Cevaplar.Org

SÜNNET ETRAFINDA SORU CEVAPLAR-1

Soru 1- Sünneti dikkate almadan Kur’ânı anlamak ve hayatımızda uygulamak mümkün müdür? Bir başka tabir ile: Kur’ân’ı anlamakta Sünnet’in rolü temel bir rol müdür? Yoksa dolaylı bir rol müdür?


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2014-12-07 09:07:25

Soru 1- Sünneti dikkate almadan Kur'ânı anlamak ve hayatımızda uygulamak mümkün müdür? Bir başka tabir ile: Kur'ân'ı anlamakta Sünnet'in rolü temel bir rol müdür? Yoksa dolaylı bir rol müdür? 

Cevap: Kur'ân'daki esas unsur, akaidi/inanılması gerekenleri açıklamak, güzel ahlak konusunda teşvikte bulunup, kötü ahlak ile ilgili hususlarda sakındırmak, ibadetleri ve hükümlerini ve muâmelât hükümlerini açıklamaktır.

Akaid'e gelince:

Akaid, İslâm'da birinci rükün olduğu için onunla ilgili açıklama ve tafsilatı Kur'ânda bizzat Allah (Celle Celâlühû) üstlenmiştir. Hz. Allah tam manasıyla bu konuyu aklın huzur bulduğu, kişinin rahatladığı bir tarzda açık-seçik aklî delillerle açıklamıştır. Allah (Celle Celâlühû) Kitab-ı Kerim'inde güzel ahlâkı teşviki, kötü ahlâktan sakındırmayı yoğun bir şekilde yapmıştır.

İbadetlere, ibadetlerle ilgili hükümlere ve muâmelâta gelince:

Bu konuların genişliği ve sayılamayacak kadar detayları bulunduğu için Hz. Allah bunları kitabında ana hatlarıyla beyan edip, mücmel ve umumi hükümlerini nass olarak açıkça zikretmekle yetinmiş, tafsilatını ve açıklanmasını Peygamberine havale etmiştir. Nitekim Hz. Allah şöyle buyurmuştur:

 "وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ"

"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye sana da bu Kur'ân'ı indirdik." (Nahl, 44.)

Mesela:

Yüce Allah bizlere kitabında namaz kılmayı emretti. Bu emir mücmel bir haldedir. Hz. Allah bu emrin tafsilatının bilinmesini, namazın kılınmasının kendisine bağlı olduğu namazın kılınış şeklini, miktarını, (rekâtların) sayısını ve vakitlerinin Sünnetiyle açıklamasını Hz. Peygambere havale etmiştir. Zekât, oruç, hac ve uygulamalı diğer hükümler de aynı husus geçerlidir.

Sünnet ile amel etmek söz konusu olmaksızın Kur'ân ile amel etmek oldukça zordur. Sonuç olarak, Kur'ân ile amel etmek ve hayatımızda Kur'ân'ı uygulamak hususunda Sünnetin rolü, temel bir roldür, dolaylı bir rol değildir.

Soru 2- Bir topluluk daha var ki, bunlar; "Sünnet"in teşri için kaynak olduğuna inanmakta, ümmetin seleften-halefe herkesin kabul ettikleri hadislerin Kur'ân ile veya akıl ile çeliştiği yahut çağın verileri ile uyum içerisinde olmadığı tenkidini yapmaktadırlar. Yahut bu tür rivayetler, tarih ile ilgilidir (geçmiş zamanda kalmıştır) diyorlar. Bu görüşlerini Hanefi mezhebinin kimi usulüne dayandırıyorlar. Bu konuda görüşünüz nedir?

Cevap:

Böyle bir soruya cevaben derim ki:

Hadis imamları şu hususları hadisin uydurulmuş olduğuna dair belirti saymışlardır.

*Hadisin Kur'ân nassı ile çelişkili olması,

*Hadisin mütevâtir Sünnet ile çelişkili olması,

*Hadisin kesin icma' ile çelişkili olması,

*Hadisin açıktan açığa akıl ile çelişkili olması,

*Hadisin şeriattaki asıllar ile veya yerleşmiş kaidelerle çelişiyor olması,

*Hadisin din koyucu tarafından bildirilmiş bulunan tasavvur ve kavramlar ile çelişkili olması,

*Hadisin Tarihi bilgiler ve olaylarla ile çelişkili olması,

*Hadisin Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem) tarafından söylenmeyecek derecede düşük cümleli veya kalitesiz olması,

*Hadisin imkânsız veya çirkin bir şey ifade ediyor olması.

Hadisçiler tüm bu hususları uydurma belirtisi saymışlardır. Bir şartla ki, Buna göre, -yukarıdaki özelliklerden birisiyle rivayet edilen bir hadis, (akla) yatkın bir yorumu kabul etmiyor olmalıdır.

Bu konuda önde gelen hadis tenkitçilerinden Hafız Ebû'l Ferec Abdurrahman b. Cevzî şöyle der:

"Akıl ile veya temel usul ile çelişen her hadis dikkate alınmaz. Bu tür rivayetler uydurmadır."

Bir de ben derim ki:

"Usul imamlarının kabulüne göre, hadis; ancak geçici bir maksada veya geçici bir gerekçeye mebni olmadığı zaman genellik ifade eden bir teşri'yi ifade eder. Aksi halde (o hadis) genel teşri' ifade etmez. Bilakis öyle bir hadisin hükmü o maksadın veya gerekçenin varlığına bağlıdır. Ne zaman ki o maksat ve gerekçe var ise hüküm var olur, o maksat ve gerekçe ortadan kalkarsa hüküm de kalkar. İşte tarihilik yani tarihsellik denen şeyin doğru manası budur. Hadislerden bu türden olanları ise gayet azdır.

Usul ve kavaid konularında İslâm âlimlerinden muhakkik olanların belirlediği ilke de budur. Hadislerden uydurma ve tarihi olanı bilmek için konulan bu kaideler; ilmî, sağlam ve titizlikle konulmuş kaidelerdir.

Allah'a hamd olsun ki, ümmetin âlimlerinin kabul ile karşıladıkları hadisler arasında bu türden bir şey yoktur. Ümmetin kabul ettiği hadislere uydurma veya tarihiselliğine hükmetmek, ancak kalbinde kin ve nefret taşıyan veya akli açıdan basiretini kaybetmiş birisi tarafından yapılabilir. Çünkü hasta durumdaki bir kimse tatlıyı acı, dolgun bir nesneyi zayıf olarak algılamaktadır.

Öte yandan âlimlerin koyduğu bu kaideler, ilmî ölçülere uygun sağlam kaidelerdir. Lâkin bu kaideleri, âlimlerin "sahih" olarak kabul ettiği hadisler üzerinde uygulamak çok büyük bir hatadır. Bir de bu kaideler, fıkhi mezheplerden birisine mahsus kaideler olmayıp, genellik ifade eden kaidelerdir.

Hanefi mezhebine gelince:

Bu mezhep, diğer mezhepler gibi kendine has usul ve kaideleri olan bir mezheptir. Bu (hadis değerlendirme) kaidelerden Hanefi mezhebine has olanları da bulunmaktadır.

Örneğin, İmam Ebû Hanîfe, bir yandan (malzeme olarak) hadisleri almakta müsamahalı davranmakta, sahih'e yakın olan zayıf hadise akla uygun olan meseleye karşı öncelik tanımaktadır. Mürsel» hadisi kabul etmesindeki tutumu böyledir.

Öte yandan Ebu Hanife, hadisi kabul etmekte oldukça katı ve titiz davranmaktadır. Nitekim Ebû Hanife, sahih hadisi (delil olarak) almak için, o hadisin râvisinin (rivayet ettiği) hadise muhalif amel etmemesini ve ona muhalif fetva vermemiş olmasını şart koşmuştur. Yine Ebû Hanife, toplumun umumi olarak müptela olduğu meseleler hakkında varit olan hadisin tevatür yoluyla gelmiş olmasını şart koşmaktadır. İşte O, bu tür meselelerde «Haber-i Vâhid»i kabul etmez. Bu büyük imamı böyle bir sonuca ve değerlendirmeye bizzat kendisinin içtihadı götürmüştür. Onun bu tavrının anlaşılır olduğunu söylemek mümkündür.

Bu grup (Hanefiler), böyle düşünmekle bu kurallarla kayıtlı olmayı ve bu kurallar uyarınca bazı sahih hadisleri dikkate almamayı kast etmiş ise, bu uygulama muteber bir müçtehit İmam'ın taklidi anlamına gelir. Bu esasında övülecek bir tutumdur.

Lâkin şu (adı geçen) yani; (müstakil Sünnet niteliğindeki hadisleri bu kurallara gelişi güzel olarak uygulayarak reddeden) gruptaki âlimler, bu esaslar ve kurallardan faydalanmayı, sahih hadisleri reddetmek; karmaşaya yol açmak ya da sahih hadislere dil uzatmak için kullanmayı kast etmişler ise, bu dinden çıkmak ve İslâm'a başkaldırmak anlamına gelmektedir.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.

İsrâ, 15

GÜNÜN HADİSİ

Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, hayır söylesin veya sükut etsin.

Riyazü's Salihin, 1/307

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI