Cevaplar.Org

NURSİ’DE DEVLET ALGISI

Geniş anlamda şeriat; genel olarak İslam’ı ifade eder ve genellikle de bu anlamda kullanılır. Dar anlamda ise Şer’i hukukun sosyal ve politik hayatta geçerli hukuk sistemi olarak tatbik edilmesi anlamını taşır. En dar anlamda ise sadece İslam ceza hukukunun tatbiki anlamına gelir. Burada ilk önce Bediüzzaman’ın Osmanlı otoriter (istibdat) rejimine karşı tutumunu ve daha sonra anayasal devlete geçişle ilgili yaklaşımını ve izleyen bahiste de Cumhuriyet sonrası dönemlerde otoriter, seküler ve tek parti rejimine karşı ve nihai olarak yine seküler çok partili demokratik devlete karşı tutumunu ve bu bağlamda onun şeriat mülahazasını inceleyeceğiz


Bünyamin Duran, (Prof. Dr.)

2015-03-22 03:45:04

Geniş anlamda şeriat; genel olarak İslam'ı ifade eder ve genellikle de bu anlamda kullanılır. Dar anlamda ise Şer'i hukukun sosyal ve politik hayatta geçerli hukuk sistemi olarak tatbik edilmesi anlamını taşır. En dar anlamda ise sadece İslam ceza hukukunun tatbiki anlamına gelir. Burada ilk önce Bediüzzaman'ın Osmanlı otoriter (istibdat) rejimine karşı tutumunu ve daha sonra anayasal devlete geçişle ilgili yaklaşımını ve izleyen bahiste de Cumhuriyet sonrası dönemlerde otoriter, seküler ve tek parti rejimine karşı ve nihai olarak yine seküler çok partili demokratik devlete karşı tutumunu ve bu bağlamda onun şeriat mülahazasını inceleyeceğiz.

Adalet-Güvenlik İlişkisi

Güvenlik riske girecekse asgari adaletle yetinilmelidir, düşüncesi Osmanlı ulemasının bağlı olduğu bir gelenektir. Bunun nedeni gayet açık ve nettir: Bizim medeniyetlerin kırılma noktalarında yurt tutmuş olmamız. Bu coğrafyada güvenliğin riske girmesiyle, din dâhil, insanların hayatlarının, toprak ve ülkesinin bir daha geri dönmeyecek şekilde elden çıkması mukadderdir. Dolayısıyla insanların can, mal ve din güvenliğinin sınır güvenliğiyle yakın bağlantısı vardır. Buna göre sınır güvenliği ve bunun gerekleri birincil öneme sahiptir. Her hangi bir ahlaki zafiyet, dini ihmal ya da takva ve adalet kaybından hareket ederek ulemanın ya da meşayihin güvenlikten sorumlu kadrolara saldırarak onların itibarını halkın gözünden düşürmeleri, bunun neticesinde kaos doğması ve iç huzursuzluğun baş göstermesi asla arzu edilmeyen bir durumdur. Bu nedenle ulema kürsülerde, meşayih tekkelerde çok özenli bir üslup kullanmalı, düzenin kaosa sürüklenmesine meydan vermemelidir. Bu geleneğe uygun olarak bu hususlara dikkat eden Bediüzzaman'ın da ayrıca adalet-i mahzayı vurguladığı görülür.

Bediüzzaman'ın Şeriat'tan Anladığı

Bu genel kaygının yanında Bediüzzaman rejim olayına çok geniş bir perspektiften bakar. Onun genel yaklaşımlarından anlaşılan Şeriat sadece hadlerin ikamesi ya da kişisel dindarlık değil bunlardan çok daha fazla bir şeydir. İnsan haysiyetinin en azami ölçüde güvence altına alınmasından bireylere en geniş hürriyetin sağlanmasına; ahlaklı bir toplum inşasına; birey ve toplumlararası saygı ve sevginin yaygınlaştırılmasından objektif araştırmalar için gerekli alt yapının hazırlanarak gerçeğin keşfedilmesi ve bu arada bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızlandırılması ve bu yolla İ'la-i Kelimetullahın sağlanması; en genel anlamda da adalete dayanan bir toplum kurulması. Bu arada seri hadlerin uygulanması her şey değil bu genel çerçeve içinde sadece bir araç mesabesindedir.

Bediüzzaman Realisttir

Bediüzzaman'ın başka bir yönü özellikle toplumsal ve politik konularda idealist değil, realist olmasıdır. Bir kere o kişisel yaşantısında azami takva ve fazilet peşinde iken toplumsal hayatta ancak asgari adalet ve faziletin olabileceği gerçekliği içerisindedir. Azami hayır ve adalet Hz. Hasan'la birlikte toplumsal ve politik hayatta bitmiş, toplumlar adalet-i izafiye ile yetinmek zorunda kalmışlardır. O tarihi şöyle yorumlar: İnsanlığın doğasında yırtıcılık ve otoriterlik vardır; peygamberler masum insanları zalimlerin baskısından kurtarmak için gönderilmişlerdir; Hz. Peygamberin gelişiyle de zalimlerin istibdadı önlenmiş, masumlar nefes almıştır. Ancak toplumsal seviye henüz yeterli düzeyde olmadığından müstebit ruh Yezit zamanında yeniden baş kaldırmış, buna karşı Hz. Hüseyin kılıncıyla karşı koymuştur, ancak kaybeden yeniden hürriyet tarafı olmuştur. Ve istibdat giderek yeniden toplumun ve fertlerin zerrelerine kadar sirayet etmiş, hayatı zehirlemeye başlamıştır. Bediüzzaman'a göre istibdat sadece yönetici elitle sınırlı kalmamış ilim sektörünü, tarikat sektörünü, hatta tüm toplumsal müesseseleri sarmıştır. İlim sektöründeki istibdat; sadece kişiler ya da belli zaman ve zemin için geçerli olabilecek içtihadların mutlak, tartışılamaz hakikatlermiş gibi algılanması şeklinde olmuştur. Böyle bir yaklaşım da İslam toplumlarında Mutezile, Mürcie, Cebriye gibi çok sayıda dalalet fırkalarının çıkmasına neden olmuştur. Oysa sadece hakikatin araştırılmasına yönelik bir ilim metodu benimsenmiş olsa, ilim sektöründe demokratik değerler hâkim kılınmış olsa idi bu dalalet fırkaları çıkmayacaktı; hatta yeni dönemde demokratik bilim yaklaşımıyla bunların Ehl-i Sünnet'in içinde yer almaları mümkündür.

Bediüzzaman'a göre anayasal meşru demokrasi ile başta tek kişi istibdadı olmak üzere, hükümetin istibdadı, âlimlerin, ağaların ve şeyhlerin istibdadı son bulacak demokratik ruh hayatın tüm alanlarına hâkim olacaktır.

Günahsız Hükümet Olamaz

Bediüzzaman hayatın gerçeklerinden kopmuş uçuk bir hocadan ziyade toplumsal zaruretlerin farkında olan realist bir âlimdir. Ona göre hayali rejim tahayyülleriyle vaktimizi geçiremeyiz; demokratik rejimin alternatifi otoriter rejimdir. Bugünkü şartlar altında üçüncü bir alternatif de yoktur. Demokrasinin ruhu İslam'dan olduğu halde doğal olarak zaman ve toplumsal gelişmelerden kaynaklanan İslam'a uymayan bazı yönleri olabilir; bu gayet normaldir. Fakat bu haliyle bile demokrasi istibdat rejiminden İslam'a on kat daha yakındır.

Bediüzzaman, demokratik bir rejimdeki hükümetlerin icraatları konusunda da idealist ve ütopist değildir, gerçekçidir. Her rejimde söz konusu olduğu gibi demokratik hükümetlerin de hataları ve günahları olabilecektir, hatasız ve günahsız bir fert bulunamadığı gibi hatasız bir hükümet şekli bulmak da hemen hemen imkânsızdır. Böyle bir beklenti içinde olan ve hükümetleri beğenmeyenlere Bediüzzaman anarşist nazarıyla bakar. Ona göre günahsız hükümet olsa olsa hayalde, yani Eflatun'un idealist cumhuriyetinde olabilir. Onun bu konudaki kriteri gayet objektiftir: Adalet-i ilahi. Nasıl hesap gününde Cenab-ı Hak insanların sevap ve günahını karşılaştırdıktan sonra Cennetlik ya da Cehennemlik olduğuna karar verecekse, biz de hükümetlerin olumlu ve olumsuz icraatlarını karşılaştırarak iyi ya da kötü olduğuna karar vermeliyiz.

Dini Nasları ve Geleneği Yorumlama Yöntemi

1- Ä°lcaat-i zaman

Bediüzzaman nasların yorumlanmasında çağın genel eğilimlerine önemli bir yer verir. Ona göre "zaman" önemli bir müfessirdir ve mutlak anlamlı nasları takyid edebilir. Hatta "zaman kaydını ortaya koyduktan sonra kimse itiraz edemez" diyerek bu konudaki esneklik alanını belirler. Asr-ı Saadette hayatın merkezinde din vardı ve her şey değerini dinden alırdı. Ancak zamanla dini değerlerin yerini ekonomik gelişme ve medeniyet aldı. Dolayısıyla şimdi toplumlararası ilişkiler din eksenli değil, ekonomi ve güvenlik eksenlidir. Dini nasların yorumlanmasında bu gelişmelerin dikkate alınması zorunludur.

2- Uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet esası

Bediüzzaman uluslararası ilişkilerde Hz. Ömer'in realist yöntemini izler ve mütekabiliyet esasını temel alır. Bu konuda hareket noktası Müslümanların uluslararası çıkarlarıdır. Osmanlı toplumundaki azınlıkların hukukunun güvence altına alınması ya da genişletilmesi tartışmasında o uluslarası mütekabiliyet ve genel olarak Müslümanların bundan kazancını dikkate alır. Osmanlı toplumunda yaşayan üç milyon civarındaki azınlığın zaten var olan hürriyetlerini yeniden veriyormuş havasına girmek ya da biraz daha genişletmekle dünyanın çeşitli toplumlarının baskısı altında yaşayan üç yüz milyon Müslüman'ın hukukunu güvence altına alınabileceği ve böyle bir uluslararası ilişkinin kazançlı bir ilişki olacağını zikreder.

3- Sivil toplum

Gerçekten sivil toplum konusundaki Bediüzzaman'ın yaklaşımı tek kelimeyle bir devrim niteliğindedir. Geleneksel din-devlet-hükümet-bürokrasi özdeşliği Nursi'de son bulmuş dini değerlerin korunması ve geliştirilmesi olgusunun devlet başkanına, bakanlara ve generallere ihale edilemeyecek önemde şeyler olduğu; bunların taşıyıcı kadrosunun bireylerin inanılmaz enerjileri olduğunu söylemiştir.

4- Hükümet ve bürokrasi toplumun hizmetkârıdır

Bediüzzaman yürütme ve yasama faaliyetlerinin çoğunu seküler bir faaliyet olarak görür. Ona göre hükümet etmek tamamen bir hizmetkârlık faaliyetidir. Vatandaş hizmet edilecek efendi, hükümet ve bürokrasi hizmetkârdır. Bir Ermeni nasıl vali olabilir? İtirazına karşı Bediüzzaman valiliğin bir ağalık-beylik müessesesi olmadığını, demokratik toplumda bir hizmetkârlık makamı olduğunu söyler. Aynı argümanı Yahudi ve Hıristiyanlar milletvekili oluyor ve yasama faaliyetlerine katılıyorlar, bu, bir İslam toplumunda nasıl olabilir? Sorusuna karşı Bediüzzaman yasama faaliyetlerinin çoğunun bir endüstri faaliyeti gibi olduğunu, en iyi makineyi yapanın en muteber kişi olduğunu zikrederek cevaplar.

5- Ekonomik ve teknolojik geliÅŸme

Bediüzzaman bu zamanda İ'la-i Kelimetullah'ın maddeten terakki ile olabileceğini söyleyerek çok hayati bir içtihat yapmıştır. Hatta ekonomik gelişmenin önemini eleyemeyen vaizlerin Müslümanları Orta çağ şartlarında yaşamaya mahkûm ettiklerini söyleyerek onlara sert bir şekilde hücum eder.

Ermenilerle ilişkileri de dini aidiyetten ziyade ekonomik ilişkiler ve çıkarlar açısından değerlendirir. Ona göre özellikle Doğu bölgelerindeki Müslümanlar beraber yaşadıkları ve komşuları olan Ermenilerle dost olmaya mecburdurlar. Çünkü Ermeniler Müslümanlarla komşudurlar, komşuluk dostluğun komşusudur. Ayrıca Ermeniler millet olarak uyanmış ve ekonomide, bilimde, politikada ve kültürde gelişmişlerdir. Sadece Osmanlı topraklarında yaşamamaktalar, dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki gelişme tohumlarını toplamışlar, onları getirip Osmanlı ülkesine dikeceklerdir. Henüz bilim ve teknolojide geri olan Müslüman ahaliyi ekonomik ve teknolojik gelişmeye mecbur edecekler ve ayrıca Müslümanlar arasında müspet milliyet duygusunun gelişmesini de sağlayacaklardır. Bu nedenlerle onlarla Müslümanlar ittifak etmek zorundadır. Bediüzzaman'a göre düşmanımız ve bizi mahveden şey, cehalet ağa, cehaletin oğlu zaruret efendi ve onun torunu husumet beydir.1

Dikkat edileceği gibi Bediüzzaman Ermenilerle ilişkileri sadece onların zimmîlik statüsü bağlamında değerlendirmez, ondan çok ötede başka bağlamları dikkate alarak değerlendirir.

6- Dostluğun kaynağı olumlu vasıflar

Bediüzzaman çok kültürlü ve çok dinli bir toplum modeli geliştirir. Her dinin kendini tek kurtarıcı din gördüğü, diğer dinleri sapık ya da inkârcı gördüğü gerçeğini Bediüzzaman nasıl çözer? İlk olarak Bediüzzaman üslup üzerinde durur. Hıristiyan ve Yahudilerle ilişkilerimizde onları incitecek kavramlardan kaçınmamız gerektiğini hatırlatır. Kamu alanındaki ilişki ve üslubumuzla ferdi ve itikadî alandaki üslubumuzun farklılaşması gerektiğini vurgular. Ehl-i Kitab'a neden kâfir demeyelim? Diyenlere karşı, kör bir insana "hey kör!" demediğimiz gibi diye cevap verir. Çünkü bu şekildeki bir hitapta bir eziyet ve bir aşağılama vardır. Oysa Hz. Peygamber "Kim bir zimmîye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur" diyerek onlara eziyeti yasaklamıştır. İkinci olarak, küfrün iki manası vardır, birincisi Allah'ı inkâr etme manasınadır. Bu anlamda bizim Ehl- Kitab'a kâfir dememiz doğru değildir ve onlara haksızlık yapmış oluruz. İkincisi Hz. Peygamber ve İslam'ı kabul etmeme anlamındadır; bu anlamda onlara kâfir deme hakkına sahibiz. Ancak örfen kâfirden Allah'ı inkâr manası anlaşıldığından bu şekilde hitapla onlara eziyet vermiş oluruz. Ayrıca itikad dairesiyle muamelat dairesini birbirine karıştırmamalıyız.2 Ancak burada ister istemez zihinlere bazı sorular üşüşmektedir: Müslüman Hıristiyan'la nasıl dost olabilir? Böyle bir dostluğu men eden ayet yok mudur? Bediüzzaman'ın yukarıdaki sözleriyle aşağıdaki ayeti nasıl uzlaştıracağız?

"Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." (5/51)

İlgili ayeti de Bediüzzaman çok-kültürlü ve çok-dinli toplumda "açık toplum" modeli çerçevesinde yorumlar.

1- İlgili ayet âm değil, mutlaktır, dolayısıyla takyid edilmesi mümkündür, zaman çok önemli bir müfessirdir, kaydını ortaya koyduğunda hiç kimse itiraz edemez.

2- Ayetin metni mütevatirdir; ama hangi manalara delalet edebileceği kesin olarak açık değildir, dolayısıyla tevil ve tefsire açıktır.

3- Ayetteki nehyin illeti Yahudiyyet ve Nasraniyyettir, yani insanların sırf Yahudi ya da Hıristiyan olduklarından dolayı dost edilmelerini yasaklamamaktadır.

4- İnsanlara olan sevgi zati değil, sıfatidir; yani sevginin ve dostluğun kaynağı insanlardaki bazı olumlu sıfatlar ve özelliklerdir; dürüstlük, iffet, temizlik, sadakat gibi. Nitekim başka bir ayet iffetli Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla Müslüman erkeklerin evlenebileceğini ifade ediyor. İffetli ve sadık bir Ehl-i Kitap eşi elbette eşini sevecektir.

5- Asr-ı Saadette din hayatın merkezindeydi, tüm aidiyetler, ilişkiler din eksenliydi. Tüm dostluk ve düşmanlık ilişkileri din tarafından belirleniyordu. Ancak zamanımızda dinin yerini ekonomi ve politika aldı, dostluk ve düşmanlıklar ekonomik refah ve politik güvenlik eksenli kuruluyor, dolayısıyla dostluklar ve düşmanlıklarda dini bir nitelik yoktur. 3

Görüleceği gibi Bediüzzaman ilgili ayetleri yaşadığı zamanın perspektifiyle değerlendirmektedir. Onun yaşadığı toplum ekseriyeti Müslüman olmakla birlikte içinde Ermeni, Rum, Yahudi ve benzeri gayr-i Müslimlerin de bolca yaşadığı bir çok kültürlü ve çok dinli bir toplumdur. Toplum fertleri evlenme dâhil her türlü ekonomik, politik ve sosyal ilişki içinde bulunmak zorundadırlar. Çünkü aynı devletin vatandaşıdırlar. Sosyal ve ekonomik ilişkileri belirleyen set genel olarak dinden ziyade kişilerin sahip bulunduğu ahlaki vasıflardır. Güvenilir bir gayr-i Müslimle bir Müslüman çok rahat ticari ortaklık kurabilmekte, servetini ona teslim edebilmektedir. Aynı şekilde bir Müslüman erkek iffetli bir Hıristiyan hanımla aile olabilmekte, onu yürekten severken ondan çocuk sahibi olabilmektedir. Komşular arasındaki ilişkiler de bir dini aidiyetten ziyade güven ve yardımlaşma ilkesine dayanmaktadır. Bediüzzaman'ın başka bir yerde ifade ettiği gibi toplum fertleri itikadi alanla muamelat alanını birbirine karıştırmamalıdır, itikadî alanı kendi kontekstinde değerlendirip, kamu alanında (muamele alanı) kişilerin ahlaki kalitelerini dikkate almalıdır. (Münazarat, s. 70–71)

7- Toplumsal zaruretler

Bediüzzaman dini nasları ve geleneği toplumsal zaruretler çerçevesinde yeniden yorumlar. Gayr-i Müslimlerin askere alınması ve ellerine silah verilmesi nasıl olabilir, diyenlere karşı ise Bediüzzaman şunları söyler: Askerlik bir kere kavga içindir. Dün siz (aşiret) o dehşetli ayı ile boğuşurken, kadınlar, çocuklar, çingeneler, köpekler size yardım ettiklerinde size ayıp mı oldu? İkinci olarak; Hz Peygamberin, Arap müşriklerinden muahid ve halifleri vardı, onlarla birlikte savaşa giderdi. Şimdi Osmanlı'nın askere aldığı kişiler Müşrik değil Ehl-i kitaptır, Ehl-i kitabın orduda toplu olmamaları şartıyla bulunmalarında bir mahsur yoktur. Üçüncü olarak; İslam devletlerinde (nadir de olsa) gayr-i Müslimler askere alınmıştır. Yeniçeri Ocağı buna şahittir. Dördüncüsü; nemlen ve serveten geri kalmamızın nedeni askerliğin sadece Müslümanlara mahsus olmasıydı. Çünkü kaç asır önce bile Müslümanların nüfusu kırk milyondan fazla idi. Gayr-i Müslimler ise ancak beş altı milyon civarındaydı. O zamanlarda servet ve ticaret Müslümanların elindeydi. Ama savaşlar nedeniyle biz hem nüfus olarak azaldık, hem de ekonomik olarak geriledik (yirmi milyona düştük) ve fakirleştik, onlar savaşlara katılmadığı için hem nüfusları arttı (on milyona çıktılar) hem de ekonomik olarak geliştiler. Buna delil istersen Van'a git ve bir Müslüman'ın kapısını ve bir de Ermeni'nin kapısını çal, Müslüman'ın evinde iki zayıf genç görürken Ermeni'nin evinde gürbüz on sağlam delikanlı göreceksin.4

Cumhuriyet Sonrası Dönem İman Kurtarma

Birinci Dünya Savaşı ve akabindeki gelişmeler Bediüzzaman'nın sosyo-politik modernleşme, rasyonelleşme ve demokratikleşme projelerini akim bırakacaktı. Cumhuriyetçi elitin yeni modernleşme projesi geniş ölçüde pozitivist, ulusçu, otoriter ve kökten devrimciydi. Daha önceki yönetimlere önerdiği projeleri yeni yönetimin kabul etmesi beklenemezdi. İlgili projelerin hayata geçirilmesi konusunda yeni bir mücadeleye girişmeye politik ortam hiç müsait değildi, çünkü otoriter bir rejim söz konusuydu. Böyle bir çabanın maliyeti çok yıkıcı olabilirdi. Müsait olsa bile yeni durumda eski projeler üzerinde ısrar etmenin bir anlamı kalmamıştı, çünkü o projelerin altyapısı tahrip olmuştu; artık ekonomik ve kültürel gelişme; politik hürriyet gibi projeleri taşıyacak beşeri sermaye yoktu. Bu gerçeklerden hareketle Bediüzzaman çok farklı bir strateji izlemeye yöneldi: İman kurtarma. Kendisinden izleyelim: "... Âlem-i insaniyette ve İslâmiyete üç muazzam mesele" vardır; bunlar: "İman, Şeriat ve Hayat"tır. Bunların içinden "... en muazzamı, iman'dır. Bediüzzaman sosyolojik olarak hiç de popüler olmayan 'iman' meselesini hayati önemde görüp faaliyetlerinin odağına onu yerleştirecek ve bundan sonraki hayatını o faaliyete adayacaktır. Peki, İslami politik rejim, yani Şeriat'la ilgili faaliyetler! Bu aşamada "...Bu hakaik-ı imaniyye ve Kuraniyye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tabi ve alet edilmemesi..'' gerekir. '...En kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için Risale-i Nur'un has ve sadık talebeleri" siyasetten nefretle kaçıyorlar."5 Doğal olarak buradaki "siyaset" Şer'i bir devlet kurmak üzere formel ya da enformel kamu alanlarında politik faaliyetlere katılmak olmalıdır. Ona göre;

Hakaik-i imaniye bu zamanda en birinci maksat olmalı ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmalıdır. Bediüzzaman'a göre böyle bir önceleme aklın, hikmetin ve ferasetin gereğidir: "... Ben tahmin ediyorum ki; eğer şeyh Abdülkadir-i Geylani (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbani (r.a,) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-ı imaniyyenin ve akaid-i İslâmiyyenin takviyesine sarf edeceklerdi."6

"... Evet, bu zaman; hem iman ve din için; hem hayat-ı içtimai ve Şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslâmiyye için gayet ehemmiyetli birer Müceddid ister." Bunların "en ehemmiyetlisi (ise) hakaik-ı imaniyyeyi muhafaza"dır. "Şeriat ve hayat-ı içtimaiyye ve siyasiyye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü ve dördüncü dairede kalır... Fakat efkâr-ı ammede hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hakimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiyye-i İslâmiyye ve siyaset-i diniyye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için o adese ile (ve) o nokta-i nazardan bakıyorlar..."7 "Hem bu üç vazife(nin) birden bir şahısta yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel (olarak)" fonksiyonunu yerine getirmesi sosyal kanunlara uygun değildir.8

Dipnotlar

1. Nursî, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neş., İst., 1993, s. 68

2. Age. s. 71–72

3. Age. s. 70-71

4. Age., s.75–76

5. Nursi, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş., İst., 1993, s. 108

6. Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya Neş.,İst., 1993, s. 27

7. Nursi, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş., İst., 1993, s. 145

8. Age. s. 145

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.

Bakara, 2/186

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."

Tirmizi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI