet edilişini yedinci ricada anlatırken şöyle diyor: "Bir zaman ihtiyarlığın başlangıcında Eski Said'in gülmeleri Yeni Said'in ağlamalarına inkilap ettiği hengâmda, Ankara'daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim..."(2) Bediüzzaman'ın Ankara'ya çağrılışının 1922 senesinin sonları olduğunu düşündüğümüzde Yeni Said'in dönüşümünün bu tarihten önce olduğu anlaşılmaktadır.

Yine 1921 Ekiminde telif edilen Lemaat adlı eseri için daha sonra yazdığı bir mektupta: "Hem her iki Said'in iştirakiyle, birtek Ramazan'da iki hilal ortasında telif edilen ve kendi kendine ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan ve İşârâtü'l-İcâz kıt'asında ve elli, altmış sayfa bulunan Türkçe olarak Lemeât namındaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir"(3) şeklinde ifadeler kullanması geçiş döneminin 1921'e rastladığını göstermektedir.

Diğer taraftan, 23. sözde kendisini Yeni Said'e döndürmüş olan bir temsili hikâyecikten söz etmekte ve bu vakayı ömrünün 45. yılında gördüğünü söylemektedir. Bu da 1922 ye denk gelir. Anlaşılıyor ki, Yeni Said döneminin başlangıcı 1921 senesinin güz mevsimidir.

1921'in sonu itibariyle başlayan Yeni Said dönemi de Afyon hapsinden hemen sonraki (1948-1949) zamana kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra Bediüzzaman tamamen tarik-i dünya ve talib-i ahiret bir halet-i ruhiyeye bürünmüş bir şekilde Üçüncü Said olarak yeni bir döneme girdiğini söylemek mümkündür.(4) Ancak şurası bilinmelidir ki, Eski Said'in Yeni Said'e ve Yeni Said'in Üçüncü Said'e dönüşmesi bir olgunluk ve bir ruhsal seyir ifade eder. Başka bir deyişle, Eski Said'i yeni Said'ten ve Üçüncü Said'ten ayıran en büyük özellik, kuşkusuz Bediüzzaman'ın sadece maddi ve sosyal hayatında görülen bir takım değişiklikler değildir. Eski Said'i Yeni Said ve Üçüncü Said'ten ayıran en önemli özellik ruhî ve kalbî, yani manevî inkişaflardır. Ancak Eski Said'in hayatı, bazılarının zannedebileceği gibi, amaçsız ve hedefleri belli olmayan alelade bir siyasî hayat değildir. Onun hayatı Osmanlı devletinin son dönemlerine rastladığı için büyük sıkıntılar ve karmaşık olaylarla doludur. Bu açıdan, Eski Said'in hayatında görülen temel vasıflar, Osmanlı'nın son karmaşık döneminden bir takım özellikler taşımaktadır.

Eski Said'in hayatının bir kısmı "istibdat" dönemi diye adlandırılan II. Abdülhamit devrine, bir kısmı da hürriyetin ilanından sonraki döneme (1908), yani İttihat ve Terakki dönemine rastlamaktadır. İstibdadın tüm engellemelerine, içten ve dıştan gelen tüm baskılara rağmen çok faal ve düşünen bir kafa yapısına sahip olan Eski Said, öncelikle cehalete, fakirliğe ve tefrikaya karşı büyük mücadeleler vermiştir. Genelde Osmanlı ülkesinin, özelde de doğu ve güneydoğu Anadolu'nun fakirlikten kurtulması için büyük gayretler göstermiştir. Diğer taraftan, Batının meydan okumalarına ve felsefi teorilerine karşı, Kur'an ve Sünneti savunur nitelikte çok kıymetli ve gerekli düşünceler üretmiş ve bu düşüncelerini o günkü gazetelerde yayınlatmayı başarmıştır. Nihayet 1921'in son baharında Eski Said dönemi sona ermiş ve Yeni Said dönemi başlamıştır.

Yeni Said dönemi de yaklaşık 1949 ile 1950 yıllarında sona ermiş ve Bediüzzaman bu tarihten sonra Üçüncü Said hayatını yaşamıştır. Bu dönem T.C. hükümetinin serbest seçim ve demokrasiye geçmeye karar verdiği bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarihlerde Risale-i Nur davasının omurgasını oluşturan temel eserler telif edilmiş, hapishane dönemi sona ermiş; artık deyim yerindeyse, Risale-i Nur davasının meyveleri hasat etme zamanı yaklaşmıştı. Kuşkusuz, başarıya ulaşmış bir dava adamının davası dünyevi menfaatlere alet edilebildiği için Bediüzzaman'ın bunu hazmetmesi mümkün değildir. Davasının meyvelerini toplayacak böyle nazik bir dönemde, şan, şöhret ve riyadan şiddetle kaçınan Bediüzzaman ihlâsı şiar edinen Yeni Said'le yetinmeyerek azamî ihlâsa ve azamî takvaya sarılmış ve Afyon hapsinden sonra Üçüncü Said dönemini başlatmıştır.

Bu dönemdeki mektuplarında "Manevi canipten gelen bir ihtar; cevap manevi canipten geldi…" şeklindeki ifadelere daha sık rastlamak mümkündür. Nitekim Emirdağın'da olduğu sıralarda maddi ve manevi canipten kendisine sorulan bir soru ve bu soruya verdiği cevap, Üçüncü Said'e geçiş döneminin gerekçesini açıkça ortaya koymaktadır:

Sual: Neden, ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alaka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men ediyorsun? Hâlbuki eğer temas etsen ve alakadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlerini neşredeceklerdi; hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın.

Elcevap: Bu alakasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men ediyor. Çünkü bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi herşeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevi harekâtını da o dünyevi mesleğe bir nevi alet hükmüne getiriyor. Hâlbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbirşeye alet olamaz. Rıza-ı İlahiden başka bir gayesi olamaz. Hâlbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlahiyeye dayanmaktır."(5)

Eserleri

Eski Said, Muhakemat (Arapça Saykalü'l-İslam veya Reçetetü'l-'Ulema), Munazarat (Arapça, Reçetetü'l-'Avam), Talikat (Arapça Mantık), el-Hutbetü'ş-Şamiyye (Arapça), Şu'a'at, Rumuz, İşarat, Tulu'at, Sünuhat, devaü'l-Ye's, Hutuvat-ı Sitte (Arapça ve Türkçe) Türkçe Muhakemat, Türkçe Munazarat, Nutuk, Divan-i Harb-i örfi, İşaratü'l-'İcaz (Arapça) ve Leme'at gibi eserler telif etmiştir. "El-Mesneviyyu'l-'Arabiy'un-Nuri" adlı Arapça eserini de Eski said'ten Yeni Said'e geçiş döneminde telif etmiştir.

Müellifin kendisi, Arapça olarak telif ettiği Muhakemat, Munazarat ve el-Hutbetü'ş-Şamiyye gibi eserlerini sonradan Türkçeye tercüme etmiştir. İşaratü'l-'İcaz ve Mesnevi'yi de küçük kardeşi Abdülmecid'e tercüme ettirmiştir. Fakat Muhakemat, İşaratü'l-'icaz ve Lema'at, konuları ve ihtiva ettikleri ilimler açısından diğerlerinden farklıdırlar. Yeni Said, Eski Said'in en son eserinin Lema'at olduğunu, İşaratü'l-'İcaz'ın Risale-i Nur'da mühim bir mevki işgal ettiğini, Lema'at ve Talikat'ın birer şaheser olduğunu ifade etmiştir.(6)

Eski Said'in eserlerini incelediğimiz zaman, ağırlıklı olarak siyasi ve içtimai derslerin işlendiğini görebiliriz. Kuşkusuz o dönemin en çok konuşulan konuları, hürriyet, adalet, müsavat, meclis-i mebusan (millet meclisi), gayri Müslimlerin (zimmîlerin) statüleri ve yönetime katılmaları, ittihad-i İslam ve meşveret gibi konulardı. Bu açıdan bakıldığında, Eski Said'in eserleri, her zaman sosyal yönü ağır basan çözümler üretmektedir. Başka bir ifadeyle, bu dönemdeki eserlerinde hâkim olan birinci gündem maddesi, genelde İslam dünyasının, özelde Osmanlı coğrafyasının insanlarının problemlerine çözüm getirme çabasıdır. Münazarat, Hutbe-i Şamiyye ve Sünuhat adlı eserleri ve diğer makaleleri bu çabanın güzel bir örnekleridir.

Sözler, Mektubat, Lemalar ve Şualar adlı Risale-i Nurun büyük mecmuaları hep Yeni Said döneminin şaheserleridir. Bediüzzaman Üçüncü Said döneminde hissiyat ve mefkûresini talebelerine yazdığı mektuplarda ifade etmiştir. Bu mektuplar Emirdağ Lahikaları adı altında neşredilmişlerdir.

Denilebilir ki, Bediüzzaman'ın hayatı ve bütün eserleri bir bütündür. Onun hayatında birbiriyle çelişen bir dönem olmadığı gibi eselerinde de birbiriyle çelişen hiçbir yön yoktur. Onun yazdığı her eserin kendi makamında bir riyaseti vardır. Eski Said döneminde yazılmış kitapların özellikle içtimai ve siyasi alanlarda önceliği varken, Yeni Said döneminde yazılmış olanların ise, iman merkezli olması sebebiyle bu makamda önceliği vardır. Nitekim Bediüzzaman'ın Eski Said döneminde yazdıklarının bütünü de Risale-i Nur külliyatındandır. Yani Yeni Said ve Üçüncü Said Eski Said'i destekler; Onun eserlerini gözden geçirip tashih ettikten sonra yayınlar. Lafızlardaki ayırım sadece kemale doğru giden bir süreci ifade eder.

Bediüzzaman'ın kendisi bu konuya temasla şöyle der: "Gazetelerde neşrettiğim umum hakikatte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i Şeriatla davet olunsam, neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır."(7)

Siyasal Hayatı

Eski Said, yaşadığı dönemlerde siyasal iktidarları yakından takip etmiştir. Osmanlı devlet yapısını yakından tanımak istediği için devlet bürokrasisinde görev alan üst düzey yetkililer, gençliğinden beri onun dikkatini çekmiş, onlarla yakından ilgilenmiştir. Bitlis ve Van'da bulunduğu sıralarda Bitlis Valisi Ömer Paşa ile Van Valisi Tahir Paşa ile çok yakın ilişki içinde olması bunun açık bir delilidir. 

Ancak nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, Yeni Said döneminde olduğu gibi Eski Said döneminde de Bediüzzaman'ın konumu hep muhalefet ve uyarıcılık olmuştur. O hiçbir zaman bir ikbal veya dünyevi bir menfaat için devlet ricaliyle ilişki kurmamıştır. Bu yüzden Osmanlı padişahı dâhil tüm devlet erkânını ağır bir dille eleştirme cesaretini gösterebilmiştir. 1908 II. Meşrutiyet devriminden sonra kurulan olağan üstü mahkemelerde söylediği "Şeriatın bir tek hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım",(8) "Şeriata uymayan padişah da olsa hayduttur" ve "eğer meşrutiyet (demokrasi) bir zümrenin istibdadından ibaret ise ve hilaf-i şeriat hareket ise, bütün cinler ve insanlar şahit olsun ki, ben mürteciyim"(9) şeklindeki sözleri o konudaki cesaretini ve iktidara karşı ne denli muhalif olduğunu açıkça göstermektedir.

Eski Said istikbalde İslam dünyasını etkileyecek iki önemli hadiseyi, ön sezgileriyle haber vermiş ve bu hadiselere karşı hazırlıklı olmaya çalışmıştır. Bunlardan birisi, İslam dünyasını etkileyen genel ümitsizliğe rağmen Eski Said "İstikbalde büyük bir nur görüyorum" diye müjde vermesidir.(10) Gerçekten de, bir kısım çağdaşlarının tersine Eski Said'te büyük bir ümit hâkimdi. 1911 yılında Şam Emevi camisinde okuduğu meşhur hutbesinde (Hutbe-i Şamiye), İslam dünyası ve Müslümanların geleceğiyle ilgili olarak beslediği umutları dile getirmiştir. İstikbalde Müslümanları etkileyecek olan ikinci hadise ise, bazı dahi siyasilerin ve harika ediplerin hissettikleri gibi Eski Said de bir hadis-i Şerifin manasından yola çıkarak "İstikbalde çok dehşetli bir istibdat hükmedecek" diye endişelerini dile getirmesidir. Daha sonra Yeni Said döneminde, "Eski Said'in istibdat dönemini, vukuundan elli sene önce haber verdiğini" ifade edecektir.(11)

Eski Said, gelecekte İslam dünyasını olumsuz yönde eteleyeceğini düşündüğü bu dehşetli istibdat ve yıkıma karşı çareler üretmeye başlamıştır. "Meşrutiyet-i Meşru'a" ve "Hürriyet-i Şer'iyye" ekseninde geliştirdiği düşünceler ve vurgu yaptığı konular, hep İslam'ın geleceği için hazırlanan planın parçalarıdır. Ancak Yeni Said, Eski Said'in olaylara bakış açısının doğru olduğunu, fakat haber verdiği müjdenin ve istibdat uyarısının tevile muhtaç haberler olduğunu dile getirmiştir.(12)

Eski Said, hayatı boyunca kendi deyimiyle "ağır rahnelere maruz kalan İslâm"ı yeniden canlandırma ve onu eski mecrasına koyma çabası içinde olmuştur. Bu işi yaparken başvurduğu en önemli vasıtalardan birisi siyasettir. Yalnız Eski Said'in tek amacı siyaseti dine alet ve hizmetkâr yapmaktan ibarettir.

Esasen amacının ne olduğunu, Yeni Said döneminde yazdığı birçok ifadelerinden anlamak mümkündür.(13) Yeni Said döneminde Başbakanlığa, Adalet Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına yazdığı bir dilekçede "Bitlis vilayetini Nurs köyünde doğan ben…" diyerek gençliğinden itibaren Ankara hükümetinin teklifi üzerine Ankara'ya gelişine kadarki hayat hikâyesini özetledikten sonra şöyle der:

 "Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren (Ankara'ya gelişinden sonra) dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said"i gömdüm. Büsbütün ahiret ehli "Yeni Said" olarak dünyadan elim çektim. "Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" düsturuyla kendi ruhi âlemime daldım."(14)

Dipnotlar

1-Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Timaş Yayınları, İst., 1990, 1, 459.

2-Bediüzzaman, Lemalar, s. 229, Yeni Asya Neşriyat.

3-Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 103.

4-Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 559, RNK yayınları, İst., 2009.

5-Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, s. 37.

6-Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınları, İst., 1996, II, 1628, 1692.

7-Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, (İlk Hayatı), s.66.

8-Abdülkadir Badıllı, Asar-i Bedi'iyye (Osmanlıca), İttihad Yayıncılık, İst., 1999, s. 720.

9-A.g.e., s. 737.

10-Risale-i Nur Külliyatı, II, 1600.

11-A.g.e., II, 1943.

12-A.g.e., II, 1600.

13-Bkz. A.g.e., II; 1080; 1863; 1943; 1967.

14-Risale-i Nur Külliyatı, I, 1080.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÜNÜN HADİSİ

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI