Cevaplar.Org

ÖLÜM ASLINDA NE DEMEKTİR?

Mutlaka bir cenazeye gitmişsinizdir. O cenazede bir tabut ve tabutun üstünde bir yeşil örtü görmüşsünüzdür. O yeşil örtünün üzerinde sırma ile yazılı bir ayet vardır. O ayet şöyledir: “Küllu Nefsin Zaiketu’l-Mevt” yani “Her nefis ölümü tadacaktır”. Buradaki inceliğe dikkat edelim.


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-07-08 09:03:47

Hak olan din ve batıl olan dinler vardır. Tıpkı insanlar gibi. Tarihin her döneminde gerçek insanlar ve sahte insanlar olmuştur. İşte Hak dinleri kendilerine benzeterek onları batıl hale getirenler de sahte insanlardır. Ama her dönemde bir tane Hak din olmuştur. Son peygamberle birlikte insanlığa sunulan en son ve en mükemmel din İslamiyettir. "Allah katında gerçek din İslam'dır."

İslamiyeti bize ulaştıran ve bize anlatan Hz. Peygamber (s.a.v)'dir. Biz onun ümmetiyiz. Ona tabi olmak ve onun bize getirdiği Kur'an'ı ve diğer buyrukları baş-göz üstüne kabul etmek mecburiyetindeyiz.

Biz insan olarak İslam dinini kabul edebilir veya etmeyebiliriz. Ama "Ben dini kabul ediyorum" dediğimiz zaman, Kur'an dâhil Hz. Peygamberin (s.a.v) getirdiği her şeyi kabul ediyorum, anlamına gelir.

 O zaman düşünce sisteminizi, Peygamberin (s.a.v) getirdiği kurallara uydurmak mecburiyetindesiniz. Eğer düşündüğünüz birtakım şeyler, Peygamberin getirdiklerine uymuyorsa, düşünmekte özgürsünüz ama Peygambere inandığınızı ve ona tabi olduğunuzu söylemeye hakkınız yoktur.

Mutlaka bir cenazeye gitmişsinizdir. O cenazede bir tabut ve tabutun üstünde bir yeşil örtü görmüşsünüzdür. O yeşil örtünün üzerinde sırma ile yazılı bir ayet vardır. O ayet şöyledir: "Küllu Nefsin Zaiketu'l-Mevt" yani "Her nefis ölümü tadacaktır". Buradaki inceliğe dikkat edelim.

Acaba Kuran neden "Küllu Nefsin Temut" "Her nefis ölecektir" demiyor da "Her nefis ölümü tadacaktır" diyor? Çünkü gerçekten insan ölmez, ölümü tadar. Nefsin evhamlarına bakılırsa ölüm insanı yok eden bir hadise olarak değerlendiriliyor. Çünkü ölüm yok edici, lezzetleri acılaştıran, insanı umutsuz ve emelsiz hale getiren, soğuk ve hoş olmayan bir olgudur. Her insan, dünyadaki hayatın sonu demek olan ölümün gerçek olduğunu biliyor. Fakat nefis ve şeytanın etkisinde kalan insanlar ölümün bir yokluk olduğu vehmine kapılıyorlar. Oysa ölüm insanı yok etmez. Kur'anın hükmüne göre ve Peygamberin (s.a.v) bildirdiğine göre insan ölümü tadar, zevk eder. Ölüm insan için yeni bir hayatın başlangıcıdır.

Peygamber (s.a.v) ölüm olayını şöyle anlatır: "Kişi ölümü tattığı anda ölmüş olduğunu fark etmez. Kişi kendi bedenini yıkayanı ve çevresindeki insanları görür, bilir, tanır. Kendisi tabutun içinde ve üstü örtülü olmasına rağmen kendi cenaze namazını kılanları görür, bilir ve tanır."

Ölümü tatma anındaki olayların bazı ana noktalarını vurgulamak için ölüm denen olayın ne olduğunu bir an için hatırlayalım. Biz henüz ölümü tatmamış insanlar olarak ölüm olayını gerçeğe en yakın biçimde şöyle anlatabiliriz:

Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var. Her şey normal giderken, yani siz koltuğunuzda oturup dostlarınızla sohbet ederken birdenbire bir şeyler oluyor ve siz elinizi kaldırmak istediğiniz halde kaldıramıyorsunuz. Bir şey söylemek istiyorsunuz; sesiniz çıkmıyor ve bir anda paniğe kapılıyorsunuz.

 "Aaa! Öldü!" diyorlar. Siz onların "öldü" deyişinden, felç geçirmediğinizi, aslında öldüğünüzü anlıyorsunuz. Dikkat edininiz! Aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duyularınız yerinde, dışarıda olup bitenleri görüyorsunuz. Fakat bedeniniz bir anda yığılıp kalmış ve hareketsiz kalmışsınız.

Biz buna kalp krizi diyelim. İşte o anda çevrenizdekiler bağırıp çağırmaya, haykırmaya başlıyor, ağlıyorlar, sızlıyorlar, her taraftan vaveylalar kopuyor. Siz: "Ölmedim, yaşıyorum!" demek istiyorsunuz, sesiniz çıkmıyor. Çünkü beyniniz durmuş, sinir sisteminiz felç olmuş, bedeninizin faaliyetleri sona ermiştir. Tabii ki, onların bu haykırışları, bağırışları sizi daha büyük bir sıkıntıya, azaba ve paniğe sevk ediyor.

Peygamberin(s.a.v) sözünü hatırlayalım; "Ölülerinizin yanında haykırarak bağırıp çağırmayın, onlara eziyet edersiniz" buyuruyor. Çünkü o zaten ölü değil! Yaşıyor! Yaşıyor, fakat beden durmuş, bitmiş. Bedenden dışarıyla iletişim sağlanamıyor.

Derken etraftakiler, ruhsuz kalmış olan cesedi koltuğun üstüne uzatıyorlar ve sizi yıkamaya başlıyorlar. Siz ne kadar çevrenizdekilerle iletişim kurmaya çalışırsanız çalışınız, "Ben yaşıyorum!" demeye gücünüz yetmiyor.

Ama sizi yıkayanları görüyorsunuz, biliyorsunuz, tanıyorsunuz. Tanıyorsunuz ama maddi dünyanızla bağınız tamamen kopmuş. Param diyorsunuz, işim diyorsunuz, koltuğum diyorsunuz, anam, eşim, çocuğum diyorsunuz, fakat hiç birinden cevap alamıyorsunuz. Bunların hiçbiri size ulaşamıyor, siz de onlara dokunamıyorsunuz.

Daha sonra sizi alıp beyaz bir kefene sarıyorlar, tahta bir sandığın

içine koyuyorlar, üstünüzü kapatıyorlar; ama ne kefen ne de tabut sizin etrafta olup bitenleri görmenize mani olmuyor. Dışarıda olanları hala seyrediyorsunuz. Gözleri yaşlı, hüzünlü insanlar… Cenaze merasiminde yorgun düşmüş yakın akrabalarınız ve dostlarınızın tümü, yaşlı gözlerle belki de bir an önce merasimin bitmesini bekliyorlar.

Sonra sizi götürüp bir musalla taşına koyuyorlar. Bu merasimin çok hüzünlü bir anıdır. Çünkü son durağa çok yaklaştınız. Çevrenizde ağlıyorlar, bağırıp çağırıyorlar. Gözü yaşlı karınız, kocanız, çocuğunuz, ananız, babanız, arkadaşlarınız, sevdikleriniz… Bütün bu gözü yaşlı yakınlarınız size karşı son görevlerini yerine getiriyorlar. Ve siz bütün bunları seyrediyorsunuz.

Sonra sizi alıp bir mezarın yanına götürüyorlar. Daha önce hazırlanmış ve ilk menziliniz olan bir kabir ağzını açmış sizi bekliyor. İşte o anda hayatınızın en büyük paniği başlıyor. Çünkü son durağa geldiniz.

Hz. Ömer(r.a) soruyor: " Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah; ben mezara konduğum zaman şu andaki aklım, idrakim, duygularım, şuurum, aynen muhafaza olacak mı?" Rasulüllah (s.a.v) cevap veriyor: "Evet, Ya Ömer! Aynen şu andaki aklın, idrakin, duygularınla var olacaksın" buyuruyor.

Sizi en çok sevenler elleriyle sizi alıp o mezarın içine koyuyorlar. Tahtalar veya beton taşlar üstünüze konuluyor, dışarıdaki insanlarla iletişiminiz tamamen kesildi. Ama hâlâ dışarıdaki sesleri duyuyor ve toprağın içinde canlı canlı hapis kaldığınızı hissediyorsunuz.

Nihayet son durağa gelmiş bulunuyorsunuz. Bağırmak, haykırmak istiyorsunuz; "Beni buraya bırakmayın! Beni buraya koymayın! Ben yaşıyorum! Canlıyım! Diriyim! Ben de sizin kadar şuurluyum!" diye bağırmak istiyorsunuz, ama nafile. İletişim kesildiği için sizi işiten yok. Derken sizi oraya bırakıyorlar, üstünüze toprağı kapatıyorlar; tüm ışıklar kayboluyor, kapkaranlık bir mezarın içinde tek başınıza kalıyorsunuz…

Peygamberimiz(s.a.s) şöyle buyuruyor: "Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir. Fakat ne yazık ki insan kulağı o haykırışı işitemez."

İşte o panik anında düşünüyorsunuz ki, dünyada iken hocaefendilerin söyledikleri doğruymuş. Ölüm hiçlik değil, yokluk değil, failsiz bir inidam değil, bir tebdili-i mekândır. Zindan-i dünyadan bostan-i cinana bir davettir. Hayat zahmetinden bir terhis teskeresidir. Demek ki, yok olmamışsınız; dünyadaki hayatınız sona ermiş, fakat sizin için yeni bir hayat başlıyor.

 Hocaların "Öbür hayat için kendinizi hazırlamazsanız pişman olursunuz! Kabirden sonraki hayat için çalışınız. Kabirdeki sorgu-sual meleklerinin sorularını cevaplandırmaya şimdiden alışmalısınız" şeklindeki ikazları hep size ulaşmıştı.

Artık mezardan geri dönüş yok. Dünya ve dünyevilerle alakalı her şey bitmiş, her şey son bulmuştur. Sizi mezara koyan yakınlarınız ve dostlarınız evlerine geri dönüyorlar. Onların giderken "Allah rahmet etsin, iyi bir insandı. Demek buraya kadarmış" şeklindeki sözleri ve ayak sesleri son kez kulaklarınızda çınlıyor.

Tam o sırada ilk menziliniz olan kabrinize iki misafiriniz iniyor. Yani iki melek size bazı sualler soruyorlar. Siz o panik halinizle ne derece cevap verebilirsiniz, bilinmez. Sorulan suallere kolayca cevap vermek veya apışıp kalmak kişinin imanı ile alakalı olan bir durumdur.

Daha önce dersini çalışan öğrenciler öğretmenin sorularına kolay cevap verdikleri gibi, imanı, peygamberi, kitabı, kıbleyi, namaz ve zekâtı bilenler sorulara kolaylıkla cevap verirler. Hayatında camiyi görmemiş olanlar "Kabe"nin ne olduğunu nereden bilecekler?

Sonra aradan zaman geçiyor, yılan ve çıyanlarla baş başa kalıyorsunuz. Fakat fiziksel bir azap size ulaşmıyor, Bu durum, tıpkı rüyada görülen kâbusa benzer. Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği zararı veya bir uçurumdan düşüşünüzü, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıktığını düşünün… Kabirde de fiziksel bir olay yok, ama dünyada iken gördüğünüz kâbuslara benzer.

Bir farkla ki, dünya hayatındaki rüyadan uyanmak kâbusun sonu oluyor. Fakat kabirde öyle bir kâbusun içine düşüyorsunuz ki, kâbustan uyanmak ve geri dönmek yok. İşte böylesine ilginç başlayan bir ölümden sonraki hayat, yani Berzah âlemi sizin için başlıyor.

Böylece siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tadış sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, "ölümü tatmak" demek, bedeninizi kumanda edemez hale gelmeniz demektir. Siz ölmüş olmakla bedeninizi kumanda edemez hale geliyorsunuz. İşte "ölümü tatmak" budur.

Ama Berzah âleminde sizin için yeni bir hayat başlıyor. Durumunuz tıpkı annesinin karnındaki hayatı sona erip dünyaya gelen bir çocuğun durumuna benziyor. O bebek de, hiçbir zaman ana karnındaki rahat yerini bırakıp dışarı çıkmak istemez. Onun için dışarı çıkış bir ölüm iken, gerçekte dar bir yerden geniş bir âleme çıkmaktır.

Size sorsam, "Bir aynaya baktığınız zaman ne görüyorsunuz?" desem, hemen şu cevabı verirsiniz. "Aynaya baktığım zaman kendimi görürüm." Kuşkusuz bu doğru bir cevap değildir. Çünkü aynada gördüğümüz şey ruhun binası olan bedeninizdir. Ruh âlem-i emirden gelen ve hariçte bir vücuda sahip olmayan bir varlıktır. Bizler karmaşık yapılı bir bedenden ibaret değiliz.

Evet, bedenimiz Ruh denen varlık için yaratıcı tarafından bina edilmiş bir saraydır. Gözlerimiz ruhun bu âlemi seyretmesi için açılmış iki penceredir. Ruh bu âlemi o pencerelerden seyrediyor. Yani asıl konuşan ve gören ruhtur. Ruh bedenden çıkınca kendisine mahsus bir örtüsüne bürünüp öyle uçmaya başlar.

Bizler belli bir süre için bu bedenle birlikte var olan, fakat bir süre sonra bu bedeni terk edip, bedensiz olarak yaşamaya devam edecek olan varlıklarız. Beden fanidir ve çürümeye mahkûmdur. Tıpkı efendisi tarafından terk edilen bina gibi, bir müddet sonra yıkılır. Fakat bütün ruhlar gibi bizim ruhumuz da bakidir.

İşte bu yüzden İslamiyet insanı beşikten mezara kadar takip ediyor. Şu anda her ne kadar bu madde dünyasında yer alıyorsak bile, belli bir süre sonra, bu madde dünyasıyla tüm ilişkimiz kesilecek, paramız, koltuğumuz, karımız, kocamız, çocuklarımız, anamız, babamız v.s tüm varlığımız geride kalacak, tek başımıza yepyeni bir hayata başlayacağız.

Eğer kabirden sonraki hayatın şartlarına göre kendimizi hazırlayamadıysak, hazırlama gereği duymadıysak, makam ve mevkiimiz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sıkıntıya, azaba düşeceğimiz muhakkaktır. Er veya geç denize düşecek olan insan yüzme öğrenmek mecburiyetindedir. Yüzmeyi öğrenmediyse, o denizin içinde boğulur. Boğulmamak için yüzme öğrenmekten başka çare yoktur.

Siz eğer, mutlaka gidilecek ilk menzil olan kabir ve kabirden sonraki âlem için bir hazırlık yapmadıysanız, ne olursanız olunuz o âlemin batağında işkence göreceksiniz. O halde kabrini cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirmek isteyenler namaza, oruca, zekâta, helal ve harama dikkat etmek mecburiyetindedirler.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

O gün ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah'a selim bir kalb ile gelenler (fayda görürler.)

Şuara, 88-89

GÜNÜN HADİSİ

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

Sahih-i Buhari, KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI