Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-67

Ders: Münazarat(s: 66) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Not: İzah edilen kısım, Üstada 1911’de sorulan “Âlem-i İslâm ulemasının ortalarındaki müthiş ihtilafata ne dersin? Re'yin nedir?” sorusunun cevabıdır


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2015-04-29 12:26:24

Ders: Münazarat(s: 66)

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Not: İzah edilen kısım, Üstada 1911'de sorulan "Âlem-i İslâm ulemasının ortalarındaki müthiş ihtilafata ne dersin? Re'yin nedir?" sorusunun cevabıdır. Sohbet 25.06.1994 senesinde yapılmış. (Salih Okur)

*Hakikaten bu ders çok mühim, çokça okumamız gereken bir ders.

*Televizyon kanallarında tartışmalara çıkan bazı ilahiyatçılar şunu hep unutturuyorlar-Üstad buna çok dikkat çekiyor-İslamiyet'e, İslam hukukuna dair hükümler yüzde doksan itibarıyla elmas sütun hükmündedirler. Yani bu hususlarda dört mezhebin ihtilafı yoktur. Mesela bu mezheplerin tamamı namazın farz olduğunda, orucun farz olduğunda, zinanın haram olduğunda, içkinin haram olduğunda veya bir kişinin dört kadınla evlenmesinin zaruri olmadığında, müttefekun aleyhtirler.

Geriye kalan yüzde yirmi hükümlerde ise-Üstad bazı yerde yüzde 15 diyor, bazı yerde yüzde 10 diyor-içtihadi hükümler. Yani açıkça şer'i hükümlerde bulunmayan ama genel kaidesi bulunan, İslam âlimleri tarafından içtihatlarla ortaya konulan meseleler.

Şimdi o meseleleri ele alıp, sanki İslamiyet'te her şey böyle ihtilaflıymış gibi, yani İslamiyet'te kesin hiçbir hüküm yokmuş gibi-hâşâ- bir fikir güdüyorlar, herkesin kafasını karıştırıyorlar.

*Bir misali iyi öğrenmek birkaç misali yarım öğrenmekten daha iyidir. İlimde bu daima bir kaidedir. Bir meselede 10 kaideyi yarım yamalak ezberleyeceğinize, bir misali iyi ezberleyin, daha iyidir.

*Demin bahsettiğimiz meseleyle alakalı İbn-i Abidin'den bir misal verelim. Ayakların ya yıkanacağında veya mesh edileceğinde mezhepler ittifak etmiş. Mesh'in nasıl olacağında hepsi ittifak etmiş. Ayağa kiri geçirmeyecek, yürüdüğün zaman bozulup ayağının içene toz geçmeyeceği, ayağını temiz tutacak bir şey olsun. "Efendim, çok sağlam, son derece kaliteli bir kumaştan çorap da olsa olur mu?" Âlimler "olur" demiş. Ama sen tutup bu ayağımıza giydiğimizi çorapla mesh olur dersen, bu, işi sulandırmak olur.

Geçenlerde mesele bir işadamıyla beraberdik. Ayağı hasta. Cenab-ı Hak ayaklarından kıkırdakları almış. Kıkırdak olmayınca zafiyet oluyor. Doktor ona öyle bir çorap vermiş ki.."Hocam bununla mesh olunca caiz mi?" dedi. "Ne demek yav, caiz tabii.. Bu çorap on tane mest'e bedel" dedim.

Yani bir âlime böyle zayıf bir çorap götürülmüş o da "bu çorapla mesh olmaz" demiş, diğerine de kuvvetli kumaştan bir çorap götürülmüş, o da "bu caizdir" demiş, bunlar hep teferruata ait meseleler.

İbn-i Abidin'de çorap üzere meshe dair belki on tane görüş var. Yani bu zenginliktir, hepsinin de dayandığı bir hakikat var. Ama sen bunlar içinden keyfine göre alırsan, dünyevi işine yarayanı alırsan, hata etmiş olursun.

* "Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve bir encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum." (Münazarat s: 79 ) Çok güzel bir benzetme..Maalesef halen öyle.. Ve böyle bir meclisten ittifakla karar çıkması çok zor. Hâlbuki Üstad bir eserinde âlem-i İslam'ın her tarafından liyakatli âlimler getirilse ve onlarla oluşturulacak şura'nın kararları bağlayıcı olsa diyor.

Not: Ahmed Hocamız, Üstadın sözünü mealen veriyor. Üstad bu fikrini uzunca "Sünuhat " adlı eserinde dile getiriyor ve bir yerde şöyle diyor; "Binaenaleyh mühim bir maksad için tesis edilen Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyeyi, şimdiki âdi bir komisyon derecesinden çıkarıp, Meşihat'taki devairin rüesasıyla beraber şûranın aza-yı tabiiyesi addetmek ve haricdeki âlem-i İslâmdan, şimdilik onbeş-yirmi kadar, İslâmın dinen, ahlâken itimadını kazanmış müntehab ülemasını celbeylemek, bu mes'ele-i uzmanın esasını teşkil eder.(Sünuhat-Tuluat-İşarat s: 41)

 Üstad o zamanlar sadrazamın diğer nazırlarla müşavere etmesi gibi şeyhül İslâm'ın da tek başına hareket et­mek yerine bir meşveret hey'eti kurması gerektiğini savunur ve bu hususu şöyle dile getirir: "Bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâm'a karşı vazife-i diniyesini hakkıyla îfa edebilsin." diyor.(Sünuhat)

Not: 2: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi de "İçtihat Nedir" adlı eserinde böyle bir ilmi şuranın kurulması üzerinde ısrarla duruyor ve şöyle diyor; "Elhasıl, Müslümanların her türlü fıkhi meselelerini halletmek üzere hakiki âlim ve ciddi mütefekkirlerden, faziletli mütefenninlerden meydana gelecek bir ilmi heyetin teşekkülü zaruridir. Tâ ki bu milletin dünyevi ve uhrevi saadetini temin edebilsinler. Şayet böyle bir hey'et teşekkül etmezse üç-beş kitap okuyan yarım mollalar ve sahte müçtehitler ortaya çıkacak, allame-i zaman kesilerek cahilane bir taassup ile hem kendilerini, hem de milleti dalalete götüreceklerdir.

Ümidvarız. Asırlardan beri devam eden şu cehalet karanlığı muhakkak zail olup, yerini İslâmiyet güneşine terk edecektir. Biz buna bütün samimi­yetimizle inanmaktayız. Eminiz ki Hazret-i Allah pür himmet ve âli cenap âlimlerin meşvereti sayesinde bu necip Müslüman milletini cehalet ve sefahatin pençesinden kurtarıp maddî-manevî tekâmüle sevk edecektir. İşte o zaman nur-u iman, feyz-i Kur'an, bütün İslâm âlemini, belki de topyekûn insanlığı tenvir edecektir.

Temenni ederiz ki Hazret-i Allah, bu şûra sayesinde Müslümanlardan şu gaflet ve dalaleti izale eder. Bu millet-i İslâmiyeyi maddî ve manevî saa­dete kavuşturur. O zaman zulümat nura, cehalet irfana, iman küfre galebe ederek, "Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır" (Saf Suresi: 61) ayetinin sırrı böylece zahir olur. İnsaniyet yaradılışın hikmetini idrak etmekle gaye-i ke­male yükselmiş olur.(Mehmed Kırkıncı, İçtihat Nedir, EKEV Yayınları, Erzurum, 2000)

* "Şu an liyakatli âlimler davet ediliyor mu?" Maalesef.. Ben Suudi Arabistan'ın tertip ettiği birkaç ilmi toplantıya katıldım. Mesela şöyle yapıyorlar; "Pakistan'da Vehhabiliğe yatkın, Suudi rejiminin şakşakçılığını yapan kim var? İlmi seviyesi mi? O çok önemli değil.. Yarım yamalak bir Arapça konuşuyorsa yeter. Çağırın beyler.."

Yine bir misal vereyim, Bir toplantı sonuçlarına baktım. İslam âlimleri fetva vermiş. Fetva Ulema-i İslam diyor.. Allah Allah baktım, 'Necmeddin Erbakan'.. "Yahu" dedim 'Necmeddin Bey ne zaman müftü oldu?" Baktım, 'Oğuzhan Asiltürk.' İşte şu andaki İslam âleminin verdiği fetvalar bu kadar basit..

Şimdi yanlış anlaşılmasın, onlara hakaret için bunları söylemiyorum. Yahu merhamet edin, şimdi Oğuzhan Asiltürk İslami ilimlerde bîbehre bir adam. Dindar olabilir, devlet başkanı da olabilir, bunlar ayrı şeyler. Bir Halil Gönenç Hoca yok mesela o heyette..

Bir de bunu dünya çapında neşretmişler. Halimize bakın yani. Ve oradaki âlimleri ikaz ettim. "Yahu merhamet edin, bunu bir gayr-i Müslim bilim adamı görse, yüzünüze tükürür" dedim. Üstadın yukarıdaki hükmü aynen devam ediyor.

* Re'y-i cumhurdan maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa istidadatın re'ylerine bırakılır. Tâ herbir istidad terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin.(Münazarat s:79 )

Bazı görüşler var ki sırf heva ve heves için verilmiş fetvalar, bunları atacağız.

Bazı görüşler var ki, bir hakikate dayanıyor, bir özü bulunuyor. Ama o an için amel edilmeye müsait değil. Belki onun zamanı gelebilir. Mesela, İmam Ebu Yusuf hazretleri demiş ki "bir kimse borç verdiği zaman, verdiği borcu altın ve gümüşe endeksleyerek versin. Ve talep edeceği zaman altın ve gümüşten değeri istesin. Çünkü değer düşerse, borç veren zarar eder."

Uzun yıllar İmam Azam'ın ve İmam Ebu Muhammed'in görüşü esas kabul edilmiş. "Ve aleyhi'l fetva"(fetva bunun üzerinedir) olmuş. Yani borçlu neyi verdiyse onu alır. Niye? Çünkü İmam-ı Azam zamanında paranın değeri değişmiyordu. Zaten Osmanlıya kadar para altın ve gümüştü. Enflasyon gibi bir dert yoktu. Onun için İmam-ı Azam ve İmam Muhammed'in fetvası esas alınmış. Cumhurun kavli o olmuş. Ama bugün o İmam Ebu Yusuf hazretlerinin kavlindeki hakikat ve mağz(öz) ortaya çıkıyor.

*"İstidadatın re'ylerine bırakılır. Tâ her bir istidad terbiyesine münasip gördüğünü intihab etsin.(Münazarat s: 79 ) Ne demek bu? Âlimin, devrinin, zamanının, aklının kabiliyet ve durumuna göredir. Mesela Mantık caiz mididir? Sorusu. Üstad bunu Kızıl İcaz'da çok güzel açıklıyor. İmam Gazali hazretleri "Mantık okumak vaciptir(farzdır manasına)" demiş. İmam Nevevi hazretleri "haramdır" demiş. Bir kısım âlimler "sünnettir" demişler. Bir kısmı "mekruhtur" demiş. Bir kısmı da mubah olduğunu söylemiş. Üstad "hepsi de haklıdır" diyor. Niye? Farzdır ama kimin için farzdır? Bir fıkıhçı için farzdır. Mantığı bilmeden Kitap ve Sünnetten nasıl hüküm çıkaracak? Usul-i istinbat için farzdır. Haramdır, ilmihal bilgisi bile doğru dürüst olmayan bir kimse için onunla meşgul olmaya gerek yoktur. Üstad orada kimin için mekruh, kimin için mübah olduğunu da açıklıyor.

* "Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır."(Münazarat s: 79 ) Bu iki nokta gerçekten, ezberlenmesi gerekecek kadar önemli..

* "Şu istidadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o istidad ile mahsus olduğu halde"(Münazarat s: 79 ) Yukarıdaki misallerini verdiğimiz İmam Ebu Yusuf'un içtihadı veya İmam Gazali'nin "Mantık okumak farzdır" hükmü gibi. Realitede Mantığın farz olması "Kitap ve Sünnetten hüküm çıkaracak fakihe" farz olması ile kayıtlayken yani mutlak değilken ve "o istidad ile mahsus" iken, o zayıf görüşün sahibi "ihmal edip mutlak bıraktı." Burada ihmalden kasıt "kayıtlamadı" manasınadır. Yoksa bizim anladığımız manada ihmal değil.

*Akgündüz Hoca, burada Üstadın Kızıl İcaz'daki izahının Arapçasını okuyup açıklıyor. Biz de kısaca o açıklamaları yazalım; Mantık ilmi ile meşgul olup olmama hususundaki ihtilaf üç kavil üzerinedir.

1-İbn-i Salâh(Büyük bir Şafii muhaddisi ve fakihi) ve İmam Nevevi "haramdır" demişler. Üstad aşağıda diyor ki; "eğer farz olan bir şeyin terkine sebep oluyorsa" Kayıt bu işte. Sen daha namaz nasıl kılınır onu öğrenmemişsin, mantıkla meşgul oluyorsun.

Veya Allah'a iman hususunda zayıf bir itikadın var, tutup felsefeyle meşgul oluyorsun. Nazım ağabey-Allah selamet versin, Darendeli Haşim kardeşe bir şey demişti. Haşim kardeş ona dedi ki; "Ağabey ben felsefe bölümünü kazandım. Okuyayım mı, ne diyorsun?" Nazım ağabey dedi ki; "Haşim kardeşim, eğer on sayfa Felsefe kitabından okuyunca, yirmi sayfa Risale-i Nur'dan okuyacaksan, git Felsefe bölümünü oku. Yoksa ben okumanı tavsiye etmem" dedi.(Burada bahsedilen Nazım ağabey, Gaziantepli Nazım Gökçek ağabey olup, 2005 senesinde irtihal etmiştir. Rahmetullahi aleyh. Salih Okur) 

Hakikaten felsefe bölümünü okuyanlara bakın, illa kafaları böyle dumanlıdır. Bunu samimi 0larak söylüyorum. Kendine göre böyle bir fikir satar. Allah'a iman mevzuu açılır, başını bilgiççe sallar "kanımca bu…" Senin kanın kurusun.. En azından âlimlere hürmetsizdir. Demek Nazım ağabey haklı orada, herkese tavsiye edilmez.

"Veya fasid bir şeye insanı götürdüğünden dolayı" Bakın İbn-i Salah ve İmam Nevevi'nin hükümleri kayıtlı. Şimdi, bu kayıtlı fetvayı alıp tamim edersen, hata edersin.

"Veya hak ve batılı karıştırdığından dolayı"

"Veya her şeyden kötüsünü seçip alan mizaçtaki insanlar için" Bazı adamlar vardır, Matematik kitaplarında ne kadar lüzumsuz şey varsa ona ezberler. Mübarek, sen ilmini öğren, gerisini bırak.

Ve illa kayıt koymadan, mutlak olarak "Mantık haramdır" demek soğuk bir taassup olur.

2-Bir grup da demiş ki "Mantık muhakkak okunması lazım." Niye "Vacipin mukaddimesinin de vacip olduğu için." Bu ilim bilinmeden ilimler bilinmez ki. Veya şerri terk etmenin metodu olabilir. Mantığı bilmeden mesela teselsül ve devrin iptalini bilemezsin. Bu kayıtlar konmadan mutlak olarak "herkese farzdır "dersen bu da ilim taassubu olur.

Ama meşhur olan görüş, yani cumhurun görüşü odur ki, "kabiliyeti sağlam olan adamlara bu ilmi öğrenmek caizdir."

Üstad burada şöyle diyor, "Mantık ilmi menduptur(tavsiye edilir) Niye? Diğer ilimleri tamamlıyor. Mantık ilmi mekruhtur, bazı kabiliyetlerin kafalarını karıştırabilir. Mantık ilmi mubahtır. Niye? Bir şeyi bilmek bilmemekten daha iyidir. Farz-ı kifayedir, bazı adamlara farz-ı kifayedir. Çünkü ilimlere hazırlayan budur. Kabiliyeti uygun olmayanlara da haramdır. Üstad bunu çok güzel bir şekilde bağlıyor ve diyor ki; "İşte kayıtlı konuşmak varken mutlak olarak konuşmanın, hususi olarak belirtmek gerekirken umumileştirmenin zararı. İşte bundan dolayı birbirine kardeş olan içtihadlar birbirine düşman kesiliyorlar."

Not: Hindli merhum allame Mevlana Şibli Numani, "El Gazzali" adlı dev eserinde İmam Gazali hazretlerinin bu konu hakkında görüşleri için şöyle yazmaktadır; "Mustasfâ adlı kitabının girişinde "Mantık meseleleri bütün ilmi konular için lüzumludur" diye yazmış, "mantık meselelerine vakıf olmayanlar, onu bilmeyenler, diğer bütün bilgilerinden hiçbir faydalı netice elde edemezler" demiştir.

Bu söze ilk defa İbn-i Salah ve diğer hadis âlimleri son derece sert ve çok şiddetli muhalefet göstermişlerdir. Ama Gazali'nin doğru sözleri ve isabetli görüşleri tesirsiz kalamazdı. Kısa zaman içerisinde bütün mantık deyimleri umumi olarak kullanılmaya ve yaygın bir hal almaya başladı."

Merhum Şibli eserinin bir başka yerinde, İmam Gazali'yi bu yönde eleştiren âlimler hakkında da şöyle yazmaktadır; "Muhaddis İbn-i Salah, Kadı İyad, Mâziri, İbn-i Cevzi şüphesiz çok büyük âlimler ve üstün rütbede kişilerdir. Ama Mantık ve Felsefe bilmediklerinden ne kadar hataya düştüler ve yanlış fikirler beyan edip, Gazali hakkında ne kadar yersiz isnatlarda bulundular."(bkz. Şibli Numani El Gazzali, terc: Yusuf Karaca, Kayıhan Yayınları, İst. 2012) 

Not: 2; Mesele buraya gelmişken, İmam Gazali hazretlerinin İlm-i Kelam hakkındaki değerlendirmelerini de yazmak istedim. (Bu konuda Üstad Bediüzzaman'ın Mektubat'ında, 26. Mektup, 4. Mebhas, 2. Mesele'deki izahları da beraber okunsa çok hoş olur kanaatindeyim(Salih Okur). Şöyle diyor Gazali hazretleri;

"İlm-i Kelâm, belirli bir zaman diliminin ihtiyacı olan şeydir. Bu bir ilaç, bir deva, bir şifâdır ki, sağlam, sıhhatli bir insanın, ruhî düzeni yerinde olan kimsenin ona ihtiyacı yoktur. Hiçbir insanın ihtiyaç duymamazlık yapamayacağı sağlam gıda durumunda olan şey sadece Kur'an-ı Kerim'in anlatış tarzı ve isbatlama metodudur. Bundan da herkes kendi nasibini almakta, seviyesine göre onu anlayıp faydalanmaktadır. Hiçbir kimse bundan mahrum kalmamaktadır."

Son eseri olan Îlcâmü'l-Avâm an Îlmi'l-Kelâm adlı kitabında şöyle yazıyor:

"Kur'an-ı Kerim'in delilleri, isbatlama tarzı insanların (hayatlarını devam ettirdikleri) gıda gibidir. Kelâmcıların isbatları, delilleri ise deva ve ilaca benzer ki, bazı kimseler bundan fayda görseler de çoğunluk insanlar bundan zarar görür. Hatta Kur'an-ı Kerim'in isbat tarzı ve ileri sürdüğü deliller su gibidir. Bu sudan, süt emen bebekle güçlü, yetişkin bir adam aynı şekilde eşit fayda sağlar. Bunun dışındaki (kelâm ilminin) delilleri yemek çeşitlerine, türlerine benzer ki, bazen ondan güçlü yetişkin insanlar fayda sağlar, bazen zarar görür. Bebeklere ise asla bir fayda sağlamaz."

*"Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden istidatlardaki heves ve heva ve mevrus âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. (Münazarat s: 80 )

Bugün ülkemizde yaşanan tam anlamıyla bu. Demek zayıf kalan görüşlerde bir hakikat ve öz var. Ama hangi şartlarda? Belli istidat ve kabiliyetlere mahsus olarak veya belli şartlarla kayıtlı. Eğer o hakikat ve öz o görüşü alan adamın heva ve hevesine galebe çalmazsa, yani onun içindeki hakikat ve öz için değil de o fetva heva ve hevesine uyduğu için tercih etmişse, o görüş bir hatar-ı azimden ibaret kalır. O zat için büyük bir tehlike olur. Heva ve hevesini o fıkıh kitabındaki görüşe aşılar. Kendi emrine musahhar eder. İşte şu noktada hüda(hidayet) hevaya tahavvül( değişmek) ve mezheb dahi mizacdan teşerrüb eder.(Münazarat s: 80 )

Üstad bir de bunu İçtihad risalesinde "arzilik" ve semavilik" diye izah ediyor. "Bugünkü içtihadlar arzidir" diyor. Ne demek arzi? Yani mesela "Şu dünyevi işimi dinin hangi hükmüne uydurabilirim?" Semavi ise; "Acaba benim şu işim Cenab-ı Hakkın marziyayatına uygun mudur değil midir? Bunu Kur'an ve hadiste nasıl tespit edebilirim?" şeklindedir.

Not: Muhterem Ebubekir Sifil hocamız da bir yazısında buna paralel olarak şöyle demektedir; "Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum Makâlât'ında, "Selef'in nasslardan anladığı neyse, anlaşılması gereken odur" der. İlahî dinlerin tahrif ediliş süreci, peygamber terk-i dünya ettikten sonra insanların zaman içinde dinî nasslara kendi anlayışlarını söyletmeleri şeklinde yaşanmıştır genellikle. Yaşadıkları çağın hâkim zihniyeti, dünya görüşü ve "moda" akım(lar)ı neyse, onu dine ve dinin nasslarına tasdik ettirme gayreti, "tahrif"in öbür adıdır." (Milli Gazete - 14 Şubat 2004)

Ebubekir Hoca başka bir yazısında da bu "arziliğe" şöyle parmak basmaktadır; "Değişim" temelli retoriği benimseyenler açıkça dile getirme dürüstlüğünü ve cesaretini gösteremeseler de, ülkemizde –ve genelde İslam dünyasında– görülen kitlesel değişim taleplerinin temelinde dinî, felsefî, ahlakî, yani "ciddi" bir kaygı ve çaba bulamazsınız. Bütün şamata konforu ve etiketi yükseltmek içindir; yani "ekonomi" için. Ha, bir de "adam yerine konma kaygısı" var ki, zilletin katmerlisi... (Milli Gazete - 11 Mart 2004)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Üstünlük ve şeref ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir.

Münâfikûn, 8

GÜNÜN HADİSİ

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI