Cevaplar.Org

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-80

Ders: 26. Söz, İkinci Mebhas, Yedincisi ve 3. Mebhas İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar * “İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz'-i ihtiyariyesi


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2015-08-15 07:06:23

Ders: 26. Söz, İkinci Mebhas, Yedincisi ve 3. Mebhas

Ä°zah: Prof. Dr. Alaaddin BaÅŸar

* "İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz'-i ihtiyariyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir."(Sözler, s: 468) Üstad, bazen Eş'ariye, bazen Maturidi'ye göre konuşabiliyor. Burada Maturudiyi esas aldı.

* "Bir şart-ı âdi" (Sözler s: 468 ) Burada şart-ı adi, adetullah demektir. Adetullah'a göre Cenab-ı Hak öyle bir şart koşmuş ki, 'ihtiyari fiillerde kul irade etmezse ben yaratmayacağım.'

* "Ey insan! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz'-i ihtiyarî namında bir iraden var." (Sözler s: 468) Eli kısa demek mesela 10 liran varsa vereceğin sadaka on liradır yani. Daha fazla veremezsin. Ama o on lira ile bir adama on bin liralık zayiat verebilirsin. Demek insanın eli seyyiatta gayet uzun. Hasenatta gücün kadar iyilik yapabiliyorsun. Seyyiatta öyle değil, zira seyyiat güce bakmıyor ki. Üstad diyor ya, bir gemici dümen de uyuyor ve gemiyi batırıyor. Bir sürü can ve malın zayiatına sebeb oluyor.

Yine insan sabah namazında uyudu mu, manevi gemisini batırdı demektir.

Bir de nefse bakan yönü var. Nefis hasenatta olabildiğince kısmak ister. Zekât, malda kırkta birdir, onu bile nefis çok zorlanarak verebiliyor. Seyyiatta ise eli gayet uzun; adam İtalya'ya özel uçakla kumar oynamaya gidiyor, iki saat oynuyor, geri dönüyor.

Not: Merhum Nazım Akkurt ağabey Kader risalesinin izahına dair kaleme aldığı gayr-i matbu şerhinde şöyle diyor; "İnsan bazen hiçbir hareket yapmadan çok büyük tahribat yapabilir. Mesela, bir bahçenin su menfezinin yolunu açmaz. Koca bahçe kurur. Büyük bir seyyiatı işlemiş olur. Hâlbuki hiçbir hareket yapmamıştır. İşlediği iş de yoktur. Yalnız, yapması lazım gelen bir hizmeti ihmal etmiştir. Onun adem-i hareketi büyük bir tahribata sebeb olmuştur. Elbette cezası da büyük olacaktır. Bazen bir kibritle bir mahalleyi de bir insan yakabilir. Onun için yapılmış bütün kötülük ve şerlerden insan bi tamamiha mesuldür. Kötülüğü ve seyyiatı ve tahribatı kadere havale edemez."

*İmam Gazali hazretleri "zekât verene cömert denmez" demiş. Zira o zaten fakirin hakkı. Ama bunun dışında sadaka ve yardımlarda bulunan kimseye cömert denilir.

*Maddi kazancımızı kazanmamız güzel, bir de onu hırsızlara kaptırmamak gerekir. Manevi kazançlarımız olan namaz, oruç, dine hizmet, ilim talimi, hayır ve hasenat gibi şeyleri de kazanmamız güzel. Ama bir de bunları gıybetle, suizanla, iftirayla, hasetle elden yitirmek, riyayla, ihlâssızlıkla şeytan hırsızına kaptırmak çok kötü. Bu konuda meşhur müflis hadisi var ya..

Not: Alaaddin beyin nazara verdiği hadisi kaynağından verelim; "Ebû Hureyre (r.a)'den rivayete göre, Allah'ın elçisi, Ashab-ı kirama; "Müflis'in kim olduğunu bilir misiniz?" diye sormuş, onlar da; "Ey Allah'ın elçisi! Bize göre, müflis, parası ve malı olmayan kimsedir." Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu: "Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât getirecek, fakat buna sövmüş, filancaya zina iftirası yapmış, falancanın malını yemiş, şunun kanını akıtmış, bunu dövmüş olarak gelecektir. Sonra (yaptıklarının hesabını vermek için) oturacak; kısas olarak, bu haksızlığa uğrayanlar onun sevaplarından (haklarını) alacaklar. Eğer sevapları yeterli olmazsa, haksızlık ettiği kişilerin günahlarından alınıp, ona yükletilecek ve sonra ateşe atılacaktır" (Müslim, Birr, 60; Tirmizî, Kıyâme, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 303, 334, 372).

Not:2: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi amellerin muhafazası hususunda söyle demektedir; "Ağaç olmak isteyen ve olabileceğine de inanan bir çekirdeğin, bu inancı müteakip yapacağı şey derhal bir vadide çalışmaya başlamaktır. İşte böyle bir çekirdek bu çalışması ve gayreti sonunda yeryüzüne çıkıp fidan olduğu takdirde, "artık ben dal budak saldım; bundan sonra havaya, suya, ziyâya ne ihtiyacım var!" dese kendini kurumaya terk etmiş olur.

Bu fidan böyle demeyip terakkiye devam etse bir gün ağaç olma makamına çıkacaktır. Fakat bu halde de kendisini sigortalı zannetmeyecek ve gıdasızlığa terketmeyecektir. Aksi halde akıbeti ma'lumdur.

Demek ki, çekirdek ağaç olduktan sonra da yine rızkını almada hassasi¬yet gösterecek ve bu hassasiyet onu meyve verme makamına çıkardığında mes'ele yine de sona ermiş olmayacaktır. Senede yüz tane meyve veren bir ağaçla bin yahut on bin meyve veren bir ağaç müsavi olamayacağına göre mezkûr ağacın bundan sonra yapacağı şey, meyvelerinin sayısını arttırmak olacaktır.

Meyvelerini arttırmaya çalışan bu ağacın yapacağı diğer ve çok önemli bir iş de bunların muhafazasına dikkat etmektir. Verdiği her meyveyi ayılara yediren veya kurtlanmaktan kurtaramayan bir ağaç, bu meyvelerle iftihar edemeyeceği gibi, bu hal, onu terakkiye değil, tedenniye götürecektir.

İnsanın mânen terakkisi de bu misâle benzer. Misâldeki çekirdek, her insandaki istidattır. İnsan, bu istidadını sünbüllendirip fidan olmakla, hattâ ağaç olup meyve vermekle kendisinin bu vadide tam olarak yetiştiğini ve artık sigortada olduğunu iddia edemez. İnsan, ne kadar meyve verse, yani ihlâs ile ne kadar ibadet etse ve Allah (C.C.) yolunda ne kadar cihad etse, yine de yaptıklarını az görmeli ve böylece bir taraftan da daha önce elde ettiği meyveleri düşman ellerden muhafazaya çalışmalıdır.

İşte, gıybetin âmâl-ı sâlihayı yiyip bitirmesi hakikatına bu misâlin dürbünüyle bakılmalıdır.

Bizim meyvelerimizi koparan düşman el, sadece gıybet de değildir. İşlediğimiz her günahtan riyaya, hubb-u câha, gurura ve temellüke kadar her şey birer muzır hayvan olmakta ve elde ettiği meyveleri ya koparıp veya onları kurtlandırmak suretiyle bizi tedenniye sevk etmektedirler.

Bu hale göre işlediğimiz amellerin veya yaptığımız İslâmî, imanî hizmetlerin çokluğuna değil, onların ihlâsla muhafazasında muvaffak olup olmadığımıza nazar edeceğiz. Buna muvaffak olamayan kimsenin hali, hâlihazırda iflâs etmiş bulunan bir tüccarın haline benzer. O tüccarın geçmişteki servetiyle iftihar etmesi ne derece manasızsa; yaptığı amellerini ihlâssızlıkla elinden kaçıran bir kimsenin o eski amellerine güvenmesi ve onlarla iftihar duyması da o derece faydasız ve mânâsızdır.(M. Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları, Yeni Asya Yayınları, İst. 1976)

Not;3: Şeytanın amellerimiz hırsızlaması hakkında Hz. Mevlana'nın şu ibretamiz beyanlarını da nakletmeyi uygun gördüm(Salih Okur);

"Karga suratlı ve kara yüzlü olan şeytan, satranç oyununda gayet çevik ve kurnazdır. Sen onun oyununa yarı uyur gözle bakma."

"Bu dünya zindanında hakiki iman rızkı azdır. Olanların çoğu da şeytan köpeğinin saldırısından çarpıktır."

 "Namazdan, oruçtan ve yüzlerce tazarru ve duadan hâsıl olan zevk rızkını, şeytan mekr ve iğvasıyla götürür."

* Kâinata baktığımızda en büyükten en küçüğe kadar her şeyin intizamlı, ölçülü, planlı, programlanmış olduğunu görüyoruz ki işte buna kader diyoruz. 

*Her şey kader tarafından belli bir miktarla, programlanmış. Mesela Cenab-ı Hak bağla binlerce yumurta yumurtlamasına müsaade etmiş. Arslanlara da böyle müsaade etseydi-Allah muhafaza-bir senede ormanda başka hayvan kalmazdı. Bu sefer arslanlar açlıktan şehirlere iner, düzen hercümerc olurdu.

Not: Hazret-i Üstad, buna bir yerde şöyle değiniyor; "Bu hadsiz mevcudatta olan tahavvülât ve vâridat ve masarıf; herbir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir bir tek zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa balıklardan bir balık bin yumurtacık ile ve nebatattan haşhaş gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile ve sel gibi akan unsurların, inkılabların hücumuyla şiddetle müvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahud maksadsız serseri tesadüf ve mizansız kör kuvvete ve şuursuz zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve müvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki; bir senede, belki bir günde herc ü merc olurdu. (Asa-yı Musa (s: 177)

*Çimentoyu bir kalıba döküyoruz, maddi bir şekil ortaya çıkıyor. Bir de manevi kalıplar var. Kalemimizdeki mürekkebi kâğıda yansıtıyoruz, manalı bir cümle yazıyoruz. Peki, bunun kalıbı ne? Onun kalıbı zihnimizdeki manevi takdirimiz. Biz "şunu yazayım" diye takdir ettik ve o yazı vücuda çıktı. Bu kâinatta vücuda gelen mahlûkatta da vücuda gelmelerinden önce manevi bir kalıp var ki, o da Allah'ın takdiridir, çekirdek ve tohumlarda programlanmış.

*Bir ağacın geçireceği hayati merhaleler çekirdeğinde yazılı. Buna "Kitab-ı mübin" deniliyor. Ama mesela bir piknik grubunun çıkaracağı ateş sonucu o ağacın yarısının yanacağı o çekirdekte yazılı değil. Ama onun da yazılı olan bir kader defteri var ki, ona "İmam-ı Mübin" deniliyor.

Not: Alaaddin Bey, Risale-i Nur'dan Kelimeler-Cümleler adlı eserinde bu meseleye şöyle değiniyor; "İşte insanın, hem bedeni hem de ruhu en güzel ve en hikmetli bir şekilde tanzim edilmiş. Buna "bedihi kader" deniliyor. Aynı şekilde, insanın bir ömür boyu başından geçen hadiseler de nizamlı ve intizamlı. Buna da "manevi kader" denilmekte. Bedihi kader, manevi kaderden haber veriyor. Her ikisinin de her şeyi güzel. Elbette ki, cüz'i iradeyle işlenen günahlar, isyanlar hariç."(Alaaddin Başar, Risale-i Nur'dan Kelimeler-Cümleler, Cilt.1, s. 352, Zafer Yayınları, İst. 2007)

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-200

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-200

Ders: 3. Söz İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Allah ya..Allah’tan gelen şey nasıl olur,

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-199

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-199

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre’nin Hatimesi İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *Üstad, İslam âl

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-198

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-198

Ders: Asa-yı Musa(s. 106) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah Edilen Kısım: Sonra o mütefekkir

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-197

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-197

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre risalesi, s. 69 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım:

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-196

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-196

Ders: 11. Söz İzah: Prof. Dr. Şener Dilek *Sanattaki letafeti, ilimdeki derinliği, tezyinattak

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-195

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-195

Ders: Hutbe-i Şamiye(s. 19) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “İstikbal yaln

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-194

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-194

Ders: 33. Söz, 23. Pencere İzah: Prof. Dr. Şener Dilek Not: Bu ders, İstanbul Yüzevler’de,

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-193

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-193

Ders: 14. Lem’a, İkinci Makam İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *“Kâinat sîmasında, arz

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-192

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-192

Ders: 17. Lem’a, 13. Nota İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Cenab-ı Hak bizi kul olarak yar

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-191

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-191

Ders: Şualar(13. Şua,) s: 307 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “Bugün, bü

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-190

RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-190

Ders: 14. Lem'anın Ä°kinci Makamı Ä°zah: Prof. Dr. Alaaddin BaÅŸar *“Besmelenin rahmet noktasÄ

Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et!

Hicr, 99

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."

Taberânî.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI