Cevaplar.Org

EHL-İ SÜNNET ULEMASINA GÖRE SAHABENİN MERTEBELERİ

Ehl-i Sünnet ve’l cemaat âlimleri Mekke’nin fethinden evvel infak eden sahabeyi üstün tutmuşlar, Rasûl-i Ekrem efendimiz ile beraber cihad edenleri de infak edenler üzerine üstün tutmuşlardır. Muhacirleri de ensar üzerine takdim etmişlerdir.


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2015-01-22 02:20:46

Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimleri Mekke'nin fethinden evvel infak eden sahabeyi üstün tutmuşlar, Rasûl-i Ekrem efendimiz ile beraber cihad edenleri de infak edenler üzerine üstün tutmuşlardır. Muhacirleri de ensar üzerine takdim etmişlerdir.

Öyle ki onlar Allah'ın ehl-i Bedir hakkında -öyle ki onlar 310 küsur sayıda oldukları halde- şöyle buyurduğuna da iman etmişlerdir: "Dilediğinizi yapın sizleri ben affettim".

Rasûl-i Ekrem efendimizin haber verdiği üzere, Rıdvan bey'atine katılanlardan herhangi birinin ateşe girmeyeceğine de âlimler inanmışlardır. Öyle ki Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Onların sayısı o sırada 1400'den fazla idi.

Yine Ehli-Sünnet ve'l cemaat âlimleri, Rasûl-i Ekrem efendimizin cennetle müjdelediği sahabe efendilerimiz hakkında da cennetlik olduklarına şahadet etmişlerdir. Örneğin cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere ashâbı gibi yahut Sabit bin Kays İbn-i Şemmas ve sahabeden diğerleri gibi.

 Müminlerin emiri Ali b. Ebi Talip ve diğerlerinden tevatüren nakledilen şu sözü cumhuru ulema kabul etmişlerdir;"Muhakkak ki bu ümmetin Peygamberinden sonra en hayırlısı Hz. Ebubekir sonra Hz. Ömer'dir."

Sonra üçüncü olarak Hz. Osman daha sonra da dördüncü olarak Hz. Ali kabul edilmiştir. Gelen haberlerin delalet ettiği üzere, sahabenin Hz. Osman'a bey'at etme hususunda onu Hz. Ali'ye takdim etmelerindeki icma bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Bazı Ehl-i Sünnet âlimleri de Hz. Osman ve Hz. Ali hususunda ihtilaf etmişlerdir; öyle ki Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'e takdim etmelerine rağmen, Hz. Ali ve Hz. Osman hususunda hangisi daha efdaldir diye ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Hz. Osman (r.a.)'ı takdim etti. Bazıları sustu, Hz. Ali'yi dördüncü olarak kabul etti. Bazıları Hz. Ali'yi (r.a.) takdim etti. Bazı âlimler de tevakkuf etti. Fakat bu mesele Hz. Osman'ın Hz. Ali'ye takdim edilmesi suretiyle sonuçlandı.

Ancak Hz. Osman ve Hz. Ali'den, hangisinin daha efdal olduğu meselesi Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimlerinin yani cumhur-u ulemanın indinde dinin usulünden değildir. Fakat bu mesele hilafete ait siyasi bir meseledir.

Bu suretle Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimleri yani cumhur-u ulema Rasûl-i Ekrem efendimizden sonra hilafetin sırasıyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallahu anhum ecmain) olduğu noktasında iman etmişlerdir. Bu imamlardan herhangi birine hilafeti hususunda dil uzatan, muhakkak ki apaçık ve derin bir sapıklık içindedir. Öyle ki cumhur-u ulema Rasûl-i Ekrem Efendimizin (sav) ehl-i beytini sevmiştir. Onları dost bilmiştir. Rasûl-i Ekrem'in ulviyetini muhafaza edip korumuşlardır. Öyle ki Gadir-i Hum mevkiinde Rasûl-i Ekrem şöyle dedi; "Ehli beyt'im hususunda size Allah'ı hatırlatırım."

Yine amcası Hz. Abbas'a Kureyşten bazılarının Beni Haşim'i çekiştirdiklerini şikâyet etmek için kendisine geldiği zaman şöyle demişti: "Nefsimi kudret elimde tutan Allah'a yemin olsun ki Allah'a ve benim yakın akrabalarıma muhabbet beslemedikçe iman etmiş olmazsınız."

Rasûl-i Ekrem efendimiz (sav) şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ Beni İsmail'i seçti. Beni İsmail'den Kinane'yi seçti. Kinane'den Kureyş'i seçti. Kureyş'ten Beni Haşim'i seçti. Ve Beni Haşim'den de, beni seçti."

Kezalik, cumhur-u ulema sahabeye buğz eden ve onlara sövüp sayan Rafizilerin yolundan uzak durmuşlardır. Sözleriyle ve amelleriyle Ehl-i beyte eziyet edenlerin yolundan da uzak olmuşlardır. 

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunu oluşturan cumhur da bu görüşe kail olmuşlardır. Öyle ki Sahâbî, Rasûl-i Ekrem (sav) 'e iman etmiş olarak mülaki olan ve bu iman üzere vefat edendir. Binaenaleyh, sahabenin tümü adil kimselerdir. İster fitnelere karışmış olsun ister olmasın, durum değişmez. Bunun dışında beyan edilen sözler de şazz görüşlerdir.

Fakat burada önemle belirtilmesi gereken bir husus var ki o da, sahabenin adil kimseler olmasından murat, onların isyan ve günahlardan masum oldukları anlamında değildir. Çünkü bu manada masum olmak, peygamberlerden ve Rasûllerden başkası hakkında sabit olmamıştır. Burada sahabelerin adil olmasından murat, Rasûl-i Ekrem (sav)'e bilerek yalan isnadında bulunmamalarıdır. Dolayısıyla onların adil olmalarına dayanılarak araştırmaya gerek olmaksızın onlardan gelen rivayetler kabul olunur.

Allame Alusi, "el- Ecvibet'ül Iraki" isimli, eserinde(1) şöyle demiştir: "Bizim Sahabenin hepsinin adil kimseler olmasından kastettiğimiz mana, onlardan asla taat dışında bir amel zuhur etmemiştir demek değildir. Yahut da günah irtikâp etmiş değillerdir demek istemiyoruz. Onlardan elbette bir takım zelle ve ayak kaymaları sabit olmuştur. Onlardan had cezası gerektiren suçlar irtikâp edenler olmuştur. Bizim buradaki muradımız, onların "adil olmaları" noktasındaki kastımız; Rasûl-i Ekrem Efendimizden ahiret ve Allah hakkında yalan yere nakilde bulunmamış olmalarıdır. Bilakis onlar temizdirler, paktırlar. Tövbe etmiş, Cenabı Hakk'a yönelmiş Rasûl-i Ekrem (sav)'in sohbetiyle müşerref olmuş, bereketlenmiş, güzide kimselerdir. Rivayetlerde geçtiği üzere ve Kuran-ı Kerim'de bizlere bildirdiği vech ile Rasûl-i Ekrem'e dini hususunda yardım etmişler, mallarıyla canlarıyla onun dini ve sevgisi uğruna cihat etmişler, mallarından ve canlarından vazgeçmişler, ona gizli açık en mükemmel bir surette tazimde ve hürmette bulunmuşlardır."

İbn-i Teymiyye, "el-Akidet'ül Vasitiyye" isimli eserinde şöyle demiştir: "Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat âlimleri, Rasûl-i Ekrem (sav)'in Ashâb'ı hakkında gönüllerini ve dillerini pak ve temiz tutmayı bir esas bilmişlerdir. Sahabe arasında cari olan vak'alar hakkında susmayı tercih etmişlerdir. Ve şöyle demişlerdir: "Sahih olan, onların kendi aralarında vaki olan olaylar hususunda mazur olduklarıdır. Bir kısmı onların içtihat etmiş içtihadında isabet etmiş bir kısmı da yine içtihat etmiş ama içtihadında hata etmişlerdir."(2)

Kezalik Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimleri bununla beraber sahabeden her biri hakkında onların büyük-küçük günahlardan masum olduğuna itikat etmişlerdir. Aksine onların her biri için günah mümkündür. Şu kadar var ki, onlardan bir günah sadır olmasa bile kendileri istiğfar etmeyi gerekli bulmuşlar, bu durumda, onların faziletli olmalarını ve en önde olmalarını netice vermiştir. Hatta öyle ki, kendilerinden sonrakiler için istiğfar etmeyi gerekli kılmayacak olan günahlar için bile onlar, tövbe ve istiğfarda bulunmayı tercih etmişlerdir.

Rasûl-i Ekrem (sav) tarafından sabit olmuştur ki onlar en hayırlı Ashâbtır. Öyle ki onlardan birinin infak ettiği bir müdd sadaka sizden birinizin veya sizden sonrakilerin Uhud dağı kadar infak ettiği altından daha faziletlidir. Sonra onlardan bir günah sadır olduysa hemen tövbe etmişlerdir. Yahut ta o günahı yok edip götürücü iyiliklerde bulunmuşlardır. Dolayısıyla Rasûl-i Ekrem efendimize en evvel iman etmenin fazileti adına Cenab-ı Hakk onları bağışlamıştır.

Rasûl-i Ekrem efendimizin şefaatine diğer insanlardan daha layık olan da yine onlardır. Öyle ki dünyada birçok bela ve sıkıntılarla imtihan edilmişlerdir de kâfirlerin safında yer almamışlardır. Hakiki yani gerçek günahlar hakkında onlar böyle hal ve davranışta bulunuyorken içtihat ettikleri bir takım meselelerde onları biz nasıl suçlayabiliriz?

Onlardan isabet edenlere iki ecir vardır. Hata edenler içinde bir ecir vardır ve hataları mağfurdur. Onların yapmış oldukları iyilik ve faziletlerin yanında, bazı hoş görülmeyen fiillerinin miktarı diğerlerine nazaran çok azdır. Binaenaleyh onları fazilette öne geçiren Allah'a iman etmeleri, Rasûle iman etmeleri, onun yolunda cihat etmeleri, onun yolunda hicret etmeleri, onun dinine yardım etmeleri ve yararlı salih amellerde bulunmalarıdır. Faziletçe Allah'ın onlara lütuf ve ihsanda bulunduğu bu topluluğun siretine, ilim ve basiret nazarıyla bakan muhakkak bir surette görür ki, onlar, Rasûller ve peygamberlerden sonra yaratılmış mahlûkatın en hayırlı olanlarıdır." İbn-i Teymiyye'nin sözü burada bitiyor.

Zannederim burada Rasûl-i Ekrem (sav)'in şu sözü hatırlanmaya değer: "Sizin en hayırlınız benim asrımda yaşayanlarınızdır."(3)

Rasûl-i Ekrem (sav)'in ilk asırda olanları adil olarak ve hayırlı olarak tavsif etmesi, icmalidir, geneldir ve hepsine şamildir. Rasûl-i Ekrem (sav) 'e iman ederek ona mülaki olmuş ve bu iman üzere vefat etmiş herkesin buna dâhil olduğunda bir şüphe yoktur.

Bunların ilk asırda yaşayanlar olduğu, şüphe götürmez bir gerçektir. Burada Rasûl-i Ekrem'in o asırda yaşayanları adil kılması bütün o fertlerin hepsine şamildir. Asıl itibariyle hepsi adaletle vasf olunmuşlardır. Dolayısıyla onları tezkiye edecek olanlardan birinin tezkiyesine bu hususta bir ihtiyaç yoktur. Onları yaralayacak bir haber ve durum da sabit olmamıştır.

Bazı tarihçiler onların bu asırda yaşayan bazı fertlerini adalet noktasında yaralayıcı bazı ithamlar zikretmişlerdir ki, bunların büyük bir kısmı sahih kavil ve görüşler değildir. Burada bizim için mühim olan birinci asırda yaşayanların adalet sıfatına sahip olmalarıdır. Öyle ki onlar Rasûl-i Ekrem'den rivayet ettikleri hadisler konusunda sadıktırlar ve bile bile yalan isnadında bulunmamışlardır.

Ama bunun dışında eğer onlardan bir günah sadır olmuşsa bu da Cenab-ı Hakk'a kalmıştır. Bizim zannımızca Cenab-ı Hakk onlara vermiş olduğu faziletten dolayı yahutta değerli olan salih amellerine binaen onları üstün tutar. Enes b Malik'ten (r.a.) gelen bir rivayette sabit olduğu üzere Cenab-ı Hakk o ilk asrı Rasûlüne karşı yalan söylemekten muhafaza etmiştir: "Allah'a yemin olsun ki bizim size arz ettiklerimizin hepsi Rasûl-i Ekrem'den ne işittiysek onlardır." 

Bununla beraber o rivayet edenlerden bazısı bazısını yalanlamamıştır. Taberani bunu "Kebir"inde rivayet etti. Heysemi metinde geçen bütün ricalin sika olduğunu belirtti.(4) 

Ahmed İbn-i Hanbel ve Beyhaki, Bera İbn-i Azib'den bunu tahriç ettiler. İmam Müslim sahih'inin mukaddimesinde, İbn-i Sirin'den rivayet ederek şöyle diyor:

"İsnattan evvel emirde sormuyorlardı. Ne zaman ki fitneler vaki oldu dediler ki bize rivayet ettiğiniz adamların isimlerini verin. Ehl-i Sünnet olanlara bakıldı ve onların rivayetleri alındı. Bidat ehli olanlara da bakıldı ancak onların sözleri alınmadı."

Evvel emirde isnattan sual edilmiyordu, çünkü onlardan biri Rasûl-i Ekrem'e yalan söylemekle itham edilmiş değildi. Rasûl-i Ekrem'e yalan isnat ederek rivayetlerde bulunma ilk asırda da mevcut değildi. Hz. Osman'ın (r.a.) katledilmesinden sonra bidat ve fitne ehli tarafından bu yalan rivayetler neşredildi. İlk hadis uyduranlar da Şia ve Rafızîlerdir ki onlar Hz. Ali (r.a.) ve ehli beytin faziletleri hususunda uydurmada bulundular.(5)

İbn-i Hacer el Askalani de şöyle demiştir.(6) "Şia'nın bu uydurma hadis faaliyetine mukabil olarak Ehl-i Sünnetten bazı cahiller de Hz. Ömer, Hz. Ebubekir ve Hz. Muâviye'nin fazileti ile ilgili sahih olmayan haberler yaymışlardır. Hâlbuki Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir'i Allah bu haberlere muhtaç bırakmamış ve onların mertebesini daha da yüceltmiştir."

İlk asırda yaşayanlar ki onlar Rasûl-i Ekrem'e iman üzere mülaki olup yine iman üzere vefat edenlerdir. Öyle ki onlardan hiçbiri Rasûl-i Ekrem'e yalan isnadı ile itham olunmamıştır. Bundan dolayı Veliyyullah ed- Dehlevi şu görüşünü belirtmiştir ki sahabe-i kiramın adaleti, Rasûl-i Ekrem'den yapmış oldukları rivayetlerinin güvenilir olması ve onlardan hiçbirinin bile bile yalan isnadıyla itham olunmadığı üzerinedir. Bundan dolayıdır ki cerh ve ta'dil âlimlerinin yalan ile itham etmediği ravinin rivayeti, makbul sayılma açısından esas kabul edilmiştir.

Rasûl-i Ekrem (sav) 'in Ashâbını noksan ve kusurlu görmenin hükmü

Âlimler sahabe-i kiramın en seçkinleri hakkında kusur ve ayıp arayanların hükmü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Onlardan birçoğu, sahabe-i kiramı kusur ve ayıp ile vasf edenlerin küfrüne hükmetmiştir.

Kadı İyaz "Şifa" isimli eserinden İmam-ı Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir: "Kim sahabeye buğz eder ve onlara dil uzatırsa böyle bir kimsenin müslümanların gölgesi ve koruması altında olmaya hakkı yoktur." Aliyyül Kari de Şifa şerhinde şöyle demiştir: "Yani burada şu denilmek istendi ki müminlerin cemaatinden o kimse çıkar."

Şifa da yine Kadı İyaz, İmam-ı Malik'ten şöyle nakletti: "Rasûl-i Ekrem'in Ashâbı kimi öfkelendirirse yani onlar hakkında kim öfkelenirse o kâfirdir. Cenab-ı Hak Fetih suresinde (ayet; 29) şöyle buyurmuştur. ليغيظ بهم الكفار "kâfirleri de öfkelendirir."(7)

Takiyyüddin es-Sübki de sahabeyi ayıplayıp kusurlu sayanların küfrüne hükmetmiştir. Onun bu hususta kâfir olduklarını güçlü delillerle serdettiği bir de risalesi vardır. Bu hususta tevakkuf gösterip sükût edenleri de tezyif etmiş onları sahtekârlıkla suçlamıştır. Bu risalesi yani sahabeyi noksan sayıp onları ayıplayanların küfrüne dair hüküm verdiği risalesi, "Fetvalar" kitabının ikinci cildinin sonunda mevcuttur.

Hanefilerden bazıları şöyle demiştir ki, Rasûl-i Ekrem'in Ashâbına dil uzatıp onları ayıplayanlar katli gerekli kâfirlerdir. Kanları hederdir. Onların ebediyen tövbeleri kabul olunmaz.

Fakat cumhur-u ulemanın birçoğu şöyle demiştir ki; Sahabeyi güzine dil uzatıp onlar hakkında ileri geri konuşanlar hakkında kâfir olmazlar demiştir. Fakat sahabenin hepsini inkâr edip toptan onların hepsini ayıplayarak kusurlu görenlerin kâfir olduklarını belirtmişlerdir.

Dipnotlar

1- Alusi, el- Ecvibet'ül Iraki, s: 23- 24.

2- İbn-i Teymiyye, el-Akidet'ül Vasitiyye, s: 57-58.

3-Ahmed b. Hanbel ve Nesai, İmam-ı Hasan'dan nakletmişlerdir.

4-Mecma'uz-Zevaid,c.1,s.153

5-İbn Ebi'l Hadid, Şerh-u Nehc'ül Belağa, c.3,s.36

6- İbn-i Hacer el Askalani, Lisan'ul Mizan, c.1,s.13

7-Aliyy'ül Kari, Şerh-u Şifa, c.3,s.427

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.

Hûd, 49

GÜNÜN HADİSİ

"Tutumlu kişi asla fakir olmaz."

Taberani

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI