Cevaplar.Org

HABER-İ ÂHÂD’IN HUCCET OLMASININ İSPATI

Sünnetin huccet olduğunu “genel olarak” yani tümüyle inkâr etmeyenlerden bir gurup, haber-i Vâhid’in yani mütevâtir olmayan Sünnetin huccet olmasını haber-i Vâhid’in yakîn/kesin bilgi ifade etmediği ve «zan» gerektirdiği’ noktasından hareketle reddetmektedir. Bu gurubun iddiasına göre


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2014-11-22 06:19:56

Sünnetin huccet olduğunu "genel olarak" yani tümüyle inkâr etmeyenlerden bir gurup, haber-i Vâhid'in yani mütevâtir olmayan Sünnetin huccet olmasını haber-i Vâhid'in yakîn/kesin bilgi ifade etmediği ve «zan» gerektirdiği' noktasından hareketle reddetmektedir. Bu gurubun iddiasına göre "Allah'ın dininde gerekli olan, yakîn/kesin bilgi ile amel etmektir. Çünkü zan hakikat adına bir şey ifade etmez."

(Bu iddiaya cevap olarak) ben (şöyle) derim:

Allah'ın dininde zan ifade eden «Haber-i Vâhid» ile amel etmenin vacip olduğuna dair pek çok delil ileri sürülmüştür. Bunlardan,

Birincisi:

Din ve dünyaya ait meselelerde «zan» ile amel etmek bir zarurettir. Az önce de ifade ettiğimiz üzere «Haber-i Vâhid» ile amel etmek vacip olmasaydı, Allah'ın kitabı ve mütevâtir Sünnet ile amel etmek mümkün olmazdı. Kur'ân uygulanmak üzere indirildiğine göre, onu uygulamak için Sünnetten «Haber-i Vâhid» ile amel etmek mutlaka gereklidir.

İkincisi:

Allah (Celle Celâlühû) şöyle buyurmuştur:

"إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا"

"Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın." (Hucurât, 6.) Ayet, ifade ettiği mana ile delalet etmektedir ki adalet özelliği taşıyan kimsenin doğruluğunu araştırmak gerekli değildir. Bilakis onun doğru söylediği zannı gerçekleştiğinden onunla amel etmek caizdir.

Üçüncüsü:

Mütevâtir derecesinde bir gerçektir ki Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem) helal ve haramı bildirmek ve hükümleri tebliğ ermek üzere çevre bölgelere elçiler gönderirdi. Kimi zaman bu elçiler beraberlerinde bir de mektup götürürlerdi. Nitekim Rasûlullâh'ın, dönemin krallarına gönderdiği elçiler böyle gönderilmiştir. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem)in elçilerinin onun emirlerini nakletmeleri «Haber-i Vâhid» yoluyla olmaktadır. Bu elçilerin (peygamberlerde olduğu gibi) «ısmet»/hatadan korunmuş olma sıfatına sahip olmaları lazım değildir. Onların haberleri zan ifade etmek ihtimalini taşımaktadır. Eğer «Haber-i Vâhid» huccet olmasaydı, (elçilerin) tebliğ(i) hiçbir şey ifade etmezdi. 

Dördüncüsü:

Sahabe, (Allah Onlardan Razı Olsun) adalet özelliğine sahip kimsenin verdiği «Haber-i Vâhid» ile amel etmenin vacip olduğunda icma etmiştir. Bu tür olaylar da sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan her biri her ne kadar mütevâtir derecesinde değilse de, bunların ortak paydası "mütevâtir" olmaktır. Eğer bunların hepsini kapsayacak bir çalışma yapmak istesek, söz uzar ve yazı yazacak kâğıt biter, tükenir.

ÜÇÜNCÜ FASIL

ÂHÂD HABERLER YETERİ KADAR TENKİT/KRİTİK EDİLMİŞTİR

Hadisçilerin hadis ilmindeki gayretleri hakkında azıcık bilgisi bulunan mahir birisi, hadisçilerin Sünnete büyük hizmetler yaptıklarını, hadis-i nebeviye hizmet uğrunda ömürlerini tükettiklerini görecektir. Hadis âlimleri bu yolda nefes tüketip canlarını ortaya koyarak bir takım esaslar koymuşlar, kaideler belirlemişler, beşer aklının tasavvur edemeyeceği ölçüler koymuşlardır. Beşer aklı bunlardan daha doğrusunu ortaya koyamaz. Haberleri kritik ederek sahih olanını sahih olmayandan ayırmak için onların koyduğu kuralları değiştiremez. Sonra onlar hadisleri metin ve senet olarak tenkit etmek üzere öylesine doğru ölçü koymuşlardır ki, bu konuda tekdirler. Bu konuda öylesine ilginç eserler ortaya koymuşlardır ki akıllar dehşete düşer.

Bir takım insanlar da var ki, onlar hadis âlimlerinin hadislerin senet ve metin bakımından tenkit etmek için yeterli ilmî kaideler koyduklarını, bu hususta son derece yerinde bir takım tenkit esasları belirlediklerini itiraf etmişlerdir. Fakat bununla birlikte onlar, şöyle bir iddia ileri sürmektedirler:

"Hadis âlimleri, hadislerin senetlerini tenkit etmekte tam veya tama yakın olarak tenkidin hakkını vermişler, lâkin metin tenkidinin hakkını tam manasıyla vermemişlerdir. Senetteki kaideleri ve esasları metinler üzerinde uygulamakta derinleşememiş, bu hususta dar bir çerçevede kalmışlardır. Böylece metinlerden pek çoğu, hadisçiler tarafından hemen «sahihtir» şeklinde mühürlenmiştir. Hadisçilerce hakkıyla tenkit edilmeyen bu metinler, onlar tarafından tam manasıyla tenkit edilseydi belki de sahih olmadıkları ortaya çıkacaktı."

Bu grup, bu yol ve yöntem ile insanları Haber-i Vâhid'in "sahih" olduğu hususunda şüpheye düşürmekte, sonra da bu şüphe âhâd hadislerin tamamına sirayet eder hale gelmektedir. Böylece, bütün hadislerin tenkitten yeterince payını almamış olabileceği düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Bu grup, bütün âhâd hadisler hakkında güveni yok etme gayreti içerisinde bulunmaktadır.

Ben bu şüpheye cevap olarak öncelikle şunu söylüyorum:

Metin tekidinde esas olan odur ki, metin tenkidi hadisçilerin görevi değildir. Bilakis o fukahadan hadisçilerin yani "müçtehitlerin" görevidir. Müçtehitlerin görevi, hadislerin senetlerinin sahih olduğundan emin olduktan sonra metinlere bakıp aralarında (gereken) karşılaştırmayı yaparak bazılarını tercih ve kabul ederek, bazılarını reddetmektir. Müçtehit bunu yapmalıdır ki hadislerden hüküm çıkarması mümkün olsun. İşte metin tenkidi budur.

Hadisçilere gelince:

Metin tenkidi onların aslî görevlerinden olmamasına rağmen yine de onlar da bu tenkit işine girişmişler ve bir noktaya kadar bu hususta oldukça ilerlemişlerdir.

Hadisçilerin "Uydurma Hadisler", "Zayıf Hadisler" ve (hadis olmadığı halde hadis diye) "Meşhur Olan Hadisler" konularında yazdıkları pek çok muazzam eser ile hususun en doğru tanığıdır.

Hadisçilerin bu hadislerin büyük bir kısmına «zayıf» veya «uydurma» hükmünü vermeleri metin tenkidi sayesinde olmuştur. Özellikle usta ve maharetli hadisçilerin "İlelu'l-Hadis" konusunda yazdığı görkemli kitaplar bu hususu kanıtlamaktadır. Burada hadisçilerin bu meselede derinlemesine çalışma yapmamış olmaları görüntüsünün bir sebebi daha vardır.

Şöyle ki;

Senet tenkidi alanı oldukça geniş bir alanı içine alırken metin tenkidi alanı senet tenkidine göre daha dar bir alanı kapsamaktadır. Yani tenkide tabi tutulan hadislerin çoğu birinci kısımdandır.

Müçtehitler ve fıkıhçılar ise bu (metin) tenkid(i) konusunda sonuna kadar gerekeni yapmışlardır. Aksi halde onların içtihadı kabul edilmez, itibara alınmazdı. Çünkü içtihat, hükümlerin elde edilmesinde olanca gücü sarf etmek anlamına gelir. Bu gayretin sarf edilmesi ancak, metinlerin tenkidi, aralarında (gereken) mukayesenin yapılması, bunlardan bir kısmının diğer bir kısmına tercih edilmesi ve bazılarının (hükme esas olarak) alınıp, bazılarının reddedilmesi ile olur. Bunun yapıldığının en açık kanıtı, müçtehitlerin mezheplerini açıklama bağlamında yazdıkları muazzam kitaplar ile daha sonra gelen âlimlerin günümüzde "Fıkh-ı Mukâran" olarak bilinen "İlm-i Hılâf" alanında yazdıkları eserlerdir. Ayrıca hadisçilerden «Muhakkik" derecesinde olanların "Muhtelifu'l Hadis" ve "Müşkilu'l Hadis" alanlarında yazdıkları da bu hususun en doğru tanığıdır. Çünkü bu ilim metin tenkidi üzerine kurulan bir ilimdir.

Evet, Hadisçiler olsun fıkıhçılar olsun, -hata etmekten korunmamış oldukları halde- yaptıkları bu işten dolayı sevap alacaklardır. Bu sebeple hadislerin bazılarını tenkit edip, kimisini kabul ederek, kimilerini reddetmek hususunda aralarında ihtilaf meydana gelmiştir.

Bu arada onlardan bazılarının hadisleri tenkit veya kabul etmekte hata etmiş olabilecekleri de hatırda tutulmalıdır. İşte bu yüzden kimi tenkit edilmeyi hak eden hadisler onların dikkatlerinden kaçmış olabilir.

Yeni (dönem) âlimler(in)den, bu alanda içtihat şartlarını taşıyan, keyfi davranış ve bâtıl dürtülerden, ortamın karışıklığı ile hemen harekete geçecek durumdaki hevadan uzak birisi gelip, ilmî bir yol ile filan hadisin -bu alanda söz sahibi âlimler tarafından tenkit edilmediğini- tenkit edilen bir hadis olduğunu ispat ederse, bunu da kabul ile karşılar, bu yaptığı işlemden dolayı kendisine teşekkür ederiz. Ayrıca onun için bu alanda daha çok muvaffakiyet vermesi ve daha iyi şeyler yapmakta başarılı olması için Allah'a dua ederiz. Lâkin burada dört uyarıda bulunmamız uygun olacaktır:

1-Bu yüzyılda hadis tenkidi ile uğraşan ve hadis metinlerinin tam olarak tenkitten nasibini almamış olduğunu iddia edenlerin ezici çoğunluğu bu ilim dalında yeterli ilme sahip değildir. Bunlarda oryantalistlerin takip ettiği metot ile keyfî arzu ve dürtülere uymanın etkisi görülmektedir.

2-Bize ulaşan bilgilere göre bunların tenkit etmiş olduğu her hadis, daha önce üzerinde hadisçi ve fıkıhçı âlimlerce konuşulmuş; ya gerekli tenkitler yapılmış veya tenkit edenlere cevaplar verilmiştir.

Bu hadislere, yer aldıkları kaynaklarına başvurarak bakılması gerekir. Çağdaş âlimlerden pek çoğu, yazdıkları kitaplarda bu konularda söz söyleme girişiminde bulunmuşlardır.

Bu yüzyılda adı geçen iddia sahipleri -çoğu kere yaptıkları bu tenkitleri sahibine nispet etmeden kendi fikirleri imiş gibi göstererek, naklettikleri, görüşleri değiştirip kendi görüşlerine uygun hale getirerek- daha önceleri tenkit yapanların sözlerini (dikkate) alarak tenkit yapmaktadır. Bunu yapanlar, muhakkik âlimlerden bu tenkitleri reddedenlerin görüşlerine bakmadan ve onlara itimat etmeden bu işi yapmaktadır. Bu davranış, kendilerine verilmediği halde birilerinin yemeğinden alıp doyasıya yemek gibidir ve büyük bir ihanettir.

3- Bu iddia sahipleri tenkit ettikleri hadislerde (daha önce) hadisçiler tarafından konulan, onların kararlaştırdığı kaidelerin ve ölçülerin dışına çıkmaya güç yetirememişlerdir. Her ne kadar itimat ediyor görünmemişlerse de tam manasıyla bu ölçülere ve kurallara itimat etmişler ya da bilmeden itimat etmişlerdir. Lâkin keyfi arzularına ulaşabilmek, önceki dönemlerin muhakkik âlimlerine muhalefet etmiş olmak ve ortaya yeni bir görüş atmış olmak için bu kuralları ve ölçüleri kötü bir şekilde uygulamışlardır. Onlar, sahih olduğunda görüş birliği edilen hadisleri reddetmeye mal olsa da bunu bağımsız bir görüş ortaya koymak adına yapmışlar, hadis tenkidi için konulan kuralların boynunu kırıp, çirkin emellerine ve kepazelik halindeki emellerine ulaşabilmek için bu konuda aklı hakem kılmışlardır. O çirkin emel ve suç, sahih olduğunda görüş birliği bulunan büyük bir hadis grubunun hadis olduğunun reddedilmesidir.

4- Bu şüphecilerin iddiasına göre "Sünnetin büyük bir kısmı, tenkitten payını almamıştır. Eğer tenkitten payını almamış olan bu kısım, hakkıyla tenkide tabi tutulsa bunlar sahih olma derecesinden zayıf veya uydurma derecesine düşecektir."

Bu iddia, İslâm dinini ortadan kaldırma ve hadise güvenmeme tehlikesini içeren bir iddiadır. (Bu iddia dikkate alınırsa) Allah (Celle Celâlühû) -Hâşâ- dinini hak ile bâtıl birbirine karıştırmış; dinde işleri karma karışlığa terk etmiş olur. Oysa bu durumun daha önce geçen dinlerde dini bozanlar tarafından yapılan bir kusur olduğu Hz. Allah tarafından şu ayetle açıklanmıştır:

"يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ"

"Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı bâtıl'a karıştırıyorsunuz?" (Âli İmrân, 71.)

Öte yandan İslâm dininin böyle bir durumdan uzak olduğunu şu ayetle beyan buyurmuştur:

"إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ"

Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız." (Hıcr, 9.)

Kur'ân'ın korunmasından maksat, Kitabıyla Sünnetiyle bir bütün olarak İslâm'ın korunmasıdır. Aksi halde Sünnet korunmadan kitabın korunmasından ne fayda hâsıl olacaktır? Zira Sünnet, Kitab'ın mutlak olanının kayıtlayan, kapalı olanını tefsir eden, mücmelini tafsilata kavuşturan bir fonksiyona sahiptir.

Değerli âlim Abdullah b. Mübarek, kendisine "Şu uydurma hadisler nedir?" diye sorulduğunda yukarıdaki ayetin Sünnet'in korunduğuna delil olduğunu söylemiş ve ardından şöyle demiştir: "Mahâretli âlimler zaten bunun için yaşamaktadırlar. Zira bu hususta (Hz. Allah mealen şöyle buyurmaktır): 'Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.' (Hıcr, 9.)

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.

AL-İ İMRAN,134.AYET

GÜNÜN HADİSİ

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT-Buhari

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI