DİN FENNE TERS DÜŞER Mİ?
Prof. Dr. Alaaddin BAŞAR Bazı kimseler, din ile fenni iki zıt kutup gibi gösterme gayretindeler. Maksat zihinleri bulandırmak ve ruhları müşevveş etmek... Gerçekten din fenne karşı mıdır? Bu mesele çok yönlüdür. Sadece birkaçına temas edelim. Din denilince iki ayrı mefhum hatıra gelir
Prof. Dr. Alaaddin BAŞAR
Bazı kimseler, din ile fenni iki zıt kutup gibi gösterme gayretindeler. Maksat zihinleri bulandırmak ve ruhları müşevveş etmek... Gerçekten din fenne karşı mıdır? Bu mesele çok yönlüdür. Sadece birkaçına temas edelim.
Din denilince iki ayrı mefhum hatıra gelir. Biri "Hak din", diğeri "Batıl dinler". Batıl dinler, insanların kendi hayallerinden doğan yahut bir hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan bir takım saçma inançlardır. Hak din ise, bu kâinatı kudretiyle yaratıp, hikmetiyle ve ilmiyle tanzim eden, yeryüzünü insanlara beşik, güneşi lamba yapan, zemini çiçeklerle semayı yıldızlarla donatan Cenâb-ı Hakk'ın bir emir ve yasaklar manzumesidir.
Hak kitap, Allah'ın fermanı ve bu kâinat O'nun mülkü ve mahlûkudur. Nitekim bu âlem için, "Kâinat kitabı" denilmiştir. Her bir fen bu kitaptan bir sahifenin, bir cümlenin, yahut bir noktanın tefsir edilmesi, açıklanmasıdır. İnsan bedeni bu kitaptan sadece bir kelime. Ondaki her organ için nice eserler yazılmış. Diş, bir terk harf gibi. Ondaki ince sırlar üzerinde nice tezler yapılmış. Bir hücre, bir atom bu kâinat kitabının birer noktası hükmündeler. Onların tefsirleri ayrı birer ilim kolu olarak gelişmiş. O halde, âlemdeki hikmetleri tefsir eden ve gizli güzellikleri ortaya çıkaran fenlerin, ilâhî fermana aykırı olması düşünülemez.
Bazı çevreler, fennin her keşfini, dine karşı kazanılmış bir zafer gibi ilân ediyorlar. Bu, fenni inkâr eden bir batıl din için doğru olabilir. Yahut Avrupa'yı asırlarca fenden uzak tutan ve "dünya dönüyor" dediği için Galile'yi Engizisyon önüne çıkartan kiliseye karşı aklın zaferi sayılabilir. Ama bir müslüman bu tür gelişmeleri, "Allah'ın kudret kitabı olan şu kâinattan bir sırrın daha çözülmesi" şeklinde değerlendirir. Ve yine bir müslüman, bütün medeniyet harikalarını; insan aklının birer meyvesi olarak görür ve bunları, insana bağışlanan istidadın ve ona tanınan fırsatın birer neticesi olarak bilir. Ayrıca "arıya bal yapmayı ilham eden, koyunu süt fabrikası yapan Cenâb-ı Hak, insan aklına da böyle harika meyveler verdiriyor", diye düşünür. Yeni keşifleri duydukça, Allah'ın ilmine ve hikmetine olan hayranlığı ve hayreti daha da artar.
Din ve Fennin Sahaları
Fen ilimleri, İlâhî kudretle yaratılmış bulunan şu kâinattan bahsederler. Din ise; onun yaratıcısını tanıttırır. Fen, âlemde hiçbir varlığın vazifesiz olmadığını isbat ederken; din, insanın da başıboş olamayacağını bildirir ve vazifesini de "ibadet" olarak tesbit eder. Fen, bedeni bütün incelikleriyle ele alırken; din, o hanede misafir olan ruha hitab eder. Meselâ, fen gözü incelerken, din nelere bakılıp, nelere bakılmayacağını talim eder.
Kur'ân-ı Kerîm bir fen kitabı değil, insanları hidayete irşad ve kulluğa davet eden bir ilâhî fermandır. Bundandır ki, Ayet-i Kerîmelerde fennî mes'elelere sadece işaret edilmiştir. O ilâhî fermanda bugünkü medeniyet fenleri açıkça haber verilseydi, insanlık âlemi asırlarca bu hakikatleri akla sığıştıramayacak, belki de inkâra sapacaktı. Bu ise, ilâhî irşad ve ikaza, emir ve davete perde olurdu.
Âlimlerimiz Kur'ân-ı Kerîm'in nüzul sebebini başlıca dört esasta toplamışlar. Birincisi; Allah'ın varlığını, birliğini... kullara tebliğ.
İkincisi, Allah'ın razı olduğu insan tipini Peygamberimizin (s.a.v.) şahsında insanlığa takdim,
Üçüncüsü; Rablerine nasıl ibadet ve şükredeceklerini insanlara talim,
dördüncüsü de bu fani dünyadan sonra gidilecek baki âlemi beşere haber vermek...
Şimdi düşünelim: Bu dört hususta Kur'ân-ı Kerîm'in beyan ve tebliğ ettiği hükümlerden hangisinde fenne söz düşebilir? Tâ ki, fennin beyanıyla ilâhî ferman arasında zıddiyet olabilsin. Meselâ, Kur'ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakkı bizlere, bütün sıfatları, fiilleri, isimleriyle tanıtmıştır. Bu sahada fennin konuşacak bir tek kelimesi yoktur.
Yine Kur'ân-ı Kerîm, örnek insanlar olarak beşere "Peygamberleri, Sıddıkları, Şüheda ve Salihleri" takdim etmiş ve Allah'ı sevmenin yolunu "Resulüne ittiba" olarak tayin etmiştir. İnsanlık âlemine, bu vadide bir başka insan modeli sunmak da fennin sahası değildir.
Yine, Kur'ân-ı Kerîm, Halıkımızın emri ve yasaklarını bizlere beyan buyurmuştur. Bu konu da fennin sahasına girmez. Yani fen, kalkıp da "Cenâb-ı Hak insanlardan şunları, bunları istiyor" diyecek halde değildir.
Yine İlâhî ferman kabirden, haşirden, Ahiret ülkesinden bahsetmiştir; fennin sahası ise bu dünyadır.
Kaldı ki, Hak kitapların en sonuncusu ve mükemmeli olan Kur'ân-ı Kerîm'de, ne aya gidilemeyeceğine, ne uçak yapılamayacağına, ne de elektriğin keşfedilemeyeceğine dair bir tek âyet bulmak mümkün değil! İnsanları fenden meneden bîr yasak da mevcut değil. O halde, kıyamete kadar daha ne tür keşifler yapılırsa yapılsın, hangi gezegenlere gidilirse gidilsin, bütün bunların din ile doğrudan ilgisi yok demektir.
Henüz deney ve tecrübeyle ispatlanmamış kasıtlı teorileri birer fennî gerçekmiş gibi takdim etmek, ancak demogojidir. Bu ise, bahsimizin dışındadır.
Hangisi Daha Önemli?
"Din mi, ilim mi?" tartışmalarını sürdürenler, genellikle, din ve inancı tali, fen ve tekniği ise esas kabul ediyorlar. Beşer için bu ikinci birinciden daha zaruri, daha önemli zannediyorlar. Halbuki, fen ve teknik insanın ancak maddî ihtiyaçlarının teminine hizmet eder ve onun bedenî rahatıyla ilgilenir. Ruhun huzuru ise bambaşka bir sahadır. Bu sahanın güneşi, ancak ve ancak "Hak Din"dir. Beşerin hakiki saadeti en başta buna bağlıdır.
Hak din insana; bu dünyaya tesadüfen gelmediğini, vazifesiz olmadığını ve ölümle hiçliğe atılmayacağını telkin eder. Onu bu dünyada Allah'ın aziz bir kulu ve arzın halifesi olarak takdim eder. Ve mü'min, bu dünyada bir yolcu gibi yaşar. Hâdiseleri bu nazarla değerlendirir. Dünyadan da nasibini unutmaz. Tembelliğe ve miskinliğe düşmez. Her iki dünya saadeti için elinden geldiğince çalışır. Neticede Allah'a tevekkül eder. Lâkin esas olanın âhiret olduğunu bilir. Bir misal verelim: Dün hacca at ile deve ile gidiliyordu; bugün otobüsle, uçakla gidiliyor. Dinde esas olan hac farizesinin yerine getirilmesidir. Kul için bu farizayı en rahat bir şekilde yerine getirme kapısı da sonuna kadar açıktır. Şunu söylemek istiyorum: İnsanlığın yaratılış gayesi, bugünkü keşifler yapılmadan önce de yerde kalmış değildi.
Meselenin Psikolojik Yönü
Gördüğümüz kadarıyla, "Din ile ilim çatışır mı, çatışmaz mı?" münakaşalarını sürdürenlerin çoğu, ölümü unutmak, ibadetten kaçmak, âhireti düşünmemek isteyen kimseler...
Onlardan birisine soruyorsunuz:
Her nimet bir teşekkür ister, değil mi?
Evet, diye cevap veriyor. Devam ediyorsunuz:
Bu şükrü yapmamak nankörlüktür, değil mi? Cevap yine aynı yolda:
Elbette!...
"Pekâlâ", diye sürdürüyorsunuz konuşmanızı, "Saatteki hızı yüzbin kilometreyi aşan bu yer küresi üzerinde seni yıllardır gezdiren, her nefeste kanını temizlettiren, ruhunu 'akıl, hafıza ve hissiyatla', bedenini 'el, ayak, mide, ciğer' gibi maddî organlarla donatan Allah'a şükür ve ibadet etmen gerekmiyor mu?"
Bu sorunuz karşısında ne diyeceğini şaşırıyor ve meselâ;
"Söyle bakayım, dinimize göre tüp bebek yapılabilir mi?" gibi mevzuyla hiç alâkası olmayan bir soru atıyor ortaya. Böylece meseleyi saptırmak ve sahadan uzaklaşmak istiyor. Sanki siz o soruya cevap veremeyince onun Allah'a karşı teşekkür borcu ve ibadet mükellefiyeti kalkacakmış gibi...
"Din ilme ters düşer mi, düşmez mi?" münakaşalarının altında genellikle bu psikoloji yatar. Genellikle diyorum, çünkü az da olsa, bu gibi meseleleri öğrenmek için soranlar da yok değil...
Kaynak
Prof. Dr. Alâaddin BAŞAR,
Merak Ettiklerimiz,
Cihan Yayınları,
İstanbul 1998: s: 11-15
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
Hekim gözü ile Ramazan perhiz ayıdır. Bir çok hastalıklara karşı tıbbın tavsiye ettiği im
HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
“Paris'in büyük hayat sıtmasına tutulduktan sonra(1) yapmaya hiç vakit bulamayacağım bir zi
YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
Fransız yazar Claude Farrare, Çanakkale’de bir köyde, 1900’şerin başında yaşadığı çok
BİZ DE RAHATSIZIZ
Elinize bir kalem alsanız ve siyasette, ticarete, sanatta, eğitimde en fazla isim yapmış insanla
"BANA KUR’AN YETER!”
Bana Kur'an yeter!" cilerden beni sevdiğini söyleyen biri, kendisi Hadisleri kabul etmeyerek doğr
MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indiğinden Kur’an’da geçen her kelimenin o günkü manaları
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
- “OKUMADAN OLMAZ”
- İBRETLİ BİR HATIRA
- NAZIM HİKMET “MUHTEŞEM ÜSTÜ MUHTEŞEM BİR ŞAİRDİ!”
- NÂZIM HİKMET PUTU
- NAZIM HİKMET’E SAYGI
- BEDİÜZZAMAN FOBİSİ
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
AL-İ İMRAN,134.AYET
GÜNÜN HADİSİ
SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)
SON YORUMLAR
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
- Selamünaleyküm bu değerli yazınızdan dolayı Ahmets kardeşimizi tebrik edi...
TARİHTE BU HAFTA
Çanakkale Deniz Zaferi 18 Mart 1915***Nevruz İlkbahar Başlangıcı
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...