Cevaplar.Org

MALIN BEREKETİDİR ZEKÂT

Zekâtın kelime anlamı, “artma, çoğalma, arıtma ve berekettir.”(1) “Doğru söylemek ve sözünü tutmak” anlamına gelen “Sıdk” kökünden alınan ve Kur’an ve Sünnette zekât anlamına da kullanılmış olan “Sadaka” kelimesi, daha sonraki devirlerde gönüllü mali ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır.(2) Fıkıh terminolojisinde ise zekât, Allah’ın belirli yerlerde sarf edilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin, mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder.


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-07-15 07:33:43

Zekâtın kelime anlamı, "artma, çoğalma, arıtma ve berekettir."(1) "Doğru söylemek ve sözünü tutmak" anlamına gelen "Sıdk" kökünden alınan ve Kur'an ve Sünnette zekât anlamına da kullanılmış olan "Sadaka" kelimesi, daha sonraki devirlerde gönüllü mali ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır.(2) Fıkıh terminolojisinde ise zekât, Allah'ın belirli yerlerde sarf edilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin, mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder.

Kuşkusuz bir toplumda "zengin" olarak bilinen varlıklı insanların bulunması doğal olduğu gibi, bir türlü ihtiyaçlarını gideremeyen yoksul insanların bulunması da doğaldır. Doğal olmayan şey ise, bu iki grubun birbirilerinin haklarını gözetmemesi ve bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. O halde zengin ve yoksul arasındaki farkın uçuruma dönüşmemesi için tedbir alınmalıdır. Başka bir deyimle, zengini daha zengin ve fakiri daha fakir hale getirmemek ve gerçekleşmesi muhtemel duygusal gerginlikleri ortadan kaldırmak için ciddi önlemler alınmalıdır.

Kur'an-ı Kerim, sınıflar arasındaki gerilimin potansiyel varlığına işaret ederek bunun engellemesi için ilk etapta yollar göstermiş, daha sonra Medine döneminde zekâtı farz kılarak bu huzursuzluğu kökten çözmeyi amaçlamıştır. Ez-Zariyat Suresinde cennet ehli olan muttakiler tanıtılırken, onların dünyada güzel işler yapan kimseler olduklarından söz ettikten sonra: (وفي اموالهم حق للسائل والمحروم) "…ve mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır"(3) buyrulmaktadır. Aynı anlamda olmak üzere Kur'an'da birçok ayet vardır. Bu teşhisin gerek Mekkî gerek Medenî surelerde yer alması, problemin sadece İslam toplumu için değil, bütün toplumlar için geçerli olduğunu gösterir. Bu gerçekleri göz önünde bulunduran Bediüzzaman zekâtın iki açıdan iktisadî hayata katkı sağladığını ifade eder:

 

a)Zekâtın bir Yardım Vasıtası Olması Açısından:  Kur'an-ı Kerim'de zekât kelimesi terimsel anlamda otuz ayette kullanılmıştır. Bunların yirmi yedisinde ise zekât namazla birlikte zikredilmiştir. Hz. Peygamberin (s.a.v) sünnetinde de zekât çoğunlukla namazla birlikte zikredilmiştir. Bu husus, namazla zekât arasındaki kuvvetli bağlılığa, kişinin Müslümanlığının ancak bu iki görevi yapmakla olgunluk derecesine ulaşacağına bir delildir. Namaz bedeni, zekât ise mali bir ibadettir. Ancak bu iki ibadet türüne hâkim olan bir ruh, Allah'a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak şerefine erişebilir.

Bediüzzaman zekâtın ilahi malî bir ibadet olduğunu, aynı zamanda ibadet duygusuyla yerine getirilmesi gereken sosyal bir yardım müessesesi olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, biri bedenî, diğeri malî olan namaz ve zekât arasında çok ciddi bir münasebet bulunmaktadır. Nitekim (الذين يؤمنون بالغيب ويقيمون الصلوة وممارزقناهم ينفقون) "O hidayete erenler ki, idraki aşan hakikatlere bütünüyle iman ederler, namazı istikamet üzere kılarla ve kendilerine sürekli lütfettiğimiz şeylerden ihtiyaç sahiplerine harcarlar"(4) ayetini tefsir ederken namaz ve zekâtın birbirileriyle olan sıkı irtibatını şöyle ifade eder:

"(ومما رزقناهم ينفقون ) kısmının (ويقيمون الصلوة) ile nazmını icap ettiren münasebet ise; namaz (عماد الدين) yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslam'ın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlahi iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır."(5) Bediüzzaman'a göre bir malî ibadet olan zekât bütün muavenet ve yardım nevilerini içine almaktadır. Özetle şöyle der:

"Sahih olarak Resul-i Ekrem'den (s.a.v) (الزكوة قنطرة الاسلام) "Zekât İslam'ın köprüsüdür"(6) hadis-i şerifi rivayet edilmiştir. Yani, Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü vasıtasıyla olur. Zira İslam'da yardım vasıtası zekâttır. Başka bir deyimle, İnsanların sosyal hayatında intizam ve asayişi temin eden köprü, zekâttır.

Diğer taraftan, insanlık âleminin sosyal bünyesindeki hayatın temeli yine yardımlardır. Keza, gelişmeye engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı ve ilacı yine yardımlardır."

Ancak yardımların "zekât" adı altında verilmemesi halinde meydana gelebilecek olumsuzluklara da işaret eden Bediüzzaman şunları kaydeder:

"Ey ehl-i kerem ve vicdan! Ve ey ehl-i sahavet ve ihsan! İhsanlar zekât namına olmazsa, üç zararı var. Bazen da faydasız gider. Çünkü Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun, biçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenâb-ı Hakkın malını ibâdına vermek için bir tevziat memuru olduğun hâlde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun. Eğer zekât namına versen, Cenâb-ı Hak namına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur. Evet, zekât kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlâsı, hem makbul bir duayı kazanmak nerede? "(7)

b)Sınıflar Arasındaki Husumeti Yok Etmesi Açısından: Bediüzzaman, servetin belirli ellerde birikmesinin ve zengin ile fakir arasındaki sermaye dağılımında oluşan aşırı farklılığın insanlığın huzurunu ortadan kaldırdığını dile getirerek özetle şöyle der: "Bugünkü zalim Batı uygarlığının, israfçılık, su-i istimal ve zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri ihtiyaç haline getirmek suretiyle insanlığı haram yemeye ve zulüm işlemeye, çaresiz işçileri ve halk tabakalarını zengin tabakaya karşı düşmanca tavırlar sergilemeye sevk etmiştir. Batı uygarlığı, fakirlerin zenginlere karşı saygılı olmalarını ve zenginlerin de fakirlere karşı şefkatli olmalarını temin eden Kur'an'ın zekât emrini ve faiz yasağını kabul etmediği için burjuvaları zulme ve fakirleri isyan etmeye mecbur etmiş, insanlığın istirahatını alt üst etmiştir."(8)

Görüldüğü gibi Bediüzzaman, zekâtı önemli bir yardım müessesesi olarak kabul etmekte, yardımın daha etkili olabilmesi için zekâtın kurumsallaştırması ve rast gele dağıtılmaması gerektiğine inanmaktadır. Zekâtın fakir tabakalarla zengin tabakaları birbirine kavuşturan bir köprü vazifesini gördüğünü ve Müslüman'ın bu köprü vasıtasıyla yardımlarını Müslüman kardeşine ulaştırdığını dile getirmektedir. Ona göre zekât köprüsü, yardımlaşma yolu, sosyal hayattaki nizam ve intizamın siratü'l-Müstakimi, insanlar arasındaki hayatın akışına bir rabıta ve insanlığın gelişmelerindeki zehirlerin bir ilacı hükmündedir."(9) 

Ancak Kur'an-ı Kerim, toplumdaki ekonomik dengesizliğin yol açabileceği muhtemel olumsuz sonuçların azaltılabilmesi için zekâtı önemli bir araç olarak sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediyor. Ayetlerden anlaşıldığına göre, zengin adam malını verirken, gönülsüz davranmayacak ve başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken ezilmeyecek, mahcubiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü biri borcunu ödüyor, diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. Dolayısıyla başa kakma veya mahcubiyet için bir neden kalmıyor. Kur'an'ın bu düzenlemesi bir bakıma toplumsal gerilim sigortası görevini de görüyor.

Bediüzzaman'a göre Kur'an'ın, (يزكون ) veya (يتصدقون ) ya da (ويؤتون الزكوة) gibi kısa ifadeleri terk edip onların yerine (ومما رزقناهم ينفقون) gibi uzun sayılan bir ifadeyi tercih etmesinin sebebi, zekat ya da sadaka vermek mecburiyetinde olan bir Müslüman'ın bu görevini yerine getirirken, bazı şartlara riayet etmesi gerektiğini insanlığa ders vermek içindir. Bu şartları şu şekilde sıralamaktadır:

1-Yapılan yardımlar zekât veya sadaka namına yapılmalıdır.

2-Yardım edilen kişi, minnet altında bırakılmamalıdır.

3-Yardım Allah namına verilmeli, başka herhangi bir niyet karışmamalıdır.

4-Yardımı muhtaç olana vermeye dikkat etmelidir.

5-Zekât ve sadaka gibi yardımlarda israf edilmemelidir.

6-Yardımı, başkasından alıp bir başkasına vermek değil, bizzat şahsi malından vermek gerekir.

7-Fakirleşmek korkusuyla yardım terk edilmemelidir.

8-Yardım sadece mal ve paradan olmayıp ilim, fikir, kuvvet ve çalışma gibi şeylerle de muhtaç olanlara yardım yapılabilir.

9-Yardım alan kimse, bu yardımı sefahatte sarf etmemeli, zaruri ihtiyaçlarına sarf etmelidir.(10)

 Bediüzzaman zekâtın, derd-i maişet belasına şifa verici bir ilaç olduğunu şu şekilde dile getirir: "Acaba hakikat-i İslâmiyenin binler mesailinden yalnız zekât meselesi düstur-u medeniyet ve muavenet olursa, bu belâya ve yılanın yuvası olan maişetteki müthiş müsavatsızlığa deva-i şafi olmayacak mıdır? Evet, en mükemmel ve bozulmaz bir deva olacaktır."

Dipnotlar

1-Lisanü'l-Arab, زكا maddesi.

2-İlmihal, TDV Yayınları, I, 423, Ankara, 2005.

3-Ez-Zariyat, 51/19.

4-Bakara, 2/3.

5-İşaratü'l-'İcaz, s. 47.

6-Et-Teğrib ve't-Terhib, I, 517.

7-Mektubat (22.Mek.), s. 265.

8-Emirdağ Lahikası, s. 334.

9-İşaratü'l-İ'caz, s. 49.

10-İşaratü'l-'İcaz, s. 47.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

Sizden biriniz, kendisi için sevdiği şeyi (mü'min) kardeşi için de sevinceye kadar kamil mümin olmaz.

250 Hadis, s.148

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI